Mustafa Yeşil: Gülen, el altından Gül ve Erdoğan'a adam gönderdi
Yeşil, 'Gülen cemaatinin Atatürk veya cumhuriyetle bir sorunu olup olmadığı sorusunu da “Atatürk de olsa bizim değerimizdir' dedi
Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar
Vakfı (GYV) Başkanı Mustafa Yeşil, dershaneleri kapatılmasının
gündeme geldiği dönemde Gülen’in CumhurbaşkanıAbdullah Gül ve
Başbakan Tayyip Erdoğan’a “insan gönderdiğini” açıkladı. Yeşil, bu
kişilerin “Bunları kapatmaya karalıysanız, bunları kapatmayın,
bunların yönetiminde bizim arkadaşlarımızın olması problemse, onlar
geri çekilirler, biz bu kurumları size tevdi edelim ama bunlar bu
millete hizmet etmeye devam etsinler” dediklerini aktardı.
Yeşil, Analiz Türkiye’de yayımlanan söyleşisinde “Hizmet
Hareketi’nin AKP’yi tahrip edecek söylemlerde bulunmadığını” ileri
sürdü ve hükümete yakın medyada yer alan haberlere yanıt
verdiklerinde bu yayın organlarının “tamamen zıvanadan
çıktıklarını” söyledi.
“Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dar bir oligarşik kadro tarafından
hapsedildiğini” savunan Yeşil, bu kadronun “Başbakan’a cemaatin
fevkalade tehlikeli olduğunu ve defterleri dürülmediği takdirde, bu
ülkede onun siyaset yapma imkânının olmayacağına dair bir yanlış
inanca sahip kıldıklarını” ileri sürdü.
Yaşananları “Mabeyn kardeşi boğdurtur” sözüyle niteleyen Yeşil,
geleceğe ilişkin olarak “Erdoğan’ın Erdoğan’la çatıştığı bir dönem
başlıyor. Bir sonraki Erdoğan, bir önceki Erdoğan’ı tüketiyor”
dedi.
Yeşil, Gülen cemaatinin Fethullah Gülen’den sonra nasıl bir yol
izleyeceğine ilişkin yöneltilen soru üzerine şirket örneği vererek
yanıtladı. Yeşil, “Bir şirketin patronu, 10 yıl şirkete uğramadığı
halde şirket sürekli büyüyor, sürekli gelişiyorsa bu neyi gösterir,
patronun o yapıyı kurumsallaştırıp ilkeler ve prensipleri
belirlemiş olduğunu gösterir” dedi.
Yeşil, Gülen cemaatinin Atatürk veya cumhuriyetle bir sorunu olup
olmadığı sorusunu da “Atatürk de olsa bizim değerimizdir, bu
ülkenin değeridir, hani netice itibariyle bu toprakların bütün
değerlerine düşmanca yaklaşmanın bize kazandıracağı hiç bir şey
yoktur” diyerek yanıtladı.
Mustafa Yeşil’in Analiz Türkiye’ye verdiği kapsamlı söyleşinin öne
çıkan bölümleri şöyle:
Hizmet, AK Parti’yi uzun süredir açıkça destekliyor, öyle değil mi?
Hatta iktidar ortağı gibi tarif ediliyor. Bu bağlamda Başbakan’ın
‘paralel yapı’ iddialarını ya da ‘parti kursunlar’ serzenişlerini
de konuşacağız ama destek veya eleştiriler daha çok devleti ele
geçirme amaçlı mı yapılıyor sorusu gündeme geliyor?
Hizmet’in asla böyle bir hedefi olmadı. AK Parti’yi kendi doğru
bulduğu alanlarda desteklemiştir. Hizmet’in hiçbir zaman bir parti
kurup da iktidarı ele geçirme gibi bir derdi, bir hedefi de olamaz.
Aslında bir sivil yapı arzu ederse meşru olarak siyasileşip parti
kurup devleti bütünüyle yönetme gibi bir imkâna sahip iken, Hareket
kendini bağlarcasına; ‘’asla parti kurmamıştır, kurmayacaktır veya
bir partinin de hiç bir zaman arkasında angaje olarak
yürümeyecektir’’ açıklamasını kamuoyu ile paylaşmıştır.
O zaman tamamen apolitik değil; belirli, saf bir siyaset görüşü
vardır, ama parti siyaseti yoktur denebilir. Siyasete etki etmek
istiyor pek çok sivil yapı gibi. Dilerseniz prensiplere devam
edelim?
Evet, ikincisi Hizmet bütün işlerini ortak görüşlerle ve ortak
akılla yürütür. Dolayısıyla Hizmet’te hiç bir zaman tek adamcılık
diye bir mesele olmaz. Bir okulsa bu, okulun yönetim kurulu vardır.
Bir dershaneyse, dershanenin yönetim kurulu vardır, bir vakıfsa
vakfın yönetim kurulu vardır. Bir hastaneyse hastanenin yönetim
kurulu vardır. Buradaki insanlar bu ‘Hizmet’ ilkelerini bilen
insanlardır ve oralarda nihai genel müdür, nihai başhekim, nihai
yayın yönetmeni de olsa, o yönetimin ortak aklı o kurumun
yürüyüşünü belirler, ortak akıl en temel meseledir. Üçüncüsü,
Hizmet ilkeler bazında çoğulcudur. Belki Türkiye’de homojen bir
yapı içerisinde bunu hemen gözlemlemek zordur ama Türkiye’nin
renkliliği içerisinde mesela bu içinde bulunduğumuz Gazeteciler ve
Yazarlar Vakfı’nın Platformlarında hem Aleviler hem Agnostikler hem
İlahiyatçılar hem Museviler hem de Ermeniler vardır.
Toplumda farklı kesimleri oluşturan her grup burada temsil
ediliyor, öyle mi?
