06 Haz 2016 09:34
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:17
Mustafa Akyol'dan bomba açıklama: 'Star Gazetesi'nden atılmam için en üstten iki kez telefon geldi!'
Star gazetesi, Mustafa Akyol ile 2 yıl önce yollarını ayırmıştı.
Gazeteci-Yazar Mustafa Akyol, 2014 Haziran’ında Star gazetesindeki
yazılarına, gazete yönetimine en üstten gelen üst üste 2 telefondan
sonra son verildiğini söyledi. Akyol, “İlk telefon gelmesine rağmen
bir süre yazmaya devam etmemden sonra ikinci bir telefon geldi.
Zaten ilk telefonun gereğini yerine getirmeyen kişi de (Mustafa
Karaalioğlu) bir süre sonra gönderildi" ifadesini kullandı.
2010 referandumunda 'Evet' oyu verdiğini hatırlatan Akyol, "Yargıdaki o Kemalist ağırlık ortadan kalkarken bu sefer muhafazakâr ağırlık ortaya çıktı. Keşke yargıda o damar da biraz kalsaymış, bir denge olsaymış" yorumu yaptı. "Türkiye'de biz bir hegemonyadan öbür hegemonyaya gittik. Yeni hegemonya içinde de bir çatışma oldu. AK Parti-Cemaat şeklinde" diyen Akyol, "Bu da tek bir şahıs hegemonyasına dönüştü bugün. Yani Kemalistlerin otoriter yönünü eleştirirken muhafazakârların otoriter potansiyelini yeterince görmemişim. Referandumda ‘hayır' çıksa, yargıda belki bugün yaşadığımız sorunları yaşamayacaktık" görüşünü dile getirdi.
Özgür Düşünce'den Hüseyin Keleş'in sorularını yanıtlayan (6 Haziran 2016) Akyol'un açıklamaları şöyle:
"Avcı ile söyleşim Zarrab'ı aklamaz"
*Reza Zarrab'ın avukatı sizin Hanefi Avcı'yla yaptığınız bir söyleşiyi referans gösterdi. Zarrab'ı aklıyor musunuz hakikaten?
Ben Zarrab'ı akladığımı zannetmiyorum. İçeriğinde de böyle bir aklama söz konusu değil. 2 yıl kadar önce Hanefi Avcı'yla bir söyleşi yaptım. Hanefi Avcı'nın o dönemde iktidar propagandası yapanlardan daha hakkaniyetli olduğunu düşünürüm bazı konularda. Hanefi Avcı'nın röportajını Reza Zarrab neden kullanmış olabilir? Herhalde bu konuda yazılmış az İngilizce materyal var. ‘Evet, paralel yapı diye bir şey var, bu röportaj da bunu kanıtlıyor' deyip, herhalde bunu Google'dan arayıp buldular. Ama röportajın içeriğinde Reza Zarrab'ın adı geçmiyor.
*Bu, mahkeme tarafından dikkate alınır mı?
Alınacağını sanmıyorum, çünkü olaya rasyonel olarak bakan herhangi bir insan şunu görebilir. Bir soruşturmada, soruşturmayı yürüten savcıların siyasi niyetleri, dünya görüşleri ayrı mesele, buldukları delil ayrı mesele. Evet, bu savcılar belli bir cemaat mensubu olabilirler. Bu, AK Parti'yle çıkan kavganın bir parçası olabilir. Ama bundan bağımsız olarak adamlar bir şey bulmuş. Bu savcı Gezici bir savcı da olabilirdi, İşçi Partili bir savcı da olabilirdi. Gerçi İşçi Partililer şu anda AK Parti'yi seviyorlar. Biz bunu Ferhat Sarıkaya olayında da gördük. Ben hukukçu arkadaşlara sordum o dönem. Hepsi ‘deliller sağlam' dedi. E ben ne yapayım artık. Ama burada tuhafıma giden bir şey oldu. 17-25 Aralık soruşturmasında devreye giren Selam-Tevhid soruşturması. Aklıma yatmadı.
*Savcılar diyorsunuz ama bazı savcılar çıkıyor ‘Benim bu hareketle bir alakam yoktur' diyor. Biraz toptancı ve ezberden yaklaşılmıyor mu bu meseleye?
Ben hiçbir savcıyı ‘Buradandır, şuradandır' diye ispatlayamam. Türkiye'deki genel bir algıdan bahsediyorum. Belli savcıların aldığı hukuki pozisyonların aynı zamanda Cemaat'e yakın medyada ya da Cemaat mensubu insanların sosyal medya hesaplarında desteklendiğini görüyorum. Bu tabloyu bir araya getirdiğiniz zaman böyle bir algı oluşuyor.
