Nokta Dergisi'nden bomba Fatih Terim analizi: Mr.Kaos hep haklıdır
"Gerilimden beslenmesi futbolculuk yıllarına kadar gidiyor, hakem tartaklama,hakemin yüzüne tükürme, rakibini yumruklama, saldırı, küfür… "
Avrupa Futbol Şampiyonası'nda oynattığı futbolla eleştirilerin
hedefinde olan ve Milli Takım'ın gruptan çıkamaması sonucu da
aldığı maaşla gündeme gelen teknik direktör Fatih Terim ile ilgili
"Terim güçlü lobisi sayesinde Galatasaray ile Milli Takım'ı kendisi
için yazlık-kışlık köşk gibi kullandı" görüşü dile getirildi.
"Fatih Terim'in hocalığını özetleyen durum: kaos futbolu" da
denilen yazıda, "Fatih Terim’in olduğu yerde, futboldan, taktikten,
teknikten konuşulduğu nadirdir.Gerilimden beslenmesi futbolculuk
yıllarına kadar gidiyor, hakem tartaklama,hakemin yüzüne tükürme,
rakibini yumruklama, saldırı, küfür…" ifadeleri kullanıldı.
Nokta'da yer alan Fatih Terim yazısı şöyle:
Galatasaray için işlerin kötü gittiği bir sezonda Mersin İdmanyurdu
maçı... Fatih Terim, öfke nöbeti halinde hakemin üzerine yürüyor.
Öyle hiddetli ki hakeme fiziki müdahalesi kaçınılmaz. Hakem geri
adım atmıyor ve olduğu yerde Terim’in gelmesini bekliyor. Aradaki
mesafe sıfırlanıyor. Seyirciler hakeme vuracağına emin. Ama
Terim, önce sağ tarafındaki kulüp personelini, ardından sol
tarafındaki Drogba’yı şiddetle itiyor. Bunu yaparken, bu ikili
tutmasa hakemi dövecek gibi davranıyor. Oysa böyle bir durum yok.
İkisi de Terim’i tutmuyor. Terim, hakemle arasına başkalarının
girmesi için zaman kazanma çabasında. Araya kulübedekiler girdikten
sonra, yeniden öfke nöbetine girip hakemin üzerine tekrar yürümeye
çalışıyor. Tabi ki engelleniyor… Sahada kaos çıkıyor…
Geri adım atmayan hakeme vuracak kadar ileri gidemiyor, ama sahayı
birbirine katmaktan geri durmuyor. Fatih Terim hocalığını özetleyen
durum bu: Kaos futbolu…
Gerilimden beslenen
Türk futbolunun en bilinen yerli hocası Fatih Terim’in olduğu
yerde, futboldan, taktikten, teknikten konuşulduğu nadirdir.
Terim’in odakta olduğu maçlarda futbol dışı her şey konuşulur. Saha
dışı faktörleri kullanarak hedefine yürür.
Gerilimden beslenmesi futbolculuk yıllarına kadar gidiyor. Hakem
tartaklama, hakemin yüzüne tükürme, rakibini yumruklama, saldırı,
küfür… Yaptıkları nedeniyle tutuklanmaya kadar vardırmış işi. Ama
80’lerin gazete kupürlerine göre sürekli ‘bir gizli el’ tarafından
kollanıp kurtarılmış. Yine de futbolu bırakmasının, küfürlü ve
tükürüklü bir skandala karışması ardından olmuş.
