Murat Sancak’a “Suikast Girişimi” Öldürme Değil, “Gözdağı” Amaçlıdır!..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Star Medya Grubu yöneticisi Murat Sancak’a yönelik suikast girişimi sonrası medyanın olayı ele alış biçimini değerlendirdi ve kendi “senaryosunu” geliştirdi.
Türkiye günlerdir Star Medya Grubu Başkanı Murat Sancak’ın uğradığı silahlı saldırıyı konuşuyor. Konuşulması da gayet normal. Türkiye’nin önemli medya gruplarından birinin yöneticisi silahlı saldırıya uğruyorsa bunun konuşulması kaçınılmaz. Konuşulmayacaktı da ne olacaktı? Neyse ki daha vahim bir sonuç ortaya çıkmadı. Bu anlamda bende öncelikle Sayın Sancak’a geçmiş olsun diyorum…
Lakin medya bu olayda da her zamanki gibi ikiye bölündü. Bir kısmı doğal olarak saldırının “mağduru” olarak en sert tepkiyi verdi. Diğerleri önce susup, tavırsız kaldılar. Biraz “Bekle gör”, biraz “Şunu şöyle söylersek nasıl algılanır” endişesi ve tabii ki zaten kapıştıkları bir gruba karşı hissedilen bilinçaltı soğukluk belirleyici oldu sanırım. Zannetmiyorum ama arada “Oh olsun!” diye düşünenler de çıkmış mıdır acaba?..
Tabii ki bazılarının tavırsız kalmalarındaki asıl neden olayı algılayamamaları değil, olayı nasıl değerlendireceklerini, vereceklerini bilememeleri gibiydi sanki. Aslında bu da tam doğru değil. Gerçekte bir düşünceleri, kanaatleri vardı. Ancak bir türlü asıl düşündüklerini söyleyemediler. Çevresinde dolanıp durdular. Bu biraz üzerlerindeki psikolojik baskıdan biraz da “Yanlış anlaşılma” korkularından olabilirdi. O yüzden önceleri baklayı bir türlü ağızlarından çıkartamadılar!
Sonuçta olay adeta saldırıyı, “lanetleme veya lanetlememe” noktasında kilitlendi. (Zaten zihinleri “İki dar bakış”a hapseden de bu oldu) Bu konuda bana göre iki hatalı eğilim uç verdi. Birincisi; “niye lanetlemiyorsunuz” türünden adeta baskıya dönüşen eğilimdi. İkincisi ise öteki kesimin belli ki bunun gerçek bir suikast olmayıp, bir tür mizansen, “çakma suikast”, komplo, vb olduğunu düşünmelerine rağmen –şu veya bu hesapla- bir türlü açıkça dile getirememeleri, gerçek düşüncelerini söyleyememeleriydi. Bu kesim daha ziyade olaya dair şüphelerini yarım ağız manidar sorularla, dolaylı imalarla geçiştirdiler. Böylelikle “durumu idare” edebileceklerini zannettiler. Oysa belli ki bu kesim olayın “gerçek bir suikast olmadığını” düşünüyorlardı.
Zaten asıl sorun konuşulmasında değil, konuşulma biçiminde (Ya da “konuşulmama biçimi” da diyebiliriz) düğümleniyordu. Burada da iki hatalı eğilim ortaya çıktı. Birincisi olayın suikast olduğunu düşünenler “aksi ihtimaller”e ya da farklı yorumlara hiç açık kapı bırakmadılar. Bu kesimdekiler saldırının muhatabı oldukları için tabii ki manen anlaşılırdılar. Saldırının şokunu yaşıyorlardı. İkinciler ise –dürtü olarak- olayın gerçekten bir “suikast girişimi” olabileceğine adeta hiç ihtimal vermediler. (İllâ ki ölü çıkması gerekmiyordu yani!) Dahası gerçekte tersini düşündükleri halde ilk anda açıkça söyleyeme cesaretini gösteremediler. Şimdilerde biraz kıpırdanmaya mecbur kaldılar galiba!
Oysa her iki taraf açısından daha sakin davranıp, ulaşılabilen maddi kanıtlar (Burada en büyük handikap saldırganların tespit edilip, halen yakalanmamış olmasıdır) ve diğer veriler ışığında değerlendirilip daha “soğukkanlı” değerlendirmeler yapılabilirdi. Ve tabii suikast girişimi önce lanetlenir ondan sonra birilerinin varsa -ki belli ki var- kafalarındaki sorular, itirazlar, şüpheler paylaşılırdı. Biri diğerinin engeli değildi.
