Nur Yerlitaş'tan Erdoğan itirafı: Yolda suratıma tükürdüler!
Modacı Nur Yerlitaş kendisi hakkında yapılan capsler için 'Allah bana öyle bir surat vermiş ki her şeye uyum sağladı. Küçücük bebeğe de oldu, Obama’ya da…' dedi.
Televizyonda sezonun en çok konuşulan programlarından “Bu Tarz
Benim” yarışmasının jüri üyelerinden modacı Nur Yerlitaş,
Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında Tayyip Erdoğan’ın mitingine
katıldığı için tepki gördüğünü söyleyerek, “Suratıma tüküren bile
oldu. Ben de öpücük gönderdim onlara. Çok ayıp ama...” dedi.
Yerşitaş, sosyal medyada hakkında çıkan capsler içinse, "Benim
caps'lerim çıktı. 24 saatte çok ünlü oldum. Birden bunaldım. Kendi
kendime kapris yapar oldum. Bir de Bülent Ersoy'u düşünüyorum, Ajda
Pekkan'ı..." diye konuştu.
Radikal gazetesinden Armağan Çağlayan’ın sorularını yanıtlayan Nur
Yerlitaş, televizyon programından ünlülerin ve siyasilerin
giyimlerine kadar birçok konuda konuştu. Çağlayan’ın “Nur Yerlitaş:
Yolda suratıma tüküren oldu!” başlığıyla yayımlanan (23 Kasım 2014)
söyleşisi şöyle:
YOLDA SURATIMA TÜKÜRDÜLER
Eskiden starlara kıyafet dikerdin. Şimdi ise starlardan
daha star oldun. Sence bu starları rahatsız edecek bir şey
mi?
Sanmıyorum. Onlar büyük bir star ve üreticiler, benim ise sadece
balon bir gündemim var.
Sen ilk defa televizyona çıkmıyorsun. Bu dördüncü öyle
değil mi?
Evet. Bir dans yarışmasında jürilik yaptım, bir Yemekteyiz’de… Ve
Show TV’de “Bugün Ne Giysem?” programını yaptım. “Bu Tarz Benim”,
dördüncü oluyor.
Neden bu kadar büyük patlama dördüncü programla birlikte
oldu? İlk defa burada mı gerçek Nur Yerlitaş’ı gördük?
Evet. Çünkü burası benim için içimdeki her şeyi masanın üzerine
koyabileceğim bir platform oldu. Yani içimdeki bohçaları açtım ben.
Çocukluğumdan bugüne renkli bir ailede büyüdüm. Hem geniş hem de
arabesk, Doğu ve Arap kültürüyle yaşayan bir ailede büyüdüm. Çocuk
yaşta hep dergilere ve artistlerin fotoğraflarına baktım. Dünyadaki
prenseslere baktım. Mesela hep prenses Süreyya’yı hayal ettim. Her
zaman ikon olan kişilere ve kişiliklere hayranlık duydum. İçimde
artist bir kadın vardı. Hatta şarkıcı bir kadın vardı. Hem şarkıcı
hem de çok iyi giyinen bir kadın. Ailemizdeki kadınlarla matinelere
giderdik, bir de akşamları dayılarım götürürdü. Bense eve gelir
hayal kurardım, bazen Neşe Karaböcek olurdum, bazen Behiye Aksoy’un
mikrofonu tutuşuna özenirdim, Gönül Yazar’ın elini eteğini
tutuşunu, yürümesini… Ben hep bunların hayalini kurardım. Ve
seyrettiğim filmlerin etkisinde kalırdım. Türk sinemasını o kadar
iyi takip ederdim ki… Bir matineye girerdik kuzenimle, ben 3 matine
seyrederdim o filmi. 3 kere seyrederdim çünkü orada Türkan Şoray’ın
ve Filiz Akın’ın elbiseleri, tüyleri, hep onları seyrederdim ben ve
hayran olurdum. Hep bakımlı ve şık kadını sevdim ben. Çünkü benim
annem de, yengem de çok bakımlı kadınlardı. Tuvaletleri vardı.
Onlar gazinoya giderlerdi bense yengemin tuvaletini giyerdim. Yaşım
14 filan. Şimdi ise yeğenlerime bakıyorum benim gibi değiller.
Olmasınlar da zaten. Aslında ben öyle doğmuşum fakat içime
bastırmışım.
İçine star kaçmış!
