NTV GEPETTO'LARIN AĞAÇ YONTTUĞU YER! PİNOKYO'LAR VAR ORADA!
Haber kanalı 24'ü kurdu.Moderatör formatını getirdi.NTV'de çalışırken atılan "Başsavcıya abluka" başlığı yüzünden işinden oldu.Mustafa Hoş yaşananları Ahmet Tulgar'a anlattı.
Mustafa Hoş bir televizyoncu. Art arda önemli projeler geliştirmiş bir adam. Kanal 24 onun hayaliymiş, kurdu, başardı ama bırakmak zorunda kaldı. Ardından çalışmaya başladığı NTV’de önemli değişiklikler yaptıktan sonra ise bir gün bir haber başlığı yüzünden o kanalı da terk etti. Şimdi işsiz ama heyecanını yitirmemiş. Yeni projelerini uygulayacağı ortamı bekliyor.,,,
- Mustafa nedir bu? Neden şimdi sana iş yok bu piyasada?
Yaşanılan döneme baktığımda zaman zaten gazeteci olmanın başlı başına bir bela haline geldiğini görüyorum. Zaten asıl mesele gazetecilerin kaybolması değil gazeteci kimliği altında yapılanlar önemli. Gazeteci maskeli insanların ne yaptığına bakmak lazım. Bütün hayatımızı kuşatan, eden o gazeteci maskesi ile dolaşanların yaptıkları aslında daha önemli.
AKP yokken yapılanların bir özeleştirisi olmadı. Eski dönemde de olanlar maskelerini çıkarıp öteki tarafa geçtiler
- Neler yapıyor onlar?
Bir kere rekabet ortadan kalktı. Rekabetin olmadığı yerde gazetecilik yapılamaz. Rekabet yok bir kere. Hiçbir kurumda haber diye derdi de yok. Sadece insanların şimdi derdi patronların, hakim olan güç neyse onun çıkarına dokunmayacak işi yürütmek. Yani kutuplaşma daha vahim. Karşılıklı kurşun askerler var. Kurşun asker olunan bir yerde gazetecilikten nasıl söz edeceğiz. İki tarafta da sorun var. Biz şimdi AKP ile yaratılan medyayı sorguluyoruz. Bunun gazetecilik olmadığını da, bu işi yapanların mesleki formasyonlarını sonuna kadar sorgularım ama diğer taraf özeleştiri yapmayacak mı? AKP yokken yapılanların bir özeleştirisi olmadı. Ortaya çıkarılan insanlar, daha doğrusu eski dönemde olanlar maskelerini çıkarıp öteki tarafa geçtiler. Başka tarafta oynuyorlar.
- Zaten Ak Parti’nin bugün medyanın bir kesimi üzerinde tahakküm kurabilmesinin altında önceki hükümetler döneminde de medyanın kendisini hükümetlerin hizmetine sunmuş olması, siyasiler ile böyle bir ilişki kurmuş olması yatmıyor mu?
Şöyle bir şey değişti. Bir tarafta mağrur bir kesim vardı, sonra tahakküme geçti, oradan da faşizme geçti. Cumhuriyet devrinde olanı söylüyorum. AKP ile birlikte olan da, bunlar mağdurdu, kibir aşamasına geçtiler, kibirden de mekruh fetişizmine geçtiler. Yani bu taraftan baktığımızda ciddi anlamda başka bir yol gerekiyor. Bize "şu musun, bu musun" dayatılıyor, aslında o ya da bu olmamız gerekmiyor. Bizim kendi işimiz, kendi varlığımız aslında bir sürü şeyin göstergesidir, işimizi yapıyor olmak, ya bazen patrona karşı, patrona rağmen patronun işte medyasını da korumak zorundasın. Ya bu belli bir çatışma gibi görünse de sonuçta onun kalite değerini yükseltmesi açısından da önemlidir. Şimdi bu ortadan kalktı. Yani medyada hakim olan anlayış şu anda gazetecilik yapmaya el vermiyor. Gazetecilik denilen şeyin artık sübjektif bir duruma geçmiş olması gibi acaip bir durumdayız.