Aktif futbolculukta yanında olan ‘gizli el’in kimler olabileceğine
dair fısıltılar hep aynı isimde birleşiyor. Tanju Çolak, 24 TV’de
katıldığı bir programda; “1990 yılında Milli Takımı çalıştıran Sepp
Piontek’in yardımcılığı görevine Terim’i Mehmet Ağar getirdi”
demişti. Terim’in dününde ve bugününde karşımıza çıkan isim hep
oydu; Susurluk hükümlüsü derin abi Mehmet Ağar…
Teknik direktör olarak Galatasaray’ın başına geçtiği yıllarda,
ikilinin transfer görüşmelerine beraber gittikleri yazılıyor,
Ağar’ın kulüp binasının terasından antrenmanları izlediği
görülüyordu. Kazanılan şampiyonluklar sonrası takım fotoğrafında
bile vardı. Bu sıkı fıkılığın, Galatasaray’ın dört yıl peş peşe
yaşadığı şampiyonluklardaki etkisi üzerine anlatılan pek çok hikaye
hala hafızalarda.
Veli Küçük’ün yeniden protokolde ağırlanmaya başladığı bu günlerde,
Mehmet Ağar’ın eksik olması düşünülemezdi. EURO 2016 için
hazırlanan Milli Takım’ın kampında Mehmet Ağar, Terim’le birlikte
yeniden boy gösterdi. Oyuncularla birlikteydi ve “VIP Guest”
kontenjanından kampta salınıp durdu.
Ne yaptıysak...
Terim, futboldan ve sahadaki oyundan çok kutsal değerlerden sözeden
biri. Sözleşme zamanı bol sıfırlı rakamlardan geri adım atmazken;
basının karşısında sürekli devleti için çalışmaktan, vatan
sevgisinden dem vurur. Futbol tarihimizin en rezil görüntülerinin
yaşandığı 2005 yılındaki Türkiye-İsviçre maçından sonra da dediği
aynıdır: “Yanlış bir şey yapmadık, ay-yıldız için ne yapılması
gerekiyorsa onu yaptık”
Mehmet Ağar’ın “Ne yaptıysak devlet için yaptık” sözlerinin
kopyasıydı bu cümleler, oysa sahada olanlar farklıydı. Misafir
takımın oyuncuları dövülmüş, soyunma odasına giderken bile Terim’in
yardımcıları tarafından tekmelenmiş, saha terörize edilmiş ve bunu
bütün dünya canlı izlemişti. Kaos için her şey yapılmıştı. Yine
Türkiye’de maçla ilgili, futbol dışı her şey konuşuluyordu.
Oysa, dayak yiyen rakip takımın, 70 küsür yaşındaki hocası: “Türk
milli takımının oynadığı doldur-boşalt futbolunu en son 1950’lerde
İngiliz takımları oynuyordu” demişti.
Doldur boşalt...
Fatih Terim’in futbolu için yapılan ikinci niteleme bu;
Doldur-boşalt. Motivasyonu oyunun merkezine koyan Terim’in 30
yıldır oynattığı futbol aynı. Takımı motive edip sahaya sürmek ve
yenmelerini ummak…
Milan Baros: “Türkiye’de onun muhteşem bir hoca olduğunu
söylerlerdi ama çalıştıktan sonra gerçeği gördüm. Galatasaray’da
taktik konusunda konuştuğunu hiç hatırlamıyorum. Sadece rakibi
yıkmak, parçalamak gibi şeylerden bahsederdi”
Sarı kırmızılı takımın eski forveti Baros’un tespitlerini
paylaşanlardan biri de Andrea Pirlo. Terim’in kısa süren Milan
macerasında takımın kaptanı olan Pirlo’nun kitabında anlattığı
Terim portresinde de ana unsur taktiksiz futbol anlayışı:
“Göreve başladığı ilk günlerde yaptığı takım toplantıları ise
unutulmazdı. Terim eline bir tebeşir alıp taktik tahtasına 11 daire
çizerdi. Tahtadaki her daire sahaya çıkacak bir oyuncuyu temsil
ederdi. Ancak konuşmanın ortasında taktik tahtası, çizdiği oklardan
ve karalamalardan öyle bir hale gelirdi ki; hangi dairenin kimi
işaret ettiğini anlamak imkansızlaşırdı. Taktik tahtası, oyuncuları
ve mevkileri birbirinden ayırmanın mümkün olmadığı karmakarışık bir
hal alırdı. Kısacası tam bir kaos... Sadece kalecinin kendi
pozisyonundan emin olabildiği bir kaos...
