11 Mar 2011 08:11
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:07
"NEDİM'İ BASIN KAHRAMANI YAPANLAR BENİM KİTABIMA DUYARSIZ KALDI!"
Bugün yazarı Adem Yavuz Arslan, bu ülkede kitap yazmanın zorluğundan ve çifte standarttan yakındı!
Bu ülkede kitap yazılmaz!
Aslında Şamil Tayyar'dan örnek alıp daha yolun başındayken vazgeçmem gerekirdi ama gazetecilik virüsü işte, yapıştı mı bırakmıyor.
Ergenekon'u anlama ve anlatma konusunda Tayyar'ın kitapları çok önemli. Fakat Tayyar ödül yerine ceza aldı. 50 ay kesinleşmiş hapis cezası var. Tazminat cezaları da cabası.
Suçu, tasarlayarak kitap yazmak!..
Maalesef meslek örgütlerinin büyük bir kısmı Tayyar'a destek olmak yerine 'oh olsun' modunda. Çünkü Tayyar'ın yazdıkları hoşlarına gitmedi.
Şimdi bu tecrübeyi bizzat yaşıyorum.
Hrant Dink Cinayeti konusunda uzun süredir yaptığım çalışmaları 'Bi Ermeni Var' adıyla kitaba çevirdim. Kitabı yazarken boyun fıtığım azdı, geceler boyu yüzlerce sayfa raporun arasında kayboldum.
Kitapta bugüne kadar ortaya çıkmayan bir sürü yeni bilgi ve belgeye ulaştım. Yani soruşturmayı yürütenlerin yapması gerekenleri yaptım. Hatta davanın seyrini değiştirecek ayrıntılara ulaştım.
Nitekim Dink ailesinin avukatları kitaptaki bulguları dilekçeyle mahkemeye taşıdı. Bu arada Orhan Dink 'aile adına' teşekkür etti. Kitabı çok önemli bulduklarını anlattı.
Peki ne oldu?
Beyaz bir bere içinde 4 kaleşnikof mermisi geldi. Telefon tehditleri yağdı. Dediler ki 'seni ve aileni Dink gibi öldürürüz.'
Medyanın büyük bir kısmı olayı görmedi bile. Meslek örgütlerinin çoğunluğu hadiseye Fransız kalmayı tercih etti.
Emniyet ve savcılık tehdit edenler hakkında ipucu bulamadı bile. Tehdidin ne kadar ciddi olduğunu anlattılar ve 'kendine dikkat et' demeyi de ihmal etmediler.
Bir gazeteci olarak kendime nasıl dikkat edecektim acaba?
Sonra dava yağmuru başladı. Kitap piyasaya çıkalı bir ayı geçti. Şu ana kadar tam 11 ayrı suç duyurusu, iki toplatma talebi ve bir tazminat davası geldi.
Haftanın iki günü mutlaka adliyede savunma yazmakla meşgulüm. Neyse ki savcı kibar birisi, çay da ısmarlıyor.
Görünen o ki kitaba daha çok dava gelecek. Çünkü iddianamede, istihbarat raporunda ya da telefon kayıtlarında ismi geçen herkes sanki bir yerlerden düğmeye basılmış gibi adliyeye koşuyor.
Yani, Dink'i öldüren Ogün Samast çocuk mahkemesinde yargılanacak, infaz yasasından yararlanıp seneye belki de tahliye olacak ama ben cinayetin perde arkasını yazdığım için onlarca yıl hapis cezası ile karşı karşıya kalacağım.
İstenen tazminat cezaları da cabası.
Nedim Şener hakkında açılan bir dava için onu 'Uluslararası basın özgürlüğü kahramanı' yapanlar benim kitabıma sağır, davalara da duyarsız kaldılar.
Neden?
Çünkü kitap hoşlarına gitmeyen gerçekleri ortaya koydu. Kurdukları sanal kuleleri de yıktı. Bu yüzden tehdit edilmemi, davalarla boğuşmamı 'hak edilmiş' bir durum olarak görüyorlar.