- Kanal 24’ten ayrılışın da, NTV’den ayrılışın da dönem açısından göstergesel nitelikte sanki. Anlatsana biraz.
24 projesi benim hayalimdi. Ben bir hayal kurdum. Hakim medyaya başkaldırı projesi. "Hayatında haber kanalında mı çalışmış?" denildi benim için. Hakkımda söylenmedik şey bırakılmadı. Dinlemedim. Kendi yarattığım bir formatla, moderatör formatı diye bir şey getirdim ki, “moderatör” denildiği zaman gülüyordu insanlarlar, şimdi moderatör olmak için birbirlerini yiyorlar. Ya da moderatör tanımını kendine yakıştırmak için özellikle kullanılmaya başlandı o kavram. Bir hayal projesiydi ve bütün medyanın ben varolan bu bozuk dilini değiştirme projesiydi. "Senin bu kadar cürümün var mı?" dersen, herkes cürümü kadar var, benim hayalimdi, ben bunu yapmaya soyundum. Tabii bütün bunları yaparken de Hasan Doğan gibi başka türlü bir medya patronuna rastladım, çok, eşi benzeri bulunmaz bir adam. "Ne yapıyorsun sen orada" diyen siyasiye, "kardeşim, burada ben varım" diyebilen kaç medya yöneticisi vardır? Çalışanların maaşını ödeyemediği için gözleri dolan kaç tane medya patronu görebilirsin? Ben 24 yıla yaklaşıyorum meslekte, hiç rastlamadım. "Şu adam var, şunu işe alalım" dediğinde, "abi o buraya uymaz bak, almasak" dediğinde "sen bilirsin, burayı sana teslim ettik, sen ne dersen o olur" diyebilen kaç tane medya patronu olabilir? Yani büyük bir medya projesi geliştirmiştik o zaman. IP tabanlı bir televizyon, IP TV’nin de içinde olduğu bir gazete, bir derginin olduğu büyük bir medya projesine dönüşecekti, yeni bir medya anlayışı aslında doğacaktı. Evet, siyaseten bir tarafa yakın bir adamdı ama vicdanlı, merhametli bir adamdı. Ama Hasan abi gidince işin kimyası bozuldu. Federasyon başkanı oldu. Ölünce tamamen zaten başlangıç felsefesinden uzaklaşmaya başladı kanal. Başka türlü bir anlayışın tahakkümüne girmeye başlayınca artık benim orada yapabileceğim bir şey kalmamıştı. Kendi kurduğum yerden ayrılmak zorunda kaldım.
- Peki, ne kaldı senin döneminin Kanal 24’ünden?
Hani çok narsistçe gelebilir ama Kanal 24, 4,5 yıl üzerinde çalıştığım, bunun 2 yılı işsizlikle geçmiştir, bir televizyon projesi, adı da bana ait olan, formatı, içeriği kendi içinde oluşmuş başka türlü, işte tematik film kuşağı ile, belgeselleri ile, habere bakış açısında, refleksleriyle, IP tabanlı bir televizyon olmasıyla.
- Tematik filmler kuşağı çok iyi.
Evet, ondan da vazgeçilmiyor ama o dönemdeki televizyondan bir eser yok şimdi. Başka televizyon projesine dönüştü.
İşin kimyası bozulunca Kanal 24’te kalmak bir başka tercihi de beraberinde getirecekti
- Problemli bir gidiş miydi senin Kanal 24’ten gidişin?
Problemli, çünkü artık işin kimyası bozulunca, orada kalmak bir başka tercihi de beraberinde getirecekti. O eleştirdiğim insanlar gibi olup gazetecilik dışında başka şeylerin önemli olduğu, kişiliğinin önemli olmadığı başka türlü bir insana dönüşüp o projeyi yürütebilirdim. Bana kimse "git" demedi. Ama ben artık orada hayalini kurduğum ve yürüttüğüm televizyonu yapamayacağımı fark ettim ve bir anda da bıraktım.