Toplantı sırasında bir daireyi işaret edip, ‘Costacurta, tam burada
olman gerekiyor’ diye konuşmaya başlardı. Bir gün dayanamayıp, ‘Ama
patron, o gösterdiğin dairenin biraz önce benim olduğunu söyledin,
Costacurta değil ki’ demek zorunda hissettim.
İşin daha da kötüsü konuşma ilerledikçe defans bölgesindeki
dairelerle, forvettekileri karıştırmaya başlardı. Artık öyle bir
hal almıştı ki, kendi aramızda ‘Acaba bunu Berlusconi’nin gizli
rüyası olan 2-4-4 taktiğini gerçekleştirmek için bilerek mi
yapıyor’ diye şakalaşmaya başlamıştık.
Ancak şaka bir yana, Terim’in taktik bilgisinin yetersizliğini ve
tüm oyun planının takımı bağıra çağıra motive ederek, sahada iyi
bir sonuç almamızı ümit etmek olduğunu anlamamız çok uzun bir süre
almadı. Belki böyle bir plan başka yerlerde geçerli olabilirdi
ancak Milan’da işlemezdi, İşlemedi de... Milan’da uzun süreli görev
alabilmek için bundan çok daha fazlasına ihtiyaç vardı.”
Fatih Terim’in, Galatasaray’ın UEFA Şampiyonu olduğu 2000 yılından
sonraki İtalya macerası, Pirlo’nun özetlediği biçimde kısa sürdü.
Terim yeniden yurduna dönmek durumunda kaldı. Ancak iki yıl boş
bekledi. Milan’la imzaladığı ballı sözleşmede yazan tutarı tahsil
edebilmek için “iki yıl işsiz kalma” şartı mevcuttu. Terim, durumu
hiç problem etmedi, ‘kariyerime yakışmaz’ demedi. İki yıl evinde
paşa paşa oturup Milan’dan yüksek maaşını tahsil etti. (Terim’le
kötü günler geçiren Milan, Terim gönderildikten sonra Şampiyonlar
Ligi Şampiyonu oldu)
Nasıl olsa Türkiye’de efsanesi vardı ve Galatasaray, olmadı Milli
Takım’ın başına geçecek hamleleri yapması çocuk oyuncağıydı. Kaos
çıkarmak onun işiydi.
UEFA zaferi kimin eseri?
Terim’in banka hesabı dolarken, bu sürede futbol uzmanları bazı
sorgulamalara giriştiler. Galatasaray’ın dört yıl üst üste şampiyon
olduğu dönemdeki tuhaflıklar, Ağar faktörü ve UEFA zaferindeki pay
dağılımı.
Terim ilk Galatasaray döneminde Şampiyonlar Ligi’nde sadece bir
defa hariç grup sonuncusu oldu. Hakan, Okan, Emre, Hagi gibi as
oyuncular gitmiş olmasına rağmen kendisinden sonra gelen hocalar,
yarısını kaybetmiş takımı 2 sene içinde 3 defa şampiyonlar liginde
gruplardan çıkardı ve çeyrek final oynattı.
Bunun sebebi Galatasaray ekoloydü. Galatasaray Lisesi’ne dayanan
kurumsal yapı, Derwall’den gelen ekolle sarı kırmızıları Avrupa
standardında top oynayan bir sistem üzerine inşa etmişti. Fatih
Terim, bu ekolün kaymağına konmuştu.