*Buradan biraz sert bir geçiş yapalım. İslamcılık meselesine epeyce kafa yoran birisiniz. Bugün muhaliflerin dilinde hep şu söz var ‘Ah şu siyasal İslamcılar.' Nedir bu mesele? İslamcılık kötü bir şey mi yoksa AKP içini mi boşalttı bu kavramın?
19. Yüzyıl Osmanlı İslamcılığını ayırıyorum bir kenara; 20. Yüzyıl'da özellikle Müslüman Kardeşler hareketiyle başlayan, İslamiyet'ten bir politik ideoloji, devlet sistemi türeten; bunu yaparken de tabii ki geleneksel kavramları kullanan, bunları ideolojik bir formata sokan, İslam'ı da iktidara getirilmesi gereken bir ideoloji gibi anlayan akım. İslamcıların şöyle bir hatası oldu; bu kavram politik ideoloji gibi tarif edildikçe İslami hedef bunu iktidara getirmek oldu. İslam'ın esası olan iman ve ahlak gibi kavramlar önemini kaybetti. Yani birinci hedef iktidar oldu.
"AK Parti, pür Erdoğanist bir parti oldu"
*AK Parti İslamcılığı mı temsil ediyor?
‘AK Parti pür İslamcı bir parti mi' diye sorarsanız, ‘hayır' derim. Bugün AK Parti ‘Pür Erdoğanist' bir parti. İslamist değil, Erdoğanist… Bunun içinde İslamcılık da bir tema. Milliyetçi temalar da var, Osmanlıcı temalar da var, son yıllarda ulusalcı temalar da var. Bugün AK Parti'de duyduğumuz bazı söylemler çok açık ulusalcı söylemlerdir. Yani 2000'lerin başlarında Perinçek ve o çevreden duyduğumuz söylemler. Nasıl ki Türkiye'de Kemalizm iktidarı vardı, bugün de bir Erdoğanizm furyası var. Kemalizm kadar henüz kendini tahkim etmiş değil ama çok benziyor.
"Star'dan atılmam için
en üstten iki kez telefon geldi"
*Sedat Laçiner'le birlikte Haziran 2014'te Star'daki yazılarınıza son verildi. Medyadaki bu değişim rüzgârı mı vurdu sizi?
Yusuf Ziya Cömert o dönem yazı işleri müdürüydü. Bir çay içtik. Ben zaten bekliyordum. Hatta şaşırmıştım, hala yollamadılar diye. Birkaç yazım yayımlanmadı. Acaba keseyim mi dedim ama sonra gittiği kadar gitsin diye düşündüm. Buluştuk Yusuf Ziya Cömert'le, ‘Ya Mustafa kusura bakma biliyorsun durumu' dedi.
"Önce ben atıldım,
sonra beni atmamak için direnen"
*Neymiş o durum?
Durum, kendilerine gelen ‘Bu adam yazmasın' telefonu. Bu kadar. Yani bu okurlardan gelen tepki değil. Okurlardan da tepki geliyordur eminim ama durumun tam tanımı en üstten gelen telefon. Hatta öyle bir telefon gelmesine rağmen bir süre yazmaya devam etmemden sonra ikinci bir telefon geldi. Zaten ilk telefonun gereğini yerine getirmeyen kişi de bir süre sonra gönderildi.
*Karaalioğlu mu?
Evet. Benim bildiğim bu. Ben, kendi macerama dair bir şey söylemek istiyorum. Ben AK Parti'yi çok sevmiştim. Çok destekledim. AK Parti'nin Türkiye'de dönüştürücü demokrat gücünün dünya için bir model olduğuna inandım. Bunu dünyanın dört bir tarafında anlattım. Fakat 2011'den sonra hafif hafif kafamda soru işaretleri oluşmaya başladı. Mesela bazı tartışmalar çıktı; ilahiyatlardan felsefenin çıkarılması, evlere müdahale etme falan. Bunlardan sonra ‘Acaba AK Parti zannettiğimiz kadar demokrat değil mi' sorusunu sormaya başladım. O dönem eleştirel yazılar yazmaya başladım. Dostça yazdım. Ben şöyle düşünürler dedim; ‘Bu adam ya da bu adamlar bizi yıllarca en zor dönemde destekledi, bugün eleştirel bir şey diyorlarsa herhalde bir bildikleri vardır.' Fakat bir noktadan sonra o şuna döndü; ‘Bu adam bizi bu kadar sene destekledi, şimdi eleştiriyor. Neden eleştiriyor? Demek ki bu hainmiş.' O zaman daha çok nefret ediyorlar. En zor dönemde AK Parti'nin karşısında olanlar, bu dönemde AK Parti'ye akıl veren insanlar haline geldi. Bu bana ders oldu.