- Sonra ne oldu?
Dört ay işsiz kaldım. Ondan sonra Doğuş Grubu’ndan teklif geldi. Onlar alternatif bir kanal kuracaklardı. O teklif gelince de oraya başladım.
- Orada neler oldu?
İşte ekonomik krizdi, varolan yapıydı, uygulamaydı rafa kalktı proje. Rafa kalkınca ben ayrılmak istedim. O proje ortadan kalkınca orada olmanın bir anlamı olmadığını düşündüm. Ayrılmaya kalkıştım. Ama sonra o grubun içinde kalmamı, başka projeler olması gerektiğini söylediler, ben de kalamayacağımı söyledim. Tam o anda işte bir değişim evresine ya da sürecine girildi, NTV önerildi, birkaç sefer kabul etmedim, çünkü ben 24’ü kurduğumda varolan medyaya karşı bir proje oluşturduğumda bunun içerisinde NTV de vardı, onların yapamadıklarını yapacak bir proje hayata geçirmiş birisi olarak gidip orada eski alışkanlıkları sürdüren bir adam konumunda çalışmak istemedim, bunu da söyledim bana teklif edildiğinde, bir değişim istendiğini ve bu değişimle birlikte yeni bir NTV yaratılmak istendiğini söylediler, ben de bu öneriye sıcak baktım. Zaten görevi kabul ettikten sonra da ne düşünüyorsam, ne biliyorsam uygulamaya başladım.
- Aysun Kayacı’lı, Pınar Kür’lü, Müjde Ar’lı, Çiğdem Anad’ın sunduğu program filan senin projelerin miydi? Senin sürecine mi denk geldi o projeler?
Onların direkt, ‘90 Dakika’ nın kaldırılmasının filan benimle direkt bir ilgisi yok.
- Sen nasıl bir kanal tasarlıyordun ya da NTV yönetimiyle hangi noktalarda buluştunuz?
Habere olan duyarlılığını kaybetmiş bir kanal olarak nitelendiriliyordu NTV. Habere sahip çıktığın zaman ben habere dair çok şeyin değişebileceğine inandım Türkiye’de. Yani bir rekabet olsun, o rekabet ortamında habere dair her şeyin daha iyi gelişebileceğine inandım ben. Zaten öyle de oldu, yani haber reflekslerinin gelişmesiyle medyada başka türlü bir hareketlenme de oldu. Yani tekrar muhabirler hatırlandı. Muhabir olmadan haber olamaz, muhabirsiz bir medya var şimdi. Böyle bir sürece gitti Türkiye.
- NTV’de çok uzun yıllardır televizyonculuk yapan birçok başarılı televizyoncu çalışıyor, Mete Çubukçu, Oğuz Haksever, Banu Güven gibi ve sen dışarıdan geldin. Zorlanmadın mı NTV’de? Seni kabullendiler mi hemen?
Ben ekipçi ruhuyla çalışmadım. Ben herkesle kendi mesleki ilke ve uygulamalarımı yürütebileceğime inandım. Ben doğru dürüst habercilik yapmak istedim, vicdanlı ve merhametli habercilik yapmak istedim, çünkü bu önemli, Türkiye’de medya vicdanını kaybetmiş durumda. Vicdanını kaybetmiş bir medyada hangi değerden bahsedeceğiz.
- Yani NTV’de işe başladın ve dedin ki “burada habercilik refleksi kaybolmuş” Öyle mi?
Kendilerinin ifadesi bu. Herkesin ortak bir kararıydı bu. Yani bu benden önceki görev yapanın daha kötü olduğu anlamına gelmiyor. Sistem tamamen böyle bir şey geliştiği için, her yer aynılaştığı için bir başka refleksi artık göstermiyor insanlar. Buna gerek de duymuyor. “Başsavcıya abluka” başlığından önce yapılan yayınlara bakın. ‘Kürt açılımı’na ilişkin yayınlar, işte Çingenelerin zorla göç ettirilmesi, Roman tehciir diye konuldu.