Bu gibi durumlarda asıl problem yaratan herkesin “eteklerindeki taşları dökmesi” değil dökmemesidir. Kasti yönlendirme amacı taşımadığı ve samimi “acaba”lar taşıdığı sürece her görüş dile getirilebilmelidir. (Hiç akla gelmedik 3. ihtimal de olabilir. Oysa bu iki dar bakışta baştan bunu kavramamızı engelleniyor) Fakat ülkemizde kesimler ve medya grupları arasında “karşılıklı güvensizlik” ve “savaş havası” öylesine tavan yapmıştır ki bunu becermek şu an için gerçekten zor görünüyor. Psikolojik savaş uzmanlarının devrede olması ihtimali de cabası!
TÜRKİYE’NİN EN HASSAS YÖNLENDİRME NOKTASI
Türkiye maalesef hep bir “suikastlar ülkesi” olagelmiş ve bu uğursuz alışkanlığın acılarını defalarca yaşamıştır. (Halbuki ki ne güzel çoktandır bu uğursuz alışkanlığı unutmuş gibiydik) Bu uğurda onlarca güzide aydın, yazar, yönetici ve güvenlik mensubumuzu, vb kaybetmişizdir. Türkiye siyaseti uzun dönem “suikast metodu” kullanılarak dizayn edilmiş, toplumsal olarak ise kanaatler yönlendirilmiştir. Bu açıdan gerçekleşen her suikast veya girişimi ambargolar konulmadan, her yönüyle tartışılmalıdır. Eğer ülkeyi sarsan bir suikastı enine boyuna ve özgürce konuşamayacaksak neyi konuşacağız? Bırakın herkes ne düşünüyorsa açıkça söylesin…
Hal böyle iken zihinlerin gene “şartlı reflekslere” bağlanması, sadece “savunma psikolojisi” ile hareket edilmesi, analiz yetersizlikleri, duygusal tepkiler çileden çıkartıyor beni. Daha fazla sinirlenmeden burayı geçiyorum…
Muhakkak ki her olay için değil ama “ilkesel” olarak söylüyorum; örneğin “Bülent Arınç’a suikast hadisesi” esnasında şayet doğru sorular zamanında sorulabilseydi ve adeta tam saha psikolojik pres uygulanmasaydı sonrasında gelişen saçmalıklar olmayacaktı. Elbette ki Bülent Arınç kendi kendisine bir suikast mizanseni uygulatmamıştı. Fakat bir odak –belli hesaplarla- belli ki Arınç’ı da yanıltarak ortalığı birbirine katmış ve “orduya operasyon“.gerekçesi yapmıştı. Sonradan o “odak” anlaşıldı ama iş işten geçmişti. (O esnada sıcağı sıcağına medyada tek “aykırı” yorumu yapabilmiş olmaktan dolayı ne kadar gururlansam azdır!) Jetonlar hayli geç düştü yani!
Bu kez -müsaadenizle kendime bir istisna yapıp- gerçekte hiç hoşlanmasam da bu konuda biraz iddialı konuşacağım. Türkiye’de suikastlar konusunda en “objektif” konuşabilecek ve bu konularda yeterli bilgi birikimi ve perspektife sahip ender insanlardan biri olduğumu zannediyorum. Diğer komplo-provokasyon konuları hariç sırf bu konuda yayınlanmış, hacimli tam üç kitap sahibiyim. (Biri uluslar arası yabancı suikastlar, diğeri açık suikastlar, öteki ise gizli suikastlar üzerine) Konuyla ilgili yazdığım onlarca makale, katıldığım tartışma da cabası.
Dolayısıyla kimse beni kolay kolay –şu veya bu yönde- gaza getiremez, ideolojik veya şablon yaklaşımlarla değerlendirmelerde bulunduramaz. “Yandaş” veya “Candaş” yaklaşımlara zorlayamaz. Vicdanıma ve kafama uymayan hiçbir “tezi” benimsetemez. (Yanlış düşünebilirim o ayrı ama “kasti” düşünmem) Bol keseden, atmasyon, afaki yaklaşımlarla ise zaten hiç işim olmaz. Tanıyan bilir. Bu gibi yaklaşımlar ancak “atmasyon analistler”in veya ancak futbol holiganı düzeyinde düşünebilen “avami” bakışlar olabilirler. Bende yoruldum bu işlerden. Bazı şeyleri anlatmaktan (Ya da anlatamamaktan!) dilimde tüy bitti!
NE SUİKAST NE DEĞİL!.. YA DA HEM SUİKAST HEM DEĞİL!..
