07 Eki 2012 12:01
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:14
''NEFRET SUÇU SANIĞI YILMAZ ÖZDİL NASIL OLDU DA BARIŞÇI KESİLDİ?''
Taraf yazarı Yıldıray Oğur, Hürriyet yazarları Yılmaz Özdil ve Ertuğrul Özkök'ü yerden yere vurdu.
Miss Turkey: Savaşa Hayır
Sonda söyleyeceğimi, başta söyleyeyim: Eğer bir gün Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul’un, Rize’nin Diyarbakır’ın mahallelerini jetlerle vurmaya başlarsa, her Cuma namazından sonra toplanan protestocu sivil kalabalıkların üzerine polis/ asker tanklarla, toplarla, sniper’larla ateş açarsa, Ankara Kalesi’ne yerleştirilen toplar Ulus’u bombalarsa, İzmir Kadifekale denizden savaş gemileriyle top ateşine tutulursa, yüzbinlerce insan Yunanistan’a, Bulgaristan’a kaçmak zorunda kalırsa, her gün yüzün üzerinde insanın ölümünün artık haber değeri bile kalmazsa lütfen dünya “bu onların iç işidir” demesin, milli egemenliğimizi, milli gururumuzu falan hiç düşünmesin, tuzu kurular savaşa hayır diye sloganlar atmasın ve meşruiyetini yitirmiş Türkiye Cumhuriyeti devletine daha büyük katliamlar yapmadan derhal haddi bildirilsin.
1,5 yıldır bunların hepsini yapmış Esed’in kime isabet diye halkının üzerine fırlattığı bombalardan biri de Akçakale’de Timuçin ailesinin evinin üstüne düştü, 13 yaşındaki Fatma, 16 yaşındaki Ayşegül ve sekiz yaşındaki Zeynep, anneleri ve komşularıyla birlikte hayatını kaybetti, kardeşleri, kuzenleri ağır yaralandı.
Aylardır Arap çocukların katledilmesi karşısında kılını kıpırdatmamışları, Urfalı çocukların öldürülmesi de pek heyecanlandırmadı. Onları bir anda ayağa kaldıran çocukları öldüren topların vurulması ve ardından Meclis’ten “Aman niyetimiz savaş değil” mahcubiyetiyle bir tezkere çıkarılması oldu.
Aylardır “elâlemin çocuğunu” öldüren savaşa bir şey demeyenler, başkalarının çocuklarını öldürecek savaş ajitasyonuna başladılar. (Merak edilmesin. Suriye’ye kimse Muhteşem Yüzyıl’daki gibi sefere çıkmayacak. En fazla Bosna, Kosova, Libya’daki gibi havadan müdahale olur. Herhalde kısa dönem askerliğini jet pilotu olarak yapan da yoktur.)
1,5 yıldır komşuda süren savaşa dönüp bakmamışlar, portakal çiçeğindeki savaş ihtimali için seferber oldu. Buna da kısaca “savaşa hayır” dediler.
Valla bu slogan 2003 1 martından itibaren Irak için, Lübnan için, Gazze için katıldığım onlarca mitingde bağırdığım, 2005’te Suriye işgal edilecek diye otobüsle desteğe gittiğimiz Şam’da elimde tuttuğum pankartta yazan “savaşa hayır” sloganına pek benzemiyor.
Neye benzediğini anlatayım.
Önce ne olur kimse bana memleketin savaş suçlusu adaylarından Osman Pamukoğlu’nun, ABD’nin Afganistan işgaline “Asil Kartallar” diye başlıklar atmış bir numaralı nefret suçu sanığı Yılmaz Özdil’in aynı anda karşı olduğu şeyin savaş olduğunu söylemesin.
Kimse de, Irak’a Bush’la girmeyen hükümeti “Gariban Diplomasisi” diye aşağılayan Ertuğrul Özkök’ün “Araplar için ölmeye değer mi” kıvamındaki savaş karşıtlığından da utanmayıp Irak-Suriye benzetmeleri yapmasın.
Ve ne olur 1998’de sınırlarımıza bir top mermisi bile düşmemişken, ülkeyi Öcalan için Suriye’yle savaşın eşiğine getiren politika için “Suriye’deki rejimin diplomasiden, iyi niyetten anlamadığı, ancak ‘güç’ karşısında hareket eden bir yapıda olduğu dikkate alınırsa, bu politikanın gerekliliği daha iyi anlaşılır” diye yazmış Sedat Ergin’den barışçıl dış politika, Enverizm ve sıfır sorun dersleri vermesin.
