Nihal Bengisu Karaca: Nedim Şener ve Ahmet Şık'tan ders aldım!
Seçilmişlerin meşruiyetini kullanarak yine seçilmişlere kumpas kuran bir yapının devletten tasfiyesi gerekli olsa da, basın özgürlüğünün demokrasinin kırmızı çizgisi olduğu unutulmamalıdır
"Ekrem Dumanlı çok değil, 5 yıl önce genel yayın yönetmenimdi.
Gözaltına alınmasına üzüldüğümü gizleyemem. Eskiden görüştüğüm,
ortak paydam olduğunu sandığım ama kritik konularda yanlış yerde
durduğunu düşündüğüm insanlarla arama kalın bir duvar girmiş
olabilir, ama bu dönüp terk ettiğim tarafta kalmış eski arkadaşlara
sövmemi gerektirmez, hiçbir zaman da öyle yapmadım. Onlar tam tersi
bir çizgi içinde olsalar da benim tıynetim buna elvermez. Nitekim
Dumanlı’nın böylesi çirkin bir “kanun eliyle suç işleme, kamuoyunu
da haber, yorum, film, kurgu yoluyla suça ikna etme” işine bile
isteye alet olduğunu düşünmem, kendisini böyle tanımadım. Ancak
benim şahsi fikrimden bağımsız olarak, bu konumdaki pek çok kişi
gibi suçu kanıtlanana kadar masumdur."
Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, bugün köşesinden işte böyle
seslendi okurlarına...
Gazetecilik kariyerine Aksiyon ve bir süre sonra da Zaman
gazetelerinde çalışarak başlamış olan Karaca, 5 yıl önce genel
yayın yönetmenimdi dediği Dumanlı için yazdığı yazısında
gazetecilerin gözaltına alınmasının "yanlış" olduğunu belirtti ve
gerekçesini de "Ahmet Şık ve Nedim Şener'in başına gelenlerden ders
aldım" diyerek açıladı.
İşte Karaca'nın yazısından dikkat çeken bir bölüm:
GAZETECİLERE GÖZDAĞI VERİLMESİ YANLIŞ OLDU
Mehmet Doğan’ın ve aynı gruba mensup o 120 kişinin hesabının
sorulması ne kadar doğru ise, bu hesap sorma planına bugün muhalif
yerde duran gazetelere gözdağı verir gibi görünen bir gözaltı
işleminin dahil edilmesi o derece yanlış oldu diye düşünüyorum.
AHMET ŞIK VE NEDİM ŞENER'DEN DERS ALDIM
Bunun sebebi, geçmişte tanıdığım insanlara kıyamıyor olmam değil,
öyle bile olsa bu suç değil. Hayır böyle düşünmemin nedeni Nedim
Şener’in, Ahmet Şık’ın başına gelenlerden ders almış olmam.
“Düşünce ve ifade özgürlüğü” kategorisinin ucuna takılı olarak
gelen “basın ve medya özgürlüğü” denilen şeye asgari saygının,
kendisine demokrasi diyen her sistem için sahiden bir kırmızı çizgi
olduğuna inanmam.
KİMSE YARGILANAMAZ DEĞİL AMA...
Ekrem Dumanlı ya da başka bir gazeteci “yargılanamaz” değil,
dokunulmaz değil. Ama şunu da soralım: Neden insanlar Mehmet Doğan
ve “Tahşiyeciler” grubuna yapılanlar için değil de basın özgürlüğü
etrafında kenetlenmişlerdir, bu hangi güncel ihtiyaçtan
kaynaklanmıştır?
İKTİDAR VE MEDYA İLİŞKİLERİ SORUNLU...
Elbette ilk akla gelen sebep, Erdoğan fobisinin ve Erdoğan ile
uyumlu çalışan bir AK Parti hükümetinin etkinliğini kırma yolunda
beş benzemez politika ve nüfuz odağının ittifaka teşne hale
gelmesi. İkinci sebep ise, işin içinde paralel yapı olsun olmasın,
son yıllardaki sorunlu iktidarmedya ilişkileri.
Ayrıca bazı önkabullerden epey uzağa düşülmüş olduğu da vaki.
Varsayım şudur: Gazete sahipleri, köşe yazarları, kendisine haklı
ya da haksız bir ün yapmış basın emekçileri, ölçüsüz derecede
sevilmezler ama ölçüsüz derecede nefrete maruz kalırlar. Hele
böylesi kırılma anlarında, handiyse topun ağzında yaşarlar. Bu da
devlete söz konusu avantajsız durumu gazeteci/medya lehine
dengeleme görevi verir, en azından devletin bu avantajsız pozisyonu
perçinlememesi beklenir. Devletin muarızı, hükümetin düşmanı
kesilmiş kimseler olsa bile.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEMOKRASİNİN KIRMIZI ÇİZGİSİ
Seçilmişlerin meşruiyetini kullanarak yine seçilmişlere kumpas
kuran bir yapının devletten tasfiyesi gerekli olsa da, basın
özgürlüğünün demokrasinin kırmızı çizgisi olduğu unutulmamalıdır.
Her ne kadar zorlu bir süreçten geçiliyor da olsa, “demokrasi” gibi
bir iddiaya, “yeni Türkiye” gibi bir ufka yürekten sahip
çıkılıyorsa, böyledir.