Şimdi “Hoppala bu da ne demek?” diyenler çıkabilir. Az sabrederlerse ne demek istediğimi açacağım. Zihinler baştan “suikast veya mizansen”e zorlandığı için (Kimbilir belki de yapanların bir hesabı da budur!) başka “ara tonlar”ı, seçenekleri düşünmüyorlar bile. “Suikast ya da komplo” ikilemi zihinleri esir almıştır. Ya da körlerin fili tarifi gibi herkes olayı bir yanından tutuyor. Daha da beteri herkes “görmek istediğini” ya da şu an işine geldiği kadarını görüyor. Her iki grup içinde de ilaçlık bir tane aklı başında adam yok mu yahu? Hepsi de takılmış plak veya papağan gibi aynı şeyi söylüyor…
Neyse, uzatmayayım; şimdi olaya dair kendi “senaryomu” söylüyorum. Sezilerim, mantığım bu “analiz” e vardırıyor beni. Ancak kimi egosantrik, çapsız “Konserve düşünceliler”ler gibi “illâ bu yaklaşım doğrudur, en geçerli tez benimkidir” diyemem. Adı üstünde bu bir senaryo. (Çok kızan “gene komplo teorisi yazmış” yahut “saçmalamış” diyebilir!) Gerçeğin kendisi değildir. Hissedilen “Gerçek” üzerine sadece bir yorum bir varsayımdır. Doğru kelimeleri, tanımları da tam seçememiş olabilirim. “Kesinlik” öne süremem. Abartmanın gereği yok!..
1) Bu olay “suikast tekniği” kullanılarak yapılmış planlı ve kontrollü bir saldırıdır. Bu yönüyle elbette “Suikast”ı andırır. “Suikast” görünümü zaten bilerek verilmiştir. Dehşet dozu bilerek yüksek tutulmuştur. Sathi ve şekli bakan yanılır!
2) Ancak “amaç” bakımından farklıdır. Otomobil “zırhlı” olduğu için kurşunlara hangi noktalarda ve nereye kadar dayanacağının bilinmesi gerek. O yüzden bu bir “suikast” (Cana kast) hadisesi değildir. Eylem “terörist” işinden ziyade “profesyonel işi” görünüyor. (Daha önce “Star’a bomba” hadisesi ile bunun psikolojik ön hazırlığı, yoklaması yapılmış, taşları döşenmiş gibidir. )
3) Bu anlamda olayın hem suikastı andıran boyutları vardır (Şeklen ve teknik olarak) hem de sonuçları itibariyle başkadır. Herkes baktığı neyse onu görüyor!
4) Olay esas olarak “Gözdağı”, korkutma”, “yıldırma”, amaçlıdır.
5) Asıl hedef Erdoğan ve onun medya bağlantılarıdır. “Derinlerde” işlerin hayli kızıştığını göstermektedir!
6) Erdoğan’ın medyadaki destekçilerine “gözdağı” verilmiştir. Geri adım attırma amaçlıdır.
7) Eylem adeta Ethem Sancak’ın daha önceki “Erdoğan’a anam babam, ailem, evladım feda olsun” sözlerine “Kinaye” gibidir.
8) Sanki “bakalım bu ne kadar doğru” test edilmiştir. Dozu yüksek bir tür nabız yoklanmıştır.
9) Eylemin mesajı Ethem Sancak’ı “Erdoğan’ı desteklemekten vazgeçirme” amaçlı olarak gözüküyor. Bir tür “ayar” atılmıştır!
10) Olay “AKP içi çelişkiler” ya da “saflaşmalar”la da ilgili olabilir.
11) Uyarımdır; eğer bu varsayımım doğru ise “Erdoğan destekçisi” başka medya patronları, mensupları, yazarlarına saldırılar olabilir. Aman dikkat!
MEDYA SUİKASTLAR KONUSUNDA YÜZ KAT HASSAS OLMALI!
Ben karşılıklı olarak- her medya kesiminin bu noktada çok da iyi bir sınav vermediğini düşünüyorum. Birincisi –duygusal planda anlaşılır olmakla birlikte- ötekine “lanetle, suikast de” zorlaması yaparak esas olarak “baskıcı” bir tutum almış, ötekisi ise hem bunu yapmakta gecikerek hem de düşüncelerini dile getirmede –şu veya bu nedenle- ürkek davranarak “sorgulama” görevinde ikircimli davranmıştır. Ancak esasta her iki bakışta resmi dar bir çerçeveye yerleştirmiştir. Kendi aceleci önyargılarını beslemişlerdir. Tabii benim göremediğim başka hesaplar veya tedirginlikler de olabilir.
