MUSTAFA MUTLU: ‘BU KİTABI YAZARKEN FARK ETTİM Kİ BİZ BİR ZAMANLAR ÇOK ÖZGÜRMÜŞÜZ!'
Vatan yazarı Mustafa Mutlu, gazetecilik hayatının 30.yılına atfettiği 'Maraton'da Sona Doğru'yu Mine Şenocaklı'ya anlattı.
Gazetecilik hayatının 30’uncu yılına atfettiği bir kitap yazdı
Mustafa Mutlu; ‘Maraton’da Sona Doğru... Zayıf toplumsal hafızamıza
belki ilaç olur diye, zor ve cesaretli bir işe kalkıştı. Eski köşe
yazılarını aldı, öngörülerini bugünkü gerçeklerle kıyasladı. Bir
hesaplaşma bu, hem kendisiyle hem de toplumsal hafızamızla ve
gazetecilik etiğiyle... Fikri takip yapmayı unutan meslektaşlarına
bir ders, son yedi yıldır yaşananları unutan veya kabullenen
herkesin ise kulağına küpe! Kitaptan yazarına kalan kıssadan
hisseye gelince; “Bir zamanlar çok özgürmüşüz” diyor özetle...
Toplumsal hafıza karnemiz hep kırıktır. Hem millet olarak hem de
gazeteci milleti olarak bu böyledir. Bir yıl önce yazılan bir
yazıdaki öngörülerin tam tersi çıkar, kimse hatırlamaz, kimse hesap
sormaz! Bırakın onu, bizzat yazıyı yazan çoktan unutmuştur.
Unutmadıysa bile, millet unuttuğu için unutmuş gibi yapmakta bir
beis görmez. Bu rutin böyle gider. O sebepledir ki yazıyı yazan pek
bir sorumluluk hissetmez!
İşte bu yüzden gazetemizin yazarı Mustafa Mutlu’nun yeni kitabı
‘Maraton’da Sona Doğru’, çok zorlu, cesur ve daha önce hiç
denenmemiş bir girişim... Bir gazeteci tutuyor, yıllar önce
yazdıklarını bir bir ayıklıyor, sonra o yazıların ardından fikri
takip yapıp, bugünkü sonucu ortaya koyuyor. Cesaretli olmak kadar,
bayağı zahmetli bir iş...
Mutlu, biraz farklı bir köşe yazarı ama... Bundan yıllar önce, ta
2005’te yazdığı yazılar bile, ki o zaman pek çok kişi tarafından,
kabul etmem gerekir ki onlardan biri de bendim, sert, önyargılı,
hatta acımasız bulunmuştu, ama neredeyse tam isabetle bugünkü
gerçeklere işaret ediyor.
Mutlu, pek çok meslektaşımızın yaptığı gibi sadece eski yazılarını
kopyala-yapıştır yapmamış kitabına, bir de bugün gelinen noktayı
eklemiş. Mesela Cumhurbaşkanı Gül’ün kızı Kübra’nın binlerce
davetlinin katıldığı düğününde takılan altınlarla ilgili yazısı...
2007’de bir soru sormuş bizzat Cumhurbaşkanı’na; “Düğünden sonra
basınımızın bir numaralı gündem maddesi olacak bu takı konusunu
bugünden çözmek ve oturduğunuz saygın koltuğun bu dedikodulardan
yara almamasını sağlamak için hediye takıların tümünü bir vakfa
bağışlamayı düşünmez misiniz?” Çankaya’dan cevap gelmemiş ama
aileye yakın çevreler; takıların 200 bin YTL’lik bölümünün o
günlerde şehit olan 13 askerimizin aileleri arasında
paylaştırılacağını fısıldamış meslektaşlarımıza... Mutlu takibi hiç
bırakmamış. Meseleyi unutmamış. Kitapta bağışın yapılıp
yapılmadığını, ne kadar ve nereye yapıldığını açıklıyor.
Bu kitap bir ilaç gibi...