- Bütün bunlar senin döneminde yapıldı ve sonra savcı Cihaner’in evi ve ofisi basılınca “Başsavcıya abluka” başlığını attın. NTV’den bu başlık nedeniyle mi atıldın?
Bunun başımı belaya sokacağını ben biliyordum zaten. Ben bir meslek kazasından, bir iş kazasından söz etmiyorum. Ben bunun başımı belaya sokacağını biliyordum. Çünkü Erzincan’da ne olduğunu biliyordum. Yani bugün artık “Başsavcıya abluka”yı sorgulayan herkes Erzincan’da ne olduğunu araştırsın. Erzincan’da ne var? Orada ne oldu? Yani Ergenekon’un merkez üssü müdür Erzincan? Ya da orada başka şeyler mi oluyor? Bunu araştıran herkes gider çok kolaylıkla bulur. Benim oradaki derdim bir takım insanlara yardımcı olmak ya da onun lehinde yayım yapmak değil. Bir durum tesbitidir bu. Aynı anda Başsavcı’nın evi ve işyeri basılıyor, Adliye basılıyor, bu görülmüş bir şey mi, bunu nasıl ifade edeceğiz ya da nasıl ifade etmemiz gerekiyor?
- Ama bir protesto, bir karşı çıkıs etkisi yapıyordu o başlık aynı zamanda elbette.
Öyle de algılanabilir ama bizim işimizin bir gereği de bu değil midir? Yani ne kadar erk ve güç varsa ondan yana tavır mı koymak mıdır?
- Peki, Başsavcı Cihaner değil de başkası olsaydı? Yani Türkiye ne baskınlar, ne yargısız infazlar gördü, değil mi?
Evet ama aynı anda hem evi hem işyeri basılmak zorunda mıydı? Bu tanınan, bilinen, başsavcıdan söz ediyoruz.
- Nasıl tepkiler geldi o gün o başlığa? Ekranın alt kısmındaki “Başsavcıya abluka” başlığına.
Şimdi ben Erzincan’a dair bir sürü belge ve bilgiye sahiptim. Erzincan’da ne olduğuna dair, bu Başsavcı neyi araştırıyor, enteresan da bir tavrı var Başsavcı’nın, ilk defa JİTEM’in soruşturmasını yürütmüş bir savcı, yani İsmail Ağa cemaati ve Fethullah Gülen cemaatine ilişkin çalışmalardan JİTEM’e ilişkin çalışmayı daha önemli buluyorum. Hâlâ kabul edilmemiş bir şey ve devletin savcısı bunun üzerine bir araştırma yapıyor, bunun benim için anlamı büyüktür. Hem mesleki açıdan hem de Türkiye’nin geldiği nokta açısından.
- Sana nasıl yansıdı peki bu başlıktan duyulan rahatsızlık?
Bu şundan anlaşılır: Bir ülkede ilk defa bir başbakan yardımcısı çıktı bir yayın için surata tükürdü. Kimin suratına tükürüldü? “Yarabbi şükür” diyenler baksın kendine. Nasıl tükürülür? Böyle bir şey görülmüş mü?
- Sonuçta sen NTV’den ayrılmak zorunda kaldın. NTV nasıl bir yerdi?
Benim için Gebetto’ların ağaç yonttuğu yerdir orası.
Yüz kızartıcı bir suç mu işledim ben? Ben bir takım lobilerin, bir takım çetelerin, bir takım güç dengelerinin adamı olsaydım, birileri haykırırdı benim için
- Vay be. Çok iddialı.
Gebettolar ağaç yontuyor. Pinokyolar orada. Ben NTV’ye ayrılık sürecinde dahi kin ve nefretle bakmadım. Ama ne zamanki Bülent Arınç o haber merkezinde gezdirildi, ben ayrıldıktan sonra, herkesin başka türlü sorgulanması lazım. Medya sadece oranın patronları ve orada çalışanların değildir. Onu izleyenlerin daha çok hakkının olması gereken bir yerdir. Onun hesabının sorulması lazım. Benim yaşadığım olay, bir başbakan yardımcısı çıkıyor canlı yayında tükürüyor, ne yapmış bu adam? Yüz kızartıcı bir suç mu işledim ben? Ben bir takım lobilerin, bir takım çetelerin, bir takım güç dengelerinin adamı olsaydım, birileri de herhalde haykırırdı benim için.
