NÜKTEDAN DUMAN'DAN HÜZÜN DOLU SATIRLAR
Vatan Gazetesi´nde "esprili" yazılarına alıştığımız Selahattin Duman, bugün hüzün dolu bir yazıyla okurlarına yeniden merhaba dedi.Duman´ın kaleme aldığı hüzünlü yazısının nedeni 12 gün önce annesini,ardından babasını kaybetmesiydi.
İki nefes arasında
Laf ebelerinden biri hayat için "iki nefes arasında kalan bir ritimdir" demiş.. O ritmin içine sıkıştırılmış duygulardan hiç söz etmeden.. Biz de işte bu laflara sığınıyoruz.. Yaşarken tanık olduğumuz olağanüstü halleri anlarmış gibi yaparak..
Ölümün gizemi aklımı hep meşgûl etmiştir.. Doğarken alınan ilk nefesle ölürken verilen son nefes arasına sıkışmış hayat ritminden daha çok meraklanmışımdır ölüme..Gerçekten bir son mu yoksa yepyeni bir başlangıç mı? Bir bilebilsek..
İki yıl önce babam Dr. Abdullah Duman tarifsiz acılar içinde yattığı hasta yatağında kendisini ameliyata ikna etmeye çalışan meslektaşlarına sordu:"Ameliyat olmazsam ne kadar yaşarım.." Genç meslektaşlarından üç dört gün cevabını alınca elini "kâfi.." mânâsına kaldırdı.."Bana yeter.." dedi..Sonra bana döndü:"Ölümden zerre kadar korkmuyorum.." dedi.. "Kimbilir ölümden sonra neler göreceğiz..İnsan aklının, idrakinin dışında bir şey bu.."
O günlerde 89´uncu yaşını süren babamın, evvel ezel bildiğim metaneti beni yine de şaşırtmıştı..Ama annem Nimet Hanım´ı kaybettikten sonra o metanet abidesi kaidesinden yıkıldı.. Hayatta bir kez dahi ağlarken görmediğim babamı çocuk gibi feryat ederken buldum..
BİR KEZ GÜLDÜ..
Ne teselli kabul ediyor ne de bir şeyle oyalanabiliyordu.. Sevenleri, dostları küme küme başındaydı.. Gece gündüz yalnız bırakmıyorduk..Oyalanması için eski günlere götürüyor, aile içinde hiç bilinmeyen hikâyelerin perdesini açıyorduk..Annemden sonra geçirdiği on iki gün içinde bir kez güldü.. Küçük amcamın anlattığı bir hikâyeye..Amcam, dedemin kendisini karakola şikayet edip iki gün nezarette yatırdığını anlatmıştı.. Başına gelen olaydan çıkardığı sonuç da ailede herkesin melek gibi adam dediği dedemin aslında sert biri olduğuydu.."Babam benden haz etmezdi.." diye noktaladığı hikâyesinde dedemi öyle bir tarif ediyordu ki emsali kötü Yeşilçam filmlerinde bulunur..
Babamı oyalayacağız ya! "Amca, dedem seni niye tutuklattı.." diye sorduğumuzda olayın komiği tavan yapıyordu:"Bir şey değil canım, evde define arıyordum.." Ev dediği emlak-ı milliyenin mübadelede el koyup savaş gazilerine dağıttığı taş yapı..Amcam bu evin ahırını "Rumlar mutlaka buraya altın gömmüştür, ben bulacağım.." deyip kaza kaza delik deşik etmiş..Olayın burasına hiç değinmiyor.. Sanki menemen yaparken yakalanmış gibi anlatıyordu..
Babamın iki gözyaşı krizi arasında güldüğü son şey bu oldu.. Yeniden ağlamaya başlaması ise birkaç dakika sürmedi..
***Annem zamansız gidiverdi.. Hiç kimsenin beklemediği bir anda.. Pişirdiği çayı eliyle misafirlerine dağıttıktan sonra onları uğurlarken aklına balkonu yıkamak düştü.. Katil temmuz ayının sıcağı onu önce sendeletti.. Sonra yere düşürdü.. Yakınları, komşuları "Ne oldu Nimet Hanım" demeye kalmadan kapatıverdi gözlerini.. Çağırılan ambulans ve içindeki doktor için yapacak bir şey kalmamıştı..
YAŞIM, GÖNLÜM
Babamı zorla yatağına yatırdığımız bir yas gecesi kız kardeşimle birlikte balkonda oturuyorduk.. Gidip annemin çantasını getirdi..Göçüp gitmiş birinin çantasında yaşayan bir şey var mı merakıyla karıştırıyorduk.. Küçük küçük altınlar bulduk.. Yarım, çeyrek, tam Ata altınları..Hepsinin aklında sahibi vardı.. Bu filancanın çocuğuna, bu falanın torununa.. Kremlerin, defterlerin, anahtarların, ilaçların arasından dörde katlanmış bir kâğıt çıktı..Merakla açtık.. Kâğıtta bir şiir yazılıydı.. Bir yerlerde gör