29 Tem 2009 11:03 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:49

"NE 3G'Sİ ERDAL?.. BEN BU GAZETEYİ YÖNETSEM, LAPTOP KULLANMAYI BİLE YASAKLARIM!.." HINCAL ULUÇ 3G TEKNOLOJİSİNE NEDEN KARŞI ÇIKIYOR?

Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak'ın yazısını okurken tüylerinin diken diken olduğunu söyleyen Hıncal Uluç,neden "yandı gülüm keten helva" dedi?

Yandı gülüm keten helva..

İstanbul'a trenle giderdik.. 22 liraydı aylık "Basın" abonmanı.. Yani 22 lira verdin mi, 1 ay boyu istediğin kadar binerdin trene.. Sabah Haydarpaşa'da iner, Köprü'de bir ayran, bir poğaça.. O ne unutulmaz lezzetti.. Sonra Tünel'e binip Beyoğlu.. Öğlene kadar turlama.. Öğleyin muhallebicide, tavuklu pilav ve yoğurt.. Hepsi 120 kuruş.. Hovardalık günümüzse bir de kaymaklı ekmek kadayıfı üstüne.. 1 lira da o..
Sonra yürüye yürüye Mithatpaşa Stadı'nın L tribününe.. Maçı izlerdik.. Gene yaya, ama bu defa koşarak Galatasaray'a.. Postaneye.. "Acele.. Ödemeli.. Basın" diye Ankara yazdırırdık, gazeteye maçı geçmek için.. Bekleme başlardı.. En az iki saat sonra bağlanırdı Ankara.. Altı saat beklediğimiz oldu..


Telefon pahalı.. Öyle satır satır yazdırdın mı, gelen fatura kıyameti koparırdı. Zaten bir telefon var gazetede.. Onu da fazla işgal hakkın yok.. Hızla anlatırdık maçı, servisteki arkadaşımıza.. Not alır, sonra oturur yazardı, daktiloyla..
Foto muhabirinin işi daha zordu.. Maçın ilk 15 dakikasından birkaç resim çeker, koşar İstanbul bürosuna, filmi banyo eder, karta basar, kurumasını beklemeden Şişhane'deki THY terminaline koşar, gözüne kestirdiği bir yolcuya zarfı verirdi.. "Sizi Ankara'da Yeni Gün gazetesinden karşılayacaklar.. Onlara verin lütfen" diye..
Ucu ucuna uçağa yetişirdi resim, o saatte THY zarf marf almazdı çünkü..
Ankara'da spor sayfasını o gece kim çiziyorsa gece saat dokuza doğru eline geçen resmi keser biçer, klişehaneye yollardı.. Gece yarısından sonra gelirdi klişe.. O saate kadar yazılan yazılar da dizilmiş olur ve sayfa hazırlanır, kalıbı alınır, sabaha karşı üçle dört arası baskı başlardı..
Şimdi, maçı tribünde oturan, İstanbul'da değil, isterse Sydney'de tribünde oturan oturduğu yerde laptopuna yazıyor ve anında gazeteye ulaştırıyor.. Foto muhabirinin makinası da digital.. Resmi çekmesi ile gazeteye ulaştırması gene birkaç dakika içinde bitiyor..
Teknolojinin getirdiği kolaylığa ve hıza bakar mısınız?..
Düşünebilir misiniz, gazetecilik nerden nereye geldi?..
Düşünemezsiniz..
Çünkü, bizim meslekte bilimsel tüm gelişmeler tersine işledi.. Her kolaylıkla biraz daha geriye gittik..
1960'lı yıllarda yapılan gazeteciliğin düzeyine bugün sahip değiliz.. Ufukta umut da yok.. Her gelişme bizi biraz daha geriletti..
Niye?..
Bunu üniversiteler, özellikle de basın, yayın ve iletişim fakülteleri araştırmalı, tez, master, doktora konusu yapmalı..
Şimdi nerden çıktı bu yazı?..
Pazartesi günü Genel Yayın Müdürümüz Erdal Şafak'ı okurken tüylerim ürperdi de ondan..
Erdal müjde (!) veriyor..
Perşembeden itibaren 3G Teknolojisi ile hazırlayacakmışız gazeteyi..
"Yandı gülüm keten helva" deyişim ondan..
Ne 3G'si Erdal?.. Ben bu gazeteyi yönetsem, dizüstü, yani ya laptop kullanmayı yasaklarım..
Bu lanet olası alet yüzünden "Gazete" yani ofis, yani bir gazeteyi çıkaranların bir arada oldukları bina unutuldu..
Adamın yanında el kadar lap top.. Evinden yazıyor.. Kafeden yazıyor.. Gidiyor, plajdan yazıyor..
Gazete havası koklanmaz, meslekdaşlarla buluşulmaz oluyor.. Bir uzaktan kumanda gazetecilik.. Bir masa başı gazeteciliği.. Bir tembellik..
Bakın.. Son yıllarda tanıdığım en yetenekli, bu mesleğe en yatkın isimlerden biridir bizim Ayşe..
Ayşe Özyılmazel.. Bu yüzden destek oldum.. Ama her sabah gazeteye gelmeyi, gazetede çalışmayı, gazetede yazmayı öğretemedim.. Gazeteyi yaşamıyor, koklamıyor.. Oturduğu yerden (Artık nerde oturuyorsa) lap topunun başına geçip iki satır yazınca işi bitti sanıyor.. O zaman da başladığı yerde duruyor.. "Hoş yazılar yazan genç kız.."
Oysa şimdi bu ülkenin fırtınalar yaratan gazetecisi olabilirdi..
Evde bilgisayarım var.. Dizüstüm de var. Gazeteye bağlı.. Orda yazıp bir tıkla gazeteye ulaşabilirim.. Bir gün felaket kar yağmıştı. Beşiktaş Belediye Başkanı dostuma telefon ettim. Onun yolladığı kamyonla gazeteye ulaştım, yazımı gene ofisimde, odamda yazmak için..
Yazı ayni yazı.. Değil.. Evde yazılan yazı ev yazısı olur.. Gazete yazısı, gazetenin havası koklanarak yazılır..
Hayatım boyu evi işe, işi eve taşımadım. Bu yüzden özel yaşamımı, işime karıştırmadım, işimi de özel yaşamıma.. Birindeki mutsuzluk, öbürünü etkilemedi.. Bu bir yaşam felsefesidir aslında.. Bir başarı formülüdür.. Genç gazetecilere anlatamadığım..
Şimdi 3 G Teknolojisi de geliyormuş..
Gelsin.. Geleceği varsa, göreceği de var!..


Hıncal Uluç/SABAH