Hem de ne star kaçmış! Neler kaçmamış ki içime. Ondan şişmişim
böyle yani!
Geçen cumartesi söylediğin bir söz çok hoşuma gitti. ‘Ben
bohçacıydım’ dedin.
Valiz ticaretine kibarca bohçacı diyorlar ve beni küçümsüyorlar.
Evet, bohçacıyım.
Aslında ne kadar zeki olduğunu gösterdin. Beni oradan
vuramazsınız demiş oldun. Bütün silahlarını da aldın
ellerinden.
Ne kadar doğru bir tespit... İlk defa bunu sen söyledin bana ve kız
kardeşim söyledi. Her şeyin yasak olduğu dönemde valiz ticareti
yaptım ve evet bohçacıydım ve hala bohçacıyım.
Valiz ticareti yaparken butiğin vardı değil
mi?
Evet, butiğim vardı. O dönemde ithalat yasaktı her gün baskınlar
vardı. Ben de home office yapıyordum. Şişli’de evimin salonuna
getirdiğim eşyaları asardım. Evlere servis yapardım, yollardım
aklına kim geliyorsa. Düşünebiliyor musun 20 yaşındayım ve
havaalanlarında yattığım oldu. Alitalia sürekli grevde ve
korkuyorum kötü insanlar var etrafımda, ödüm kopuyor. Şimdi korkmam
ama o zaman genç bir kızım. Ben nelerden geçtim. Havaalanında
mimlendim, otobüslerle gittim. Fazla bilet alıyordum yanımı boş
bırakırdım. Annem, kardeşlerim birisi de gelir hatta onlar uçakla
dönerdi, ben de karayolundan dönerdim. Böyle bir süreçten geçtim
ben. Ama o zaman da tam 20 yıl sonrasını hayal ediyordum.
Hep şöyle derdin o zaman, ‘Ben bir gün Türkiye’de sayılı
modacılardan birisi olacağım’.
Ben Türkiye’de bir şey olacağım derdim de çok zor oldum. Benim
annem, babam, teyzem, dayım bu işle ilgisi yoktu. Ben tek başıma
yaptım. Hep tektim.
Ne iş yapardı baban?
Babam bir ilaç sanayinde görevliydi. Çok erken vefat etti.
Sanat dünyasıyla hiç alakası yok o zaman.
Hiç yok. Ailemin hiç yoktu. Ama dayılarımın o dönem sanatçı
arkadaşları vardı. Tabii ki benim zevkim ve seçiciliğim çok
beğenildi. Serpil Çakmaklı, Banu Alkan, Oya Aydoğan, Nazan Şoray o
dönemler… Çorap bile yok. Bir model çorap çeşidi vardı, insanları
olduğundan bir beden küçük gösteren. Bir kere bütün sanatçılar o
çorabı alırlardı. Alan 200 tane, 100 tane alırdı. Nazan Şoray’lar
sahnede hep onu giyerdi.
Bu yarışmada tarzı olan insanı seçeceksiniz ya.
“Türkiye’nin tarzı olan kadını” kim sence?
Derin Mermerci, Özlem Önal ve Hande Ataizi... Hande Ataizi’yi
özellikle çok beğenirim.
Bak bizim aklımızda moda ikonu olarak Hande Ataizi hiç yer
etmemiş.
Ama müthiş bir tarzı vardır şov dünyasında.
Biz de tarzı olan kadın diye hep Süreyya Yalçın’ı
bilirdik!
Süreyya Yalçın’ın rüküş bir tarzı vardır. Çok sevdiğim bir kızdır
fakat hiçbir zaman bir şeyine özenmemişimdir. Yaşından çok büyük
giyiniyor. Çok rüküş ve kombinleri çok yanlış. Benim için bir ikon
değil.
Erkeklerden tarzını beğendiğin bir adam var mı? Geçen gün
yarışmanın içine bir iki erkek dâhil olsa çok eğlenceli olmaz mı
diye düşündüm.
Çok eğlenceli olur. Türkiye’de bir erkeğin tarzı olsa hemen
metroseksüel, gay gibi giyiniyor diyorlar. Ama Avrupa’da öyle
değil. Avrupa’daki erkeklere bayılıyorum. O renkli pantolonlar ne
kadar güzel, hiç de abes durmuyor. Biz kabul edemedik daha…
Caps’lerini yapanlara kızdın mı?
