22 Tem 2018 11:56
Son Güncelleme: 24 Kas 2018 02:46
Mustafa Çalışkan FETÖ'yü anlattı: "Hazırlık sınıfında başlayan kavgam hâlâ devam ediyor"
İstanbul Emniyet Müdürü Dr. Mustafa Çalışkan, 15 Temmuz darbe girişiminin seyrini değiştirenlerden biriydi.
Çalışkan, o gece yaşadıklarını, polis kolejinden bildiği
FETÖ’cüleri ‘15 Temmuz Kıyam(Et) Gecesi ve Milli Duruş’ kitabında
yazdı. Çalışkan, kolej yıllarını ve darbe gecesini Hürriyet'ten
İpek Özbey'e anlattı.
“1983 yılında Polis Koleji’ne girdiğimden beri bu grubu takip ediyorum” diyen İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’a göre, FETÖ’yü en iyi tanımlayacak kişiler polisler...
Örgütün; kuruluşundan itibaren istihbarat servislerinin kontrolünde olduğunu söylüyor ve diyor ki: “Bu örgütün elemanları daha başlangıç aşamasında istihbaratçı gibi yetiştiriliyor: Asker ama istihbaratçı asker, eğitimci ama istihbaratçı eğitimci, iyi bir aile babası veya toplumda yaşayan iyi bir insan ama yine istihbaratçı gibi.”
Çalışkan, FETÖ üyeleriyle aynı okulda; polis kolejinde okuduğu yıllara ilişkin çok ilginç bilgiler veriyor: “Polis kolejine başladığımızda okul müdürümüz emekli bir askerdi. 1980 darbesinin etkisi hâlâ devam ediyordu. Okulda o emekli askerin mahiyetinde olanların belki yarıya yakını bu konuya sempatisi olanlardı. Yönetimin yarıya yakını böyleyse, altta bir örgütlenme varsa ve destekleniyorsa, Anadolu’dan çıkıp gelen insanların şansı çok sınırlı.”
Peki 15 yaşındaki gençleri örgüte katılmaya nasıl ikna ediyorlardı?
Şöyle anlatıyor: “Kimi hemşerim kimi bir ihtiyacın var mı diye yaklaşır. Kimi hastalığınla, kimi bir yakınının derdiyle ilgilenir. Bir şekilde sizi ağına düşürür. Onlarla hazırlık sınıfında başlayan kavgam hâlâ devam ediyor. Okulda bu kavgadan dolayı çok sıkıntı çektim. Herkes yan gelip yatıp, derslerden kolay geçerken, ben ekstra çalışmak zorunda kaldım. Abartılı cezalar, baskılarla karşılaştım. 8 yıl boyunca sizi yabancı gibi gören bir yönetim olduğunu düşünün. O yaşta bununla mücadele etmek kolay değildi…”
15 yaşında bir gencin, çevresindekilerin çoğu aynı gruptayken uzak durması da pek kolay değil. Bu zorluğun üstesinden şöyle gelmiş: “Ailem bu konularda bilinçli insanlardı. Biz daha çok devlete yakın, manevi değerleri Anadolu çapında yaşayan bir aileyiz. Bir de kolejdeyken haftada 2-3 kitap okurdum. Okumalarım, ailemin yapısı, biraz da aldığım terbiye sayesinde kurtuldum.”
İKİ YILDA BEŞ TAYİN
Çalışkan FETÖ ile savaşının salt okul hayatında değil, iş hayatında da sürdüğünü vurguluyor:
“Bu insanlarla yıllarca altlı üstlü ranzada yattık. Hem okulda hem teşkilatta varlardı. Ama herkes birbirini bilirdi, mücadelemiz, kavgamız olurdu. Devletin imkânlarıyla bizi üzdükleri oldu. Ayakta kalmaya çalıştık ve kaldık da… İstanbul’da 2 yılda 5 tayin yeri değiştirmek, çok kötü bir adamsınız demektir. Ama değilim, işimi iyi yapıyorum, dikkatliyim, devletime bağlıyım. Onlardan olmadığım için bir cezalandırma yöntemiydi bu. Allah sabrını verdi, dayandım. Soruşturma açtılar, Ergenekon savcıları mahkemelerde beni 3.5 yıl sanık sandalyesinde oturttu.”
