24 Ağu 2017 12:44 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 18:40

Neden Türkiye Dünya Markası Çıkarmakta Zorlanıyor?

Dünyada yaşayan her erişkin insanın tanıdığı, Adidas, Nike, Apple, Coca-Cola, Microsoft, Sony, Toshiba, Volkswagen, Renault, Peugeot gibi ünlü markaların arasında neden %100 Türk bir marka bulunmuyor? Neden gezegenimizde herkesin ezbere bildiği bir Türk markası yok?

Biz Apple'ın veya Adidas'ın yeni çıkardığı ürünleri almak için dört gözle kampanya beklerken, neden bir İngiliz'in Fransız'ın Japon'un İspanyol'un bu şekilde beklediği Türkiye kaynaklı bir marka mevcut değil?

Gerçekten de acaba Türkiye olarak bir şeyleri yanlış mı yapıyoruz yoksa tarihin bir cilvesinden mi bahsediyoruz? Acaba tembel ve umarsız bir nesil miyiz yoksa bunun cevabı yüzyıllar öncesine mi dayanıyor?

Sanayileşme ve Markalaşmada Domino Etkisi

Tarihin akışı domino taşları gibidir. Her olay bir diğerini doğurur, her çağ bir sonrakinin hazırlığını yapar. En basit örnekle; Göktürkler Çin'e karşı bölünmüş ve kaybetmiş olmasalardı, Türkler büyük olasılıkla İstanbul'u fethetmeyecek ve Rönesans dönemini tetikleyen olaylar kim bilir ne zaman yaşanacaktı. Tıpkı bunun gibi, günümüz dev markalarının ilk tohumları da dolaylı olarak 1500'lü yıllarda atılmıştı.

Markalaşmanın temeli olan sanayileşme, fabrikalar ve iş makineleri ile çeşitli hammaddeler kullanılıp yeni malların üretilmesi şeklinde gerçekleştirilen üretim faaliyetidir. Bu kapsamda üretim yapabilmek için de gerekli üç şey vardır: Hammadde, sermaye ve teknoloji. İşte dünyada markalaşmadan önce gerekli olan bir sanayileşmenin oluşması için bu üç etkenin gerekli seviyelere ulaşması, fiziksel olarak ancak 18. yüzyılın ikinci devresinde mümkün hale gelebildi.

Tıpkı bir futbol takımındaki oyuncuların birbirleriyle girdikleri forma rekabeti sayesinde seviyelerini yükseltmeleri gibi, medeniyetin gelişmesi de rekabetler sonucu gerçekleşti. Ortaçağ Avrupa'sının geri kalmasının en büyük sebeplerinden birisi 100 Yıl Savaşları gibi görünse de, “kelebek etkisi” olumsuz görünen bir olayı Avrupa açısından olumlu hale getirdi. 100 Yıl Savaşları, Doğu Avrupa'daki Hristiyan devletlerin Fransa ve İngiltere gibi iki büyük gücün desteğinden mahrum kalması ve Osmanlı Devleti karşısında yok olmalarının bir sebebidir. 18. yüzyılda ise siyasi anlamda Ortaçağ'ın izleri tamamen silinmiş ve modern çağın temelleri atılmaya başlanmıştır. Yüzlerce bağımsız derebeyliklerden oluşan feodal Avrupa, bu yüzyılda yerini artık imparatorluklara bırakmıştır. Rönesans sonrası bu döneme "İmparatorluklar Çağı" da denir. Bu dönemde Polonya, Almanya, Rusya, Avusturya-Macaristan, Fransa, İngiltere, İspanya ve Osmanlı İmparatorlukları Avrupa'da söz sahibidirler. İtalya hariç Avrupa'nın büyük bölümünde doğal sınırlar oluşmuş ve büyük imparatorluklar sınırlarını belirlemişlerdir. Rakipler büyüdükçe, rekabet de büyümüştür.