Yok kızmadım. Çok enteresan İlber (Ortaylı) hocayı görmüştüm ben,
‘Çok sevdiğim, çok saydığım, tarihi cebinde taşıyan değerli bir
hoca, kızmıştır şimdi’ demiştim. Arkadan benim başıma geldi. Ama
Allah bana öyle bir surat vermiş ki her şeye uyum sağladı. Küçücük
bebeğe de oldu, Obama’ya da… “Bu nasıl bir suratmış, bu nasıl bir
bakışmış dedim.” Sende beni iyi tanırsın, benim öyle beğenmeme
surat ifadem vardır. Bu bir çorba olsun, ayakkabı olsun, ‘Bugün
hava ne kötü’ derim, suratımı öyle yaparım ben. İlk bana kız
kardeşim çekimdeyken caps fotoğrafını attı, ben güldüm pek
anlayamadım o an. Sonra milli takım maçı varmış ve beni Fatih
Hoca’ya yapmışlar orada patladı tabii. Bir boşluğa düştüm ne oluyor
diye, kıyamet kopuyor. Sonra ben de sayfama koydum. Çünkü bazı
insanlar bana şöyle yazdı, ‘Çok üzülüyorum sizin adınıza. Size
neden böyle şeyler yapıyorlar?’. Caps’i herkes bilmiyor, bunun
önemini ve ne olduğunu. Tabii ki de ben bunu anlayacak bir durum ve
bakış açısındayım. Caps ne kadar ünlü olduğunu gösterir ve çok
önemlidir. Fakat bu benim çok önüme geçti. Televizyondaki işim de
benim asıl mesleğimin önüne geçiyor. Ben bu durumdan etkilenirim
de, çünkü burası benim her şeyim, benim mesleğim. Ben bu mesleği
çok zor elde ettim. Caps’te 24 saatte çok ünlü oldum. Ama bu
mesleğimde öyle değil. Merdivenleri yıllarca çok zor çıktım ve hala
son basamakta değilim. Öyle görüyorum kendimi.
Son basamağın ne? Dünyada marka olmak mı?
Artık dünyada marka olmayı taşıyacak ruhum yok. Bu kadarı yeter ama
başarıdan başarıya koşmayı seviyorum. Yaptığım elbiseyi hemen
unuturum, başka bir şey yapmalıyım. Onun tesirinde kalmam ve daha
daha dahasını isterim. Başardım demek, bittim demek ve ben
başardığımı kabul etmiyorum. Ben hala son merdivende değilim ve en
tehlikeli yer son merdivendir, orada durmak… Çekimde olduğum için
bazen telefonları açamıyorum. Empati yapıyorum, karşı tarafın
‘Acaba hava mı yaptı, burnu mu kalktı da telefonları açmıyor’
dediklerini düşünüyorum ve böyle böyle kendimi ve ruhumu
yıpratıyorum. Geçmişe ve anılara bağlı kalarak yaşamayı çok
seviyorum.
Bana da hep ‘Elleri çok güzelmiş, acaba ellerinin
güzelliğini göstermek için mi hep yüzüne götürüyor’ diye
soruyorlar.
O destek almadır. Ebru da beni gördüğü zaman Popstar’da yapardı.
Şarkıyı okurken, otururken elimdeki kartı tutmam, bunlar hep
destek. Oradan destek alıyorum ben. Çocukken de böyleydim.
Bana öyle söyleyenlere ‘Ayakları da öyle güzel’
dedim.
Allah iyiliğini versin senin! Ben genç kızken Kumburgaz’da yazlıkta
ablalar ellerimi alır bakarlardı. Oje sürerdim böyle sedefli.
Severlerdi ellerimi. Ben de hiç anlamazdım el güzelliğinden. Bir
gün baktım, Allah Allah hiç damar yokmuş, kadife gibiymiş. Ben
hayatımda hiç krem sürmem. Alırım, sürmem. Hiçbir şey sürmem ve
egzamam var. Nazara geldim!
Yeni mi oldu?
Annemin ölümünde hastanede yoğun bakımdayken başladı. Bir geçiyor,
bir başlıyor. Şimdi ise nazar diyorum. Soruyorlar ellerinize ne
yapıyorsunuz? Ben yıllarca bu ellerle yemek de yapmışımdır, elimi
çok yıkarım. Makyaj yaparken de bir torba ıslak mendil harcanır
bana.