Elbette öngörülerinde yanıldığı da olmuş! Meşhur Deniz Feneri
soruşturması onlardan biri mesela. Umutlanmış, bu kadar kanıt
varken sorumuluları gerekli cezaları alır diye düşünmüş. “Ok yaydan
çıktı, Deniz Feneri çok can yakacak. Bakalım o ok kimleri vuracak?”
demiş... Şimdi kitabında kendini eleştirmekten hiç de geri
durmuyor; “Tamam dalga geçmeyin! Fena halde çuvallamışım. Sözünü
ettiğim o ok döndü dolaştı, beni vurdu!” diyor. Bildiğiniz gibi
Deniz Feneri davasından tek bir mahkumiyet kararı çıkmadı! Niyesini
kitapta çok net anlatıyor Mutlu...
Bir örnek daha... Bu kez icraatın ve gündelik hayatın içinden...
Mersin’in Gülnar ilçesinde görev yapan bir kadın hakimle ilgili...
Yazının başlığı, ‘Türbana can feda... Rujlu hakime ise bekaret
soruşturması!’ Mutlu’nun bu yazısı aslında AK Parti’nin kişisel
hayata dokunmayız açıklamalarına bir yanıt gibi...
Geçmişte yazdığı her yazısına, 2012’den bakıyor ve gelişmeleri not
düşüyor kitapta. Sadece iktidara yönelik eleştiriler değil bunlar.
CHP eski Başkanı Deniz Baykal da var, CHP Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu da var, İshak Alaton da var... Aslına bakarsanız bu
kitapta Türkiye’nin yedi yıllık serencamı var! Nereden nereye
geldiğimizin bir özeti var. Ve görünen o ki pek de iyi bir yerlere
gelmemişiz.
Bu kitap bir ilaç gibi... Hafıza kaybına karşı... “Hafıza-i beşer
nisyan ile malüldür” deyip kabullenmek yerine bu kitabı
okuduğunuzda, unutkanlığın nelere mal olduğunu göreceksiniz!
Peki yazarına ne gibi bir hafıza tazelemesi yapmış bu kitap, onu
sordum Mutlu’ya... Cevabı şu oldu; “Biz gerçekten bir zamanlar çok
özgürmüşüz! Aynı yazıları bugünkü koşullarda yazamam. Kesinlikle
bunu gazete yönetiminden gelecek baskı olarak söylemiyorum. Kendi
süzgecimden geçiremeyeceğim için söylüyorum. ‘Ben bu yazıları bugün
yazmaya cesaret edebilir miyim?’ Çok çıplak söyleyeyim, birçok yazı
için ‘evet’ diyemiyorum.”
Böyle diyor, ama işte bu kitabı yazmış. O da biliyor ki, benzer
köşe yazılarını sürdürecek, benzer kitaplar çıkaracak. Yani o kadar
umutsuz olmaya gerek yok. Yeter ki hafızamızı tümden
kaybetmeyelim!
Düzce Depremi’nde değişti!
- Ben seni üniversiteden beri, neredeyse 30 yıldır
tanıyorum. Yazılarında inanılmaz bir öfke var. Niye
böyle?
Aslında özel yaşamımda öfkeli değilim. Çünkü çok şükür beni
öfkelendirecek bir şey yok. Ama insan özel yaşamını kendisi
belirleyebiliyor. Kimlerle ilişki içinde olabileceğini seçebiliyor.
Ve birlikte mutlu olduğu insanları çevresinde tutabiliyor. Ama ne
yazık ki benim şu anda yaptığım iş, genel yaşamımda, gazeteci
duruşumda böyle bir tavır almama engel. Sürekli seni mutlu eden
insanlardan söz edemezsin. Bir gün edersin, iki gün edersin... Ben
gündem yazarıyım. Bu ülkenin gündemi ne yazık ki mutluluklarla dolu
değil. Hep acıyla, ayak oyunlarıyla dolu. Ve her Allah’ın günü olup
biteni takip eden bir insan olarak belli bir yerde verdiğin tepki
senin karakterin haline geliyor. Ben Müyesser Yıldız’ın ya da
Ayşenur Arslan’ın dediği gibi medya mahallesinin delikanlı çocuğu
gibi görülüyorum. Ama medya mahallesinin delikanlı çocuğu olmayı
ben seçmedim. Sadece mevcut gündeme karşı duruşum, haklı olarak
sıradan vatandaşların verdiği tepkileri her gün dillendiriyor
oluşum, beni o yola soktu. Meslek yaşantıma nasıl başladığımı sen
de biliyorsun. Uzun yıllar ekonomi gazetesi çıkardım, ekonomi
sayfaları yönettim.