Büyük devletlerin birbirlerine üstünlük sağlama çabaları, Fransa ve İngiltere arasındaki 30 Yıl Savaşları'nın patlak vermesine sebep olmuştur. Bu savaşların sebebi ise "Yeni Dünya" adı verilen bölgelerin paylaşılamamasıdır. Güney Amerika'da Portekizliler ve İspanyollar, Kuzey Amerika'da Fransızlar ve İngilizler hakimiyet mücadelesine girdiler. Amerika kıtasındaki bu mücadelelerin sebebi, sömürgecilik faaliyetlerinin öncüsü İspanyollar'ın zenginleşmesidir. Bunu gören İngiliz ve Fransız devletleri de aynı şekilde sömürge faaliyetlerine girerler ve dünyanın neredeyse yarısı, bu üç devlet için ganimete dönüşür. Daha sonraları Afrika kıtasının da sömürgeleşmeye başlaması ile Almanya da bu büyük pazardan payını almaya başlar. İngilizler ve İspanyollar, Ümit Burnu'ndan Hindistan'a ve Okyanusya kıtasına uzanan sömürge hatlarına sahip olurlar.

Sanayileşme ve Markalaşmanın Üç Saç Ayağı

Sanayileşme faaliyetlerinin gerçekleşmesi için gerekli üç etkeni, yani hammadde, sermaye ve teknoloji etkenlerini bir saç ayağı olarak düşünebiliriz. Sanayileşme de bu saç ayağı üzerindeki tavanın içerisindeki yemeğimiz ise, onu pişirecek olan yoğun ve güçlü ateş ancak rekabet olabilir. Şimdiye kadar anlatılanlarla birlikte büyük imparatorlukların hepsinin güçlü sermayeleri olduğunu görebiliriz. Sömürgecilik faaliyetlerinde aktif rol oynamayan Rusya, Osmanlı, Avusturya gibi devletler ise sömürgelerden zenginlik elde eden devletlere göre bu konuda bir adım gerideler diyebiliriz.

Napoleon Bonaparte ile birlikte Fransa, Afrika'da da sömürge faaliyetlerine başlamış, askeri alanda birçok yeni teknoloji geliştirmiştir. 30 yıl savaşları ile birlikte İngilizler de denizcilik, taşımacılık ve askeri alanlarda birçok gelişme göstermişler ve teknolojik anlamda bu iki devlet, döneminin ilerisine geçmişlerdir. Sömürgecilik faaliyetleri sayesinde elde edilen topraklar, sayısız hammaddenin ve sermayenin de elde edilmesi anlamına geliyordu. İngilizler ve Fransızlar da bu imkanları sürekli olarak teknolojik üstünlük ve dolayısıyla askeri üstünlük sağlamak adına kullandılar.

Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk

Ekonomik ve ham maddesel imkanların böylesine elverişli olduğu bir dönemde İngiliz İmparatorluğu'nu da kısaca ele almak gerekir. Tıpkı 1520 yılında tahta geçen ve 46 yıl boyunca tahtta kalan Kanuni Sultan Süleyman dönemi gibi, Kraliçe Victoria'nın devri, İngiliz İmparatorluğu'nun en parladığı dönemdir. 19. yüzyıl için İngiliz İmparatorluğu'nun muhteşem yüzyılı diyebiliriz. Bu dönem Rönesans'ı izleyen bir dönem olma özelliğini de taşır. İngiltere, Rönesans döneminde birçok büyük yazar çıkarmıştır. Ancak bunların yanında bu dönemde, İngiltere icatlar ülkesi haline gelmiştir. Öyle ki, yeni bir icat oluşturan veya yeni bir teknolojiyi İngiltere'ye getiren kişilerin belirli bir süre boyunca bu teknolojiden ücretsiz faydalanabilmesi yönünde bir kanun 14. yüzyılda çıkarılmış ve böylece halk teknolojik gelişmelere teşvik edilmeye çalışılmıştır. Devam eden dönemlerde ise bu yasaya bir sınırlama getirilmiş ve 1623 yılında İngiltere'de tekelleşmeye karşı bir kanun geliştirilmiştir. Böyle dönemlerin devamında ise sanayiye büyük önem veren bir kraliçe ile birlikte Sanayi Devrimi İngiltere ile başlamış sayılmaktadır.