"17 Aralık'tan sonra benim gibi
insanlara yer kalmadı"
*Gezi olayı da düşüncelerinizin değişmesinde etkili oldu mu?
Gezi'de endişelerim biraz daha arttı. Tadım kaçtı. Ben Gezici falan değildim. Eylemcilerin bir kısmının da taşkınlık yaptığını, bazılarının Erdoğan'ın ailesine küfür ettiğini, Vandalizm yaptığını falan görüyordum. Fakat benim için mesele, iktidarın buna nasıl tepki vereceğiydi. Abdullah Gül ve Bülent Arınç doğru tepki verdi. Öteki tarafta ise ‘Polisi üzerlerine salar, hadlerini bildiririz' tepkisi vardı. Bir de ‘Dış güçler, hainler' söylemi ortaya çıktı. Dedim ki ‘Eyvah'; bu bildiğimiz 12 Eylül'ün Kemalizm söylemi. Bunu eski statükoya anlatırdık, bir baktım Gezi'de aynısı hatta daha da hararetlisi AK Parti'de karşıma çıktı. Gezi olaylarında bana tepkiler başlamıştı. O mahallede artık yerimin olmadığını hissetmeye başladım. 17 Aralık sürecinden sonra da Erdoğan'ın çevresi daha da defansif ve katı bir hale geldi ve benim gibi insanlara orada yer kalmadı. Enteresandır, o dönemde AK Parti'nin yanında duranlara da yer kalmadı. Bugün Gülay Göktürk, Etyen Mahçupyan gibi… Bana sorarsanız bu isimler biraz geç kaldı. Mesela Mahçupyan'ın bugünkü yazılarını beğeniyorum ama 3 yıl önce okumak isterdim o yazıları.
"Karar'ın ortadan kaldırılmasını
isteyen bazı eğilimler var"
*Mustafa Karaalioğlu ve ekibi, Karar'ı çıkardı. Ne dersiniz, Davutoğlu'ndan sonra yürür mü?
İnşallah yürür. Doğrudan Davutoğlu projesi olduğunu sanmıyorum. Benim gördüğüm kadarıyla AK Parti'nin eski dönemine özlem duyan, son yıllardaki yozlaşmadan rahatsız olan insanların kurduğu bir gazete. Bence iyi yaptılar. Dilerim devam ederler. Çünkü Türkiye'de şöyle bir tehlike var; tek bir fikir hâkim oluyor. Sözcü gazetesine hâkim olmuyor. Ama zaten o önemli değil. Muhafazakâr dünyaya, merkez sağa bu görüş hâkim oluyor. Dolayısıyla da bu görüşü eleştiren insanlar özellikle ortadan kaybedilmeye çalışılıyor. Bence Karar gazetesinin ortadan kaldırılması isteyen, iktidar içinde bazı eğilimler vardır. Bugün Fehmi Koru niçin yazmıyor? Yılmaz Özdil'in yazması AK Parti için bir sorun değildir hatta faydalıdır.
*Üniversiteden bu yana Kürt sorunu üzerine çokça kafa yormuş ve yazmış bir isimsiniz. Ülke, Akil İnsanlar heyetinden 10 ayda 550 şehit durumuna nasıl geldi?
Kürt meselesinde buraya nasıl gelindiği, AK Parti'nin bir dönem karşı çıktığı bütün mantıkları bir anda hızla ve hışımla nasıl benimsediğinin örneklerinden bir tanesi. AK Parti, baştan beri Kürt meselesinin Türkiye'de siyasi bir çözümle bitebileceğini söyledi. Hayata da geçirdiler. Bunu ben hala destekliyorum. Mesela Oslo süreci gerekli bir şeydi. Zannedersem şöyle düşünüyorlar şimdi; ‘Yapılması gereken her şeyi yaptık, daha ne yapalım. PKK hala mücadele ediyorsa demek ki bu komplo, uluslararası bir şey.' AK Parti pek çok şeyi yaptı ama öteki tarafta da talepler artıyor. Bugün mesele sadece dil meselesi değil. ‘Özyönetim' talebi var. Bence yanlış bir talep ama böyle bir talep var. Bu talebe karşılık AK Parti eski askeri yöntem stratejisine geri döndü. Şöyle iyi bir ihtimal bırakıyorum; ‘PKK'ya biraz ders verelim, zayıflasın; sonra yine masaya otururuz' planları olabilir. Umudum budur ama ‘Son terörist kalana kadar biz bunları yok edeceğiz' söylemi tam 90'lar söylemidir. Bu yola giderse ‘analar ağlamasın' söylemi tarih olacak. Ve bu mesele bitmeyecek.
