Mustafa Koç, Gülen'in ses kayıtları için konuştu! Ananaslar da gayet lezzetliydi!
Gezi protestoları ile başlayan süreçte gündemdeki neredeyse tüm siyasi tartışmalardan payını alan Koç Grubu sessizliğini bozdu.
Aylardır hiçbir röportaj teklifini kabul etmeyen Koç Holding
Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç ile Hürriyet'ten Cansu Camlıbel
Nakkaştepe’deki ofisinde görüştü.
Hem şahsının hem de ailesinin isminin bir şekilde geçtiği bütün
iddialara açık yüreklilikle yanıt verdi. İçinden o meşhur ananasın
da, Başbakan Erdoğan’ın seçim meydanlarında dilinden düşürmediği o
tespihin de, Divan Oteli’nin de, Mustafa Sarıgül’ün de geçtiği
tansiyonlu bir sohbet oldu. Samimiyetle verdiği yanıtların satır
aralarında hem ülkenin genel gidişatına hem de ekonomiye yönelik
ince uyarılar var. Hükümet-Cemaat çekişmesinin kesinlikle bir
tarafı olmadıklarını vurguluyor. Duruşlarını şöyle özetliyor:
“Devletimizle kavga etmek bize yakışmaz. Ama tabii ki biz
itibarımızı 90 yılda bu güne getirdik ve kimseye de
çiğnetmeyiz.”
11 YILDA BÜYÜK İVME
Türk ekonomisinin genel gidişatını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Türk ekonomisi son 11 yılda çok büyük ivme gösterdi tek parti
yönetiminde. Ak Parti döneminde Kemal Derviş’in 2001 yılında
başlattığı ekonomik reformlara neredeyse harfi harfine uyuldu. Bu
da tabii orta ve uzun vadede
meyvelerini verdi. Türkiye’nin her kesimi bu ortamdan faydalandı,
özel sektör de çok büyüdü. Türkiye’nin Batı dünyasındaki itibarının
artmasına çok katkısı oldu. 2008 krizini çok akıllı bir şekilde
yönettik. Bankacılık ve finans sektörünün yeniden
yapılandırılmasından sonra çok kuvvetli bir finans sektörümüzün
olmasının ne kadar önemli olduğunu 2008’den sonra daha da iyi
anladık. Gelişmekte olan pazarlardaki en rağbet edilen ülke Türkiye
oldu. Her ne kadar ekonomimiz hâlâ kırılgan, enerji bağımlı ve cari
açığa karşı çok hassas olsa da yine de bir yabancı için siyasi
ortam müsait olduğu müddetçe Brezilya’dan, Çin’den, Malezya’dan,
Endonezya’dan, Meksika’dan daha rağbet görebilen bir ülke. Bu arada
40 senedir yapılmayan çok ciddi 50 milyar dolara yakın özelleştirme
yapıldı. Bunun da bir sürü artısı var. Ekonominin gelişmesi için
hükümetin vermiş olduğu teşviklerin de öneminin altını çizerek
söylemek isterim. Fakat orta ve uzun vadede ekonomimizin bir evrim
geçirmesi lazım. Bu enerji bağımlılığı devam ettiği sürece bizim
daha katma değerli ürünler üretmemiz lazım ki cari açıkla başa
çıkabilelim. Genç nüfusa istihdam sağlanabilmesi için bu arada
ekonominin her sene yüzde 5 büyümesi lazım.
Koç Topluluğu’nun 2014 itibarıyla geldiği noktayı nasıl
özetlersiniz?
Bugün Koç Topluluğu Türkiye ekonomisinin aşağı yukarı yüzde 10’unu
oluşturuyor, toplam vergilerin neredeyse yüzde 9.5’ini karşılıyor.
Gelir vergisi beyan eden ilk 10 kişi arasında 5 tane Koç ailesi
mensubu var. Geçen gün de onunla ilgili bir ödül aldık. 80 bini
aşkın çalışanımız, 10 bini aşkın bayimiz, birlikte çalıştığımız çok
güçlü yan sanayi şirketlerimiz var. Patent konusunda da açık ara
birinciyiz. 14 tane Ar-Ge merkezimizde 3000’in üzerinde mühendis ve
teknik eleman çalıştırıyoruz. Bütün bu istatistiklere baktığımız
zaman Koç Topluluğu’nun ülke ekonomisindeki yeri net olarak
görülüyor. Biz evrensel değerleri ve kurumsallaşmayı iki önemli
çıpamız olarak görür ve o şekilde çalışırız.