- Gidişin tam olarak nasıl oldu?
Ben bütün onlar yaşandığı anda bir daha o binaya uğramadım. Eşyalarımı, zaten hiçbir yere yerleşmediğim için, çalıştığım hiçbir yere yerleşmediğim için de bırakacak bir şeyim yok, sonuçta ceketim bile yok, ceketimi almaya bile ihtiyaç duymadım. Aynı gün akşam saat 7 itibariyle bıraktım. Ben 6 buçukta çıktım, doktora gitmiştim, aradılar, başlığı değiştireceklerini söylediler, izin vermeyeceğimi, bana rağmen bu başlığa müdahale edildiği zaman benim için NTV’nin bittiğini söyledim.
- Kanalın yayın yönetmeni medya konusunda hassasiyeti olan bir adamdır. O rahatsız olmadı senin gönderilmenden?
Benden sonrası ne oluyorsa her şey onun göstergesidir. Yani kim ne yapıyorsa aynada kendine bakacak.
- Hâlâ etkisindesin bu olayın, değil mi?
Ben daha önce de böyle şeyler yaptım ama bu linçe dönüşmüş durumda. Ben anti-militarist bir adamım, anti-militarist bir adamı Ergenekon gibi kanlı bir örgütün yanına koyabiliyorlarsa burada başka türlü bir şey var artık. Bu kadar kolay olabilir mi bu?
- Medyayı çalışanlar arasında olması gereken dayanışma açısından nasıl değerlendiriyorsun?
Ben medyanın varolan durumda herkesin arkadaşının kafasını altın tasta sunduğunu söylüyorum. Şöyle bir adam karakteri: Hepimiz yatılı okuldayız, biri gidiyor sürekli okul yönetimine ispiyonluyor. Okul yönetimine gidiyor, gammazlıyor, okul yönetimine yalakalık yapıyor. Bu adamı barındırır mıyız aramızda? Şimdi medyadaki herkes böyle. Küçük bir adam muteber adam oluyor.
- Peki, nasıl arınacak medya?
Yürekli insanlar kendi onurlarını ve meslek ilkelerini korumak zorunda. Seslerini yükseltmek zorunda. Bugün her yerde isyan çığlıkları var. Bütün medyada. “Bize şunlar yapılıyor” dediklerinde “niye sesini çıkarmıyorsun” diye sorulduğunda herkes işte “yok çocuğumuz var, yok ailemiz var” diyor. Benim de gazetecilik dışında bir gelirim yok ki, evim yok, ben sokakta kalma riski olan bir adamım, işim dışında başka hiçbir gelirim de olmadı benim.
- Medyanın kullandığı savaş üslubundan, dayatılan kışkırtıcı, şiddet yanlısı dilden çalışanlar nasıl rahatsız olmaz? Ya da gönüllüler mi, gönüllü olarak mı kullanıyorlar bu üslubu?
Bir anda insanlar vampire dönüşüyorsa, vampirleşen bir medyaya dönüştüyse Kürt sorununda, Kürtler’e ilişkin bakış açısı bir vampirleşen duyguya dönüştüyse, bu dönüştüren evreyi başka türlü sorgulamamız lazım.
- TGC’nin Sedat Ergin’e basın özgürlüğü ödülü vermesini nasıl değerlendiriyorsun?
Ben bu TGC gibi yapıları önemsemiyorum. Medyanın kurşun askerleri mevzileniyor oralarda. Verdikleri ödülü de önemsemiyorum. Oralardan olmaz bir şey. İhtiyar heyetlerinin oluşturduğu bir yer gibi geliyor bana.
RÖPORTAJ: AHMET TULGAR [email protected]