- Ondan öncesini de biliyorum aslında. Sen Harbiye’deki
Marmara Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan ajansa yürüyerek giderdin,
parasızlıktan. Bu yüzden de çok zayıftın... Aslında çoğumuz aynı
durumdaydık. Parasızdık, sürekli çalışıyorduk...
Öyle... Gece çalışırdım çünkü. Sonra gece 1’de, 2’de çıkıp
Cağaloğlu’ndan Beşiktaş’a yürürdüm. Galata Köprüsü o saatte açık
olduğu için, Unkapanı Köprüsü üzerinden Beşiktaş’a yürürdüm.
Beşiktaş’tan Üsküdar’a motorla geçip, Kuyubaşı’na gelirdim. Gece
eve gidişim 3.5-4 olurdu, sonra sabah 7’de kalkıp okula giderdim.
Biliyorsun, devam zorunluluğu vardı, sınıfta yoklamaları jandarma
yapardı.
- Ben o dönemi yaşamadım. Siz hemen 12 Eylül sonrası
okuduğunuz için böyleydi sanırım...
Doğru, ben 1980 girişliyim... O dönemler Ulusal Basın Ajansı’nda
çalışıyordum. Mesleğe ilk başladığım yer orası ama maaş
alamıyordum. İlk kadrolu, maaşlı çalıştığım yer Türk Haberler
Ajansı’dır. Orada gece sorumlusuydum. Artık yürümüyordum!
- O zor günlerden geldiğin için sanırım zor durumda
olanları çok iyi anlayabiliyor, anlatabiliyorsun...
Ben zaten tek serveti, yetiştirdiği, üniversitede okuttuğu dört
evladı olan bir öğretmenin çocuğuyum. Ben neysem oyum. Yazılarımda
da oyum. O yüzden de öyle yazıyorum.
- Peki köşe yazarlığına geçişin nasıl oldu?
Benim gazetecilik kariyerim 1999’da değişti. O
zamanlar Star Gazetesi’nde ekonomi yöneticiliği yapıyordum. Düzce
Depremi oldu, ertesi sabah kalktım, arabaya atladım, gazeteye
gideceğime Düzce’ye gittim. Bütün gazeteciler oradaydı. Ama baktım
akşam saat beş gibi arabasına atlayan gidiyor. “Nereye
gidiyorsunuz?” dedim. “Abi çok yorulduk, Bolu’ya Koru Motel’e
dinlenmeye gidiyoruz” dediler. Kentte benim dışımda tek gazeteci
kalmadı. Akşam saat 5’ten sonra gördüğüm manzara şuydu; gazeteciler
kentten çıkıyor ve çok enteresan bir şekilde gazetecilerin gitmesi
bekleniyor gibi çevre köylerdeki, ilçelerdeki ağır yaralı insanlar
kente getiriliyor. Devlet hastanesi çökmüş, bir tek röntgen cihazı
var hastanede ve o da alt katta kalmış, dışarı çıkarılamıyor.
Hastalar, bütün servisler dışarıda, çadırlarda... Çocukların
kolları, bacakları kırık ve bir şekilde çökmüş hastaneden içeri
sokulup röntgen filmi çekilmesi gerekiyor. Bir tane kahraman
röntgen mütehassısı cihazın başında... Fakat aileler çocuklarını
kucaklayıp içeri giremiyorlar. Çünkü büyük bir deprem korkusu
yaşamışlar. Ben o gece aşağı yukarı 10 çocuğu kucakladığım gibi
hastanenin altına indirdim ve röntgen filmlerini çektirdim.
Başlarında durdum. Ve bu acı biraz külleninceye, yardımlar
gelinceye kadar burada olmalıyım diye düşündüm... Gazeteden bir
foto muhabiri de gönderdiler yanıma. Biz o kasım ayının dondurucu
soğuğunda, çok zor şartlarda bir yazlık çadırda kaldık. Şu kadarını
söyleyeyim; henüz seyyar tuvaletler yapılmamıştı. Hava öyle soğuktu
ki, gece tuvalete kalkan çocukların çişleri havada donmuş
fotoğraflarını çektik.
- Ne kadar kaldın Düzce’de?
Hemen hemen 1 ay. Her gün 4 tam sayfa röportaj yazdım.