Evet, her grubun burada temsili vardır ve her grubun bu temsili
içerisinde burada düşünce ve projelerini bizlerle paylaşabilir veya
bizim projelerimize katılır, orada kendi aksiyonunu ortaya koyar.
Uluslararası arenaya çıkıldığında da zaten orada da onu görürsünüz,
Hizmet’in adeta o çoğulculuğunu her ülkede olmak, her ülke
insanıyla birlikte yaşayabilmek her ülke insanıyla bir şekilde
iletişim kurmak projeleri üzerinden de okumanız mümkündür. Bir
diğer nokta, hareketin en temel ilkesi hiç bir zaman yıkıcı,
bozucu, darbeleyici bir özellikle öne çıkmaz. Müspet harekettir.
Yani bu şudur: Muhalefeti yaparken bile demokratik alanda kalmaya
özen gösterir. Hiç bir zaman yıkarak, tehdit ederek veya
ötekileştirerek meselesini anlatmayı tercih etmemiştir. Sadece ve
sadece müspet ile izah edilebilecek, olumlu söylem, olumlu tenkit,
olumlu yaklaşım ve bu manada da kendini ifade ederken de
olumsuzlukları cevaplama tarzında tehdide, şantaja veya şiddete
asla bulaşmamıştır.
Bu noktada pek çok karşı iddia ortaya atılıyor?
Sizi temin ederim, Hizmet’in 50 yıllık hayatı içerisinde şantajla
ilgili çamur atmaya kalkanlar olmuştur ama bir tek delil ve örnek
ortaya konmamıştır. Bir tek insan şiddetten dolayı Hizmet’ten
mağdur olmamıştır veya bir tek insan ben tehdit edildim dememiştir,
diyememiştir.
‘Dokunan yanar’ diyen pek çok insan oldu. Tutuklanan, hapislere
atılan pek çok insan özellikle Gülen cemaatini işaret eden
açıklamalar yaptı?
Bunlar hep Hizmet hareketini kötülemek, insanlardan gördüğü
teveccühü yıkmak isteyenlerce, ona leke sürmeye çalışanlar
tarafından uydurulmuştur. Bazıları da bilerek ya da bilmeyerek,
bazen de yanlış yönlendirilerek buna alet olmuştur.
(…)
Gönüllülük meselesinde yine çok tartışılan bir konu var. İnsanların
Gülen Hareketi’ne girdikten sonra çıkamadığı ya da çıkarsa bir daha
yüzüne bakılmadığı iddia ediliyor?
Kesinlikle doğru değildir, bizim bütün yapımız gönüllülüğe dayanır.
Bir insan arzu ederse yanınıza gelir, sizin projelerinize katılır,
istemezse çok rahatlıkla gider, hiç bir kelime, hatta ona kırıcı
bir kelime bile söylemeden gider. Hizmet, bir insan gitmeyi arzu
ettiğinde belki ona sadece şunu der: ‘Unutma ki burada senin
koltuğun, gelip oturacağın ana kadar boş seni bekleyecek. Döndüğün
anda tekrar burada senin için hazırdır, bunu bilesin.’ Bu
anlayışıyla yaklaşır. Bir diğer nokta bu hareketin en önemli
özelliklerinden birisi bağımsızlığıdır. Hizmet hiç bir zaman ne bir
devlet kuruluşuna ne bir başka zihniyet ve anlayışa, ne bir başka
ülkenin entelijansiyasına, en ufak bir bağlantısı ve irtibatı
olamaz ve bağımsızlığı bu hareketin en önemli özelliğidir.
(…)
Bağımsızlık iddiası oldukça ilginç aslında ve çok önemli bir nokta.
Gülen Hareketi bazı ülkelerde yasaklanıyor, kurumları kapatılıyor.
Özellikle devletlerin içine sızma iddiaları bu yasaklamalarda
etkili oluyor. Aslında Hizmet ile ilgili pek çok korku, eleştiri de
buradan kaynaklanıyor. Gülen Hareketi aynı zamanda devasa bir
ekonomik güç deniyor ve ‘Paranın kaynağı nereden geliyor’ sorusu da
bunu takip ediyor. Ne diyorsunuz?
Bu sızma iddiaları özellikle ülkemizde yıllardır seslendirenler
vardır ve bunu ısrarla Hizmet’e mal etmeye çalışıyorlar. Ama
bunları söyleyenler sadece çamur atmadan öteye geçememişlerdir. Bu
sebepledir ki, onu suçlamaya kalkanların, devlet içine sızıyorlar
ya da değişik yerlerden parasal yardım alıyorlar iddialarında
bulundukları dönemlerde bile, bununla ilgili en ufacık belge ve
bilgi ortaya koyamadıkları aşikârdır. Hizmet bütün projelerinin
finansal kaynaklarını onlara gönül veren insanların destekleriyle
sağlar. Dolayısıyla, ya zamanını verir ya tecrübesini verir ya
imkânını ve finansal sahip olduğu değerleri verir, bir şekilde
hizmetlerin yürümesi de sadece finansal yapıyla değil. Birikimle,
tecrübeyle, bu noktadaki zamanını harcamakla gibi fedakârca omuz
veren insanların gayretleriyle şekillenir ve bu noktalara
gelir.
