Mustafa Akyol'dan bomba açıklama: 'Star Gazetesi'nden atılmam için en üstten iki kez telefon geldi!'
Star gazetesi, Mustafa Akyol ile 2 yıl önce yollarını ayırmıştı.
Gazeteci-Yazar Mustafa Akyol, 2014 Haziran’ında Star gazetesindeki
yazılarına, gazete yönetimine en üstten gelen üst üste 2 telefondan
sonra son verildiğini söyledi. Akyol, “İlk telefon gelmesine rağmen
bir süre yazmaya devam etmemden sonra ikinci bir telefon geldi.
Zaten ilk telefonun gereğini yerine getirmeyen kişi de (Mustafa
Karaalioğlu) bir süre sonra gönderildi" ifadesini kullandı.
2010 referandumunda 'Evet' oyu verdiğini hatırlatan Akyol,
"Yargıdaki o Kemalist ağırlık ortadan kalkarken bu sefer
muhafazakâr ağırlık ortaya çıktı. Keşke yargıda o damar da biraz
kalsaymış, bir denge olsaymış" yorumu yaptı. "Türkiye'de biz bir
hegemonyadan öbür hegemonyaya gittik. Yeni hegemonya içinde de bir
çatışma oldu. AK Parti-Cemaat şeklinde" diyen Akyol, "Bu da tek bir
şahıs hegemonyasına dönüştü bugün. Yani Kemalistlerin otoriter
yönünü eleştirirken muhafazakârların otoriter potansiyelini
yeterince görmemişim. Referandumda ‘hayır' çıksa, yargıda belki
bugün yaşadığımız sorunları yaşamayacaktık" görüşünü dile
getirdi.
Özgür Düşünce'den Hüseyin Keleş'in sorularını yanıtlayan (6 Haziran
2016) Akyol'un açıklamaları şöyle:
"Avcı ile söyleşim Zarrab'ı aklamaz"
*Reza Zarrab'ın avukatı sizin Hanefi Avcı'yla yaptığınız bir
söyleşiyi referans gösterdi. Zarrab'ı aklıyor musunuz
hakikaten?
Ben Zarrab'ı akladığımı zannetmiyorum. İçeriğinde de böyle bir
aklama söz konusu değil. 2 yıl kadar önce Hanefi Avcı'yla bir
söyleşi yaptım. Hanefi Avcı'nın o dönemde iktidar propagandası
yapanlardan daha hakkaniyetli olduğunu düşünürüm bazı konularda.
Hanefi Avcı'nın röportajını Reza Zarrab neden kullanmış olabilir?
Herhalde bu konuda yazılmış az İngilizce materyal var. ‘Evet,
paralel yapı diye bir şey var, bu röportaj da bunu kanıtlıyor'
deyip, herhalde bunu Google'dan arayıp buldular. Ama röportajın
içeriğinde Reza Zarrab'ın adı geçmiyor.
*Bu, mahkeme tarafından dikkate alınır mı?
Alınacağını sanmıyorum, çünkü olaya rasyonel olarak bakan herhangi
bir insan şunu görebilir. Bir soruşturmada, soruşturmayı yürüten
savcıların siyasi niyetleri, dünya görüşleri ayrı mesele,
buldukları delil ayrı mesele. Evet, bu savcılar belli bir cemaat
mensubu olabilirler. Bu, AK Parti'yle çıkan kavganın bir parçası
olabilir. Ama bundan bağımsız olarak adamlar bir şey bulmuş. Bu
savcı Gezici bir savcı da olabilirdi, İşçi Partili bir savcı da
olabilirdi. Gerçi İşçi Partililer şu anda AK Parti'yi seviyorlar.
Biz bunu Ferhat Sarıkaya olayında da gördük. Ben hukukçu
arkadaşlara sordum o dönem. Hepsi ‘deliller sağlam' dedi. E ben ne
yapayım artık. Ama burada tuhafıma giden bir şey oldu. 17-25 Aralık
soruşturmasında devreye giren Selam-Tevhid soruşturması. Aklıma
yatmadı.
*Savcılar diyorsunuz ama bazı savcılar çıkıyor ‘Benim bu
hareketle bir alakam yoktur' diyor. Biraz toptancı ve ezberden
yaklaşılmıyor mu bu meseleye?
Ben hiçbir savcıyı ‘Buradandır, şuradandır' diye ispatlayamam.
Türkiye'deki genel bir algıdan bahsediyorum. Belli savcıların
aldığı hukuki pozisyonların aynı zamanda Cemaat'e yakın medyada ya
da Cemaat mensubu insanların sosyal medya hesaplarında
desteklendiğini görüyorum. Bu tabloyu bir araya getirdiğiniz zaman
böyle bir algı oluşuyor.