Sen cumhurbaşkanılığı seçimleri sırasında Erdoğan’ın
mitingine gittiğin ve bunu sosyal medyada paylaştığın ve pankart
tuttuğun için çok eleştirildin. Bunu yaptın ve dedin ki: ‘Hiç
pişman değilim ve yine olsa yine yaparım.’ Şu an da yapar mısın
mesela?
Yine yaparım. Bana ihtiyaçları olsun yine giderim orada nöbet
tutarım. Çünkü ben bir taraftayım ama öbür tarafa da saygısızlığım
yok. Mesela Fenerbahçeliyim ama Galatasaray’a da lanet yağdırmam.
Hak ettiği zaman aferin derim ama Fenerbahçeliyim. Ben de Recep
Tayyip Erdoğan’ın bir kere hayranıyım lider olarak. Liderlik
vasfına hayranım. Bir kere güzel bir aile... Çok şeyler yazdılar,
çizdiler menfaat dediler. Menfaate gelince de Halep orada arşın
burada. Benim bulunduğum konumumda onlardan isteyebileceğim hiçbir
şey yok! Kime ne! Çünkü ben onları tutarken, ben onları alkışlarken
diğer taraflara hiçbir saygısızlığım, hiçbir hakaretim yok. Sadece
bu benim durduğum yer. Ben elimi taşın altına koymayı çok
seviyorum. Ben zoru seviyorum. Seviyorum ve seveceğim de.
Emine hanımın kıyafetlerini sen mi yapıyorsun?
Kesinlikle hayır. Emine Hanım’a sanırım 3-4 yıl önce birkaç tane
hazırlamıştım. Kesinlikle yok, ne zaman teşrif ederse de keyifle
yaparım ama ne yazık ki öyle bir şey yok. Sadece kendisini ve
ailesini seviyorum. Onların tarafındayım. Seveceğim de ömür boyu,
son nefesime kadar.
Sanatçılarla anlaşmak zor mu? Bazen kaçıp gidesin gelmiyor
mu?
Zor. Çünkü çalıştıklarım star. Ve bazen kaçmak geliyor içimden.
Zaten benim bu jüride diyorlar ya ‘Bu kadın ne?’ İşte ben zaman
zaman bazı şeyleri içime kinle attım, bazılarını sevinçle attım,
bazısını nefretle biriktirdim içimde. Herhalde onların acısını
çıkarıyorum. Beni çok mutlu ettikleri zamanlar da oldu, beni çok
üzdükleri zamanlar da oldu. Hepsine birer birer teşekkür ediyorum.
Benimde onlara büyük katkılarım oldu, onlarında bana büyük
katkıları oldu. Birbirimize faydalarımız oldu. Teşekkür
ediyorum.
Türkiye’de dikilen elbiseleri en iyi kim
taşıyor?
Ajda Pekkan. Onun üstü yok. Bir daha da gelmeyecek onun gibi
biri.
Ben Bülent Ersoy’un da kendi tarzında çok iyi elbise
taşıdığını düşünüyorum.
Bülent Ersoy kendi tarzında muhteşem bir şey… Ona alelade dikilmiş
şeyleri bile ne yapsın giyiniyor. Her gün her dakika yetişmiyor
çünkü ona kıyafet. Aslında haute-couture bir kadındır Bülent Ersoy.
Ve onun taşıdığı elbiseyi başka hiç kimse taşıyamaz. Benim de bir
tarzım vardır. Biliyorsun ben de kilolu bir kadınım. Ama hiçbir
zaman tarzımı bozmuş muyum? Ucuz jarse bir elbise giyerim, üstüne
bir şal alırım küpe takarım.. Fobiju kadınıyım ben, çok mücevher
sevmem.
Fobiju ne demek?
Fobiju, bijuteri demek. Fobiju kadınıyım ben. Onlarla şıklaşıyorum.
Benim çantam çok önemli. O elimdeki çanta çok ünlü bir marka
olabilir. Ya da ‘no name’ bir şey olabilir. Toptancıdan da
alabilirim ama tarzdır. Yani kendi tarzım vardır benim.
Bülent Hanım bize kızar, küser. Hepimize
aslında.
Tabi, tabi… Hepimiz ona bir küseriz ya da o bize küser. Ben empati
yapmayı öğrendim hayatta. Ben önceden çok fazla empati yapmıyordum.