100 KİŞİ ATIP 300 KİŞİ ALDILAR
Çalışkan, “Askeriyedeki durum göründüğünden farklıydı” derken FETÖ tuzağını şöyle anlatıyor: “Anadolu’dan gelmiş, namaz kılmayı, eşinin başörtülü olmasını, İslam’a uymayı namus kabul eden, bundan farklı davrandığında kendinde eksiklik hisseden Anadolu insanının yüzde 90’ını YAŞ toplantılarında temizlediler. Bu aslında bir FETÖ operasyonuydu. Atatürkçü insanları işe karıştırarak kavram kargaşası yarattılar. Böylece 100 FETÖ’cü atıyorlarsa yerine 300 FETÖ’cü alıp, kadrolaştılar.”
POLİS SİLAH VERMEZ
İstanbul Emniyet Müdürü Dr. Mustafa Çalışkan, o gece saat 22.29’da polise çok önemli bir anons yaptı: “Silahını verme, gerekirse kullan!” Bu talimat darbenin başarısız kılınmasında en büyük etkenlerden biri oldu. O tarihi anons belki de gecenin dönüm noktasıydı: “Allah biliyor, bir gün sonrasını düşünmedim. Talimatı verdim. Polis silah vermez, kimse de polisin silahını alamaz. “Gerekirse silahınızı kullanın” diye verdiğim talimat kolay bir talimat değil. 22.29’da değil de 00.29’da anons yapsaydım o kadar etkili olmazdı. Kendi personelimizi bile yönlendiremezdik. Polisi de halkı da zor kontrol ederdik, her yere asker girmiş olurdu. Esas olan onları buraya sokmamaktı. 35 bin polisten hiç itiraz eden olmadı. Bu, benim için bir gurur kaynağıdır. Siz insanlara ‘git kardeşim, gerekirse öl’ diyorsunuz, basit bir talimat değil. Polis teşkilatının 17-25 Aralık’tan sonra büyük oranda temizlenmesinin de bu gururlu tabloda çok büyük bir etkisi oldu. Polisin yekvücut olması, sağlam hareket etmesi, tecrübenin kullanılması darbenin en ucuz şekilde atlatılmasını sağladı. Eğer polis halkı doğru yönlendirmesi, nerede duracağını kontrol etmese tarihimize kara leke düşebilirdi.”
O İDDİALAR İÇİN NE DEDİ
İDDİA 1: “15 Temmuz gecesi bazı erler askeri hareketliliği tatbikat zannetti!”
Elinde silah olup tetiğe basan kişi er ya da general olsun, masum kabul edilemez. Genelleme yapanlara, “Erler masum, kandırılmış” diyenlere şunu soruyorum: İnsan babasına, annesine, evladına ateş eder mi? Bu erlerin yapması gereken şuydu: Silahı atacaklardı bir kenara, “Milletime ateş etmem” diyeceklerdi. Yüzlerce insanı yaraladılar, onlarcasını şehit ettiler. Gerekirse ölümü bile göze almalıydılar.
İDDİA 2: “FETÖ’cü askerlerin kafası kesilip köprüden atıldı!”
Kim çıkardı, nereden çıkardı bilmiyorum. Kafa kesme yok, askeri Boğaz’a atmak diye bir şey yok. Bunların hepsi FETÖ’nün bilinçli olarak yaptığı algı yönetimi…
İDDİA 3: “O gece darbecilerden alınan silahlar vatandaşa dağıtıldı!”