(…)
Çok teşekkür ederim, soyut düzeyde aslında pek çok soruya da cevap
verdiniz. Öyle güzel şekilde tarif ediyorsunuz, her şeyi öyle güzel
anlatıyorsunuz ki herkes eline alıp duvarına asabilir. Hizmet
hareketi yanında, biraz daha, doğrudan dokunulmaz denen Sayın
Fethullah Gülen’e odaklanmak istiyorum. Paralel yapı veya devlet
iddialarını reddettiniz. Bu iddialara karşı Sayın Gülen de ‘kamuda
bazı insanlar bana, benim öğretime sempati duyuyorsa, ben onlara
artık duymayın diyemem, bu benim onlara emir verdiğim ya da şunu
şöyle yapın dediğim anlamına gelmez’ demişti. Bir yandan da
1990’larda ortaya çıkan bazı kasetlerdeki sohbetlerinde ‘devlet
içinde zamanı gelmeden kafanızı çıkarmayın, kendinizi belli
etmeyin’ gibi telkinleri olduğu, bunun devlet içindeki
örgütlenmenin deşifresi olduğu iddia edilmişti. Diğer yandan hiçbir
şey yoksa asıl mesleği imamlık olan, küçümsemek için söylemiyorum,
imamlık çok saygın bir meslektir, iddia bu, bir kişi nasıl bu kadar
geniş ve büyük bir hareketi, ekonomik gücü yarattı deniyor, altında
pek çok başka sebepler aranıyor. Buradan hareketle Hizmet’in çıkış
noktasından başlamak istiyorum. Nedir Hocaefendi’yi karakterize
eden şeyler, nedir onu farklı kılan ve bugünlere
getiren?
Öncelikle şunu söylemek lazımdır. O sözler hep saptırılmaya
çalışılmıştır ama Hocaefendi o tip iddialardan beraat etmiştir.
Doğrudan Hocaefendi’nin rolüne odaklanırsak, burada Hocaefendi’nin
şahsi yapısı, duruşu çok önemli. Hocaefendi sadece söylem üreten
bir insan değil. İnandıklarını söyleyen, söylediklerini de icra
eden bir insan. En önemli özelliği, farkı budur. Şimdi bu
topraklarda üç temel problem hep var olmuş. Birincisi cehalet,
ikincisi ayrılık ve iftirak, üçüncüsü de fakirlik. Hocaefendi bu üç
temel problemin üzerinde hep projelerini geliştirmiş. Cehalete
karşı eğitim demiş. İftirak’a karşı diyalog ve uzlaşı demiş.
Fakirliğe karşı yardımlaşma demiş. Hepsindeki mücadele de, güç de
onun çağrısına uyan, destek olan gönüllülerce olmuş,
oluşturulmuştur. Eğitimi anlattık, işte mesela ekonomik güç
diyorsunuz, mesela işte ‘Kimse Yok Mu?’ gibi fakirlerin elinden
tutan kurum var bir yanda, diğer yanda da TUSKON gibi iş adamlarını
bir araya getirerek onların zenginleşmelerine gidecek ulusal ve
uluslararası alanlarda iş yapma imkânlarını teşvik eden bir proje
ortaya koymuş. Şimdi takdir edersiniz ki mükemmel toplumlar ancak
mükemmel fertlerle oluşur. Huzurlu bir toplum istiyorsanız huzuru
bilen bir ferdin olması lazım. Bir ferdin huzuru yakalaması için
iyi eğitilmiş olması lazım, çünkü başkalarının güdümünde olan
insanlar hep başkalarının oyuncağı olurken, ne kendileri bir
katkıları olur ne de kendileri olarak yaşarlar. Ancak eğitilmiş
insan kendi olur ve başkalarının güdümünde olmadan kendi aklıyla,
melekeleriyle, birikimleriyle hayatı yönlendirir. Hocaefendi bu
milletin kendi olmasını istemiştir, başkalarının güdümünde bir
millet değil. Başkalarının kontrol ettiği bir millet değil.
Başkalarının dümen suyuna rahatlıkla girebilen bir millet değil.
Kendi ilkeleri, kendi değerleri, kendi kültürel hayatıyla ayakta
kalan ve dünyaya mesajı olabilen bir millet. Bunun yolu eğitimdi,
bunu söyledi. Tabi bu kolay olmadı, bakınız 1968’de İzmir’e geldi,
1980’e kadar bu telkin devam etti. En az 17-18 yıl. İlk okulun
açıldığı dönem 1982-83’tür, hiç öyle sanıldığı gibi kolay olmadı.
Ama bir örneğini bizim milletimizin önüne koyduktan sonra bakın,
1983’te Türkiye’de ilk okul açılıyor, 1990’da okul açma
uluslararasına çıkıyor.
(…)
Peki, o zaman bir ‘iyilik hareketi’, siz belki bunu
kullanmıyorsunuz, eleştiren kişilerce kullanıyor, bir ‘iyilik
hareketi’ neden belli meslek gruplarında örgütleniyor deniyor? Yani
özellikle savcılık, hâkimlik, polislik ve askeriye anahtar
meslekler olarak Gülen Hareketi’nin örgütlendiği yerler iddiası
var. Hatta bu nedenle Hareketi İlluminati’ye ya da benzeri
örgütlere benzetenler bile var?
Peki, ben de özellikle şunu sorayım: Şimdi ‘Hizmet’, hayatın her
kademesinden insanlar geliyorlar, Hizmet’in kurumlarından olan
insanlara siz, mesela tersine bir soruyla soralım, şöyle bir
telkinde bulunabilir misiniz? Siz polis olmayacaksınız, yargıç
olmayacaksınız, askeriyede olmayacaksınız. Bunu deme imkânınız
olmadığı gibi, illaki polis olacaksınız dediğinizde de bunu kaç
kişi kabul eder? ‘Hizmet’ bir taraftan gönüllülük diyeceksiniz, bir
yandan insanları cebren ve zorla bir yere yönlendireceksiniz.