*Akil İnsanlar hamlesi çok başarılı olmadı sanırım?
Akil İnsanların içinde çok kıymetli isimler vardı. Bu işe samimi bir şekilde girdiler, uğraştılar. Fakat proje baştan iyi kurgulanmadı. Akil İnsanlar'ın rolü, ‘Hakemlik' rolüdür. Ama bizde Akil İnsanlar'a propaganda rolü verildi. Tamam, bu da gerekliydi ama gereken sadece bu değildi. Gereken, hakemlik rolüydü. Zaten iktidar hakemlik rolünü kabul etmiyor. Yargının hakem olmasını kabul etmiyor, uluslararası kuruluşların hakem olmasını kabul etmiyor, Türkiye içinde bağımsız bir inisiyatifin hakem olmasını kabul etmiyor. İtaat edilmesini istiyor. Bunun için Akil İnsanlar, kuruluşu itibariyle sürece katkı sağlayacak bir yapı değildi.
"Referandumdan 'hayır' çıksa
bugün yargıdaki sorunları yaşamazdık"
*Türkiye'deki kırılma noktalarından biri 2010'daki Anayasa Referandumu. Bir tweetinizde ‘Hayır dense belki daha iyi olurdu' diyorsunuz. Neden?
O dönem ‘evet'i savunmuştum. Türkiye'deki statükoya eleştirel bakıyordum. Mesela hâlâ başörtüsü yasaklarını savunan bir yargı vardı. Biraz onların vebali vardır bu işte. Onlar gitsin de yerlerine birileri gelsin diye çok savundum. Çünkü onlar hakikaten çok otoriterdi. Bugün bazı Kemalistler bize şunu diyor: ‘Gördünüz mü ne oldu?' İyi güzel de sizden de kurtulmak istiyorduk. Üniversiteye giren öğrencinin başörtüsünü engelliyordunuz. Fakat yargıdaki o Kemalist ağırlık ortadan kalkarken bu sefer muhafazakâr ağırlık ortaya çıktı. Keşke yargıda o damar da biraz kalsaymış, bir denge olsaymış. Türkiye'de biz bir hegemonyadan öbür hegemonyaya gittik. Yeni hegemonya içinde de bir çatışma oldu. AK Parti-Cemaat şeklinde. Bu da tek bir şahıs hegemonyasına dönüştü bugün. Yani Kemalistlerin otoriter yönünü eleştirirken muhafazakârların otoriter potansiyelini yeterince görmemişim. Referandumda ‘hayır' çıksa, yargıda belki bugün yaşadığımız sorunları yaşamayacaktık.
"MGK'yı tanımam, terör iddiası komik"
*MGK'dan Cemaat için ‘terör örgütü' diye bir karar alındığı söylendi. Nasıl değerlendirirsiniz?
Ben MGK'yı tanımam. Eskiden de tanımazdım. MGK eskiden de irtica tanımı yapardı. Benim kitabımda irtica diye bir şey yazmaz. Bugün de MGK'nın neye karar verdiği benim için önemli bir şey değil. Hizmet Hareketi, terör örgütü olarak tanımlanamaz. Terör örgütünün belli standartları var. Silahlı eylem, sivillere saldırı falan. Bunu görüyor muyuz? Hayır. Terör örgütü meselesi komik bir şey açıkçası. Zaten suçlamalar arasında bile yok bu. Suçlama ne? ‘Bu hareketin bazı mensuplarının bürokraside kasten önemli yerlere geldikleri, bu güçlerini yanlış kullandıkları…' Bu suçlamalar varsa, bu suçlamalarla mahkemeye götürürsünüz bu insanları. Fakat Manisa'da çocuklar okusun diye burs veren insan suçlu kılınamaz.
"Bu mantıkla, devir değiştiğinde
'AKTÖ' diye bir şey çıkar"
Siz iddia edilen suçlara bakarak milyonlarca insanı, onlar da aynı dünya görüşünde ve aynı camia içinde diye suçlayamazsınız. Bu cari olursa, bir gün Türkiye'de devir değişir ve ‘AKTÖ' diye bir şey çıkar. AK Parti'nin falanca ilçe başkanını da terör örgütü diye tanımlasanız, onları tutuklarsınız. AK Parti'nin kadın kollarından kapı kapı oy isteyen iyi niyetli insanlara terör örgütü diyebilirsiniz. Bu tanımlamayı getirenler başlarına bunun geleceğini düşünmüyorlar. Hizmet Hareketi'nin bürokraside bazı kurumları hedeflediğini ve burada olmaya çalıştığını düşünüyor ve bunun bir hata olduğunu düşünüyorum. Fakat bunu en fazla teşvik ve tahkim eden de Erdoğan'dır. ‘Ne istediler de vermedik' diyen Erdoğan'dır.