Milan sonrası iki sene yatan Terim, tekrar Galatasaray’ın başına
döndüğünde medya daha büyük başarılar bekledi. Terim’e sınırsız
transfer yetkisi verildi. İstediği oyuncuları aldı. Kendisinin
olmadığı 2 senede Şampiyonlar Ligi’nde gruplardan çıkmayı başarmış
Galatasaray’ı grup sonuncusu yaptı. İkinci sezonunda ise daha
korkunç transfer stratejisi nedeniyle Fenerbahçe’den 6 gol yediği
hezimetlere imza attı. Motivasyonu, bağırması, kaos çıkarması işe
yaramıyordu. Sezon bitmeden görevine son verildi. Takım ligde 6.
olabildi.
UEFA Kupası’nın alınmasında bütün mahareti kendinden bilen Terim’in
büyük hezimetiydi bu. Yönetim tüm transfer yetkisini ona vererek
büyük hata yapmış, Derwall’den beri süren sistemin yokolmasına
neden olmuştu.
Aynı sistem sorunu Milli Takım’da da kendini gösterdi. Bir sistem
ve planlama eseri olan 1992 şampiyonasının kadrosu, 96’da Avrupa
Şampiyonası’na gidebilmişti. Planlamanın devamı olarak Türk Milli
Takımı 2002’de Şenol Güneş’in teknik direktörlüğünde dünya üçüncüsü
oldu. 10 yıllık emekti bu ve Şenol Güneş de bu emeğe vurgu
yaptı.
Terim, ikinci işsizliğinin ardından medyada kendine yakın
kalemlerin de desteğiyle Milli Takımlar sorumlusu ve aynı zamanda
koordinatör olarak görevlendirildi. Tabi yine astronomik ücretle.
Milli Takım’daki yılların sistemini değiştirdi. Bir demecinde
“istatistik bilim değildir” diyerek, dünya literatürünü yerle bir
eden Terim, 10 yıllık sistemde de aynısını yaptı. Fenerbahçeli Oğuz
Çetin ve Beşiktaşlı Mehmet Özdilek’e yardımcılık verdi. Böylece
kendisiyle beraber üç büyükler Milli Takım’ın zirvesindeydi. Güç
dengesine oynamıştı.
İsviçre rezaletinin ardından Malta faciası yaşandı. Kurduğu güç
dengesi sayesinde ayakta kaldı. Milli Takım performansının çok
altında oynuyordu. İşte bu Terim’in aradığı kahramanlık fırsatıydı.
Rahat alınması gereken maçlar son dakikada gelen gollerle
geçiliyor, rahat çıkılması gereken gruplardan son anda
çıkılabiliyordu. Terim kulübede gerilimi tırmandırıyor, medyanın da
gazıyla bu kaostan tek kahraman çıkıyordu: İmparator Fatih
Terim…
Millilerin sisteminin yokedilişini, 2002’deki başarıdan sonraki
düşüşünü, performansının altında oynayan takımın neden böyle son
dakika şanslarına mahkum olduğunu kimse sorgulayamıyordu bile.
Sorgulayan Terim’in medyadaki gücü sayesinde yok olurdu.
Öyle ki, Terim’in Alaçatı’daki yazlığının etrafındaki köpeklerden
rahatsız olup onları otoban kenarına attırmak istemesini haber
yapan yerel bir muhabir bile bedelini işinden olarak ödemişti.
Geleceğe bak
2023 hedefleri, ardından 2071 hedefleriyle Türk halkı sürekli umut
dolu geleceğe baktırılıp içinde bulunduğu durum unutturuluyorsa;
Terim’in değişmeyen cümlesi de aynıdır: “Biz Türk futbolunun
önümüzdeki 10 yılının takımını oluşturuyoruz”…
Ancak 30 yıldır bu takım bir türlü ortaya çıkmadı. Ne
Galatasaray’da gelecek kuşakların takımını geride bırakabildi ne de
Milli Takımlarda. Hem Galatasaray’da hem de Milli Takım’da alt
yapılar da kendisine bağlı olmasına rağmen, alt yapıdan bir kuşak
yetiştirdiği de yıldızlar çıkardığı da görülmedi. Bu nedenle
Türkiye’nin şu an Milli Takımındaki genç kuşak oyuncuların
neredeyse tamamı Almanya, Hollanda gibi ülkelerin alt yapılarında
yetişmiş gurbetçi çocukları. Milli Takım, giderek daha fazla
Avrupa’ya mecbur hale geliyor. Buradaki sıkıntı ise ikinci kalite
oyunculara mahkum olmak. Mesut Özil, ikilemde kaldığında Almanya’yı
seçti. Ancak yaşadığı ülkenin milli takımına çağrılmayan oyuncular
Türk Milli Takımı’nı tercih ediyorlar. Yani vasata saplanmış
durumdayız.