Patlar zaten bir yerde, yani birileri der ki ‘yeter be kardeşim,
mecbur muyum, ben istemiyorum böyle bir mesleği, ben mecbur muyum
böyle bir işi istemiyorum’ diyebilir. O nedenle bunlar tamamen
iftiradır. Bu tamamen tabii seyri içerisinde olur. Bakarsınız iş
adamı olan da olur, öğretmen olan da olur. Hem Hizmet teşvik
edecekse, asıl teşvik edeceği temel meslek öğretmenliktir çünkü
yüzlerce, binlerce okul açılıyor, Hizmet’in en temel ihtiyacı
öğretmenliktir. Eğer Hizmet, bir mesleğe teşvik ediyorsa, bu
noktada ihtiyacı olan şey öğretmendir.
(…)
Gülen hareketini Atatürk’le veya Cumhuriyet rejimiyle bir sorunu
var mı?
Asla, niye sorunu olsun ki, Atatürk de olsa bizim değerimizdir, bu
ülkenin değeridir, hani netice itibariyle bu toprakların bütün
değerlerine düşmanca yaklaşmanın bize kazandıracağı hiç bir şey
yoktur. Ve düşmanca yaklaşımı siz diğer ülkelerin dinlerine,
kültürlerine yapmıyorsunuz, kendi topraklarınızdan bitmiş değerlere
karşı düşmanlık size ne kazandırır ki? Ne kazandırır? Onun için
hareketin bu noktadaki duruşu; her şey de bizimdir, Atatürk de
bizimdir, Pir Sultan Abdal da bizimdir, Yunus da bizimdir, Mevlana
da bizimdir, her birinin tadı, kokusu rengi farklı, bu ülkenin
topraklarının bitmiş çiçekleridir. Bu şekil bakmak ve onları o
değerleriyle korumak, kollamak durumundayız.
(…)
Hizmet hareketinin çıkışı ve bugününü konuştuk, geleceğini de
konuşalım. Kişi odaklı olmadığını söylediniz, ancak Sayın Fethullah
Gülen’den sonra Hizmet Hareketi dağılır mı? Böyle iddialar da
var. Aynı şekilde devam etmesini sağlayacak kurumsal bir
yapısı ya da Sayın Gülen’in bu konuda açıklanan bir vasiyeti veya
varisleri var mı?
Şunu söyleyeyim, ‘Hizmet’ ilkelerin üzerinde, prensiplerin üzerinde
yürür. Sayın Gülen bakın tipik bir örnektir, eğer Sayın Gülen
yönetimde aktif rol alan, yöneten insan olsaydı, belki bu iddialar
düşündürücü olabilirdi. Fakat, siz bana söyler misiniz, bir
şirketin patronu, 10 yıl şirkete uğramadığı halde şirket sürekli
büyüyor, sürekli gelişiyorsa bu neyi gösterir, patronun o yapıyı
kurumsallaştırıp ilkeler ve prensipleri belirlemiş olduğunu
gösterir. O şirket o ilkeler ve prensipler üzerinde yürüdüğü sürece
şirket varlığını devam ettirir. Hocaefendi buradan 10 yıldır uzak.
Hocaefendi sadece Türkiye’den uzak değil ki, Afrika’dan da uzak.
Uzakdoğu’dan da uzak, orta Asya’dan da uzak ama kendisi duygu ve
düşüncelerini ifade ediyor. Hizmet ise ilkeler, değerler üzerinden
yürüyor. Allah uzun versin, yârin Hak vaki olduğunda, Hakk’a
yürüdüğünde ‘Hizmet’ bu ilkeleri ve prensipleri koruduğu sürece
kesinlikle varlığını devam ettirir.
(…)
Gülen Hareketi’ni, Hizmet’i ve bizatihi Sayın Fethullah Gülen’i
sorarken aralara girerek bazı siyasi ve güncel konuları da dile
getirmiş ve sormuştum. Daha yoğunluklu olarak siyasi ve güncel
konularla devam edelim. Anlattıklarınız içinde örneğin ‘asla yıkıcı
olmaz’ dediniz. Ama bugün kindarlık, intikam çok konuşuluyor.
‘Gülen hareketi 28 Şubat’ın intikamını alıyor’ deniyor. Aynı şey
zaman zaman AK Parti için de söyleniyor. Kafalar da karışık, hem
onun ürünü olduğu hem de onun intikamını almak için toplumu
kutuplaştırdığı da birlikte iddia edilebiliyor. Bugün de AK Parti
tepe yöneticileri sizi yıkıcılıkla suçluyor, devleti yıkmaya
çalışmakla, hükümeti yıkmaya çalışmakla vs., pek çok itham da
bulunuyor. Hizmet, kendine yapıldığını düşündüğü şeylerin de
hesabını sormaz mı? Örneğin, söylemde çok kullanılır, Hizmet’in
‘Benimle ilgili bir durum devleti, milleti çok zor duruma
düşürüyorsa, gerekirse geri çekileyim, ben kötü olayım’ gibi bir
anlayışı var mıdır? Yoksa; ‘Hayır, ben beni tehdit eden şu yapıyı
değiştirmeliyim’ diyerek müdahale eder, mücadele eder, gerekirse
hesap sorar mı?
Hizmet, bugüne kadar umumun menfaatini esas alarak kendi özelindeki
meseleleri ikinci, üçüncü plana atma fedakârlığını her zaman
göstermiştir. Mesela bakın, dershaneler mevzuunu 28 Şubat döneminde
kapatmaya kalktıklarında; Hocaefendi, 28 Şubat döneminin müstebit
insanlarına çok rahatlıkla şu teklifi yapmıştır, insanlarını
göndererek, ‘Bu kurumlar, milletin kurumlarıdır, bu kurumlar bizim
insanımızın emeğiyle yapılmış kurumlardır. Bunları kapatmayın,
lütfen bunları alın siz işletin.’ ‘Maksadına dönük hizmet etsin ama
kapatmayın bunları’ demiştir. Ak Parti iktidarı döneminde;
dershaneleri kapatmayı ilan ettiği zaman da aslında onları
kamuoyunda zora düşürmek için değil, öncelikle el altında
Hocaefendi insan göndermiştir. Cumhurbaşkanına da, Başbakana da,
‘Bunları kapatmaya karalıysanız, bunları kapatmayın, bunların
yönetiminde bizim arkadaşlarımızın olması problemse, onlar geri
çekilirler, biz bu kurumları size tevdi edelim ama bunlar bu
millete hizmet etmeye devam etsinler’ demişlerdir. Şimdi bakınız
bundan daha yapıcı nasıl bir başka yaklaşım gösterebilirsiniz siz,
bu şöyle değil, tehdit etme değil, paramızı verin alın kurumları
değil, alın ama maksada yönelik hizmet etmeye devam etsinler.