2010 referandumunda 'Evet' oyu verdiğini hatırlatan Akyol, "Yargıdaki o Kemalist ağırlık ortadan kalkarken bu sefer muhafazakâr ağırlık ortaya çıktı. Keşke yargıda o damar da biraz kalsaymış, bir denge olsaymış" yorumu yaptı. "Türkiye'de biz bir hegemonyadan öbür hegemonyaya gittik. Yeni hegemonya içinde de bir çatışma oldu. AK Parti-Cemaat şeklinde" diyen Akyol, "Bu da tek bir şahıs hegemonyasına dönüştü bugün. Yani Kemalistlerin otoriter yönünü eleştirirken muhafazakârların otoriter potansiyelini yeterince görmemişim. Referandumda ‘hayır' çıksa, yargıda belki bugün yaşadığımız sorunları yaşamayacaktık" görüşünü dile getirdi.
Özgür Düşünce'den Hüseyin Keleş'in sorularını yanıtlayan (6 Haziran 2016) Akyol'un açıklamaları şöyle:
"Avcı ile söyleşim Zarrab'ı aklamaz"
*Reza Zarrab'ın avukatı sizin Hanefi Avcı'yla yaptığınız bir söyleşiyi referans gösterdi. Zarrab'ı aklıyor musunuz hakikaten?
Ben Zarrab'ı akladığımı zannetmiyorum. İçeriğinde de böyle bir aklama söz konusu değil. 2 yıl kadar önce Hanefi Avcı'yla bir söyleşi yaptım. Hanefi Avcı'nın o dönemde iktidar propagandası yapanlardan daha hakkaniyetli olduğunu düşünürüm bazı konularda. Hanefi Avcı'nın röportajını Reza Zarrab neden kullanmış olabilir? Herhalde bu konuda yazılmış az İngilizce materyal var. ‘Evet, paralel yapı diye bir şey var, bu röportaj da bunu kanıtlıyor' deyip, herhalde bunu Google'dan arayıp buldular. Ama röportajın içeriğinde Reza Zarrab'ın adı geçmiyor.
*Bu, mahkeme tarafından dikkate alınır mı?
Alınacağını sanmıyorum, çünkü olaya rasyonel olarak bakan herhangi bir insan şunu görebilir. Bir soruşturmada, soruşturmayı yürüten savcıların siyasi niyetleri, dünya görüşleri ayrı mesele, buldukları delil ayrı mesele. Evet, bu savcılar belli bir cemaat mensubu olabilirler. Bu, AK Parti'yle çıkan kavganın bir parçası olabilir. Ama bundan bağımsız olarak adamlar bir şey bulmuş. Bu savcı Gezici bir savcı da olabilirdi, İşçi Partili bir savcı da olabilirdi. Gerçi İşçi Partililer şu anda AK Parti'yi seviyorlar. Biz bunu Ferhat Sarıkaya olayında da gördük. Ben hukukçu arkadaşlara sordum o dönem. Hepsi ‘deliller sağlam' dedi. E ben ne yapayım artık. Ama burada tuhafıma giden bir şey oldu. 17-25 Aralık soruşturmasında devreye giren Selam-Tevhid soruşturması. Aklıma yatmadı.
*Savcılar diyorsunuz ama bazı savcılar çıkıyor ‘Benim bu hareketle bir alakam yoktur' diyor. Biraz toptancı ve ezberden yaklaşılmıyor mu bu meseleye?
Ben hiçbir savcıyı ‘Buradandır, şuradandır' diye ispatlayamam. Türkiye'deki genel bir algıdan bahsediyorum. Belli savcıların aldığı hukuki pozisyonların aynı zamanda Cemaat'e yakın medyada ya da Cemaat mensubu insanların sosyal medya hesaplarında desteklendiğini görüyorum. Bu tabloyu bir araya getirdiğiniz zaman böyle bir algı oluşuyor.
*Buradan biraz sert bir geçiş yapalım. İslamcılık meselesine epeyce kafa yoran birisiniz. Bugün muhaliflerin dilinde hep şu söz var ‘Ah şu siyasal İslamcılar.' Nedir bu mesele? İslamcılık kötü bir şey mi yoksa AKP içini mi boşalttı bu kavramın?