Hadi bunu geçelim; medya Türkiye’yi her an bir girdabın içine çekebilecek suikastlar konusunda her daim uyanık olmak ve ilk elden kestirme yorumlardan ve suçlamalardan kaçınmalıyız. Bu nedenle bazı ilkesel hatırlatmalar yapmayı uygun buluyorum;
1) Suikast girişimleri ister “Teneke” ister “Reel” olsun –gerçek ortaya çıkana kadar- tarafına hiçbir şekilde bakılmaksızın prensip olarak lanetlenmelidir. Hedefteki kişinin bize olan uzaklık veya yakınlığına bakılmadan rezervsiz anında karşı çıkılmalıdır.
2) Marazi infialli davranışla ilkesel tavırlı tutum birbirine karıştırılmamalıdır. Amaç kestirmeden birilerini suçlamak değil, sadece “gerçeği aramak” olmalıdır.
3) Kimse ülkede işlenen bir suikast için farklı düşünüyor ya da diğer yorumları paylaşmıyor, farklı sorular” soruyor diye suçlanamaz, susturulamaz. Farklı düşünen yazarlara hakaret edilemez. Bazı konjonktürlerlerde belli şüphelerin doğması gayet normal ve “işin doğası” gereğidir. Bastırılamaz.
4) Medya suikast olayına dair en “objektif” , “tarafsız” bilgileri gene en etraflı şekilde vermekle yükümlüdür. Bunun dışına taşan her bakış “yönlendirme” amaçlı olabilir.
5) Medya suikastlara “çok yönlü” her ihtimali değerlendirerek bakabilmelidir. “Tek pencereli” bakışları süreç tekzip edebilir!
6) Suikast girişimleri –eğer elde yeter veri yoksa- hemen belli adreslere, şu veya bu kesime mal edilmemelidir. Bir “yanılma payı”na veya başka ihtimallere her zaman fırsat bırakılmalıdır.
7) Suikastların altından hiç umulmadık odaklar ve hesaplar çıkabilir. Türkiye’nin yakın tarihi bu gibi olaylarla doludur. O kadar ki bugün –maalesef- dün emin olunan, emin konuşulan birçok olay bugün başkalarına ihale edilme noktasına gelmiştir. Üstelik birde artık hiçbir şeyden emin olmama noktasındayız.
8) Suikastlar gerek dünya gerek Türkiye tarihinde –doğaları gereği- görünenin ötesinde amaçlar taşırlar. Belli “perdelemeler” le yapılırlar. Klişe yaklaşımlardan kaçınılmalıdır.
9) Yönlendirme dolu, servis edilen sözüm ona “bilgi” veya “bakış”lara mesafeli olunmalı, dikkatli davranılmalıdır. Şu veya bu yönde belli değirmenlere su taşımaktan imtina edilmelidir.
10) Türkiye’nin ve medyanın bugün içinde bulunduğu ortam ne sağlıklı bilgi alışverişine, ne düzgün bir tartışmaya ne de isabetli analizleri öne çıkarmaya elverişli değildir. Sırf bu durum bile bu konuları ele alırken veya iddiada bulunurken ayrıca dikkatli olmayı gerektirmektedir.
11) Unutmayın; olayın hangi tarafında olursak olalım, ister seyircisi ister mağduru birileri bizi “düşünmemizi istedikleri şekilde” (Ki “algı operasyonu” bu demektir zaten) düşünmeye zorlayabilirler!
Sonuçta ortada “şüyuu vukuundan beter” denilebilecek bir durum doğmuştur. Maazallah daha kötü sonuçlar doğsa idi o zaman nasıl birbirimize gireceğimizi tahmin bile etmek istemiyorum. Şu haliyle bile nasıl bir “manzara” ve suçlamalar silsilesi doğduğuna göre o zaman kim bilir ne tür suçlamalar, iddialar, isnatlar, teoriler ortaya atılırdı. Ancak belli ki birileri durumu –şimdilik- bu aşamaya “sıçratmak” istememişler…
Suikastın kelimesi bile ciddi bir iştir. Dolayısıyla üzerinde o oranda ciddi düşünmemizi icap ettirir. Ülke yeniden “Kurtlar Vadisi”ne dönüyor. Farkında değil misiniz?
Gerçi o durumdan aslında hiç çıkmamıştık ki!.. Bu mantıklarla çıkacağımız da yok!..
24.08.2015.
[email protected]