Ortada birkaç “savaşa hayır” var ve bunların neredeyse hiçbir savaşa karşı değil.
Birinci “savaşa hayır”, aslında “AKP ne yaparsa ona hayır” demek. Birazcık kazısan altından “Türkiye laiktir, laik kalacak” bile çıkabilir. Bu savaş karşıtları Suriye’de olan bitene Türkiye iç siyaseti şablonlarıyla baktılar.
İyi ki Miloseviç AKP iktidarında Bosna’da katliama girişmemişti. Yoksa emperyalistlerin parçalamaya çalıştığı Yugoslavya perspektifinden Srebrenica katliamını Aliya izzetbegoviç’in yapıp yapmadığını tartışıyorduk hâlâ. Ama galiba Boşnakların beyaz ve Batılı görünmeleri lehlerine olurdu. Kim inanır, bıyıksız, şapkalı Aliya’nın aslında İslamcı bir teorisyen olduğuna.
Suriye için tüm klişeler yerli yerinde. Bir yanda çağdaş karısıyla alevi Esed, karşısında sakallı, çarşaflı dinciler. Neredeyse Suriye’nin Menemen isyanı bu.
İkinci savaş karşıtlığının motivasyonu “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sinizmi. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” Kemalizmin en tutmuş ilkesi. Bu ilkenin yurttaki barıştan kastı için Dersim’e bakmak yeterli. Ama ilkenin ikinci kısmı memleketin kötü Enver Paşa hatıralarını hâlâ canlandırıyor. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” aslında dünyaya huysuz ve bencil bir teyze gibi bakmak demek. “Şimdi ne lüzumu var, başka işimiz mi kalmadı, bize ne, karışma başın ağrır, aman senin üzerine vazife mi, her koyun kendi bacağından asılır” demek. Urfalı çocuklar ölürken, Nişantaşı Starbucks’tan “Savaşa Hayır” tweet’i atmak demek.
Üçüncü “savaşa hayır” da bunun hısımı. Bir kısım enternasyonalist solcunun, bir kısım ümmetçi İslamcının ve bir kısım dünya vatandaşı liberalin Westphalia düzenine, ulus-devlet sınırlarına sadakatini ortaya koydu bu “savaşa hayır”. Türkiye’de sadece devletin değil, toplumun da içe kapanmacılığını teşhir etti. Enver Paşa’nın emperyalist maceracılığıyla, biraz ötesinde bir diktatörün boğazladığı halka yardım etmek arasında bazı liberaller bile bir fark bulamadı. Sayıklamaya dönen “Bizi Suriye’ye sokmak isteyen” Marduklu emperyalist güçlerin kirli oyunlarına onlar bile gelmedi.
Dördüncü “savaşa hayır”, “bu iş savaşla, müdahaleyle çözülmez ama Esed de gitmeli”cilerin “savaşa hayır”ı. Aralarında en makul görüneni. En sterili. Her gün tepelerinde jetler uçan Suriyelilerin herhalde en sinirlerini bozanı. Bosnalıların, Kosovalıların, Libyalıların bu gerekçeyle geciken müdahaleler yüzünden daha fazla ölmesinin nedeni. Srebrenica’nın esas katili. “O kadar kolay değil, yeterince ölmediniz, haydi biraz daha gayret bak sapanlarla düşürebilirsiniz jetleri” diye dalga geçeni.
Savaş meydanında tam kılıcını çekmişken yüzüne tüküren düşmanı “Onu şimdi öldürürsem nefsim için öldürmüş olurum” diyerek bırakan Hz. Ali gibi Türkiye’nin kendi vatandaşları öldü diye Suriye’ye müdahale etmesinden yana değilim. O bombalar Suriyeli çocukların tepesinde düşerken Libya’da Fransa’nın yaptığını yapıp, uluslararası bir müdahaleye öncülük edebilecek bir ülke olabilseydik keşke. Ama değiliz. Bunu zorlamanın da bir âlemi yok.
Yani güzellik yarışması jürisi önünde atılanlara benzeyen “savaşa hayır” sloganlarına hiç lüzum yok. Savaş falan çıkamayacak. Kimsenin o kadar umurunda değil komşudan gelen çığlık sesleri. Hem o kadar bağırmadı ki kadın henüz. Kimse bir şey yapmayınca vicdanı el vermeyip gece vakti komşunun zilini çalan, camına bir taş atan hükümetimizin de elini tutmalıyız. Ne gerek var şimdi. Elâlemin derdi bizi niye geriyor. Erkektir döver de sever de. Aile kavgasında araya girilmez. Kendi kendilerine hallederler meselelerini, karışmak bize yakışmaz. Yatın hadi, olmadı yastığınızla kulaklarınızı kapatın. Az sonra nasıl olsa kesilir çığlık sesi.