19. Yüzyıl Osmanlı İslamcılığını ayırıyorum bir kenara; 20. Yüzyıl'da özellikle Müslüman Kardeşler hareketiyle başlayan, İslamiyet'ten bir politik ideoloji, devlet sistemi türeten; bunu yaparken de tabii ki geleneksel kavramları kullanan, bunları ideolojik bir formata sokan, İslam'ı da iktidara getirilmesi gereken bir ideoloji gibi anlayan akım. İslamcıların şöyle bir hatası oldu; bu kavram politik ideoloji gibi tarif edildikçe İslami hedef bunu iktidara getirmek oldu. İslam'ın esası olan iman ve ahlak gibi kavramlar önemini kaybetti. Yani birinci hedef iktidar oldu.
"AK Parti, pür Erdoğanist bir parti oldu"
*AK Parti İslamcılığı mı temsil ediyor?
‘AK Parti pür İslamcı bir parti mi' diye sorarsanız, ‘hayır' derim. Bugün AK Parti ‘Pür Erdoğanist' bir parti. İslamist değil, Erdoğanist… Bunun içinde İslamcılık da bir tema. Milliyetçi temalar da var, Osmanlıcı temalar da var, son yıllarda ulusalcı temalar da var. Bugün AK Parti'de duyduğumuz bazı söylemler çok açık ulusalcı söylemlerdir. Yani 2000'lerin başlarında Perinçek ve o çevreden duyduğumuz söylemler. Nasıl ki Türkiye'de Kemalizm iktidarı vardı, bugün de bir Erdoğanizm furyası var. Kemalizm kadar henüz kendini tahkim etmiş değil ama çok benziyor.
"Star'dan atılmam için
en üstten iki kez telefon geldi"
*Sedat Laçiner'le birlikte Haziran 2014'te Star'daki yazılarınıza son verildi. Medyadaki bu değişim rüzgârı mı vurdu sizi?
Yusuf Ziya Cömert o dönem yazı işleri müdürüydü. Bir çay içtik. Ben zaten bekliyordum. Hatta şaşırmıştım, hala yollamadılar diye. Birkaç yazım yayımlanmadı. Acaba keseyim mi dedim ama sonra gittiği kadar gitsin diye düşündüm. Buluştuk Yusuf Ziya Cömert'le, ‘Ya Mustafa kusura bakma biliyorsun durumu' dedi.
"Önce ben atıldım,
sonra beni atmamak için direnen"
*Neymiş o durum?
Durum, kendilerine gelen ‘Bu adam yazmasın' telefonu. Bu kadar. Yani bu okurlardan gelen tepki değil. Okurlardan da tepki geliyordur eminim ama durumun tam tanımı en üstten gelen telefon. Hatta öyle bir telefon gelmesine rağmen bir süre yazmaya devam etmemden sonra ikinci bir telefon geldi. Zaten ilk telefonun gereğini yerine getirmeyen kişi de bir süre sonra gönderildi.
*Karaalioğlu mu?
Evet. Benim bildiğim bu. Ben, kendi macerama dair bir şey söylemek istiyorum. Ben AK Parti'yi çok sevmiştim. Çok destekledim. AK Parti'nin Türkiye'de dönüştürücü demokrat gücünün dünya için bir model olduğuna inandım. Bunu dünyanın dört bir tarafında anlattım. Fakat 2011'den sonra hafif hafif kafamda soru işaretleri oluşmaya başladı. Mesela bazı tartışmalar çıktı; ilahiyatlardan felsefenin çıkarılması, evlere müdahale etme falan. Bunlardan sonra ‘Acaba AK Parti zannettiğimiz kadar demokrat değil mi' sorusunu sormaya başladım. O dönem eleştirel yazılar yazmaya başladım. Dostça yazdım. Ben şöyle düşünürler dedim; ‘Bu adam ya da bu adamlar bizi yıllarca en zor dönemde destekledi, bugün eleştirel bir şey diyorlarsa herhalde bir bildikleri vardır.' Fakat bir noktadan sonra o şuna döndü; ‘Bu adam bizi bu kadar sene destekledi, şimdi eleştiriyor. Neden eleştiriyor? Demek ki bu hainmiş.' O zaman daha çok nefret ediyorlar. En zor dönemde AK Parti'nin karşısında olanlar, bu dönemde AK Parti'ye akıl veren insanlar haline geldi. Bu bana ders oldu.
"17 Aralık'tan sonra benim gibi
insanlara yer kalmadı"
*Gezi olayı da düşüncelerinizin değişmesinde etkili oldu mu?