Herhalde tecrübelerim çoğaldıkça, yaş aldıkça daha empati yaparak
düşünüyorum. Mesela benim caps’lerim çıktı. Televizyonda da öne
çıktım. Birden bunaldım. Kendi kendime kapris yapar oldum. Bir de
Bülent Ersoy’u düşünüyorum, Ajda Pekkan’ı… Bunlar yıllarını
vermişler televizyon yokken. Neler yaşamışlar ve bugüne gelmişler.
Onun için onların kaprislerini, özellikle Bülent Ersoy’unkileri
saygıyla karşılıyorum.
Şimdi onu anladım diyorsunuz?
Aynen, şimdi anladım. Yani ben düşün ki bunaldım. Onlar nasıl
tahammül etmişler. Varlık içinde nasıl yokluklar, acılar çekmişler
yani. Onun için artık Bülent Ersoy’a “Bıktım kaprisinden”
demiyorum, demeyeceğim. Tövbe.
Bunu duyunca çok sevinecek.
Çok sevinecek. O kimsenin evine gitmez biliyorsun. Evine kimseyi de
kabul etmez. Kabul etmez, çünkü o servis işlerini sevmez pek.
Başköşede yeri vardır yıllardır. Benim tarzım ona hitap eder.
Bayılır. Başımın üstündedir. Yatak odamı veriyorum ona. 6 ay kalsın
bende. Dikiş yüzünden bir kere kavga ettik. Benim ayağım sakattır
ama nasıl oldu bilmem bir güçle çektim gittim atölyeden. Bıraktım
onu yalın ayak gittim. İki gün dargın kaldık. Daha sonra çok güldük
bu halime.
Bana çok sorulan bir şeyi soracağım. Bana hep “Çok mu yemek
yer” diye soruyorlar.
Çok az az yerim. Obur değilim. Mesela benim tatlıyla aram hiç
yoktur. Çikolata yemem. Hayret ederler. Ama enteresan şeylerim
vardır. İtalyan yemeklerini çok severim. Tencere yemeklerini
severim. Yaprak dolması gibi… Benim evimde her gün küçük tencere
yemekleri pişer. Küçücüktür tencerelerim. Anneden kalma
alışkanlıktır, illa yemek pişecek evde. Yani bekar gibi yaşamıyorum
hayatı! Ben genç yaşta kortizon tedavisi olduğum için oradan
yerleşmiş bir kilo var. Dizimde üç tane ameliyatım var. Çok fazla
yürüyemiyorum ben. Hareket etmeyi de çok sevmem. Hep korkarak
yürüyorum. Düz ayakkabı giyiyorum. Topuklu giyemiyorum. Yerleşmiş
bir kilo var. Tabi bu benim elimde olan bir şey. Aslında 6 ay
kendimi sıksam verebilirim biraz.
Ahmet Çakar sana ‘televizyon hayvanı’ dediğinde kızdın
mı?
Kızmış olsam onun suratına telefonu kapatır, iki tane de ağır laf
söylerdim. Sanki hapse gireceğim. Öyle bir şey söylerdim ki…
Kızmadım ama söylediği şeyin algısı zayıf bizim ülkede. Aslında
İngilizlerin bir terimi var. Yani bu terimi İngilizler çok
kullanırmış. “Siz hastasınız, yakında hastalanacaksınız” demesine
kızdım. Hani sanki bir falcıya gitmişim gibi. Ben fal da baktırmam
hayatımda. Çünkü etkilenirim. Sinirimi bozar. Gene de bana böyle
bir şeyi demesini gereksiz buldum.
Hastasınız ne demek? Öyle mi dedi?
“Siz dikkat edin sizde bir hastalık çıkacak” dedi.
Falcı mı ki Ahmet Çakar?
Aynen ben de bunu merak ettim. Bir tek ona bozuldum. Gerek yoktu
yani. Ben zaten titiz, takıntılı bir kadınım. Bence o mesleği
bırakıp falcılık yapsın Ahmet Çakar.
Bu reklam haberleri doğru mu?
Birçok yerden teklif alıyorum, görüşüyorum. Ben hemen reklam filmi
geldi diye de atlamam. Bir kere ürünü sevmeliyim. Ben de öyle bir
kadınım. Bana yakışacak bir şey olmalı. Arkadaşlarımın kimisi de
diyor ki, “Saçmalama, ürün ne olursa olsun teklifi kabul et.”
Bilmiyorum kısmet yani. Hayırlıysa olsun, hayırsızsa olmasın.