Ama hayatı, oradaki insanların dramını anlatan röportajlar. Az da
olsa kimi zaman mutlulukları da anlatan... Çünkü 9 gün sonra bir
çocuk çıkarıldı enkazdan mesela. Bütün bunları yaşadım. İşte o
zaman şunu sorgulamaya başladım. “Ya, ben 20 senedir gazeteciyim.
Ama gazeteci olduğumu ilk defa burada hissettim.” Neden ekonomi
gazeteciliği yapıyorum sorusunu sordum. Çünkü o güne kadar yaptığım
ekonomi gazeteciliğinin tereciye tere satmak olduğunu anladım.
- Neden?
Çünkü biz şöyle bir gazetecilik yapıyorduk; bugün hâlâ
öyle ekonomi gazeteciliği yapılıyor, birtakım işadamlarından ya da
bürokratlardan aldığınız bilgileri başka işadamları ve bürokratlara
satıyorsunuz. Onlar zaten olanı biteni biliyor! Doğal olarak
gazetecilik fonksiyonu ekonomi gazeteciliğinde birilerine para
kazandırma hizmetinden öteye gidemiyor. Oysa ben mesleğe çok
idealist duygularla başlamıştım. Üniversite sınavlarına girdiğim
zaman Türkiye’de 5 tane gazetecilik ve halkla ilişkiler yüksek
okulu vardı. Ben başka tercih yapmadım. Sadece bu beş okulu
yazdım.
- Bunu bilmiyordum...
Çünkü gazeteci olmak istiyordum. Mesleğe girerken
kafamdaki o gazeteciliği 20 sene sonra yakaladığımı görünce ekonomi
servisi yöneticiliğini ve ekonomi köşe yazıları yazmayı bıraktım.
Gündem yazmaya başladım. Star Gazetesi’nin TMSF’ye geçmesinden
sonra Vatan’dan teklif aldım ve buraya geldim. Burada da doğal
olarak gündem yazarı olduğum için ve gündem de ne yazık ki insanı
hep sinirlendirdiği için, o senin 30 yıldır tanıdığın yumuşak,
sevecen arkadaşın böyle çılgın, kavgacı bir gazeteci oldu. Ama özel
yaşantımda hâlâ yumuşak biriyim.
Yazıların doğruluğu tescilli
- Kitabında yıllar önce yazdığın bazı yazıları bir araya getirerek
bazı portreler çiziyorsun. Bunlar devletin çok üst kademelerindeki
insanlara ait portreler. İnsan okuyunca şaşırıyor, üzülüyor, hatta
utanıyor. “Yok, bu kadar da olmaz” diye düşünüyor. Ama olmuş! Sen
bunca zaman sonra eski yazılarını okuduğunda ne
hissettin?
Bugüne kadar Vatan’da yazdığım, gündem belirleyen yazılardan
seçmeler yaptım. Bu yazıların en önemli tarafı haklarında dava
açılmamış yazılar olması. Kimisi hakkında “Dava açacağız” duyumu ya
da tehdidi gelmiş ama dava açılmamış. Doğal olarak doğruluğu
tescillenmiş yazılar bunlar. Ben hep bu yazıların yazılıp tarihe
terk edilmesinden üzüntü duyuyordum, vicdanım sızlıyordu. “Bu
yazılar daha ömürlerini doldurmuş yazılar değil. Hâlâ bu sorunlar
yaşanıyor ama yedi yıl önce yazılmış ve arşive gömülmüş. Bunları
bir şekilde yaşatmak lazım” diyordum. Ama klasik köşe yazısı
toplaması yapmak da istemiyordum. O yüzden bunları tekrar
sorgulamaya karar verdim. Gerçekten, bu kitapta bir mesleki
özeleştiri yapayım istedim.
- Yaptın ve ne gördün?
Biz gerçekten bir zamanlar çok özgürmüşüz! Bunu gördüm. Aynı
yazıları bugünkü koşullarda yazamam. Kesinlikle bunu gazete
yönetiminden gelecek baskı olarak söylemiyorum. Kendi süzgecimden
geçirip geçiremeyeceğim anlamında söylüyorum. Ben bu yazıları bugün
yazmaya cesaret edebilir miyim? Çok çıplak söylüyorum, birçok yazı
için ‘evet’ diyemiyorum. Ne yazık ki bu, o yazıların yazıldığı
tarihten bugüne kadar ülkenin ve mesleğin çok değişim geçirdiğini
gösteriyor bu.