Anlıyorum, aslında bu savaşı siz başlatmadınız, kamuoyu önünde
tartışılır hale getirmek istemediniz, tam tersi öncelikle el
altından hükümete ve Cumhurbaşkanı’na uzlaşı çağrısı yaptınız. Ama
Gülen Hareketi’nin orduyu bitirme, Ergenekon da dâhil şimdi de
hükümetle alakalı pek çok konuda baş suçlu ilan edilmesi tesadüf
mü?
Biz de bunları anlamaya çalışıyoruz. Biz şunu gördük biz hiç bir
zaman ne Ak Parti hakkında ne de bugün yargıya intikal etmiş
insanların hakkında aleyhinde suçluluk ilanında bulunamadık. Bu
olayların içinde olmak ya da gösterilmek istemedik.
Peki, 17 Aralık operasyonları sonrası hedef alınınca önce Başbakan
ve bazı AK Partili yöneticilere karşı önce çok sert açıklamalar
yaptınız, sonra Başbakan ve çevresindekiler bazı tehditler
savurdular. Örneğin ‘bizim de elimizde bilgileri belgeler var,
açıklarız’ gibi. Aslında şeffaf ve katılımcı denen bir demokraside,
kamuoyun önünde bu tip gizemli, tehditkâr açıklamalar yapılması çok
yakışıksızdı. Toplum bilgilenmekten çok aptal yerine konduğunu
düşünmeye başlıyor aslında çünkü çok bir şey de açıklanmıyor.
Pazarlıklar mı yapılıyor? Yoksa Gülen Hareketi’ne yakın medya
olmasa da sözcülerinin biraz susması korktular mı, geri mi
çekiliyorlar şüphesine de yol açtı. Korktunuz mu, korkacağınız
şeyler var mı, bir geri çekilme var mı gerçekten, ne
diyorsunuz?
Asla, burada amaçlar saptırılıyor. Biz Ak Parti’yi tahrip edecek
söylemlerde bulunmadık, yalnız Ak Parti’ye yakın iktidarın
medyasından inanılmaz iftiralara ve yalanlara maruz kaldığımızda
Hizmet’e gönül veren insanların ‘biz suçlu muyuz, neden cevap
vermiyoruz?’ gibi bir talepleri ve hatta onların ‘neden susuyoruz,
suçlu muyuz?’ kaygısına düşmemeleri adına medya üzerinden bunların
cevapları verildi. Fakat biz bu cevapları verdiğimiz zaman karşı
tarafın daha hareketlendiğini, daha hararetlendiğini ve artık
tamamen zıvanadan çıktığını gördük. Hatta yani tamamen zapt edilmez
bir şaşkınlığa düştüklerini görünce baktık ki verilen cevaplar
tabanımızla alakalı ‘evet, bir müspet, makul faydası var’ ama karşı
tarafın ciddi tahrik ettiğini gördük. Ondan sonra bu ülkede
huzurun, sulhun, sükûnun, barışın bütün zarar görmemesi adına
geriye çekilerek sükûtu tercih ettik. Bu asla haksız olduğumuz
noktasında değil, söyleyecek sözlerimiz bittiği için değil, hala
devam eden iftiralara cevap vermekten aciz olduğumuz için değil,
tamamen bu ülkenin sulhu, sükûnu ve barışı artık dokusal olarak
bütün bütün, zayi olup zarar görmesin diye.
Ancak, örneğin Sayın Gülen’in Cumhurbaşkanı’na yazdığı bir mektup
var. Bu mektupta hiç yolsuzluklardan, tüm olayları körükleyen son
dönemdeki yolsuzluk operasyonlarından bahsetmemesi bazı çevrelerde
pazarlık etmeye çalışıyor, sulh edelim diye geri çekiliyor diye
yorumlanıyor? Aracılar gidip geliyor deniyor?
Biz şöyle bekledik işin doğrusu, mesela biz yolsuzluk olayları
patladığında, bazı zihniyet dershane meselesinde ‘biz verdik,
almadılar, hala kapatacağız’ deyince, çok tabi olarak biz de bu
kurumların kapatılmaması adına demokratik bir müdafaada bulunduk.
Medya üzerinden ve sosyal medya üzerinden düşüncelerimiz ifade
ettik, parlamenterlerle görüştü dershane sahipleri. Kaldı ki bir de
Türkiye’de var olan dershanelerin dörtte biri Hizmet’le alakalı,
geri kalan dörtte üçlük başka insanlar var ve bu sektörde yüz bin
insan var ve işsiz kalacak bu insanlar. Dolayısıyla hep beraber
onların o müdafaasına biz de destek verdik. Arkasından yolsuzluk
patladığında, işin doğrusu düz mantıkla, ‘bak gördünüz,
dershanelere karşı bizi tehdit etmek için yolsuzluğu patlattınız’
gibi bir şey ifade ettiler. Hocaefendi’nin elini açıp da ‘Eğer biz
bunu yaptıysak veya bizim arkadaşlarımız bu ülkeyi zora sokmak
için, kaos çıkarmak için yaptılarsa, Allah bizim ocaklarımıza ateş
düşürsün’ sözü aslında bununla alakalı.