Siyaset dünyasında çok şık kadın var mı? Türkiye’deki
siyasiler çok sıkıcı giyiniyorlar bence. Sence mesela siyaset yapan
bir kadın pembe tayyör giyemez mi?
Tabi ki giyilir ama işte o bir tarzdır. Öyle bir pembe giyilir ki
çok tarz olması lazım. Ama öyle bir saç yapmıştır, ayakkabı
giyinmiştir berbat etmiştir. Mecliste şık kadın yok. Hiçbir zaman
olmadı.
Zamanında Tansu Çiller biraz böyle renkli giyiniyordu
sanki.
Tansu Çiller’in evet ceket modelleri vardı. Güzeldi, çünkü Avrupai
bir havası vardı onun. Alaturka bir havası yoktu. Ben onu
beğenirdim. Ama onun da ceketlerinden sıkılmıştım.
Ama meclisteki bütün kadın milletvekilleri sıkıcı
giyiniyor.
Hep öyle ki dünden bugüne...
Size hiç geldi mi milletvekili falan. Beni siz giydirin
demek için.
Yok, hayır gelmedi.
Gelse seve seve yapar mısın?
Yapmam.
Neden?
Yani ben artık iş yapmam. Sıkıcı gelir. Riskli şeyleri
istemiyorum.
Riskli mi sence bir milletvekili giydirmek?
Ben ruhumla giydiremem onu. Başörtüyle de hiç alakası yok. Benim
çok başörtülü müşterilerim vardır. Ama o kadar güzel, o kadar
modern giyiniyorlar ki. Ben bile hayranım yani. Ben tesettürü de
çok sınıflara ayırıyorum.
Ne gibi?
Mesela göze batmadan tesettür giyinenler var. Çok hoşuma gidiyor.
Çok pastel renkler. Çantası, pabucu, pardesüsü, başörtüsü o kadar
uyumlu olan öyle insanlar görüyorum ki. Bir de bir tesettürler var
benim hoşlanmadığım. Tırnaklarında ojeleri, ayağında takunyalar,
takozlar, parmakları dışarıda. Tişörtünden iç çamaşırı belli oluyor
ama kafasında başörtü var. Ben bunu kabul etmiyorum. Hatta nefretle
bakıyorum. Benim tesettür, kapalılık anlayışım böyle değil. Tabi ki
hafif bir sürmesini çeker. Belki hafif bir parlatıcısını sürer ama
o makyajlar ne, o boyalar ne? Ben inanamıyorum yani. Vücut
hatlarına göre neler giyiniyorlar? Yolda görüyorum ben. Dapdaracık
pantolon tayt giymiş. O başörtü takmış ben kabul etmiyorum. Tayt
giyinip tesettür olmaz. Benim halalarım, anneannem kapalı
insanlardı. Ama ben bu tarz tesettürleri sokakta görmek
istemiyorum.
O kadar yani.
Namaz kılan insan eline oje sürer mi? Abdest vardır yani. Kırmızı
rujlarla, ojelerle nedir yani o tesettür? Ben kabul etmiyorum. Ben
böyle tesettürü istemiyorum.
İvana’nın giyim tarzını beğeniyor musun?
İvana hoş bir kadın. Çok hoş bir kadın... Onun kendine göre bir
tarzı var. Beğeniyorum. Onun adı İvana Steletto.
Her kadının taşıyamayacağı abartılı şeyler giyiniyor
aslında.
Ama hiçbir zaman avam durmuyor.
Taşıyor da ondan.
Taşıyor çünkü onun bir avantajı var. O beyaz bir ırktan geliyor.
Sarışın, kumral bir ırktan geliyor. Balkanlardan. O ırk, çok doğru
giyinirse çok şık oluyorlar. İvana da doğru giyiniyor. Yani ırkının
avantajı var, beyaz tenli. Arabesk değil. Ama ne sarışınlar var ne
rüküş giyinen. İvana dersini iyi çalışıyor. Moda ile ilgili şeyleri
çok iyi takip ediyor. Dünya modasını takip ediyor. Bir tarzı var,
ben beğeniyorum. Yanında otururken bana diyorlar ki, “İvana ile yan
yana…” Tabi ki otururum. Neden oturmayayım.
Niye öyle diyorlar anlamadım?
İki zıt kadın anlamında söyleniyor.
Sen daha alaturkasın…
Ben daha alaturkayım. Ben daha kiloluyum. O zayıf. O benden çok
genç. Ama keşke İvana gibi beş kadın daha yanımda otursa. Ben
başkayım yani.