ORTAM GERGİN
17 Aralık sonrasında piyasalarda ciddi bir hassasiyet var. 2008’i
Türkiye akıllıca bertaraf etti dediniz. Şu anda da hükümet aynı
şekilde akıllı bir politika izliyor mu sizce?
Bir kere seçim psikolojisine girildi ve ortam her zamankinden daha
gergin. Bunu göz ardı etmememiz lazım. 17 Aralık’tan beri gelişen
olaylardan dolayı, piyasalar ister istemez tedirgin oluyor. Bu
tansiyon aşağı çekilirse piyasalar da derhal olumlu cevap
verecektir. Güveni hemen yeniden tesis etmemiz lazım, bunu da
başarabiliriz. Bakın, ülkemizi ileriye taşıyacak şey istikrar,
güven ortamı ve iç huzurdur. Demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü,
ifade özgürlüğünü, evrensel değerleri kişisel hak ve özgürlükleri
sürekli ve tutarlı biçimde savunmalıyız. Üstüne basarak söylüyorum:
Bu konuların her birinde gelişmiş ülkelerdeki seviye ne ise bizde
de o olmalıdır. Bir çıt altını bile kabul edemeyiz, etmemeliyiz.
Ayrışmış değil, bütünleşmiş bir toplum olarak, huzurla ve temiz
siyaset ile yaşamalıyız. Ülkemizin ve insanımızın hak ettiği
budur.
ALMANYA’YA BAK
Sızdırılan tapeler siyasette gerginliğe neden oluyor. Son olarak
Başbakan ve oğlu arasında geçtiği iddia edilen bazı konuşmalar
sızdırıldı. Bütün bunlara genel bakışınız nedir?
Bir kere her şeyden evvel bunun ispat edilmesi lazım. Ama algı da
çok önemli. Batı basınına baktığınız zaman -ki ben bunların taraflı
olduğuna hiç inanmıyorum, hakikaten objektif yazıyorlar- Türkiye
ile ilgili çok negatif bir algı oluşmuştur. Bizdeki demokratik
normlar, şeffaflık, hesap verilebilirlik Batı normlarının çok çok
gerisinde. Demokrasi, insan hakları gibi alanlarda anlayış olarak
kat etmemiz gereken daha çok yol var. O bakımdan bence bu
yaşananlar çok üzücüdür. Bu yolsuzluk iddialarının aslı yoksa ispat
edilmesi lazım. Varsa da kimler bunları yapmışsa sonuçlarına
katlanmaları lazım. Geçen hafta haberleri takip ettik, eski Alman
Cumhurbaşkanı aklanmış. Almış olduğu düşük faizli bir krediden
dolayı istifa etmek zorunda kalmıştı. Bir oradaki duruma bakın bir
de buradaki duruma bakın. Arada dağlar kadar fark var.
O halde iddiaları mesnetli mi buluyorsunuz?
Hayır onu söylemiyorum. Burada bir algı var ve bunun karşısında
hiçbir şey yokmuş gibi davranmak veya hepsine külliyen yalan
demenin doğru olmadığına inanıyorum.
‘İş dünyası ve siyasetten pek çok ismin Gülen Cemaati’ne
bağlı bir örgüt tarafından dinlendiği iddiası ortaya atıldı. Öte
yandan karşı taraf da, Cemaat mensupları da Gülen’in konuşmalarının
başka merkezden dinlendiği düşünüyor. Sizlerin isimlerinizin de
içinde geçtiği konuşmalar da sızdırıldı. Bu tape savaşlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?’
Öylesi hassas bir süreçte yapacağım her yorum farklı yerlere
çekilecektir. Az önce de söyledim tekrar ediyorum. Hukukun
üstünlüğünü esas alan bağımsız yargı ve güçler ayrılığı ilkeleri,
temiz siyaset ve iç huzur benim de, bu ülkede yaşayan herkesin de
en büyük beklentisidir.
YAPICI OLMALI
Ümit Boyner’ın başkanlığı sırasında hükümet ile TÜSİAD arasında
sert rüzgârlar esmişti. Muharrem Yılmaz isminin daha ılımlı bir
çizgi için seçildiği yorumları yapılıyordu. Ancak son dönemde o
bile iktidarın hiddetini çekmeyi başardı. TÜSİAD’la çatışmak
iktidarın işine gelen bir şey mi?
TÜSİAD üzerinden popülist siyaset yapmak her partinin, her
iktidarın yaptığı şeydir. Bu ilk değildir, son da olmayacaktır.