*Buradan biraz sert bir geçiş yapalım. İslamcılık
meselesine epeyce kafa yoran birisiniz. Bugün muhaliflerin dilinde
hep şu söz var ‘Ah şu siyasal İslamcılar.' Nedir bu mesele?
İslamcılık kötü bir şey mi yoksa AKP içini mi boşalttı bu
kavramın?
19. Yüzyıl Osmanlı İslamcılığını ayırıyorum bir kenara; 20.
Yüzyıl'da özellikle Müslüman Kardeşler hareketiyle başlayan,
İslamiyet'ten bir politik ideoloji, devlet sistemi türeten; bunu
yaparken de tabii ki geleneksel kavramları kullanan, bunları
ideolojik bir formata sokan, İslam'ı da iktidara getirilmesi
gereken bir ideoloji gibi anlayan akım. İslamcıların şöyle bir
hatası oldu; bu kavram politik ideoloji gibi tarif edildikçe İslami
hedef bunu iktidara getirmek oldu. İslam'ın esası olan iman ve
ahlak gibi kavramlar önemini kaybetti. Yani birinci hedef iktidar
oldu.
"AK Parti, pür Erdoğanist bir parti oldu"
*AK Parti İslamcılığı mı temsil ediyor?
‘AK Parti pür İslamcı bir parti mi' diye sorarsanız, ‘hayır' derim.
Bugün AK Parti ‘Pür Erdoğanist' bir parti. İslamist değil,
Erdoğanist… Bunun içinde İslamcılık da bir tema. Milliyetçi temalar
da var, Osmanlıcı temalar da var, son yıllarda ulusalcı temalar da
var. Bugün AK Parti'de duyduğumuz bazı söylemler çok açık ulusalcı
söylemlerdir. Yani 2000'lerin başlarında Perinçek ve o çevreden
duyduğumuz söylemler. Nasıl ki Türkiye'de Kemalizm iktidarı vardı,
bugün de bir Erdoğanizm furyası var. Kemalizm kadar henüz kendini
tahkim etmiş değil ama çok benziyor.
"Star'dan atılmam için
en üstten iki kez telefon geldi"
*Sedat Laçiner'le birlikte Haziran 2014'te Star'daki
yazılarınıza son verildi. Medyadaki bu değişim rüzgârı mı vurdu
sizi?
Yusuf Ziya Cömert o dönem yazı işleri müdürüydü. Bir çay içtik. Ben
zaten bekliyordum. Hatta şaşırmıştım, hala yollamadılar diye.
Birkaç yazım yayımlanmadı. Acaba keseyim mi dedim ama sonra gittiği
kadar gitsin diye düşündüm. Buluştuk Yusuf Ziya Cömert'le, ‘Ya
Mustafa kusura bakma biliyorsun durumu' dedi.
"Önce ben atıldım,
sonra beni atmamak için direnen"
*Neymiş o durum?
Durum, kendilerine gelen ‘Bu adam yazmasın' telefonu. Bu kadar.
Yani bu okurlardan gelen tepki değil. Okurlardan da tepki
geliyordur eminim ama durumun tam tanımı en üstten gelen telefon.
Hatta öyle bir telefon gelmesine rağmen bir süre yazmaya devam
etmemden sonra ikinci bir telefon geldi. Zaten ilk telefonun
gereğini yerine getirmeyen kişi de bir süre sonra gönderildi.
*Karaalioğlu mu?
Evet. Benim bildiğim bu. Ben, kendi macerama dair bir şey söylemek
istiyorum. Ben AK Parti'yi çok sevmiştim. Çok destekledim. AK
Parti'nin Türkiye'de dönüştürücü demokrat gücünün dünya için bir
model olduğuna inandım. Bunu dünyanın dört bir tarafında anlattım.
Fakat 2011'den sonra hafif hafif kafamda soru işaretleri oluşmaya
başladı. Mesela bazı tartışmalar çıktı; ilahiyatlardan felsefenin
çıkarılması, evlere müdahale etme falan. Bunlardan sonra ‘Acaba AK
Parti zannettiğimiz kadar demokrat değil mi' sorusunu sormaya
başladım. O dönem eleştirel yazılar yazmaya başladım. Dostça
yazdım. Ben şöyle düşünürler dedim; ‘Bu adam ya da bu adamlar bizi
yıllarca en zor dönemde destekledi, bugün eleştirel bir şey
diyorlarsa herhalde bir bildikleri vardır.' Fakat bir noktadan
sonra o şuna döndü; ‘Bu adam bizi bu kadar sene destekledi, şimdi
eleştiriyor. Neden eleştiriyor? Demek ki bu hainmiş.' O zaman daha
çok nefret ediyorlar. En zor dönemde AK Parti'nin karşısında
olanlar, bu dönemde AK Parti'ye akıl veren insanlar haline geldi.
Bu bana ders oldu.
