NURİ BİLGE CEYLAN'IN HIRKASI VE FESTİVALLERDEN KIYAFET MANZARALARI!
Medyaradar sinema-tv yazarı Murat Tolga Şen, Nuri Bilge Ceylan'ın SİYAD ödül törenlerine hırka ile katılması nedeniyle başlayan "ödül törenlerinde kıyafet" tartışmasını yorumladı...
Şüphesiz basında SİYAD’ı en çok eleştirenlerden biriyim, bundan da iyice sıkılmış vaziyetteyim ama yeminimi bozmadan duramıyorum! Fakat SİYAD dedim diye Nuri Bilge Ceylan’ın Mecnun’un depresyon hırkası tadında bir kostümle çıkıp aldığı SİYAD ödüllerini eleştireceğimi zannediyorsanız yanılırsınız. Merkez medya olayın neden bu kadar üzerine gitti onu bile anlamış değilim? Sanırsın ki bizim anlı şanlı yönetmenlerimiz, oyuncularımız bir tek SİYAD ödüllerinde böyle...
SİYAD ödülleri bir eleştirmenler birliği organizasyonudur ve popüler bir amaca hizmet etmemekte... TV yayını da olmadığından samimi kıyafetlerle sahneye çıkıp ödül almanın abes tarafı nedir anlamadım? Ha hırkayı beğendim mi, beğenmedim. Tarzım değil, zaten o etkinliğin derdi de bana hırka beğendirmek değil! Bu yüzden NBC’nın hırkasında beni motifleri dışında şaşırtan hiç bir şey yok.
Benzer bir durum Eylül ayında yapılan Suç ve Ceza Filmleri Festivali ödül töreninde yaşanmıştı. ödülünü almak için Nuri Bilge Ceylan’ı aratmayacak bir kazakla gelen Zeki Demirkubuz’a töreni sunan Hukuk dekanı biraz bozulmuş olsa gerek şakayla karışık laf bile çakmıştı. Evet hırkalı Ceylan Cannes’da çok şıktı ama Nuri Bilge Ceylan’ı boşverin, 30 yıl önce, 1982’de Cannes’a katılan Yılmaz Güney’i hatırlayın. Siyah smokini, papyonu ve yumruğu sıkılmış şekilde kolu havadayken verdiği o unutulmaz poz... Oralarda işler böyledir. Her şey baştan düşünülmüş, kurgulanmıştır ve bizdeki gibi her sene yeni adetler icat edilmez. Etkinliğin gelenek haline gelmesi için gereklidir de bu...
Oysa memleketin tüm festivallerinde salona nasıl gireceğiniz, sahneye nasıl çıkacağınız tamamen size kalmıştır. Yıllardır gördüğümüz manzara aynı; ödülleri verenler, alanlar, salonda izleyenler yani hepimiz dökülüyoruz! Çoğunlukla ödül verenler hatta ödül alanları çeken fotoğrafçılar bile daha şıktır. Bu konuda istisnayı özellikle Adana Altın Koza ve Antalya Altın Portakal’a çağırılan eski Yeşilçam emektarları oluşturur. Örneğin Nuri Alço’yu asla pejmurde, saçı başı dağınık ya da şık bir takımın içinde olmaksızın göremezsiniz. Bu karşılıklı bir saygıdır. Yeşilçamlılar en iyi duruşlarıyla arz-ı endam ederek ve orada olan herkesle sanki festival görevlisiymişçesine ilgilenerek etkinliği onurlandırırlar. Eğer bu sene Behzat Ç. örneğinde yaşandığı gibi, bir gişe filminin yolu kazara festivallerden geçerse yine şık birilerini görme ihtimaliniz vardır. Adamlar bırakın ödül gecesini, festival galasına dahi iki dirhem bir çekirdek geldiler. Yani ne zaman ki gişe sineması festivallerden kovuldu, bu işler böyle oldu.
Özellikle "yeni sinema"cılarımız giyim kuşam meselelerine en azından ülke sınırlarında geçerli olmak üzere hiç kafa yormazlar. Dünyanın her yerinde bağımsız sinemacılar böyledir zaten. Kendi küçük organizasyonlarında, rahat kıyafetlerle takılırlar. Adam gelir ufak bir valizle otele, bir hafta aynı kıyafetleri giyer, sonra da çıkar ödülünü alır iner. Tüm o paspalllığa, iyice sıkılmış bir beden dili de eklenince "yeni sinemacı" duruşu tamamlanmış olur. Yolları Cannes’a, Berlin’e falan düşerse de dayarlar önlerine kıyafet şartnamesini, papyonunu takar gelir mecburen. Gerçi 2006’da Kader filmi ile ödül kazanan Zeki Demirkubuz yine siyah tişörtü ve jeanı yüzünden eleştirilmişti ve "Cannes’a da gitsem böyle giderim" demişti ama...
Öte yandan, sinemanın büyüsü, coşkusu diyoruz ya, işte onu tamamen ıskalamış depresif bir ruh hali bu... Gerekli olmasa da, insan orada zafer kazanmış bir yüz ve şık bir insan görmek istiyor mutlaka ama adama zorla da "Adriaaaaan" çığlığı attıramazsın ki! Acıklı olan, ağabeylerini böyle gören Türk sinemasının umudu gençlerde aynı yoldan gidiyor. 2010 Altın Portakal’ında sahneye lastik spor pabuçlarla çıkan ve "Merhaba, Baaartuu ben" diye konuşma yapan bir Bartu Küçükçağlayan hatırlarım mesela...
Uzun lafın kısası; Nuri Bilge Ceylan’ın, eğer Bond filmi değilse, film çekmek için smokine ihtiyacı yok, ödül alırken niye olsun? Ayrıca adam o halde geldiyse SİYAD ne yapsın? Tutup kolundan dışarı atacak hali yok ya... "Cannes’in kıyafet şartnamesi varmış, bizimkiler de yapsın o zaman" diyebilirsiniz ama zaten törenlerde, ödüle hak kazananların yarısı yokken, onların yerine ekipten birileri ıkına sıkına sahneye çıkıp kaçarken bir de kıyafet şartnamesi getirilirse kimseleri bulamazsınız. Cannes Türk yönetmenlere 30 yıldır smokin giydiriyor çünkü sahneye kim çıkarsa çıksın orada olmak için can atıyor. Sanırım sorun şu; memleket sathında yapılan etkinlikleri düşündüğümüzde, hangisi sektöre hizmet eder, hangisi bağımsız sinemayı destekler, kafa tamamen karışmış durumda. Bakıyorsun, kendisine "Türkiye’nin Oscarları" payesini yapıştırmış ama sonra da minimalist bağımsız filmler geçidine çevirmiş seçkiyi. O zaman da çakma bir gösteriş içinde, kazaklı, montlu adamlar sahneye çıkıp ödül, mödül alıyor işte... Kızmamak lazım!
Not: Bir Zamanlar Anadolu’da Oscar yarışında yok... Yarından tezi yok okumaya başlarız "Aslında ben filmin şöyle, böyle zaafları vardı" yazılarını.
Twitter.com/murattolga