Orada Sayın Gülen’in aslında beddua ettiği söylendi ve bunun
üzerine AK Parti’ye yakın medya ve kişilerce bu ciddi şekilde
eleştiri konusu oldu. ‘İslam’da yeri yoktur’ vs. dendi ve bunun
üzerinden Fethulla Gülen yıpratılmaya çalışıldı? Başbakan ‘cesareti
varsa o bedduayı kime ettiyse açıklasın’ gibi bir şey de
söyledi?
Orada açıkça söylüyor zaten kime dediğini. Öncelikle kendisinden
olanlara sesleniyor, eğer böyle bir yanlış iş içinde olan varsa
diyerek eleştiriyor, sonra ‘ama başkaları asıl yanlış bir iş içinde
ise’ diyerek sonra da onları tenkit ediyor. Aslında orada ‘bize
iddia ve ithamda bulunanlara biz meydan okuyoruz’ diyor; ‘bak, biz
bunu söylüyoruz, siz bunun bizim yaptığımıza dair kesin
inanıyorsanız, siz aynı cümleyi söyleyebilecek misiniz’ deyip
karşılıklı bir ahitleşmedir aslında bu. Şimdi bütün bunlardan sonra
beklerdik ki hukukun önü açılır, bu meseleler araştırılır.
Türkiye’de yolsuzluk ilk defa Ak Parti döneminde çıkmadı ki, geçmiş
dönemlerde de yolsuzluklar oldu. Süleyman Demirel’in yeğenleri,
kardeşleri yolsuzlukla devreye girildiğinde, biz o gün devlet
refleksinin ne olduğunu bilen insanlarız. Devlet refleksi veya
devleti yönetenler yolsuzluk karşısında nasıl davranacak bellidir.
Kim olduğu önemli değil, bakın; prensler, bakanlar, başbakanlar
yolsuzluğa bulaşmış veya böyle bir ithamla karşı karşıya kalmışsa,
hukuk karşısında herkes eşittir. Fakat gel gör ki Ak Parti
döneminde biz Cumhuriyet tarihinde görmediğimiz bir tepkiyle
karşılaştık, bir anda sorgulayan polislerin yerleri değişti,
soruşturmanın gizliliğiyle alakalı kanunlar çıktı, savcılar devreye
kondu, yetmedi 2000 insana yakın insanların yerleri değiştirildi ve
savcının uygulamaları devreye girmedi. Yani hukuki yaptırımlar
devre dışı kaldı, yani hukuk askıya alındı o da yetmedi, HSYK’nın
Adalet Bakanlığı’na bağlanması gibi yani yargının yürütmenin emrine
girmesi gibi bir facia teklif geliştirildi ve hayata geçirildi.
Şimdi bütün bunlardan sonra bu şaşkınlıkla ilgili yapacağımız bir
tek cümle var, neler oluyor böyle?
Aslında tarafsız bazı insanlar da özellikle yolsuzluk krizi ile
ilgili benzer şeyler söylüyor. Yani, önceki siyasi partilerle
ilgili de yolsuzluk iddiaları, operasyonları çok oldu. Üste
düzeydeki insanların çocukları bu iddiaların hedefi oldu. Hiç böyle
tepkiler, bu denli panik havası ya da kaos ortamı olmadı. Neden
böyle oldu sizce?
Evet, örneğin Mesut Yılmaz Yüce Divan’a bile gitti. Bakın şimdi
Başbakan çıkıp diyor ki ‘İşte ben hedeflendim, bu dış ayakla
ilgili, içeride de oyuncakları var, onlar Ak Parti iktidarını
hedeflediler’ falan, o zaman sizin bunu ortaya koyabilmeniz için
öncelikle hukukun işlemesi lazım, öyle değil mi? Ama siz hukuku yok
ediyorsunuz. ‘Paralel devlet’ iddia ediyorsunuz, ‘çeteler var’
diyorsunuz, ‘örgütler var’ diyorsunuz, fakat sizin dediğinizle bu
var olmaz ki. Siz iddia ettiğinizde bu gerçekleşmez ki. Bunun
ispatı gerekir, bunun ispatı hukukladır. Siz hukuku askıya
alıyorsunuz, bunu nasıl ispat edeceksiniz?
Sizce neden böyle bir tepki verildi AK Parti’den? Neden böyle ‘dış
güçler’, ‘paralel devlet’, ‘derin çeteler’ iddiaları bir anda
gündeme düştü. Açıkça sormak istiyorum, bu hükümet on yıldır pek
çok alanda, her anlamda Gülen Hareketi ile birlikte çalıştı, her
zaman övgüler düzdü. Karşılıklı birbirilerini desteklediler, hatta
AK Parti iktidarı aslında bir koalisyondu diye çok konuşuluyor
şimdi. Gezi olaylarında birden ‘faiz lobisi’ vs. iddiaları
gelmişti. Yine 1990’ların söylemlerine döndük, herkes ‘iç ve dış
düşmanlardan’ bahsediyor, hiç kimse hiçbir şeyden mesul değil, hep
dışarıda birileri suçlu. Toplumda afalladıkça afallıyor. AK Parti
neden bu iddialara yöneldi, nedir sizce asıl sebepler?
Yani meseleyi ben şöyle düşüyorum. Ak Parti’yi veya özellikle Sayın
Başbakanın etrafında hareketin mevcudiyeti noktasında, bir Naim
Şahin’in sözüyle söyleyeyim, dar bir oligarşik kadronun onun
etrafında, onu hapsettiğini düşünüyorum. Başbakana cemaatin veya
Hizmet’in fevkalade tehlikeli olduğunu ve defterleri dürülmediği
takdirde, bu ülkede onun siyaset yapma imkânının olmayacağına dair
bir yanlış inanca ve kanaate onu sahip kılıyorlar maalesef.