"17 Aralık'tan sonra benim gibi
insanlara yer kalmadı"
*Gezi olayı da düşüncelerinizin değişmesinde etkili oldu
mu?
Gezi'de endişelerim biraz daha arttı. Tadım kaçtı. Ben Gezici falan
değildim. Eylemcilerin bir kısmının da taşkınlık yaptığını,
bazılarının Erdoğan'ın ailesine küfür ettiğini, Vandalizm yaptığını
falan görüyordum. Fakat benim için mesele, iktidarın buna nasıl
tepki vereceğiydi. Abdullah Gül ve Bülent Arınç doğru tepki verdi.
Öteki tarafta ise ‘Polisi üzerlerine salar, hadlerini bildiririz'
tepkisi vardı. Bir de ‘Dış güçler, hainler' söylemi ortaya çıktı.
Dedim ki ‘Eyvah'; bu bildiğimiz 12 Eylül'ün Kemalizm söylemi. Bunu
eski statükoya anlatırdık, bir baktım Gezi'de aynısı hatta daha da
hararetlisi AK Parti'de karşıma çıktı. Gezi olaylarında bana
tepkiler başlamıştı. O mahallede artık yerimin olmadığını
hissetmeye başladım. 17 Aralık sürecinden sonra da Erdoğan'ın
çevresi daha da defansif ve katı bir hale geldi ve benim gibi
insanlara orada yer kalmadı. Enteresandır, o dönemde AK Parti'nin
yanında duranlara da yer kalmadı. Bugün Gülay Göktürk, Etyen
Mahçupyan gibi… Bana sorarsanız bu isimler biraz geç kaldı. Mesela
Mahçupyan'ın bugünkü yazılarını beğeniyorum ama 3 yıl önce okumak
isterdim o yazıları.
"Karar'ın ortadan kaldırılmasını
isteyen bazı eğilimler var"
*Mustafa Karaalioğlu ve ekibi, Karar'ı çıkardı. Ne dersiniz,
Davutoğlu'ndan sonra yürür mü?
İnşallah yürür. Doğrudan Davutoğlu projesi olduğunu sanmıyorum.
Benim gördüğüm kadarıyla AK Parti'nin eski dönemine özlem duyan,
son yıllardaki yozlaşmadan rahatsız olan insanların kurduğu bir
gazete. Bence iyi yaptılar. Dilerim devam ederler. Çünkü Türkiye'de
şöyle bir tehlike var; tek bir fikir hâkim oluyor. Sözcü gazetesine
hâkim olmuyor. Ama zaten o önemli değil. Muhafazakâr dünyaya,
merkez sağa bu görüş hâkim oluyor. Dolayısıyla da bu görüşü
eleştiren insanlar özellikle ortadan kaybedilmeye çalışılıyor.
Bence Karar gazetesinin ortadan kaldırılması isteyen, iktidar
içinde bazı eğilimler vardır. Bugün Fehmi Koru niçin yazmıyor?
Yılmaz Özdil'in yazması AK Parti için bir sorun değildir hatta
faydalıdır.
*Üniversiteden bu yana Kürt sorunu üzerine çokça kafa
yormuş ve yazmış bir isimsiniz. Ülke, Akil İnsanlar heyetinden 10
ayda 550 şehit durumuna nasıl geldi?
Kürt meselesinde buraya nasıl gelindiği, AK Parti'nin bir dönem
karşı çıktığı bütün mantıkları bir anda hızla ve hışımla nasıl
benimsediğinin örneklerinden bir tanesi. AK Parti, baştan beri Kürt
meselesinin Türkiye'de siyasi bir çözümle bitebileceğini söyledi.
Hayata da geçirdiler. Bunu ben hala destekliyorum. Mesela Oslo
süreci gerekli bir şeydi. Zannedersem şöyle düşünüyorlar şimdi;
‘Yapılması gereken her şeyi yaptık, daha ne yapalım. PKK hala
mücadele ediyorsa demek ki bu komplo, uluslararası bir şey.' AK
Parti pek çok şeyi yaptı ama öteki tarafta da talepler artıyor.
Bugün mesele sadece dil meselesi değil. ‘Özyönetim' talebi var.
Bence yanlış bir talep ama böyle bir talep var. Bu talebe karşılık
AK Parti eski askeri yöntem stratejisine geri döndü. Şöyle iyi bir
ihtimal bırakıyorum; ‘PKK'ya biraz ders verelim, zayıflasın; sonra
yine masaya otururuz' planları olabilir. Umudum budur ama ‘Son
terörist kalana kadar biz bunları yok edeceğiz' söylemi tam 90'lar
söylemidir. Bu yola giderse ‘analar ağlamasın' söylemi tarih
olacak. Ve bu mesele bitmeyecek.
*Akil İnsanlar hamlesi çok başarılı olmadı
sanırım?