Yıldıray OĞUR / TARAF
Sonda söyleyeceğimi, başta söyleyeyim: Eğer bir gün Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul’un, Rize’nin Diyarbakır’ın mahallelerini jetlerle vurmaya başlarsa, her Cuma namazından sonra toplanan protestocu sivil kalabalıkların üzerine polis/ asker tanklarla, toplarla, sniper’larla ateş açarsa, Ankara Kalesi’ne yerleştirilen toplar Ulus’u bombalarsa, İzmir Kadifekale denizden savaş gemileriyle top ateşine tutulursa, yüzbinlerce insan Yunanistan’a, Bulgaristan’a kaçmak zorunda kalırsa, her gün yüzün üzerinde insanın ölümünün artık haber değeri bile kalmazsa lütfen dünya “bu onların iç işidir” demesin, milli egemenliğimizi, milli gururumuzu falan hiç düşünmesin, tuzu kurular savaşa hayır diye sloganlar atmasın ve meşruiyetini yitirmiş Türkiye Cumhuriyeti devletine daha büyük katliamlar yapmadan derhal haddi bildirilsin.
1,5 yıldır bunların hepsini yapmış Esed’in kime isabet diye halkının üzerine fırlattığı bombalardan biri de Akçakale’de Timuçin ailesinin evinin üstüne düştü, 13 yaşındaki Fatma, 16 yaşındaki Ayşegül ve sekiz yaşındaki Zeynep, anneleri ve komşularıyla birlikte hayatını kaybetti, kardeşleri, kuzenleri ağır yaralandı.
Aylardır Arap çocukların katledilmesi karşısında kılını kıpırdatmamışları, Urfalı çocukların öldürülmesi de pek heyecanlandırmadı. Onları bir anda ayağa kaldıran çocukları öldüren topların vurulması ve ardından Meclis’ten “Aman niyetimiz savaş değil” mahcubiyetiyle bir tezkere çıkarılması oldu.
Aylardır “elâlemin çocuğunu” öldüren savaşa bir şey demeyenler, başkalarının çocuklarını öldürecek savaş ajitasyonuna başladılar. (Merak edilmesin. Suriye’ye kimse Muhteşem Yüzyıl’daki gibi sefere çıkmayacak. En fazla Bosna, Kosova, Libya’daki gibi havadan müdahale olur. Herhalde kısa dönem askerliğini jet pilotu olarak yapan da yoktur.)
1,5 yıldır komşuda süren savaşa dönüp bakmamışlar, portakal çiçeğindeki savaş ihtimali için seferber oldu. Buna da kısaca “savaşa hayır” dediler.
Valla bu slogan 2003 1 martından itibaren Irak için, Lübnan için, Gazze için katıldığım onlarca mitingde bağırdığım, 2005’te Suriye işgal edilecek diye otobüsle desteğe gittiğimiz Şam’da elimde tuttuğum pankartta yazan “savaşa hayır” sloganına pek benzemiyor.
Neye benzediğini anlatayım.
Önce ne olur kimse bana memleketin savaş suçlusu adaylarından Osman Pamukoğlu’nun, ABD’nin Afganistan işgaline “Asil Kartallar” diye başlıklar atmış bir numaralı nefret suçu sanığı Yılmaz Özdil’in aynı anda karşı olduğu şeyin savaş olduğunu söylemesin.
Kimse de, Irak’a Bush’la girmeyen hükümeti “Gariban Diplomasisi” diye aşağılayan Ertuğrul Özkök’ün “Araplar için ölmeye değer mi” kıvamındaki savaş karşıtlığından da utanmayıp Irak-Suriye benzetmeleri yapmasın.
Ve ne olur 1998’de sınırlarımıza bir top mermisi bile düşmemişken, ülkeyi Öcalan için Suriye’yle savaşın eşiğine getiren politika için “Suriye’deki rejimin diplomasiden, iyi niyetten anlamadığı, ancak ‘güç’ karşısında hareket eden bir yapıda olduğu dikkate alınırsa, bu politikanın gerekliliği daha iyi anlaşılır” diye yazmış Sedat Ergin’den barışçıl dış politika, Enverizm ve sıfır sorun dersleri vermesin.
Ortada birkaç “savaşa hayır” var ve bunların neredeyse hiçbir savaşa karşı değil.