Bu işten sorumlu kişi olarak söylüyorum; İstanbul’da bir tek kişiye silah dağıtılmadı. Net söylüyorum, bir tane kayıp yok. Silahların hepsini biz aldık, depomuzda tuttuk, tek tek saydık, tek tek askeriyeye teslim ettik. Üç tane bile kayıp silah olsa onun hesabını sorarlar bizden.
“1983 yılında Polis Koleji’ne girdiğimden beri bu grubu takip ediyorum” diyen İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’a göre, FETÖ’yü en iyi tanımlayacak kişiler polisler...
Örgütün; kuruluşundan itibaren istihbarat servislerinin kontrolünde olduğunu söylüyor ve diyor ki: “Bu örgütün elemanları daha başlangıç aşamasında istihbaratçı gibi yetiştiriliyor: Asker ama istihbaratçı asker, eğitimci ama istihbaratçı eğitimci, iyi bir aile babası veya toplumda yaşayan iyi bir insan ama yine istihbaratçı gibi.”
Çalışkan, FETÖ üyeleriyle aynı okulda; polis kolejinde okuduğu yıllara ilişkin çok ilginç bilgiler veriyor: “Polis kolejine başladığımızda okul müdürümüz emekli bir askerdi. 1980 darbesinin etkisi hâlâ devam ediyordu. Okulda o emekli askerin mahiyetinde olanların belki yarıya yakını bu konuya sempatisi olanlardı. Yönetimin yarıya yakını böyleyse, altta bir örgütlenme varsa ve destekleniyorsa, Anadolu’dan çıkıp gelen insanların şansı çok sınırlı.”
Peki 15 yaşındaki gençleri örgüte katılmaya nasıl ikna ediyorlardı?
Şöyle anlatıyor: “Kimi hemşerim kimi bir ihtiyacın var mı diye yaklaşır. Kimi hastalığınla, kimi bir yakınının derdiyle ilgilenir. Bir şekilde sizi ağına düşürür. Onlarla hazırlık sınıfında başlayan kavgam hâlâ devam ediyor. Okulda bu kavgadan dolayı çok sıkıntı çektim. Herkes yan gelip yatıp, derslerden kolay geçerken, ben ekstra çalışmak zorunda kaldım. Abartılı cezalar, baskılarla karşılaştım. 8 yıl boyunca sizi yabancı gibi gören bir yönetim olduğunu düşünün. O yaşta bununla mücadele etmek kolay değildi…”
15 yaşında bir gencin, çevresindekilerin çoğu aynı gruptayken uzak durması da pek kolay değil. Bu zorluğun üstesinden şöyle gelmiş: “Ailem bu konularda bilinçli insanlardı. Biz daha çok devlete yakın, manevi değerleri Anadolu çapında yaşayan bir aileyiz. Bir de kolejdeyken haftada 2-3 kitap okurdum. Okumalarım, ailemin yapısı, biraz da aldığım terbiye sayesinde kurtuldum.”
İKİ YILDA BEŞ TAYİN
Çalışkan FETÖ ile savaşının salt okul hayatında değil, iş hayatında da sürdüğünü vurguluyor:
“Bu insanlarla yıllarca altlı üstlü ranzada yattık. Hem okulda hem teşkilatta varlardı. Ama herkes birbirini bilirdi, mücadelemiz, kavgamız olurdu. Devletin imkânlarıyla bizi üzdükleri oldu. Ayakta kalmaya çalıştık ve kaldık da… İstanbul’da 2 yılda 5 tayin yeri değiştirmek, çok kötü bir adamsınız demektir. Ama değilim, işimi iyi yapıyorum, dikkatliyim, devletime bağlıyım. Onlardan olmadığım için bir cezalandırma yöntemiydi bu. Allah sabrını verdi, dayandım. Soruşturma açtılar, Ergenekon savcıları mahkemelerde beni 3.5 yıl sanık sandalyesinde oturttu.”