Başkanlarla kavga
İşler kötü gittiğinde; Terim’in elindeki en önemli kozlardan biri
de kulüp yönetimiyle gerilim çıkarmaktır. Medyayı çok iyi kullanır
ama önce “B Planı”nı oluşturur. Terim Galatasaray’ın başındaysa B
Planı Milli Takım; Milli Takım’ın başındaysa tersidir. Önce
kendisini İtalya başta olmak üzere yurt dışından kulüplerin
istediğine dair haberler yazar Terim’e yakın kalemler. Ardından
“Galatasaray’a dönüyor… Milli Takım’a dönüyor…” haberleri çıkar ve
medyanın rüzgarıyla anlaşma muhakkak sağlanır. Medya rüzgarı
öylesine ayarlanır ki Terim ‘isteyen’ değil ‘istenen adam’ haline
getirilir.
Bunun en klasik örneği Ünal Aysal’ın Galatasaray Başkanı olduğu
dönemdir. Galatasaray’da işler kötü gitmekteydi ve Fatih Terim
Milli Takım’daki yerini ayarlamıştı. Sarı kırmızılarla bağını
koparmak kalmıştı geriye. Başarısızlıktan gönderilmemek için
Başkan’ın telefonlarına çıkmamaya kadar vardırdı işi.
Ünal Aysal, dayanamayıp bu gerilim taktiğini ifşa edecekti:
“Gelişmeler Galatasaray ananelerini alt üst edecek duruma geldi.
Beşiktaş maçı öncesinde Fatih Hoca’yı birkaç kez aradım. Bana cevap
vermedi, mesajıma cevap vermedi. Maçtan sonra Pazartesi günü
konuşarak yine anlaşıp sorunlarımızı çözeceğimizi düşünüyordum
ancak Lütfi Arıboğan’a, ‘Bana Hande üzerinden ulaşın’ diyerek
kendisi ipi kopardı. Düşünün ben Fatih Terim’e ulaşmak için Futbol
Şubesi’nin basın sorumlusu Hande ile konuşacağım”
Terim güçlü lobisi sayesinde Galatasaray ile Milli Takım’ı kendisi
için yazlık-kışlık köşk gibi kullandı. Gidip gelmeleri 6 kez tekrar
etti. Dünyanın en çok kazanan hocaları arasında ilk üçe girdi. Bu
sürede dikkat ettiği bir şey vardı. Mustafa Denizli ve Şenol
Güneş’le köşe kapmaca oynamak. İkiliyle ligde karşı karşıya
gelmemek içindi bu köşe kapmaca. Galatasaray’a üçüncü gelişinde
başka bir yerli hoca Aykut Kocaman’la karşı karşıya geldi. Ama
orada da zamanlamayı çok iyi seçmişti. Fenerbahçe şike
soruşturmasıyla boğuşuyordu ve Aykut Hoca’nın elindeki kadronun
yarısından fazlası dağılmıştı. Yine de Galatasaray son maçta zar
zor şampiyon olabildi.
Her manşetten Terim çıkar
Başarılarda manşetlerde Terim vardır. Başarısızlıklarda ise
Terim’in suçlamaları… İşler kötü gitti mi ya kavgalarıyla; yönetim
ya da oyuncuları suçlamasıyla öne çıkar. Son Euro 2016’da ise
durumu abarttı ve bütün ülkeyi suçladı: “Oyuncular hazır gelmedi.