Gezi'de endişelerim biraz daha arttı. Tadım kaçtı. Ben Gezici falan değildim. Eylemcilerin bir kısmının da taşkınlık yaptığını, bazılarının Erdoğan'ın ailesine küfür ettiğini, Vandalizm yaptığını falan görüyordum. Fakat benim için mesele, iktidarın buna nasıl tepki vereceğiydi. Abdullah Gül ve Bülent Arınç doğru tepki verdi. Öteki tarafta ise ‘Polisi üzerlerine salar, hadlerini bildiririz' tepkisi vardı. Bir de ‘Dış güçler, hainler' söylemi ortaya çıktı. Dedim ki ‘Eyvah'; bu bildiğimiz 12 Eylül'ün Kemalizm söylemi. Bunu eski statükoya anlatırdık, bir baktım Gezi'de aynısı hatta daha da hararetlisi AK Parti'de karşıma çıktı. Gezi olaylarında bana tepkiler başlamıştı. O mahallede artık yerimin olmadığını hissetmeye başladım. 17 Aralık sürecinden sonra da Erdoğan'ın çevresi daha da defansif ve katı bir hale geldi ve benim gibi insanlara orada yer kalmadı. Enteresandır, o dönemde AK Parti'nin yanında duranlara da yer kalmadı. Bugün Gülay Göktürk, Etyen Mahçupyan gibi… Bana sorarsanız bu isimler biraz geç kaldı. Mesela Mahçupyan'ın bugünkü yazılarını beğeniyorum ama 3 yıl önce okumak isterdim o yazıları.
"Karar'ın ortadan kaldırılmasını
isteyen bazı eğilimler var"
*Mustafa Karaalioğlu ve ekibi, Karar'ı çıkardı. Ne dersiniz, Davutoğlu'ndan sonra yürür mü?
İnşallah yürür. Doğrudan Davutoğlu projesi olduğunu sanmıyorum. Benim gördüğüm kadarıyla AK Parti'nin eski dönemine özlem duyan, son yıllardaki yozlaşmadan rahatsız olan insanların kurduğu bir gazete. Bence iyi yaptılar. Dilerim devam ederler. Çünkü Türkiye'de şöyle bir tehlike var; tek bir fikir hâkim oluyor. Sözcü gazetesine hâkim olmuyor. Ama zaten o önemli değil. Muhafazakâr dünyaya, merkez sağa bu görüş hâkim oluyor. Dolayısıyla da bu görüşü eleştiren insanlar özellikle ortadan kaybedilmeye çalışılıyor. Bence Karar gazetesinin ortadan kaldırılması isteyen, iktidar içinde bazı eğilimler vardır. Bugün Fehmi Koru niçin yazmıyor? Yılmaz Özdil'in yazması AK Parti için bir sorun değildir hatta faydalıdır.
*Üniversiteden bu yana Kürt sorunu üzerine çokça kafa yormuş ve yazmış bir isimsiniz. Ülke, Akil İnsanlar heyetinden 10 ayda 550 şehit durumuna nasıl geldi?
Kürt meselesinde buraya nasıl gelindiği, AK Parti'nin bir dönem karşı çıktığı bütün mantıkları bir anda hızla ve hışımla nasıl benimsediğinin örneklerinden bir tanesi. AK Parti, baştan beri Kürt meselesinin Türkiye'de siyasi bir çözümle bitebileceğini söyledi. Hayata da geçirdiler. Bunu ben hala destekliyorum. Mesela Oslo süreci gerekli bir şeydi. Zannedersem şöyle düşünüyorlar şimdi; ‘Yapılması gereken her şeyi yaptık, daha ne yapalım. PKK hala mücadele ediyorsa demek ki bu komplo, uluslararası bir şey.' AK Parti pek çok şeyi yaptı ama öteki tarafta da talepler artıyor. Bugün mesele sadece dil meselesi değil. ‘Özyönetim' talebi var. Bence yanlış bir talep ama böyle bir talep var. Bu talebe karşılık AK Parti eski askeri yöntem stratejisine geri döndü. Şöyle iyi bir ihtimal bırakıyorum; ‘PKK'ya biraz ders verelim, zayıflasın; sonra yine masaya otururuz' planları olabilir. Umudum budur ama ‘Son terörist kalana kadar biz bunları yok edeceğiz' söylemi tam 90'lar söylemidir. Bu yola giderse ‘analar ağlamasın' söylemi tarih olacak. Ve bu mesele bitmeyecek.
*Akil İnsanlar hamlesi çok başarılı olmadı sanırım?