Hizmet’in 50 yıllık hayatında bu ülkeyle alakalı bir tek menfi şey
söyleyemezsiniz. İddia edilmiştir, hatta ve hatta Başbakan’ın
dilinde söylenen; ‘çetedir örgüttür, paralel yapılanmadır,
Emniyet’e sızmadır’ iddiaları 28 Şubat döneminde de söylendi.
1999’da açılan bir mahkemeyle Hocaefendi ve Hizmet hareketi, Nuh
Mete Yüksel’in savcılığı altında, 9 yıl sorgulanmış ve o 9 yıllık
sorgulanma esnasında hem de vesayet döneminde bakınız, bir tek
belge çıksaydı, o yargıçlar bunu affeder miydi? Paralel
yapılanmayla alakalı bir tek tespitleri olsaydı, acaba
görmemezlikten gelirler miydi? Bu mümkün müydü? İşte o süreç
içerisinde bu hareket, paralel devletten de, örgütten de, çeteden
de, sızmaktan da, dini yapı oluşturmaktan da, bu noktada beraat
etmiş bir harekettir. Bırakın onu siz Ak Parti hükümeti olarak
2013’e kadar bu hizmetlerin ne kadar önemli olduğunu daha düne
kadar söylediniz. Yurt dışındaki okulların ve açılmış kurumların bu
ülkenin vizyonu olduğunu seslendirdiniz, gündeme getirdiniz. 11
yıllık iktidarınız süresince bir tek şikâyetiniz olmadı da
yolsuzluklardan sonra bir anda bunlar şeytanlaştı mı? Bu yapı bir
anda zehire mi döndü? Zehire döndüyse bunu ortaya koyman gerekmez
mi? Zehirse hep beraber elbirliğiyle gelip onu yok edelim. Gelin
birlikte yok edelim ama yapı mı, Hizmet mi zehir oldu yoksa senin
zihnin mi zehirlendi, işte bunun tefrik edilmesi lazım.
Şimdi aslında ortada bir devlet krizi, bir hükümet krizi olduğu
konuşuluyor. Örneğin, bu ülkede savcı polise, kolluk kuvvetlerine
emir veriyor, ama kolluk o emri yerine getirmiyor. Siz de bunu dile
getirdiniz. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yani ben şahsen, şu andaki mevcut iktidar, gücünü, yetkisini var
olan anayasal haklardan alır. Var olan hukuk üzerinden alır. Yani
bugün ben sizi dinliyorsam Başbakan olarak, bir hukuk üzerinde var
olduğunuz için dinliyorum. Fakat siz bugün yetkinizi aldığınız
hukuku askıya almış durumdasınız. Aslında bu bir iktidarın kendi
meşruiyet alanını yok etmesi demektir. Yani yarın ben sizin
hukuktan aldığınızı iddia ettiğiniz otoritenizi tanımasam veya
birileri tanımasa onlar da sizler gibi suç işler fakat bu sizin
suçluluğunuzu da kaldırmış olmaz. Bugün ülkede maalesef demokratik
zeminden güç alan, hakkaniyetini ve gücünü oradan alan bir yapı
bugün yolsuzluklar karşısında hukuku askıya alma veya o mekanizmayı
işletmede ciddi zorlukla çıkarma gibi bir pozisyon almış
durumdadır. Ve bu bence bir devlet krizi, bunun bir sivil yapıyla
falan alakası yok. Savcı talimat veriyor, polis kolluk görevini
yerine getirmiyor. HSYK savcılar üzerinden yetkileri alanında iş
yapmak istiyor, HSYK’ya müdahale ediliyor, bitiriliyor. Yani bunun
inanın izahı çok zor, tarifi çok zor bir manzara, ümit ediyorum bu
yakın zamanda aşılır.
Türkiye’de TBMM içinde bulunan muhalefet partileri de özellikle
yolsuzluk operasyonları ve iddialarını gündemden düşürmemeye, bu
konuların üstüne gidilmesine çalışıyorlar. Yalnız bu noktada ilginç
bir şekilde BDP AK Parti’ye yolsuzluklar konusunda diğer muhalefet
partileri gibi yüklenmiyor, hatta neredeyse AK Parti gibi bu işin
barış sürecini baltalama amaçlı bir operasyon olduğunu ima ediyor
ve bu anlamda AK Parti’nin yanında duruyor gibi görünüyor. Ama
cemaati, yani Gülen Hareketi’ni eleştiriyorlar. KCK operasyonları
için de sizi suçlayan açıklamalar yapılmıştı. Gezi olaylarında da
aslında başlangıçta destek vermemiş ve eleştirmişti BDP’li
yöneticiler, üç ay sonra o şüpheci ve mesafeli duruşlarından dolayı
pişman olduklarını açıkladılar. BDP’nin duruşunu nasıl
değerlendiriyorsunuz? Doğu’da BDP ve Gülen Hareketi arasında
kıyasıya bir rekabet olduğu da iddia ediliyor?
Benim gördüğüm kadarıyla BDP, Hizmet’in Doğu’daki kurumsal
yapısının farkında, orada ciddi manada eğitimle alakalı çalışmalar
yapıldığının farkında ve bundan rahatsız oluyor. Hâlbuki Hizmet’in
hiç bir zaman asimile etme gibi bir hedef ve niyeti olmamıştır.
Demin ifade ettiğim gibi yerel kültürün korunmasını özellikle esas
alır, kaldı ki bir de oradaki okullarımızın ekseriyeti, yine oradan
yetişmiş insanlardır, yani oradaki müdürlerdir, oradaki
öğretmenlerdir. Çalışanları ekseriyeti itibariyle oralıdır. Bence
asıl kaygıları eğitilmiş insanlar yönlendirilemez ve kullanılamaz.
