13 Ara 2013 09:06
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:48
Nedim Şener cemaate yakın gazeteleri bombaladı: Manşetleri sahtekarlık!
Gazeteci-yazar Nedim Şener, Cemaat-AKP çatışmasının medya ayağını değerlendirdi..
Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) tarafından Basın Özgürlüğü
ödülüne layık görülen gazeteci-yazar Nedim Şener, Cemaat-AKP
çatışmasının medya ayağını, Taraf gazetesi ile Mehmet Baransu’ya
yapılan suç duyurusunu, Türkiye’deki tutuklu gazetecilerin durumunu
ve basın özgürlüğünü BirGün’e değerlendirdi
BirGün'den Gülşah Karadağ'ın röportajı şu şekilde:
"Mehmet Baransu’ya ve Taraf gazetesine yapılan suç duyurusu ile başlayalım. Birçok manipülatif haber yapmış, sizin için daha ortada hiçbir şey yokken ‘Gazetecilikten yargılanmıyorlar’ manşeti atmış bir gazeteden ve gazeteciden bahsediyoruz. Gelinen noktada Baransu’yu savunur musunuz, gazeteci görür müsünüz?
HABERİ, POLİS FEZLEKESİ
Gazeteciliğin düzgün, onurlu yapılanı var; grup, cemaat, bürokrasi, devlet, hükümet adına yapılanı var; tetikçi olarak yapılanı var. Burada hangi tür gazeteciliği yapacağı kişinin kendisine bağlı. Baransu için ben şunu söylüyorum, yazdığı haberlerin çoğunda polis fezlekesi ya da savcı iddianamesi özelliği var. Polis ve savcıdan onu ayıran özellik, gazetede yazıyor olması. Bu bağlamda, evrensel anlamda gazetecilik yapmıyor, şeffaf bir tutumu yok. Kendisini bir savaşın parçası olarak ortaya koymuş bir insan var. Bunu yaparken de çok rahatlıkla haksızlık yapabiliyor, insanları suçlayabiliyor. Ona birileri valizle, klasörle belgeyi veriyordu, Taraf da kontrol etmeksizin, doğruları yanlışları ayırmaksızın bunu haberleştiriyordu.
Bugün Baransu’ya vatan haini diyenler dün bize terörist diyordu, hatta bize terörist diyen koronun başını o çekiyordu. Yazılarıyla polisin komplolarını, iddialarını kanıtlamaya çalışan bir tutum sergilemişti. Dolayısıyla Baransu’nun notu bu.
YİNE DE BASINA GÖZDAĞIDIR
Ama burada gazetecilik açısından MİT’in, MGK’nin ve Başbakanlığın yaptığı suç duyurusu kabul edilebilir değil. Bu, doğrudan basına gözdağı anlamına gelmektedir. Baransu’yu savunmak için değil ama gazeteciliği savunmak için açılacak herhangi bir davaya karşı çıkarız. Gizli belge bulmak suç değil, yayınlamak hiçbir şekilde suç olamaz. Kamu yararı varsa, toplumu ilgilendiriyorsa, belge yayınlanır. Baransu’nun yaptığı haberin hangi bağlamda kullanıldığını, neyi amaçladığını, bir illüzyon yaratıp yaratmadığını ise zaman ve gazetecilik gösterecektir. Mesela 2004 yılı MGK kararı irticacı gruplarla mücadele eylem stratejisini ortaya koyan bir karar, bunu sadece Gülen’i bitirme planı olarak lanse etmek bana kalırsa başlı başına bir dezenformasyon biçimidir. Bunu daha önce de yaptılar. İrticayla mücadele planlarını, Gülen’i ya da AKP’yi bitirme planları gibi sundular. Bir yandan hedefin AKP olduğu, Gülen Cemaatinin de AKP ile aynı yolda yürüdüğü mesajını topluma verdiler. Bir yandan da kendilerine düşman gördükleri herkesi tutuklama, dava açtırma, soruşturma, yıldırma, işsiz bırakma amacı güttüler. Onlar bunu yaparken, aynı Cemaat’in medya kolundan birileri de tasfiye edilecek gazeteciler analizleri yayınlıyorlardı. Bunu bir bütün olarak görmek lazım.