MESLEKTAŞLARI ONUN İÇİN NE DİYOR?
Medya Mahallesi’nin delikanlısı...
AYŞENUR ARSLAN
Görüşlerine katılmayabilirsiniz.
Hatta katılmak ne demek, tümüyle zıt görüşlerde olabilirsiniz.
Çok kızabilirsiniz.
Ama onu okurken, dinlerken bir şeyden eminsinizdir: Mustafa
Mutlu’nun kalemi satılık değildir. Doğru bildiğini yazar, söyler.
Ne boynunu eğebilirsiniz ne de “ikbal” vaatleriyle aklını
çelebilirsiniz.
Muhalif... Kavgacı... Romantik... Yufka yürekli... İnatçı...
Soruları seven... Soru sormaktan korkmayan... Soru sormaktan
bıkmayan...
O, Medya Mahallesi’nin “delikanlı”sıdır!
HIFZI TOPUZ
Aman Mustafa, sıkı dur!
Mustafa Mutlu üzün süredir köşe yazılarıyla güncel konulara
duyduğumuz tepkileri dile getiriyor. Düşündüklerimi onun köşesinde
bulunca, “Oh, yalnız değilmişim” diye bağırmak geliyor içimden...
Mustafa’yı iletişim fakültelerinde okuyan gençlere örnek
gösteriyorum. Basın ve televizyonlarda dürüst, özgür, bağımsız,
yürekli, yandaş olmamış, ödün vermemiş kaç gazeteci kaldı? Tevfik
Fikretleri, Nazımları, Sabahattin Alileri, Aziz Nesinleri, Uğur
Mumcuları, Abdi İpekçileri anımsıyorum. İçim titriyor bir gün
Mustafa’nın da kalemini kırarlar, kapıya koyarlar, sustururlar
diye... Bugün özgürlüklere kurşun sıkılmıyor ama hava kurşun gibi
ağır... Aman Mustafa, sıkı dur, elbet sabah olacaktır!
NECATİ DOĞRU
Özgür kalem...
Onunla aynı gazetede çalıştım. Sabah, herkesten önce
gelir ve yazısını teslim edeceği saate kadar karınca disipliniyle
çalışır. Mustafa Mutlu, kendisini yazıya zincirlemiş bir
gazetecidir. 24 saatin her saniyesinde, tahmin ediyorum rüyalarında
bile, yazısına zenginlik ve ince birikim kazandıracak bilgiler
yüklemenin peşindedir.
Mustafa, yazmanın esiridir.
Esir olmayı bilerek seçer.
Yazının esiri olur; vicdanını, aklını, ruhunu, kalemini özgür
kılar. Özgür kalemler satın alınamazlar!
ZÜLFÜ LİVANELİ
Aklıma Nazım gelir!
Mustafa Mutlu kardeşimi her görüşümde aklıma Nazım’ın şu dizeleri
gelir:
“İnandıklarına katıksız inandı/ Sevdiklerini hilesiz sevdi.”
Kendisine hiç söylemedim bunu ama sanki büyük şair bu dizeleri
Mustafa için yazmıştır.
Yani yüreği temizlikle, dürüstlükle dolu, hilesiz, olduğu gibi
görünen, göründüğü gibi olan bir adam için...
Yazıları, romanları, onun daha güzel bir dünya, daha güzel bir
Türkiye özlemini yansıtır.
Zaman zaman öfkelenir, öfkesi satırlarına vurur.
Ben de yılların daha dingin kıldığı duygularımla onu uyarmaya,
sakinleştirmeye çalışırım ama bir yandan da bilirim ki bu öfke,
gerçeğe duyduğu saygıdan kaynaklanmaktadır. Başka türlü davranmak
elinden gelmez.
İşte böyle bir adamdır Mustafa Mutlu: İnandıklarına katıksız
inanan, sevdiklerini hilesiz seven bir yurtsever...
BEKİR COŞKUN
Mustafa, benim yazarım!