Birinci “savaşa hayır”, aslında “AKP ne yaparsa ona hayır” demek. Birazcık kazısan altından “Türkiye laiktir, laik kalacak” bile çıkabilir. Bu savaş karşıtları Suriye’de olan bitene Türkiye iç siyaseti şablonlarıyla baktılar.
İyi ki Miloseviç AKP iktidarında Bosna’da katliama girişmemişti. Yoksa emperyalistlerin parçalamaya çalıştığı Yugoslavya perspektifinden Srebrenica katliamını Aliya izzetbegoviç’in yapıp yapmadığını tartışıyorduk hâlâ. Ama galiba Boşnakların beyaz ve Batılı görünmeleri lehlerine olurdu. Kim inanır, bıyıksız, şapkalı Aliya’nın aslında İslamcı bir teorisyen olduğuna.
Suriye için tüm klişeler yerli yerinde. Bir yanda çağdaş karısıyla alevi Esed, karşısında sakallı, çarşaflı dinciler. Neredeyse Suriye’nin Menemen isyanı bu.
İkinci savaş karşıtlığının motivasyonu “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sinizmi. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” Kemalizmin en tutmuş ilkesi. Bu ilkenin yurttaki barıştan kastı için Dersim’e bakmak yeterli. Ama ilkenin ikinci kısmı memleketin kötü Enver Paşa hatıralarını hâlâ canlandırıyor. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” aslında dünyaya huysuz ve bencil bir teyze gibi bakmak demek. “Şimdi ne lüzumu var, başka işimiz mi kalmadı, bize ne, karışma başın ağrır, aman senin üzerine vazife mi, her koyun kendi bacağından asılır” demek. Urfalı çocuklar ölürken, Nişantaşı Starbucks’tan “Savaşa Hayır” tweet’i atmak demek.
Üçüncü “savaşa hayır” da bunun hısımı. Bir kısım enternasyonalist solcunun, bir kısım ümmetçi İslamcının ve bir kısım dünya vatandaşı liberalin Westphalia düzenine, ulus-devlet sınırlarına sadakatini ortaya koydu bu “savaşa hayır”. Türkiye’de sadece devletin değil, toplumun da içe kapanmacılığını teşhir etti. Enver Paşa’nın emperyalist maceracılığıyla, biraz ötesinde bir diktatörün boğazladığı halka yardım etmek arasında bazı liberaller bile bir fark bulamadı. Sayıklamaya dönen “Bizi Suriye’ye sokmak isteyen” Marduklu emperyalist güçlerin kirli oyunlarına onlar bile gelmedi.
Dördüncü “savaşa hayır”, “bu iş savaşla, müdahaleyle çözülmez ama Esed de gitmeli”cilerin “savaşa hayır”ı. Aralarında en makul görüneni. En sterili. Her gün tepelerinde jetler uçan Suriyelilerin herhalde en sinirlerini bozanı. Bosnalıların, Kosovalıların, Libyalıların bu gerekçeyle geciken müdahaleler yüzünden daha fazla ölmesinin nedeni. Srebrenica’nın esas katili. “O kadar kolay değil, yeterince ölmediniz, haydi biraz daha gayret bak sapanlarla düşürebilirsiniz jetleri” diye dalga geçeni.
Savaş meydanında tam kılıcını çekmişken yüzüne tüküren düşmanı “Onu şimdi öldürürsem nefsim için öldürmüş olurum” diyerek bırakan Hz. Ali gibi Türkiye’nin kendi vatandaşları öldü diye Suriye’ye müdahale etmesinden yana değilim. O bombalar Suriyeli çocukların tepesinde düşerken Libya’da Fransa’nın yaptığını yapıp, uluslararası bir müdahaleye öncülük edebilecek bir ülke olabilseydik keşke. Ama değiliz. Bunu zorlamanın da bir âlemi yok.
Yani güzellik yarışması jürisi önünde atılanlara benzeyen “savaşa hayır” sloganlarına hiç lüzum yok. Savaş falan çıkamayacak. Kimsenin o kadar umurunda değil komşudan gelen çığlık sesleri. Hem o kadar bağırmadı ki kadın henüz. Kimse bir şey yapmayınca vicdanı el vermeyip gece vakti komşunun zilini çalan, camına bir taş atan hükümetimizin de elini tutmalıyız. Ne gerek var şimdi. Elâlemin derdi bizi niye geriyor. Erkektir döver de sever de. Aile kavgasında araya girilmez. Kendi kendilerine hallederler meselelerini, karışmak bize yakışmaz. Yatın hadi, olmadı yastığınızla kulaklarınızı kapatın. Az sonra nasıl olsa kesilir çığlık sesi.
Yıldıray OĞUR / TARAF