O MANŞETLER SAHTEKÂRLIK
Gülen Cemaati’ne yakın gazetelerin son dönemdeki basın özgürlüğü manşetlerine baktıkça ne düşünüyorsunuz?
Açıkça sahtekârlık diye düşünüyorum. Bir cemaate, bir çıkar grubuna bağlı olan gazetecinin, sadece kendisine dokunulduğunda ortaya koyduğu basın özgürlüğü söylemi bir sahtekârlıktan ibarettir. Ahmet Şık ve ben tutuklandığımızda attıkları manşetleri bir hatırlamaları lazım, bunun özeleştirisini yapmaları lazım. Daha ötesi, nasıl bir gazetecilik yaptıklarını ortaya koymaları, özeleştirisini yapmaları lazım.
Mesela bizim ODATV davasının ana belgelerinden “Ulusal Medya 2010”. Belgeyi Ahmet ve ben ilk defa cezaevinde televizyonda Cemaat’in bir gazetecisinin elinde gördük. Ekrana kafamızı uzattık, acaba ne yazıyor diye, ekranın öbür tarafını görebilecekmişiz gibi bir hisle... Oysa o belgeyi bildiğimiz, ona göre hareket ettiğimiz iddia ediliyor. Böyle gazetecilik yapmış insanlar mı basın özgürlüğünden söz ediyor?
O BİR SAVAŞIN PARÇASI
İkincisi bizim basın özgürlüğünden anladığımız şey, halkın bilgi alma hakkıdır. Bir savaşın içinde paydaş olan Cemaat gazetecileri, toplumun bilgi alma hakkı adına mı hareket ediyorlar, yoksa kendi cemaatlerinin çıkarları için mi, bunu söylesinler. Bu insanlar basın özgürlüğü konusunu kimin için savunur hale getirdiler? Baransu için. Öncesi? Öncesi yok. Daha kötüsü şu. Baransu diyor ki “Elimde daha bir bavul var. Onu açmadım.” Yani elinde belge var ama yazmıyor. Neyi bekliyor? İşte, bunu savaşın bir parçası olarak değerlendiriyor; yazmıyor, tehdit ediyor, ‘zamanı gelince’ yazıyor. Toplumun bilgi alma hakkı adına hareket etmiyor."
BirGün'den Gülşah Karadağ'ın röportajı şu şekilde:
"Mehmet Baransu’ya ve Taraf gazetesine yapılan suç duyurusu ile başlayalım. Birçok manipülatif haber yapmış, sizin için daha ortada hiçbir şey yokken ‘Gazetecilikten yargılanmıyorlar’ manşeti atmış bir gazeteden ve gazeteciden bahsediyoruz. Gelinen noktada Baransu’yu savunur musunuz, gazeteci görür müsünüz?
HABERİ, POLİS FEZLEKESİ
Gazeteciliğin düzgün, onurlu yapılanı var; grup, cemaat, bürokrasi, devlet, hükümet adına yapılanı var; tetikçi olarak yapılanı var. Burada hangi tür gazeteciliği yapacağı kişinin kendisine bağlı. Baransu için ben şunu söylüyorum, yazdığı haberlerin çoğunda polis fezlekesi ya da savcı iddianamesi özelliği var. Polis ve savcıdan onu ayıran özellik, gazetede yazıyor olması. Bu bağlamda, evrensel anlamda gazetecilik yapmıyor, şeffaf bir tutumu yok. Kendisini bir savaşın parçası olarak ortaya koymuş bir insan var. Bunu yaparken de çok rahatlıkla haksızlık yapabiliyor, insanları suçlayabiliyor. Ona birileri valizle, klasörle belgeyi veriyordu, Taraf da kontrol etmeksizin, doğruları yanlışları ayırmaksızın bunu haberleştiriyordu.
Bugün Baransu’ya vatan haini diyenler dün bize terörist diyordu, hatta bize terörist diyen koronun başını o çekiyordu. Yazılarıyla polisin komplolarını, iddialarını kanıtlamaya çalışan bir tutum sergilemişti. Dolayısıyla Baransu’nun notu bu.
