Mustafa Çalışkan FETÖ'yü anlattı: "Hazırlık sınıfında başlayan kavgam hâlâ devam ediyor"
İstanbul Emniyet Müdürü Dr. Mustafa Çalışkan, 15 Temmuz darbe girişiminin seyrini değiştirenlerden biriydi.
Çalışkan, o gece yaşadıklarını, polis kolejinden bildiği
FETÖ’cüleri ‘15 Temmuz Kıyam(Et) Gecesi ve Milli Duruş’ kitabında
yazdı. Çalışkan, kolej yıllarını ve darbe gecesini Hürriyet'ten
İpek Özbey'e anlattı.
“1983 yılında Polis Koleji’ne girdiğimden beri bu grubu takip
ediyorum” diyen İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’a göre,
FETÖ’yü en iyi tanımlayacak kişiler polisler...
Örgütün; kuruluşundan itibaren istihbarat servislerinin kontrolünde
olduğunu söylüyor ve diyor ki: “Bu örgütün elemanları daha
başlangıç aşamasında istihbaratçı gibi yetiştiriliyor: Asker ama
istihbaratçı asker, eğitimci ama istihbaratçı eğitimci, iyi bir
aile babası veya toplumda yaşayan iyi bir insan ama yine
istihbaratçı gibi.”
Çalışkan, FETÖ üyeleriyle aynı okulda; polis kolejinde okuduğu
yıllara ilişkin çok ilginç bilgiler veriyor: “Polis kolejine
başladığımızda okul müdürümüz emekli bir askerdi. 1980 darbesinin
etkisi hâlâ devam ediyordu. Okulda o emekli askerin mahiyetinde
olanların belki yarıya yakını bu konuya sempatisi olanlardı.
Yönetimin yarıya yakını böyleyse, altta bir örgütlenme varsa ve
destekleniyorsa, Anadolu’dan çıkıp gelen insanların şansı çok
sınırlı.”
Peki 15 yaşındaki gençleri örgüte katılmaya nasıl ikna
ediyorlardı?
Şöyle anlatıyor: “Kimi hemşerim kimi bir ihtiyacın var mı diye
yaklaşır. Kimi hastalığınla, kimi bir yakınının derdiyle ilgilenir.
Bir şekilde sizi ağına düşürür. Onlarla hazırlık sınıfında başlayan
kavgam hâlâ devam ediyor. Okulda bu kavgadan dolayı çok sıkıntı
çektim. Herkes yan gelip yatıp, derslerden kolay geçerken, ben
ekstra çalışmak zorunda kaldım. Abartılı cezalar, baskılarla
karşılaştım. 8 yıl boyunca sizi yabancı gibi gören bir yönetim
olduğunu düşünün. O yaşta bununla mücadele etmek kolay
değildi…”
15 yaşında bir gencin, çevresindekilerin çoğu aynı gruptayken uzak
durması da pek kolay değil. Bu zorluğun üstesinden şöyle gelmiş:
“Ailem bu konularda bilinçli insanlardı. Biz daha çok devlete
yakın, manevi değerleri Anadolu çapında yaşayan bir aileyiz. Bir de
kolejdeyken haftada 2-3 kitap okurdum. Okumalarım, ailemin yapısı,
biraz da aldığım terbiye sayesinde kurtuldum.”
İKİ YILDA BEŞ TAYİN
Çalışkan FETÖ ile savaşının salt okul hayatında değil, iş hayatında
da sürdüğünü vurguluyor:
“Bu insanlarla yıllarca altlı üstlü ranzada yattık. Hem okulda hem
teşkilatta varlardı. Ama herkes birbirini bilirdi, mücadelemiz,
kavgamız olurdu. Devletin imkânlarıyla bizi üzdükleri oldu. Ayakta
kalmaya çalıştık ve kaldık da… İstanbul’da 2 yılda 5 tayin yeri
değiştirmek, çok kötü bir adamsınız demektir. Ama değilim, işimi
iyi yapıyorum, dikkatliyim, devletime bağlıyım. Onlardan olmadığım
için bir cezalandırma yöntemiydi bu. Allah sabrını verdi, dayandım.