100 KİŞİ ATIP 300 KİŞİ ALDILAR
Çalışkan, “Askeriyedeki durum göründüğünden farklıydı” derken FETÖ tuzağını şöyle anlatıyor: “Anadolu’dan gelmiş, namaz kılmayı, eşinin başörtülü olmasını, İslam’a uymayı namus kabul eden, bundan farklı davrandığında kendinde eksiklik hisseden Anadolu insanının yüzde 90’ını YAŞ toplantılarında temizlediler. Bu aslında bir FETÖ operasyonuydu. Atatürkçü insanları işe karıştırarak kavram kargaşası yarattılar. Böylece 100 FETÖ’cü atıyorlarsa yerine 300 FETÖ’cü alıp, kadrolaştılar.”
POLİS SİLAH VERMEZ
İstanbul Emniyet Müdürü Dr. Mustafa Çalışkan, o gece saat 22.29’da polise çok önemli bir anons yaptı: “Silahını verme, gerekirse kullan!” Bu talimat darbenin başarısız kılınmasında en büyük etkenlerden biri oldu. O tarihi anons belki de gecenin dönüm noktasıydı: “Allah biliyor, bir gün sonrasını düşünmedim. Talimatı verdim. Polis silah vermez, kimse de polisin silahını alamaz. “Gerekirse silahınızı kullanın” diye verdiğim talimat kolay bir talimat değil. 22.29’da değil de 00.29’da anons yapsaydım o kadar etkili olmazdı. Kendi personelimizi bile yönlendiremezdik. Polisi de halkı da zor kontrol ederdik, her yere asker girmiş olurdu. Esas olan onları buraya sokmamaktı. 35 bin polisten hiç itiraz eden olmadı. Bu, benim için bir gurur kaynağıdır. Siz insanlara ‘git kardeşim, gerekirse öl’ diyorsunuz, basit bir talimat değil. Polis teşkilatının 17-25 Aralık’tan sonra büyük oranda temizlenmesinin de bu gururlu tabloda çok büyük bir etkisi oldu. Polisin yekvücut olması, sağlam hareket etmesi, tecrübenin kullanılması darbenin en ucuz şekilde atlatılmasını sağladı. Eğer polis halkı doğru yönlendirmesi, nerede duracağını kontrol etmese tarihimize kara leke düşebilirdi.”
O İDDİALAR İÇİN NE DEDİ
İDDİA 1: “15 Temmuz gecesi bazı erler askeri hareketliliği tatbikat zannetti!”
Elinde silah olup tetiğe basan kişi er ya da general olsun, masum kabul edilemez. Genelleme yapanlara, “Erler masum, kandırılmış” diyenlere şunu soruyorum: İnsan babasına, annesine, evladına ateş eder mi? Bu erlerin yapması gereken şuydu: Silahı atacaklardı bir kenara, “Milletime ateş etmem” diyeceklerdi. Yüzlerce insanı yaraladılar, onlarcasını şehit ettiler. Gerekirse ölümü bile göze almalıydılar.
İDDİA 2: “FETÖ’cü askerlerin kafası kesilip köprüden atıldı!”
Kim çıkardı, nereden çıkardı bilmiyorum. Kafa kesme yok, askeri Boğaz’a atmak diye bir şey yok. Bunların hepsi FETÖ’nün bilinçli olarak yaptığı algı yönetimi…
İDDİA 3: “O gece darbecilerden alınan silahlar vatandaşa dağıtıldı!”
Bu işten sorumlu kişi olarak söylüyorum; İstanbul’da bir tek kişiye silah dağıtılmadı. Net söylüyorum, bir tane kayıp yok. Silahların hepsini biz aldık, depomuzda tuttuk, tek tek saydık, tek tek askeriyeye teslim ettik. Üç tane bile kayıp silah olsa onun hesabını sorarlar bizden.