Dolayısıyla sadece bu iktidara özel bir şey değil. Geriye dönüp
baktığımızda 70’li senelerden itibaren bu böyleydi. Ama kapalı
kapılar ardında hükümetler yine de TÜSİAD’la iyi ilişkiler içinde
olurdu. Böyle büyük bir sivil toplum kuruluşu için bundan daha
doğal bir şey olamaz. Ümit Hanım’ın devri de çok zordu. Muharrem
Bey’in de devri çok zor bir devir. Allah kolaylık versin. Kendisine
destek olmaya çalışıyoruz. Ben Muharrem Bey’i tanıdığım kadarıyla
eğer bir şeye inanıyorsa ondan bir adım taviz vermez. Her ne kadar
yumuşak görünse de çok sağlam bir duruşu vardır. Nitekim geçenlerde
maruz kaldığı o hakarete girecek olan sözlere de tereddüt etmeden
gerekli cevabı verdi. İsterdik ki TÜSİAD Genel Kurulu’nda yapmış
olduğu o fevkalade konuşmadaki iyi niyetli ve yapıcı sözler dikkate
alınsın. Fakat orada da reaksiyon çok daha değişik oldu. Siyasi
üslup daha yapıcı, herkesi kucaklayıcı, barışçı ve belli bir saygı
düzeyinde olmalı. Ülkemizin devlet ve devlet adamı kültürü de bunu
gerektirir.
O tür tepkilerle karşılaştığınızda ‘Siyasetçiler bunu hep
yapıyor’ deyip geçiyor musunuz yoksa psikolojinizin gerçekten
etkilendiği dönemler oluyor mu?
Psikolojiniz tabii ki etkileniyor. Gerginlik, aslı astarı olmayan
haberler insanın enerjisini günün ilk saatlerinde almaya başlıyor.
Bazen umursamayalım diyoruz ama elimizde olmuyor.
ANADOLU İÇİMİZDE
TÜSİAD bir İstanbul dükalığı mı?
TÜSİAD 43 senedir Türkiye’ye hizmet veriyor ve bu dönem zarfında
tabii bu kurum da çok ciddi evrelerden geçti. Belki ilk başta üç
büyük şehrin önde gelen aileleri tarafından kurulmuş olsa da şimdi
tedarikçisiyle, orta boy işletmeleriyle, Anadolu kaplanlarıyla
Türkiye genelinde çok ciddi bir yaygınlığa sahip. Başkanlarına
bakın hepsi Anadolu’nun bağrından gelmiş insanlar. Biz 1997 yılında
demokratikleşme raporunu ilk çıkardığımızda içeriden bile çok
muhalefet oldu. Ama şimdi o günkünün ne kadar isabetli bir rapor
olduğu ortaya çıktı. TÜSİAD hangi iktidar gelirse gelsin evrensel
demokrasi perspektifinden beklentilerini dile getirmeye devam
edecektir.
Kimileri de diyor ki TÜSİAD sermayenin el değiştirmesinden,
Anadolu sermayesinin yükselmesinden tedirgin olduğu için AK Parti
hükümetini hedef alıyor, eleştiriyor.
Doğru olduğunu düşünmüyorum. Anadolu sermayesi zaten bizim
içimizde. Yönetim Kurulu bir tek İstanbul’daki insanlardan
oluşmuyor. Anadolu sermayesiyle zaten iç içeyiz. Bunları bu şekilde
ayırt edemezsiniz. Tedarikçisiyle, bayisiyle TÜSİAD ‘Eyvah Anadolu
sermayesi yeşeriyor’ gibi bir yaklaşım içinde olamaz, bu mümkün
değil.
Çalışan şehirli kesimlerin içinde bir bölümünün büyük
sermayeye karşı şöyle eleştirisi var: Ekonomi iyi gittiği için AK
Parti hükümetinin demokrasiye bakışındaki sıkıntıları uzun süre göz
ardı ettiler.
Ekonomi iyiye gittiğinde de TÜSİAD her zaman sesini çıkarmıştır.
2010-2011 seneleri ekonominin çok iyi seyrettiği yıllardı. Ümit
Hanım’ın başkanlığında TÜSİAD hükümetle referandumdan dolayı ne
kadar ters düştü hatırlarsınız. Ekonomi iyi gittiği zaman tabii ki
para kazanıldı ama aynı zamanda vergi de verildi, katma değer de
yaratıldı, ihracat da yapıldı, istihdam da yaratıldı. Bunları da
hatırlamak lazım.