YİNE DE BASINA GÖZDAĞIDIR
Ama burada gazetecilik açısından MİT’in, MGK’nin ve Başbakanlığın yaptığı suç duyurusu kabul edilebilir değil. Bu, doğrudan basına gözdağı anlamına gelmektedir. Baransu’yu savunmak için değil ama gazeteciliği savunmak için açılacak herhangi bir davaya karşı çıkarız. Gizli belge bulmak suç değil, yayınlamak hiçbir şekilde suç olamaz. Kamu yararı varsa, toplumu ilgilendiriyorsa, belge yayınlanır. Baransu’nun yaptığı haberin hangi bağlamda kullanıldığını, neyi amaçladığını, bir illüzyon yaratıp yaratmadığını ise zaman ve gazetecilik gösterecektir. Mesela 2004 yılı MGK kararı irticacı gruplarla mücadele eylem stratejisini ortaya koyan bir karar, bunu sadece Gülen’i bitirme planı olarak lanse etmek bana kalırsa başlı başına bir dezenformasyon biçimidir. Bunu daha önce de yaptılar. İrticayla mücadele planlarını, Gülen’i ya da AKP’yi bitirme planları gibi sundular. Bir yandan hedefin AKP olduğu, Gülen Cemaatinin de AKP ile aynı yolda yürüdüğü mesajını topluma verdiler. Bir yandan da kendilerine düşman gördükleri herkesi tutuklama, dava açtırma, soruşturma, yıldırma, işsiz bırakma amacı güttüler. Onlar bunu yaparken, aynı Cemaat’in medya kolundan birileri de tasfiye edilecek gazeteciler analizleri yayınlıyorlardı. Bunu bir bütün olarak görmek lazım.
O MANŞETLER SAHTEKÂRLIK
Gülen Cemaati’ne yakın gazetelerin son dönemdeki basın özgürlüğü manşetlerine baktıkça ne düşünüyorsunuz?
Açıkça sahtekârlık diye düşünüyorum. Bir cemaate, bir çıkar grubuna bağlı olan gazetecinin, sadece kendisine dokunulduğunda ortaya koyduğu basın özgürlüğü söylemi bir sahtekârlıktan ibarettir. Ahmet Şık ve ben tutuklandığımızda attıkları manşetleri bir hatırlamaları lazım, bunun özeleştirisini yapmaları lazım. Daha ötesi, nasıl bir gazetecilik yaptıklarını ortaya koymaları, özeleştirisini yapmaları lazım.
Mesela bizim ODATV davasının ana belgelerinden “Ulusal Medya 2010”. Belgeyi Ahmet ve ben ilk defa cezaevinde televizyonda Cemaat’in bir gazetecisinin elinde gördük. Ekrana kafamızı uzattık, acaba ne yazıyor diye, ekranın öbür tarafını görebilecekmişiz gibi bir hisle... Oysa o belgeyi bildiğimiz, ona göre hareket ettiğimiz iddia ediliyor. Böyle gazetecilik yapmış insanlar mı basın özgürlüğünden söz ediyor?
O BİR SAVAŞIN PARÇASI
İkincisi bizim basın özgürlüğünden anladığımız şey, halkın bilgi alma hakkıdır. Bir savaşın içinde paydaş olan Cemaat gazetecileri, toplumun bilgi alma hakkı adına mı hareket ediyorlar, yoksa kendi cemaatlerinin çıkarları için mi, bunu söylesinler. Bu insanlar basın özgürlüğü konusunu kimin için savunur hale getirdiler? Baransu için. Öncesi? Öncesi yok. Daha kötüsü şu. Baransu diyor ki “Elimde daha bir bavul var. Onu açmadım.” Yani elinde belge var ama yazmıyor. Neyi bekliyor? İşte, bunu savaşın bir parçası olarak değerlendiriyor; yazmıyor, tehdit ediyor, ‘zamanı gelince’ yazıyor. Toplumun bilgi alma hakkı adına hareket etmiyor."