PKK arzu ettiğini dağa, arzu ettiğini bayıra, arzu ettiğini ine
götürme noktasında halkın yetişmiş insanlarını yönlendirememe
kaygısı ve endişesi yaşamaktadır. Dolayısıyla eğer buradaki
kurumlar sökülüp atılırsa, meydanın kendine kalacağını düşünmekte
ve zannetmektedir. Ama şu bilinmeli ki ‘Hizmet’ ve hareket oradaki
halk tarafından sahiplenilmediği sürece, oradaki halkın desteğini
almadığı sürece zaten yaşaması söz konusu olamazdı ve 20-30 yıldan
beri ‘Hizmet’ orada varlığını devam ettiriyor, yüzlerce kurumla
beraber varlığını devam ettiriyor. Kürtlerin bugün Kürdistan
dediği, Kuzey Irak’ta Hizmet’in 30 tane okulu var, üniversitesi var
ve oradaki Kürtler o okulları o kadar ciddi destekliyorlar ki, ben
o kadar ciddi desteği başka ülkelerde bile görmedim. Niye? Çünkü
gelecek adına kendilerine neler kattığının ve kazandırdığının
farkındalar. Yalnız bu zatlar dağda olduğu için, şu anda eğitimin
farkına varmamışlar, dağdan indiklerinde fark edeceklerdir, o zaman
gelsinler onlar da okul açsınlar biz de onlara destek verelim.
Gülen Hareketi ile ana muhalefet partisi CHP arasında bir
yakınlaşma söz konusu mu?
Hayır, ilkeler bazında açıklamalar ve ortaklıklar olabilir. Fakat,
siyasi partilerle angaje olmak Hizmet’in asla istemeyeceği bir
şeydir.
İstanbul’da CHP adayı Mustafa Sarıgül’e destek verdiğiniz iddiaları
var. Doğru mudur?
Kesinlikle hayır, Hizmet kurumsal olarak bir kişiye ya da partiye
destek kararı almaz. Tamamen partiler üstü kalmayı tercih eder.
Kendi insanlarına, sempatizanlarına da şu partiye veya kişiye oy
verin diye telkinde bulunmaz. Yalnızca politika bazında kendi
ilkelerine uygun olarak zaman zaman bazı konularda destek ya da
tenkidini açıklayabilir.
Gülen Hareketi’nin bugünkü çatışma içerisinde şöyle bir pozisyonda
da kaldığı ya da bırakılacağı da çok konuşuluyor. AK Parti belki
devletin meşruiyetini ayaklar altına alacak adımlar atıyor ama bu
süreçte aslında ‘11 yıllık iktidarımda beğendiğiniz, övdüğünüz,
yapılan iyi şeylerin hepsini ben yaptım, beğenmediğiniz, kötü
gördüğünüz her şeyi ise “cemaat” yaptı’ diyerek kendini yeniden
meşrulaştırmaya gitmeye çalışacak ve buna toplumu ikna etmek için
daha fazla karşı hamleler yapacak, karşı operasyonlar düzenleyecek.
Başbakan da sürekli ‘elimizde çok şey var’ diyor, ‘inlerine
gireceğiz’ diyor, Başbakanın Başdanışmanı ‘orduya da bunlar kumpas
kurdu’ diyor, bazı hükümet yetkilileri ‘bunların yargıda imamı var’
diyor vs. vs. Ne diyorsunuz? Böyle bir durumla karşılaşmaktan
korkuyor musunuz, böyle bir gidişat var mı size göre de, nasıl
yorumluyorsunuz bu iddiaları?
Evet, inlere girilecek deniyor. Yani sunu söyleyeyim, 10 yıl
iktidarda kalan insanlarda bir müddet sonra iktidarlarını koruma
güdüsünün daha fazla arttığına dair bir yerde bir yazı okumuştum.
Yani artık 10 yıldır iktidarda kalmış insanın kaybetmekten korktuğu
çok şeyi vardır. Ve dolayısıyla Başbakanı etkisine alan o
danışmanlar, o etrafındaki oligarşi, maalesef sürekli olarak, o
iktidarı kaybetmek korkusu üzerinden, o korku damarı üzerinden
oynayarak Başbakana yeni düşmanlar üretmeye muvaffak oldular.
Eskilerin bir sözü var “Mabeyn kardeşi boğdurtur” diye. Mabeyn
dediğimiz padişahin etrafındaki insanlar, mabeyn isterse kardeşini
padişaha boğdurtur. Bugün karşılaştığımız manzara bu, bu ülkenin
hayrından başka hiç bir projesi hedefi gayreti olmayan bu
insanların, düşman statüsünde algılanmasının ardındaki gerekçe
nedir biz de merak ediyoruz. Nedir gerekçe yani nasıl bir kötülüğü
oldu bu millete? Açıkçası öyle saldırılar yapılıyor ki bu
iddiaların doğru olmadığını düşünmeyi zorlaştırıyor. Biz bunun
izahını bulamadık.
Ne olacak sizce bundan sonra? Nereye varacak bu işin sonu?
Bu durum bizde de fevkalade şaşkınlık oluşturuyor. Tabi bu Ak
Parti’nin, ben zannediyorum, Erdoğan’ın Erdoğanla çatıştığı bir
dönem başlıyor. Bir sonraki Erdoğan, bir önceki Erdoğan’ı
tüketiyor. Neler yaparak? Fevkalade en yakınlarını, tabiri caizse,
kendini desteklemiş ve kendine zaman zaman yardım etmiş insanları
düşmanlaştırarak. Devreye koyarak. Bunun şu anda bir izahı yok,
sadece iktidarı koruma korkusu üzerinden böyle bir damar işleniyor
şu anda.