Hani yazarın da yazarı vardır. Mustafa Mutlu, benim
yazarım işte... Onun genç kuşağın örnek gazetecisi, yazarı olduğunu
düşünüyorum... Ve işte elinizde tuttuğunuz bu kitap; uzun karanlık
ve sessiz geceleri, içinde susmayan sorularla boğuşarak geçiren bir
yiğit yüreğin kitabı... Bizim yazılarımızın ömrü bir günlüktür. Ama
bu kitap kütüphanelerde kuşaktan kuşağa kalacak ve çok isterim;
büyüyen çocuklar onlara güzel bir dünya bırakmak için çırpınan bir
cesur yazarı bu kitapta tanıyacak.
MEHMET TEZKAN
Yazılarındaki adam
Yazılarında neyse, Mustafa Mutlu odur... Veya Mustafa
Mutlu neyse, yazıları da odur... Birebir örtüşür... Bu özellik çok
az yazarda vardır...
Yazıları köşelidir, samimidir, içtendir, dobradır, dürüsttür...
Mustafa Mutlu da aynısıdır...
Kalem oynatırken başka, sokakta başka, iş hayatında başka,
ilişkilerinde başka değildir...
2006 yılına kadar tanışmamıştık... Yazılarını okurdum, yazılarından
yola çıkarak beynime yer eden bir imajı vardı... Yollarımız Vatan
gazetesinde kesişti... Hem köşe komşusu olduk, hem oda komşusu...
Dört yıl omuz omuza, dip dibe, yan yana çalıştık...
Yazılarından tanıdığım günlerde beynimde yarattığı imaj
karşımdaydı...
Beni yanıltmadı...
Yazıları gibiydi...
Açık, net, yalın...
Mütevazı, sözünü sakınmayan, haksızlığa dayanamayan, kıvırtmayan,
kıvırtandan hoşlanmayan...
Yazılarındaki gibi yani...
Bu sebeple; “Tanır mısın, nasıl biridir?” diye sorana;
yazılarındaki adamdır diyorum...
· BODRUMDA
159 BİNLİRAYA !
· KENTSELDÖNÜŞÜMÜN
FATURASI 500 MİLYAR TL!
· AVRUPAKONUTLARI
ATAKENT 3’TE 263 BİN LİRAYA!
· EVİNİZ
4 AYSONRA YIKILABİLİR!
· 1000
TL TAKSİTLE !ADANUSPARK’TA METREKARESİ 2 BİN 960 LİRA!
· ERDOĞANBAYRAKTAR:
KÖRFEZ ÜLKELERİ ÇOK CİDDİ!
· BAŞARIR
İNŞAAT KURTKÖYÜ UÇURACAK!
· AKSESUARLARI
DOĞRU KULLANARAK MEKANLARI ZENGİNLEŞTİRİN !
· SOSYAL
TESİSLERİ AÇILDI! 216 SANCAKTEPE’DE 195 BİN LİRAYA!
· 95
BİNTL’YE İSTANBUL’UN MERKEZİNDE
· VATAN
ŞAŞMAZ EVDAĞITACAK
· TÜRK
TELEKOM ALLİANZ KONUT SİGORTASI HEDİYE EDİYOR!
· ANKARAGOLFKENT’TE
1+1 148 BİN TL’YE
· SİVAS
STADYUMUİHALEYE ÇIKIYOR
· EVVİVA
HOME’DA 59 BİN640 TL! 595 TL TAKSİTLE!!
· EVGÖR
MOBİLYA BABALAR GÜNÜ’NE ÖZEL KOLTUK TASARLADI!
· TÜRKTELEKOM
13 MİLYON EVİ SİGORTALIYOR
· TÜRKİYE’YEMİLYAR
DOLARLIK FIRSAT
· KURTKÖY
ELİT GRAND PALAS’TA EXECUTİVE SUİT DAİRELER SATIŞTA!
· VİALAND
AVMEYÜP 2013′TE AÇILACAK!
· SEDASAYANDAN
SOSYAL SORUMLULUK PROJESİ !
· KUŞTEPE’YE
TALİHKUŞU KONDU!
· BAKIRKÖYREFERANS
PROJESİ SATIŞA ÇIKIYOR!
· NEXTLEVEL’DA
3.3 MİLYON TL’YE PENTHOUSE!
· KENTSELDÖNÜŞÜM
YASASI TAM METNİ
· CEMİLE
REKORFİYATA EV ALDI!
· RİSKLİ
EVLER İFŞAEDİLECEK
· 1000
TL PEŞİNAT BEĞENMEZSEN İADE! GOLFKENT’TE 148 BİNLİRADAN
BAŞLIYOR!