Akil İnsanların içinde çok kıymetli isimler vardı. Bu işe samimi bir şekilde girdiler, uğraştılar. Fakat proje baştan iyi kurgulanmadı. Akil İnsanlar'ın rolü, ‘Hakemlik' rolüdür. Ama bizde Akil İnsanlar'a propaganda rolü verildi. Tamam, bu da gerekliydi ama gereken sadece bu değildi. Gereken, hakemlik rolüydü. Zaten iktidar hakemlik rolünü kabul etmiyor. Yargının hakem olmasını kabul etmiyor, uluslararası kuruluşların hakem olmasını kabul etmiyor, Türkiye içinde bağımsız bir inisiyatifin hakem olmasını kabul etmiyor. İtaat edilmesini istiyor. Bunun için Akil İnsanlar, kuruluşu itibariyle sürece katkı sağlayacak bir yapı değildi.
"Referandumdan 'hayır' çıksa
bugün yargıdaki sorunları yaşamazdık"
*Türkiye'deki kırılma noktalarından biri 2010'daki Anayasa Referandumu. Bir tweetinizde ‘Hayır dense belki daha iyi olurdu' diyorsunuz. Neden?
O dönem ‘evet'i savunmuştum. Türkiye'deki statükoya eleştirel bakıyordum. Mesela hâlâ başörtüsü yasaklarını savunan bir yargı vardı. Biraz onların vebali vardır bu işte. Onlar gitsin de yerlerine birileri gelsin diye çok savundum. Çünkü onlar hakikaten çok otoriterdi. Bugün bazı Kemalistler bize şunu diyor: ‘Gördünüz mü ne oldu?' İyi güzel de sizden de kurtulmak istiyorduk. Üniversiteye giren öğrencinin başörtüsünü engelliyordunuz. Fakat yargıdaki o Kemalist ağırlık ortadan kalkarken bu sefer muhafazakâr ağırlık ortaya çıktı. Keşke yargıda o damar da biraz kalsaymış, bir denge olsaymış. Türkiye'de biz bir hegemonyadan öbür hegemonyaya gittik. Yeni hegemonya içinde de bir çatışma oldu. AK Parti-Cemaat şeklinde. Bu da tek bir şahıs hegemonyasına dönüştü bugün. Yani Kemalistlerin otoriter yönünü eleştirirken muhafazakârların otoriter potansiyelini yeterince görmemişim. Referandumda ‘hayır' çıksa, yargıda belki bugün yaşadığımız sorunları yaşamayacaktık.
"MGK'yı tanımam, terör iddiası komik"
*MGK'dan Cemaat için ‘terör örgütü' diye bir karar alındığı söylendi. Nasıl değerlendirirsiniz?
Ben MGK'yı tanımam. Eskiden de tanımazdım. MGK eskiden de irtica tanımı yapardı. Benim kitabımda irtica diye bir şey yazmaz. Bugün de MGK'nın neye karar verdiği benim için önemli bir şey değil. Hizmet Hareketi, terör örgütü olarak tanımlanamaz. Terör örgütünün belli standartları var. Silahlı eylem, sivillere saldırı falan. Bunu görüyor muyuz? Hayır. Terör örgütü meselesi komik bir şey açıkçası. Zaten suçlamalar arasında bile yok bu. Suçlama ne? ‘Bu hareketin bazı mensuplarının bürokraside kasten önemli yerlere geldikleri, bu güçlerini yanlış kullandıkları…' Bu suçlamalar varsa, bu suçlamalarla mahkemeye götürürsünüz bu insanları. Fakat Manisa'da çocuklar okusun diye burs veren insan suçlu kılınamaz.
"Bu mantıkla, devir değiştiğinde
'AKTÖ' diye bir şey çıkar"
Siz iddia edilen suçlara bakarak milyonlarca insanı, onlar da aynı dünya görüşünde ve aynı camia içinde diye suçlayamazsınız. Bu cari olursa, bir gün Türkiye'de devir değişir ve ‘AKTÖ' diye bir şey çıkar. AK Parti'nin falanca ilçe başkanını da terör örgütü diye tanımlasanız, onları tutuklarsınız. AK Parti'nin kadın kollarından kapı kapı oy isteyen iyi niyetli insanlara terör örgütü diyebilirsiniz. Bu tanımlamayı getirenler başlarına bunun geleceğini düşünmüyorlar. Hizmet Hareketi'nin bürokraside bazı kurumları hedeflediğini ve burada olmaya çalıştığını düşünüyor ve bunun bir hata olduğunu düşünüyorum. Fakat bunu en fazla teşvik ve tahkim eden de Erdoğan'dır. ‘Ne istediler de vermedik' diyen Erdoğan'dır.