Avrupa kupasına Avrupa kupasında hazırlanılmaz. Ülke olarak da biz
bu turnuvaya hazır gelmedik.”
Takımı hazırlayacak kimdi acaba? Kulübünde kadro şansı bulamamış,
formsuz oyunculardan kurulu bir Milli Takım seçimi nedeniyle
yaşanan başarısızlığını böylece örttü Fatih Terim. Bu kararının
altında da o dağ gibi egosu vardı. Kulüp hocalarıyla ego
yarıştırıyordu çünkü. Takımında oynamayanları seçerek hocalarına
“oyuncu tercihleriniz yanlış”; futbolcuları bambaşka mevkilerde
oynatarak hocalarına “esas mevkisi bu öğren” demekteydi.
Pirlo, Terim’in Biri Bizi Gözetliyor’u izleyebilmek için kulübün
resmi yemeklerinde Başkan Adriano Galliani’yi masada tek başına
bıraktığını anlatıyordu yıllar önce. İnsan Milano gibi bir şehirde
Türk televizyonlarında yayınlanan BBG’yi izlemekten başka yapacak
şey bulamaz mı? Fatih Terim’in dramı aslında burada gizli.
Galatasaray ile Milli Takım arasındaki gitmeler gelmelerin hepsi
milyonlarca dolarlık banka hesapları olan Terim’in hayatında
başkaca hiçbir şey olmamasından. Gidecek yeri olmadığı için
gençliğinde takıldığı mekanlardan ayrılamayan saçı başı ağarmış
ihtiyarlar gibi. Çekilemeyen Türklerden sadece biri o.
Layığımız...
İstatistiği bilim olarak kabul etmeyen Fatih Terim, istatistiklere
vurulduğunda başarılı bir hoca değildir. Futbolun A klasmanı
Şampiyonlar Ligi’nde adı okunmaz. Milli Takım’daki istatistikleri
Ersun Yanal’dan geridedir, Şenol Güneş’e ise yaklaşamaz bile. Ancak
yine de Türk Halkı onu sever. Sebebi onlara istediklerini
vermesidir.
Dayı dayı konuşan, yeri geldiğinde azarlayan, bağırıp çağıran,
yedek kulübesini birbirine katan, güçlü gözüken, pahalı giyinen,
pahalı yaşayan, basit cümleler kuran, milliyetçilik sosunu boca
edebilen ve asıl önemlisi heyecan ve gerilim yaşatabilen biri
o.
İstikrarlı biçimde çıtası yükselen takımlar yerine, kaosla son anda
yırtan takımlar oluşturur Fatih Terim, bir şekilde yırtma heveslisi
Türk halkına…
Bu yüzden Terim’in gruptan çıkamadığımız Euro 2016’yla ilgili
söylediği “Utanması gereken biri varsa ben değilim” sözleri
alkışlanmalı; 2002 Dünya Kupası’nı üçüncülükle tamamlayan Şenol
Güneş’in mahcubiyet içinde söylediği “Şampiyon olamadığımız için
Türk halkından özür dilerim” sözleri üzerine beton
dökülmelidir.
Bir daha giymem
Fatih Terim’in kompleksli olduğu konulardan biri boyu. Bu nedenle
apartman topuk ayakkabılar vazgeçilmezi. Kıyafet konusunda ise onu
en iyi anlatan Frank De Boer’di: “Kendisi futboldan çok dış
görünüşüyle meşguldü. Benim hiçbir yerde görmediğim bir şeydi.
Yarım sezonluk bir dönemde aynı kıyafetle diğer antrenmana
çıktığını görmedim. Bu gerçekten inanılmazdı. Tam anlamıyla gerçek
bir megalomandı.” Diğer bir oyuncusu Andrea Pirlo ise Terim’i
parlak kıyafetlerle John Travolta gibi dolaşırken hatırlıyor.