İngiltere'nin Sanayi Devrimi'ni yaşadığı 1800'lü yılların son demlerinde Osmanlı Devleti; iç isyanlar, ekonomik krizler ve dış askeri tehditlerle boğuşuyordu. Osmanlı Devleti, üç saç ayağından sermayeyi zamanla kaybetmiş, ham maddeye sahip olsa da teknolojik olarak geri kalmıştır. Rekabet ateşi ne kadar yüksek derecede yansa da, saç ayakları sağlam olmadığından sanayi yemeğinden payını bir türlü alamamıştır. Sultan II. Abdülhamid zamanında yapılan bazı atılımlar olsa da, Osmanlı Devleti'nde bütünsel bir sanayileşme atılımı mümkün olmamıştır.

Devletlerin sanayileşmesi, beraberinde birçok olumlu ve olumsuz sonucu da ortaya çıkarmıştır. Büyük fabrikalar, seri üretim, daha büyük sorunlar dolayısıyla oluşturulan daha büyük teknolojik çözümler sanayi devriminin olumlu yanlarıdır. Kırlardan kente yaşanan aşırı göç, işçi sınıfının oluşması ve işçi sınıfının uzunca bir dönem devletler tarafından güvence altına alınmaması gibi durumlar da sanayi devriminin olumsuz etkileridir.

Liberal Ekonomi Tomurcuklanması

Liberal ekonomi fikrinin yavaş yavaş Avrupa'da yaygınlaşması, işçi sınıfının toplum kesiminin büyük bir bölümünü oluşturması gibi durumlar da yeni bir toplumsal yapıya yol açmış, feodal yaşam tarzını tamamıyla ortadan kaldırmıştır. Bu dönemlerde matbaa da yaygınlaşmış, kitle iletişim araçları ile toplumsal etkileşim hız kazanmıştır. Bilgi aktarımı hızlanmış, teknolojik ve kültürel gelişmeler de bu sayede hız kazanmıştır. Bu toplumsal gelişimin ortaya çıkmasında sosyolojik olarak sanayi ve iş imkanları sebebiyle şehirleşmenin, kültürel açıdan özgürlük ve milliyetçilik (ırkçılıktan bağımsız, milletlerin özgürlüğü anlamında bir milliyetçilik düşüncesi) gibi düşüncelerin popülerleşmesini sağlayan Fransız İhtilali'nin, teknik açıdan matbaanın önemini ve gücünü kanıtlayan reform hareketlerinin dolaylı yönden kritik etkileri mevcuttur.

Amerika Birleşik Devletleri'nin bağımsızlığını ilan etmesi, Osmanlı ve Avusturya gibi iki büyük Avrupa devletinin güç kaybetmesi, İtalya'nın siyasi birliğini sağlaması, 1900'lü yılların ilk siyasi gelişmeleriydi. Sömürge ve sanayi furyasından sonra hayatta kalan ve güç kaybetmeyen Fransa, İngiltere ve Rusya'nın yanına büyük güç olarak Almanya ABD ve İtalya da eklenmiş, Osmanlı ve Avusturya bu apoletlerini kaybetmişlerdi. Sanayinin büyük etkisi ile yeni dönemde müthiş bir silahlanma yarışı başlamıştı. Afrika'yı deyim yerindeyse kurutan Almanlar, İtalyanlar ve Fransızlar, hemen hemen dünyanın her yerinden ülkesine kaynaklar yağdıran İngilizler, sonsuza yakın demir ve petrol rezervlerine sahip Ruslar bu yarışın baş karakterleriydi. Ve sonunda belki de üretilen onca silahın boşa gitmemesi için I. Dünya Savaşı patlak verdi.

Bu savaştan yenik çıkan Almanlar, çok hızlı toparlanmayı başardılar. Hitler döneminde Alman teknolojileri ve sanayisi dünyanın imreneceği bir ölçütteydi. Büyük bir dünya savaşı atlattıktan hemen sonra bu silahlanma ve teknoloji geliştirme yarışı daha da büyük ölçülerde devam etti. Fransa, Almanya, Rusya, İngiltere ve İtalya Avrupa'da; Japonya, Çin ve ABD Pasifik Okyanusu'nda silahlanma yarışına girdiler. Günümüzdeki onlarca marka, bu dönemin saat, radyo, tank, uçak ve bilumum askeri araç üreticileridir.

