Nihat’ın Kahvesi örgüt evi mi?
Ekran tarihinin en sevilen dizilerinden biri olan Süper Baba’dan bir sekans sosyal medyayı meşgul ediyor dünden beri... Elif ve İpek, Nihat’ın kahvesinde mahalleliye şehirli olma bilinci üzerine atarlanıyor.
Video hem söylemin geçerliliği hem de bir zamanların TV dizilerinde
bu dozda bir eleştiri getirilebilmesiyle dikkat çekiyor. O yüzden
de dünden beri “Süper Baba’ da anarşikmiş” “Süper Baba’dan Gezi
direnişine selam” gibi başlıklarla paylaşılıyor.
Diziyi gayet iyi hatırlıyorum. Fiko, sorumluluklarının farkında,
halktan biri ama duyarlı bir insanken hayatına giren İpek, Elif,
Deniz gibi güçlü kadınlar onu ve mahalleyi değiştirirdi. Böyle pek
çok sahne izledik o filmde... Yanlış hatırlamıyorsam, Fiko, Elif'in
ağabeyini polisten bile kaçırmış, bir çatışmanın ortasında kalmıştı
finale doğru.
Süper Baba tek örnek değil, 1992 yılında Star’da yayınlanan
Taşların Sırrı dizisi tarih eser kaçakçılığını ana meselesi
yapmıştı örneğin. Dahası da var, bir zamanlar en sulu sepken
Yeşilçam komedisinde bile işçi-işveren meseleleri dert edilirdi.
İnanmayan 1973 yapımı Oh Olsun filmini bir kez daha izlesin.
Komik değil mi?
12 yıl boyunca demokrasi ileri ileri giderken meğer ne kadar
edilgenleşmiş ve korkaklaşmışız. Bir toplum ancak sanatçıları kadar
cesur olabilir, bizde de “cesur sanatçılar” var güya ama onlar
ancak giderek daralan alanlarında etkililer ve yukarıdan gelen o
tükürüklü korkunç sesten en az sizin kadar korkuyorlar.
Mesela, “bağımsız sinemacılar” denen kalabalığın neden
işçi-öğrenci-halk sorunları gibi toplumsal meselelerden hiç film
çıkaramadığını, neden sürekli posası çıkmış-sıkışmış birey
sorunları evreninden hikaye kazıdığını merak etmiyor musunuz?
Eleştirmenlerin burun kıvırdığı, Kemal Sunal’ın 80’ler kaba komedi
filmlerinde bile daha fazla eleştiri, toplum meselesi var.
Bankerlere, kooperatifçilere para kaptıran, işinden kovulan,
mahallesi işgal edilen, geçinemeyen insanların hikayeleri... Kartal
Tibet’in gecekonduda oturanların dertlerini sinema yaptığı Sultan
filmini hatırlayın, Yeşilçam’ın en popüler oyuncuları o filmde,
Türkan Şoray, Bulut Aras, Adile Naşit, Şener Şen, İlyas Salman vs.
Popülist sinema der geçer kimileri ama şimdilerde o dalga geçilen
popülizmi yapmak bile biraz "cesaret" ister.
Şimdi kentsel dönüşümden bir filmlik bile hikaye çıkmaz mı, ya da
sendikalı oldukları için işten atılan yüzlerce Yörsan işçisinin
dramından, Tekel işçi eylemlerinden hiç mi film çıkmaz?
TV kanallarını geçiniz, hepsi parsel parsel satıldı, yeri geliyor
başbakan telefon edip altyazıya müdahale ediyor ama sinema? Cesur
ve bağımsız sinemacılar nerede?
Ve aklıma hep Tayfun Pirselimoğlu’nun Saç filmi gelir; Brezilya’ya
gitmek isteyen, samba müzik ve kanser hastası bir perukçunun
hikayesi... Allahım ne kadar ilginç, tam da ihtiyacımız olan
sinema!
Bana kalırsa, sinemacılar açısından bundan daha verimli bir çağ
düşünülemez. Kendi toplumundan, onun dertlerinden beslenmeyen ama
hiç beslenmeyen “bağımsız sinema” anlayışımızı bir kez daha
sorgulama vaktidir.
Reis Çelik’in başrolde İlyas Salman’ı oynattığı Lal Gece’yi ve
tekstil işçilerinin dramına kişisel bir hikaye merkezinde güçlüce
dokunan Zerre’yi saymazsak toplumcu sinema örneği yok denebilir.
Bunun için yönetmenleri-senaristleri-yapımcıları suçlamak
istemiyorum ama suçlamadan yapamıyorum. Kültür bakanlığı fonlarına
muhtaç senaryolarınızda Türkiye’nin insanları yok.
“Sanat toplum içindir” tezine yakın bir yazı olduğunun farkındayım
ancak umursadığım bu değil. Bu toplumun kendisini
cesaretlendirecek, dayanma gücü verecek, umutlandıracak sanata da
ihtiyacı var artık, o dere neden bu kadar kurudu diye sorguluyorum
sadece...
"Bu kavgada insanı adam yapan bir yan var" diyor Cüneyt Arkın...
Yıkılmayan Adam filminin finali gibi, yıkılmayın ayakta kalın!
MURAT TOLGA ŞEN / [email protected]