İSTİKAMETİMİZ BATI
Hükümetten dış politikada beklentiniz nedir?
Türkiye kayıtsız şartsız Batı’nın bir parçasıdır. Avrupa Birliği
bazen ne kadar gayrisamimi olursa olsun, müzakereleri bıkmadan
usanmadan devam ettirmeliyiz. Tabii ki Ortadoğu veya Rusya ile de
ilişkilerimiz hep iyi olmalı. Ama bizim istikametimiz hep Batı’ya
dönük olmalıdır. Türkiye Avrupa değerleriyle uyumlu bir Avrupa
ülkesi olmalıdır, bu yolculuğun kendisi belki varış noktasından
bile değerlidir.
TÜPRAŞ’la ilgili kaç inceleme, kaç soruşturma açıldı?
Bugüne kadar ne kadar ceza kesildi? Sizce bu cezaların hükümetin
size bakışıyla ilgisi var mı?
Tüpraş’ta denetim süreci devam ediyor, regüle edilen bir piyasada
faaliyette bulunduğu için pek çok kamu kurum ve kuruluşunun gözetim
ve denetimine tabi bir şirkettir. Bu nedenle de sıklıkla ilgili
kamu kurum ve kuruluşları tarafından denetlenmektedir. Ancak ne
yazık ki sizin bu soruyu yöneltmeniz bile artık atılan her adımın
arkasında farklı anlamlar arandığını kanıtlıyor. TÜPRAŞ’ı bir
kenara bırakın, ülkemize asıl zarar veren işte bu algıdır.
Mayısta görüstük
Sizin şahsen Fethullah Gülen ile nasıl bir ilişkiniz var? Hiç
görüştünüz mü?
Ben Türk ekonomisinin neredeyse yüzde 10’unu oluşturan bir
topluluğun yönetim kurulu başkanıyım. Hangi kulvardan olursa
ülkemizde önemli ve etkili olan tüm isimlerle görüşebilirim ve
görüşürüm. Bu da kimseyi ilgilendirmez. Bu bağlamda, ben kendisiyle
görüştüm.
En son ne zaman görüştünüz?
Mayıs ayında ABD’ye gittiğimizde görüştüm.
Peki kendisiyle görüşmüş olmanız Türkiye’deki meşru
hükümete karşı dış güçlerin de desteğini alan yeni bir dizayn
arayışı mı?
Bunların hepsi tamamen hayal ürünü. Biz hiçbir zaman siyaseti
tasarlayan, içinde olan bir konumda olmadık. Hep tarafsız kaldık.
Ben bugün TÜSİAD, MÜSİAD, TUSKON gibi bütün önde gelen sivil toplum
kuruluşlarıyla da ilişkiler içindeyim. Afrika’da iş yapıyoruz. 2011
senesinde Güney Afrika’da çok ciddi bir alım yaptık. TUSKON’un
Afrika’daki faaliyetleri belli. Bir kere beraber Afrika’ya gittik,
ortalık birbirine girdi. Oysa iş geliştirme açısından bundan daha
normal bir şey olamaz.
GAZETEDEN ÖĞRENDİM
Gülen’in sizin Uganda’da bir rafineri alabilmeniz için o ülkenin
devlet başkanı üzerinden devreye girdiği de doğru mu?
Ben de CEO’muz da böyle bir rafinerinin varlığından ve bizim de
dikkatimize getirildiğinden gazeteler aracılığıyla haberdar olduk.
Biz kurumsal ve çok büyük bir yapıyız. Bu tip yurtdışı ihale
fırsatları olunca da profesyonel kadrolarımız değerlendirir, uygun
görürlerse plan ve projeyle bize gelirler. Bu konu enerji grubumuza
aktarılmış, onlar da ilgilenmeyeceğimizi söyleyerek geri dönmüşler.
Velev ki böyle bir şey olsaydı, bir Türk şirketinin Afrika’da bir
rafineri almasından daha doğal ne olabilir ki? İnsan böyle bir şey
olsa ülkesi adına mutlu mu olur, yoksa üzerine komplo teorileri mi
üretmeye çalışır?
Peki eğer böyle bir gündeminiz yoksa sizin neden ülkede
yeni dizayn peşinde olduğunuz iddia ediliyor devamlı?