Akil İnsanların içinde çok kıymetli isimler vardı. Bu işe samimi
bir şekilde girdiler, uğraştılar. Fakat proje baştan iyi
kurgulanmadı. Akil İnsanlar'ın rolü, ‘Hakemlik' rolüdür. Ama bizde
Akil İnsanlar'a propaganda rolü verildi. Tamam, bu da gerekliydi
ama gereken sadece bu değildi. Gereken, hakemlik rolüydü. Zaten
iktidar hakemlik rolünü kabul etmiyor. Yargının hakem olmasını
kabul etmiyor, uluslararası kuruluşların hakem olmasını kabul
etmiyor, Türkiye içinde bağımsız bir inisiyatifin hakem olmasını
kabul etmiyor. İtaat edilmesini istiyor. Bunun için Akil İnsanlar,
kuruluşu itibariyle sürece katkı sağlayacak bir yapı değildi.
"Referandumdan 'hayır' çıksa
bugün yargıdaki sorunları yaşamazdık"
*Türkiye'deki kırılma noktalarından biri 2010'daki Anayasa
Referandumu. Bir tweetinizde ‘Hayır dense belki daha iyi olurdu'
diyorsunuz. Neden?
O dönem ‘evet'i savunmuştum. Türkiye'deki statükoya eleştirel
bakıyordum. Mesela hâlâ başörtüsü yasaklarını savunan bir yargı
vardı. Biraz onların vebali vardır bu işte. Onlar gitsin de
yerlerine birileri gelsin diye çok savundum. Çünkü onlar hakikaten
çok otoriterdi. Bugün bazı Kemalistler bize şunu diyor: ‘Gördünüz
mü ne oldu?' İyi güzel de sizden de kurtulmak istiyorduk.
Üniversiteye giren öğrencinin başörtüsünü engelliyordunuz. Fakat
yargıdaki o Kemalist ağırlık ortadan kalkarken bu sefer muhafazakâr
ağırlık ortaya çıktı. Keşke yargıda o damar da biraz kalsaymış, bir
denge olsaymış. Türkiye'de biz bir hegemonyadan öbür hegemonyaya
gittik. Yeni hegemonya içinde de bir çatışma oldu. AK Parti-Cemaat
şeklinde. Bu da tek bir şahıs hegemonyasına dönüştü bugün. Yani
Kemalistlerin otoriter yönünü eleştirirken muhafazakârların
otoriter potansiyelini yeterince görmemişim. Referandumda ‘hayır'
çıksa, yargıda belki bugün yaşadığımız sorunları
yaşamayacaktık.
"MGK'yı tanımam, terör iddiası komik"
*MGK'dan Cemaat için ‘terör örgütü' diye bir karar alındığı
söylendi. Nasıl değerlendirirsiniz?
Ben MGK'yı tanımam. Eskiden de tanımazdım. MGK eskiden de irtica
tanımı yapardı. Benim kitabımda irtica diye bir şey yazmaz. Bugün
de MGK'nın neye karar verdiği benim için önemli bir şey değil.
Hizmet Hareketi, terör örgütü olarak tanımlanamaz. Terör örgütünün
belli standartları var. Silahlı eylem, sivillere saldırı falan.
Bunu görüyor muyuz? Hayır. Terör örgütü meselesi komik bir şey
açıkçası. Zaten suçlamalar arasında bile yok bu. Suçlama ne? ‘Bu
hareketin bazı mensuplarının bürokraside kasten önemli yerlere
geldikleri, bu güçlerini yanlış kullandıkları…' Bu suçlamalar
varsa, bu suçlamalarla mahkemeye götürürsünüz bu insanları. Fakat
Manisa'da çocuklar okusun diye burs veren insan suçlu
kılınamaz.
"Bu mantıkla, devir değiştiğinde
'AKTÖ' diye bir şey çıkar"
Siz iddia edilen suçlara bakarak milyonlarca insanı, onlar da aynı
dünya görüşünde ve aynı camia içinde diye suçlayamazsınız. Bu cari
olursa, bir gün Türkiye'de devir değişir ve ‘AKTÖ' diye bir şey
çıkar. AK Parti'nin falanca ilçe başkanını da terör örgütü diye
tanımlasanız, onları tutuklarsınız. AK Parti'nin kadın kollarından
kapı kapı oy isteyen iyi niyetli insanlara terör örgütü
diyebilirsiniz. Bu tanımlamayı getirenler başlarına bunun
geleceğini düşünmüyorlar. Hizmet Hareketi'nin bürokraside bazı
kurumları hedeflediğini ve burada olmaya çalıştığını düşünüyor ve
bunun bir hata olduğunu düşünüyorum. Fakat bunu en fazla teşvik ve
tahkim eden de Erdoğan'dır. ‘Ne istediler de vermedik' diyen
Erdoğan'dır.