Yani, bu ülkede kitap yazmak zor iş...
Adem Yavuz Arslan / www.bugun.com.tr
Aslında Şamil Tayyar'dan örnek alıp daha yolun başındayken vazgeçmem gerekirdi ama gazetecilik virüsü işte, yapıştı mı bırakmıyor.
Ergenekon'u anlama ve anlatma konusunda Tayyar'ın kitapları çok önemli. Fakat Tayyar ödül yerine ceza aldı. 50 ay kesinleşmiş hapis cezası var. Tazminat cezaları da cabası.
Suçu, tasarlayarak kitap yazmak!..
Maalesef meslek örgütlerinin büyük bir kısmı Tayyar'a destek olmak yerine 'oh olsun' modunda. Çünkü Tayyar'ın yazdıkları hoşlarına gitmedi.
Şimdi bu tecrübeyi bizzat yaşıyorum.
Hrant Dink Cinayeti konusunda uzun süredir yaptığım çalışmaları 'Bi Ermeni Var' adıyla kitaba çevirdim. Kitabı yazarken boyun fıtığım azdı, geceler boyu yüzlerce sayfa raporun arasında kayboldum.
Kitapta bugüne kadar ortaya çıkmayan bir sürü yeni bilgi ve belgeye ulaştım. Yani soruşturmayı yürütenlerin yapması gerekenleri yaptım. Hatta davanın seyrini değiştirecek ayrıntılara ulaştım.
Nitekim Dink ailesinin avukatları kitaptaki bulguları dilekçeyle mahkemeye taşıdı. Bu arada Orhan Dink 'aile adına' teşekkür etti. Kitabı çok önemli bulduklarını anlattı.
Peki ne oldu?
Beyaz bir bere içinde 4 kaleşnikof mermisi geldi. Telefon tehditleri yağdı. Dediler ki 'seni ve aileni Dink gibi öldürürüz.'
Medyanın büyük bir kısmı olayı görmedi bile. Meslek örgütlerinin çoğunluğu hadiseye Fransız kalmayı tercih etti.
Emniyet ve savcılık tehdit edenler hakkında ipucu bulamadı bile. Tehdidin ne kadar ciddi olduğunu anlattılar ve 'kendine dikkat et' demeyi de ihmal etmediler.
Bir gazeteci olarak kendime nasıl dikkat edecektim acaba?
Sonra dava yağmuru başladı. Kitap piyasaya çıkalı bir ayı geçti. Şu ana kadar tam 11 ayrı suç duyurusu, iki toplatma talebi ve bir tazminat davası geldi.
Haftanın iki günü mutlaka adliyede savunma yazmakla meşgulüm. Neyse ki savcı kibar birisi, çay da ısmarlıyor.
Görünen o ki kitaba daha çok dava gelecek. Çünkü iddianamede, istihbarat raporunda ya da telefon kayıtlarında ismi geçen herkes sanki bir yerlerden düğmeye basılmış gibi adliyeye koşuyor.
Yani, Dink'i öldüren Ogün Samast çocuk mahkemesinde yargılanacak, infaz yasasından yararlanıp seneye belki de tahliye olacak ama ben cinayetin perde arkasını yazdığım için onlarca yıl hapis cezası ile karşı karşıya kalacağım.
İstenen tazminat cezaları da cabası.
Nedim Şener hakkında açılan bir dava için onu 'Uluslararası basın özgürlüğü kahramanı' yapanlar benim kitabıma sağır, davalara da duyarsız kaldılar.
Neden?
Çünkü kitap hoşlarına gitmeyen gerçekleri ortaya koydu. Kurdukları sanal kuleleri de yıktı. Bu yüzden tehdit edilmemi, davalarla boğuşmamı 'hak edilmiş' bir durum olarak görüyorlar.
Yani, bu ülkede kitap yazmak zor iş...
Adem Yavuz Arslan / www.bugun.com.tr