Türkiye Neden Büyük Bir Sanayi Merkezi Olamadı?

Osmanlı'nın ölü toprağını üzerinden atan Türkiye Cumhuriyeti Atatürk devrimleri ile birlikte, bu büyük devletlerin 19. yüzyılda yaşadıkları gelişmeleri ancak 20. yüzyılda yaşamaya başlamıştır. Sanayi, ekonomi ve teknoloji anlamında çağın 100 yıl gerisinden gelen bu genç devlet için bir silahlanma yarışına girmek olanaksızdır. Tekstil, gıda, madencilik ve kimya alanlarında ancak sanayileşilebilmiştir. Yerli uçak fabrikalarının temelleri atılmış olsa da büyük devletlerle 100 yıl geriden gelip onlarla yarışmanın bir imkanı yoktur.

Teknolojik gelişmelerin ve teknolojik yarışın zirveye çıktığı bir diğer dönem de Sovyet Rusya ve Birleşik Devletler arasındaki Soğuk Savaş'tır. Bu iki devletin birbirleri ile mücadeleleri artık daha çok dünyevi toprak kazanmak ve gezegenin hakimi olmak değil, uzayı keşfetmek olmuştur. Bu iki devletin birbirlerine güç gösterisi, önce Yuri Gagarin'in uzaya çıkan ilk insan olmasına, sonra da Neil Armstrong'un Ay'a ayak basmasına yol açmıştır. Bu dönemlerde de elektronik teknolojiler ön plana çıkmış, bilgisayar, televizyon gibi elektronik markalar da globalleşmiştir. Türkiye bu dönemlerde darbeler, ekonomik krizler, siyasi iktidarsızlıklar gibi iç sorunlarla mücadele etmiştir.

Geleceğe Bir Bakış

Türkiye'nin bir yandan sömürgecilik faaliyetlerine katılmaması, diğer yandan da o dönemki enerjisini başka yönlere verip sanayi devrimi için gerekli teknolojik çalışmaları yapamaması gibi yüz yıllar öncesinden gelen teknik eksiklikler, günümüzde bir domino etkisi ile Türkiye'nin global markalara sahip olamamasının sebepleri olarak görünüyor.

Ama umutsuzluğa kapılmamak gerek, çünkü teknoloji ve iletişimin gelişmesi ile 21. yüzyılda bir hedefe ulaşmak önceki yüzyıllara nazaran çok daha hızlı olabiliyor. Ülkemiz markaları her ne kadar şimdilik mavi gezegenin her köşesine ulaşamamış olsa da yavaş yavaş tomurcuklanıyor. Türkiye’den de bir dünya markası çıkar mı konusundaki toplantıların, konferansların, bilimsel çalışmaların, kitapların sayısı artıyor. Ay-yıldızlı isimlerin yabancı dillerde telaffuz edilmesine az bir vakit kalmış gibi duruyor.

Bu hızla %100 bir Türk Facebook'u, Twitter'ı veya Instagram'ı hiç de imkansız değil. Kim bilir belki bir gün "Şu Türkler de çok oluyor" reklamıyla zihinlerimizde yer eden Mavi kelimesi dünya arama motorlarında Levis'ten daha fazla aranır olacak. Futbol markalarımız sadece Avrupa'yı değil dünyayı sallayacak. Bir gün bir ABD vatandaşı bir Türk markasının yeni ürününü indirim koduyla daha ucuza alabilmek için indirimkodu.com sitesinde nöbet tutacak. Belki bir Fransız vatandaşı yeni çıkacağını duyduğu bir Türk filmi için sabırsızlanıp biletix.com sitesinden biletini ön siparişle alacak. Hatta belki bir Japon vatandaşı medyaradar.com sitesinde yazan gelişmeleri herkesten önce okuyabilmek için Türkçe öğrenme ihtiyacı hissedecek.

Hayal etmesi bile ne kadar güzel.