Ülkemizde komplo teorisi merakı olduğu için memlekette ne ters
giderse hep dışarıdan bilinir. Dış güçler denir, Amerika denir,
İsrail denir. Bir de onların içerideki uzantıları denir. Bizi de
ona yakıştırıyorlar. Bunun sebebini bilmiyorum. Komplo teorilerine
bu kadar zaman ve enerji harcayacağımıza gerçek sorunlarımıza
odaklansak, işimize bakıp yatırıma, kalkınmaya, istihdama
odaklansak daha doğru olmaz mı? Bizim içeride de dışarıda da
itibarımız çok şükür gayet iyi. Dışarı ile ilişkilerimiz gayet iyi.
İster istemez insanlar ‘Türkiye’de neler oluyor’ diye soruyorlar.
Biz de dilimizin döndüğü kadar anlatmaya çalışıyoruz. Yakın zamana
kadar da Türkiye’nin ne kadar iyi gittiğini, Ortadoğu’da büyük
ağabey olarak karar verici bir rol oynadığını anlatıyorduk. Ama
aynı zamanda yanlışlar yapılıyorsa ve biz de bunu gayet iyi niyetli
bir şekilde dile getiriyorsak bunun neresi yanlış? Daha çok kısa
bir zaman önce TÜSİAD Başkanımız Sayın Muharrem Yılmaz böyle bir
açıklama yaptığı için vatan hainliğiyle suçlandı. Bu olacak şey
değil.
Ananas lezzetliydi
Bana Türkiye’nin dört bir yanından, bayilerimizden yörelerine özgü
pek çok şey geliyor. Yoğurdundan, baklavasından halısına ne
isterseniz. Yok o ananas değilmiş de elmasmış, yok o bir şifreymiş.
Bana ananas yollandı. Ben de aradım teşekkür ettim. Bu kadar basit.
Bildiğiniz ananas yani, bu arada gayet de lezzetliydi. Sonra
öğrendik ki Uganda rafinerisiyle değil de ananasıyla meşhurmuş.
Hakikaten. (Gülüyor)
Peki ya tespih?
Beni tanıyan herkes uzun yıllardır tespih koleksiyonum olduğunu
bilir. Hatta basında da yer almıştı. Hediye olarak gelen bir
tespihe bambaşka anlamlar yüklenmesini anlamakta güçlük
çekiyorum.
Taraf değiliz
Siz kendinizi hükümet–Cemaat çekişmesinde bir taraf olarak
görüyor musunuz?
Kesinlikle görmüyorum.
Koç Grubu olarak ikisine de eşit mesafede duruyoruz
diyebiliyor musunuz?
Tabii. Bizim Cemaat’le ya da hükümete ne gibi bir problemimiz
olabilir ki? 2008 senesinde AK Parti’nin kapatılması için dava
açıldığında tesadüfen yurtdışındaydım. Bana ne düşündüğümü
sordular. Ben de “Bir demokraside yapılacak en son şeydir. Bu parti
bir daha kapatılırsa daha kuvvetli bir şekilde haklı olarak geri
gelir. Demokrasilerde parti kapatmalarla bir yere varılmaz, çok
yanlış bir yöntemdir” dedim. Türkiye’ye döndüm. ‘Mustafa Koç AK
Parti’nin kapatılması için Washington’da lobi yapıyor’ diye bir
söylenti çıkardılar. Sayın Başbakan’a gidip durumu izah ettim. O da
anladı sağ olsun. Ankara ile aramızda çok ciddi dezenformasyon
yapılıyor. Bizim hükümete yakın olmamızı istemeyen bir kesim var.
İftira üzerine iftira, yalan üzerine yalan, bir yere kadar. En
sonunda kendinizi çekiyorsunuz tabii. Bakın biz geçmişten beri
hiçbir zaman günlük siyasi çekişmelerin içine girmedik ve tarafsız
kaldık. Ama ülkemizin tüm meseleleriyle de ilgilendik ve katılımcı
olduk. Böyle de devam edeceğiz. Sonuç olarak bu ülke hepimizin
ülkesidir ve tabii ki sahip çıkmak da sorumluluğumuz ve
görevimizdir.
Başbakan ile en son ne zaman görüştünüz?
Bir sene kadar oldu.
Divan Oteli sığınan herkese kapısını açar
Gezi protestolarında çıkan mesajları hep siyasetçilerin alıp
almadığı konuşuldu. İş dünyası o mesajlardan ne aldı, siz ne
gördünüz orada?