Nasıl bir kendine güven var sende.
Kendime güvenim çok büyük. Bu da benim tarzım. Benim siyah
saçlarım, kirpiklerim, porselen yüzüm, porselen makyajım. Ben böyle
biriyim.
Bence bizim televizyonda seyrettiğimiz de o özgüven
aslında.
10 tane daha kadın olsun İvana gibi. Ben dururum.
Ve diyorsun ki hepsini donumda sallarım!
Ama Türkan Şoray’la oturmam.
Niye?
Çok hayranıyım. Çok büyük hayranı olduğum için oturamam.
Heyecanlanırım yapamam. Onun önüne nasıl geçilir? Geçemem ki. O
gücü bulamam kendimde. Onun yanında özgüvenim olamaz!
Şahsi merak ettiğim bir soru soracağım. Yarışmada
yarışmacıları elerken neden kişiliğine bu kadar önem veriyorsunuz?
Yani sonuçta bu bir tarz yarışması…
Beni etkiliyor. Ben diyorum ki bu karakterde, bu davranıştaki bir
insanın nasıl tarzı olur? Tarz olmak bir bütündür diye düşünüyorum.
Oturması, kalkması, el hareketi, bakışı… Ben oradan bakıyorum.
Gusto çok önemli… Davranış biçimi çok önemli… Bizim orada çekimler
çok uzun sürüyor. Ben çok çabuk irite olabilen bir kadınım. Yani
vücut dili de benim için çok önemlidir. Mesela kıza diyorum ki “Bu
olmamış”. Hemen suratını asıyor, bakışı, kaşı, vücudunun dilinden
anlıyorum ki bana kızıyor orada. Ama bir de biri var “Ya öyle mi”
diyor, gülüyor, teşekkür ediyor ve gidiyor. Yani ben bunu örnek
gösteriyorum. Vücut dili çok önemli… O şıklık, tarz bir
bütündür.
En çok sevdiğin caps hangisi oldu?
Titanik.
En komiği oydu cidden.
Çünkü o filmde, o sahneden çok etkilenmiştim. Çok aşıktılar. O
güvertede öyle bir uçmuşlardı ki. O sahneden çok etkilenmiştim.
Zaten filmden çok etkilenmiştim. Oraya çok yakıştım. O tip bendim,
uçuyordum sonsuzluğa.
Bu Cumhurbaşkanlığı mitingine gittikten sonra abuk sabuk
yolda laf eden, tepki gösteren insan oldu mu?
Tabi oldu. Suratıma tüküren bile oldu.
Yok artık, hakikaten mi?
Ben de öpücük verdim karşılığında. Sosyal medyada çok üstüme
geldiler. Twitter ve Instagram’da... Oralar benim için hiç ölçü
değil. Eğer orası bir ölçü olsaydı bugün Cumhurbaşkanımız evinde
otururdu. Ya da bu ülkeden gitmiş olurdu. Başkaları da onun yerine
geçmiş olurdu. Ekmeleddin Bey Cumhurbaşkanı olurdu. Onun için
Instagram’da, Twitter’da yazılanlar benim için hiç ölçü değil. Bana
iyi şeyleri yazan, iyi dilekleri yazanlara zaman zaman çiçek
yolluyorum. Teşekkür ediyorum. Ama o kötü yazanlar benim
sinirlerimi bozmuyorlar. Çünkü ben onları tanımıyorum. Onlar hangi
cehennemden yazıyor ben bilmiyorum.
Hiç sinirlenmiyor musun?
Kim ki o? Hangi kömürlükten yazıyor? Sinirlenmiyorum.
Nerede tükürdüler senin yüzüne peki?
Beşiktaş’ta.
Ne ayıp ama…
Ben arabadaydım onlar yürüyordu. Ben de öpücük gönderdim onlara.
Çok ayıp ama... İşte ben dedim ya, ben bir taraftayım. Bir tarafı
tutuyorum. Ama öbür tarafa karşı saygısızlık yapmıyorum.
En önemli şey de bu. Sen bir tarafı tuttun ve doğru yerde
olduğunu düşünüyorsun, gelip tükürünce mahvetti.
Benim CHP’de Gürsel Tekin Bey çok sevdiğim bir dostumdur, ailesi ve
kendisi. Ama o CHP’lidir. Çok severim kendisini. Kötü günümde beni
arar. Bende önemli bir günde kendisini, ailesini ararım.