Soruşturma açtılar, Ergenekon savcıları mahkemelerde beni 3.5 yıl
sanık sandalyesinde oturttu.”
100 KİŞİ ATIP 300 KİŞİ ALDILAR
Çalışkan, “Askeriyedeki durum göründüğünden farklıydı” derken FETÖ
tuzağını şöyle anlatıyor: “Anadolu’dan gelmiş, namaz kılmayı,
eşinin başörtülü olmasını, İslam’a uymayı namus kabul eden, bundan
farklı davrandığında kendinde eksiklik hisseden Anadolu insanının
yüzde 90’ını YAŞ toplantılarında temizlediler. Bu aslında bir FETÖ
operasyonuydu. Atatürkçü insanları işe karıştırarak kavram
kargaşası yarattılar. Böylece 100 FETÖ’cü atıyorlarsa yerine 300
FETÖ’cü alıp, kadrolaştılar.”
POLİS SİLAH VERMEZ
İstanbul Emniyet Müdürü Dr. Mustafa Çalışkan, o gece saat 22.29’da
polise çok önemli bir anons yaptı: “Silahını verme, gerekirse
kullan!” Bu talimat darbenin başarısız kılınmasında en büyük
etkenlerden biri oldu. O tarihi anons belki de gecenin dönüm
noktasıydı: “Allah biliyor, bir gün sonrasını düşünmedim. Talimatı
verdim. Polis silah vermez, kimse de polisin silahını alamaz.
“Gerekirse silahınızı kullanın” diye verdiğim talimat kolay bir
talimat değil. 22.29’da değil de 00.29’da anons yapsaydım o kadar
etkili olmazdı. Kendi personelimizi bile yönlendiremezdik. Polisi
de halkı da zor kontrol ederdik, her yere asker girmiş olurdu. Esas
olan onları buraya sokmamaktı. 35 bin polisten hiç itiraz eden
olmadı. Bu, benim için bir gurur kaynağıdır. Siz insanlara ‘git
kardeşim, gerekirse öl’ diyorsunuz, basit bir talimat değil. Polis
teşkilatının 17-25 Aralık’tan sonra büyük oranda temizlenmesinin de
bu gururlu tabloda çok büyük bir etkisi oldu. Polisin yekvücut
olması, sağlam hareket etmesi, tecrübenin kullanılması darbenin en
ucuz şekilde atlatılmasını sağladı. Eğer polis halkı doğru
yönlendirmesi, nerede duracağını kontrol etmese tarihimize kara
leke düşebilirdi.”
O İDDİALAR İÇİN NE DEDİ
İDDİA 1: “15 Temmuz gecesi bazı erler askeri
hareketliliği tatbikat zannetti!”
Elinde silah olup tetiğe basan kişi er ya da general olsun, masum
kabul edilemez. Genelleme yapanlara, “Erler masum, kandırılmış”
diyenlere şunu soruyorum: İnsan babasına, annesine, evladına ateş
eder mi? Bu erlerin yapması gereken şuydu: Silahı atacaklardı bir
kenara, “Milletime ateş etmem” diyeceklerdi. Yüzlerce insanı
yaraladılar, onlarcasını şehit ettiler. Gerekirse ölümü bile göze
almalıydılar.
İDDİA 2: “FETÖ’cü askerlerin kafası kesilip
köprüden atıldı!”
Kim çıkardı, nereden çıkardı bilmiyorum. Kafa kesme yok, askeri
Boğaz’a atmak diye bir şey yok. Bunların hepsi FETÖ’nün bilinçli
olarak yaptığı algı yönetimi…
İDDİA 3: “O gece darbecilerden alınan silahlar
vatandaşa dağıtıldı!”
Bu işten sorumlu kişi olarak söylüyorum; İstanbul’da bir tek kişiye
silah dağıtılmadı. Net söylüyorum, bir tane kayıp yok. Silahların
hepsini biz aldık, depomuzda tuttuk, tek tek saydık, tek tek
askeriyeye teslim ettik. Üç tane bile kayıp silah olsa onun
hesabını sorarlar bizden.