Ben fevkalade sağlıklı gördüm, çünkü bu hiçbir ideolojiye
dayanmayan tamamıyla sosyolojik bir hareketti. Bu da çok daha iyi
yönetilebilirdi ama bunu polis zoruyla bastırmaya çalışmak işi çok
başka bir yere taşıdı. Biz de Koç Grubu olarak kendimizi yine
komplo teorilerinin içinde bulduk. Bunun ana nedeni de Divan Oteli
idi. Otelin yerine baktığınız zaman Gezi Parkı’ndan çıktığınız anda
caddeyi geçer geçmez sığınacak tek yer olduğunu görürsünüz.
1950’den beri o civarda soyguna uğrayan, tacize uğrayan, yabancı,
genç, kadın kim varsa Divan Oteli’ne sığınmıştır. Polisten kaçan
insanların da direkt Divan Oteli’nin kapısına dayanmasından daha
normal bir şey olamazdı. Biz de insani hassasiyetlerle kapılarımızı
açtık. Efendim altıncı kattan Koç ailesinin fertleri olayları
yönetiyormuş gibi yine aslı astarı olmayan iddialar ortaya attılar.
Sizi temin ederim hiçbir Koç ailesi ferdi otelde bulunmuyordu ve
otel yönetimine hiçbir talimat da verilmedi.
Oteli sahra hastanesine çevirdiğiniz, ecza deposu haline
getirdiğiniz, erzak dağıttınız iddia edildi.
Tabii daha neler neler... İSPARK’a ait otel otoparkı sanki şahsım
tarafımdan işletiliyormuş gibi yansıtıldı. Basın üzerinden
gerçekdışı birçok ithama maruz kaldık. Üniversitemiz 30 bin kumanya
dağıtmış, otelimizde 20 bin askeri sedye varmış gibi tamamen yalan
pek çok bilgi basına servis edildi. O süreçte hakkımızda yayınlanan
50’ye yakın habere tekzip süreci başlattık. Davaları da hukuk
müşavirliğimiz takip ediyor. Sürecin takipçisi olmayı
sürdüreceğiz.
DEVLETİMİZLE KAVGA ETMEK BİZE YAKIŞMAZ
Ne oluyor burada bir gideyim bakayım dediniz mi, kendi gözlerinizle
görme ihtiyacı hissettiniz mi?
Yok hayır gitmedim. Çok düzenli olarak bilgi geliyordu. Orada da
Muharrem Yılmaz Bey’in dediği gibi, yaralı biri gelmiş evinize
almayacak mısınız? 500 bin Suriyeliye kapımızı açmışız ülke olarak.
O oluyor da bunda ne var? Teröristleri orada saklıyormuşuz gibi bir
yakıştırmaya maruz kaldık ve bundan fevkalade üzüldük. Biz Gezi ve
sonrası süreçte çok fazla üzerimize gelinse de cevap vermemeyi
seçtik, devletimizle kavga etmek bize yakışmaz. Ama tabii ki biz
itibarımızı 90 yılda bu güne getirdik ve kimseye de çiğnetmeyiz. Bu
nedenle tüm yalan haberlere karşı yasal hakkımızı sonuna kadar
koruyacağız.
POLİSE DE YARDIMCI OLMAYA ÇALIŞTIK
15 Haziran akşamı Divan Oteli adeta ateş hattında kaldığında
hükümetten biri ya da Vali nezdinde bir girişiminiz oldu
mu?
Hayır olmadı. Olaylar bittikten sonra zaten polisler uzun bir süre
daha orada kaldılar. Onlara da yardımcı olmaya çalıştık.
Bu sizi rahatsız etti mi?
Hayır hiç rahatsız etmedi. Tabii bir de polisin psikolojisini de
düşünmek lazım. Orada her ne kadar çok yanlış şey yapılmışsa da
17-18 saat zor şartlarda çalışan insanların psikolojisi de bir
yerde bozulabilir. Onun için gerektiğinde polise de yardım etmek
görevdir.
CHP’nin başına getirmek bize mi kaldı
Büyük İstanbul sermayesi olarak aylardır toplantılar yapıp CHP’nin
başına Mustafa Sarıgül’ü getirmeye mi çalışıyorsunuz?
Mustafa Sarıgül herhalde 25 senedir siyasetin içinde. Bize mi kaldı
Mustafa Sarıgül’ü CHP’nin başına getirmek. Kendisi gayet başarılı
Şişli Belediye Başkanlığı yaptı, şimdi de büyükşehir adayı. Yok
efendim Kandilli’de, Çubuklu’da, Amerika’da toplantılar olmuş. Yok
böyle bir şey.