Murat Sabuncu, Cumhuriyet'e böyle veda etti! Karanlığa karşı yaşasın Cumhuriyet!
Murat Sabuncu 2 yıldır Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürütüyordu.
Cumhuriyet gazetesinin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı'ndaki
yönetim değişikliğinin ardından Murat Sabuncu, yaklaşık 2 yıldır
sürdürdüğü Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini
bıraktı.
Sabuncu, Cumhuriyet’te ilk ve son kez kaleme aldığı editoryal
yazıya “Karanlığa karşı yaşasın Cumhuriyet”
başlığını koydu.
Sabuncu, "Şimdi gitme zamanı. Sebebini tarih yazacak. Kimse benim
ağzımdan Cumhuriyet aleyhine tek bir kelime duymayacak" ifadesini
kullandı.
Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanvekili Alev Coşkun’un yeniden
vakıf başkanı olarak seçildiği toplantının ardından Sabuncu’nun
yerine gazetenin haber koordinatörü Aykut Küçükkaya
getirilmişti.
Yeni yönetimin gazetenin internet sitesine koymadığı Sabuncu'nun
yazısı şöyle:
Sabahları erken saatte gazeteye geldiğimde beşinci kattaki odama
çıkmadan önce girişin hemen altındaki “Cumhuriyet Müzesi”ne inerim.
1800’lerin sonundan kalma Lipotype baskı makinesinden gazetenin
kurucuları Nadi Ailesi’nin kişisel eşyalarına pek çok özel hatırayı
barındırır orası. Tabii İlhan Selçuk’tan Uğur Mumcu’ya Ahmet Taner
Kışlalı’dan Onat Kutlar’a bu gazetenin bugünlere ulaşmasını
sağlayan simge isimlerin izlerine de rastlarsınız…Müzenin iç
kısmında mütevazı görünümlü, beyaz boyalı kilitli bir kapı vardır.
Oradan içeriye küçük bir odaya girersiniz. Oda küçüktür ama orada
büyük bir tarih yatar. Cumhuriyet Gazetesi’nin kurulduğundan bu
yana çıkan tüm sayılarının olduğu ciltler burada durur. Eski
yazıdan Latin harflerle yeni yazıya, hatta bir dönem yarı eski-yarı
yeni yazıyla çıkmış gazeteler. 1928’lerde hemen her kahvede biraz
da yeni harflere alışılması için bulundurulan bir gazete. Kurucu
iradenin; Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle İstanbul’da yaşama
geçen gazete, ama hep ve daima halkın gazetesi. Bu ülkenin
kuruluşuna şahitlik etmiş o küçük odadaki o gazete arşivinin
arasında dolaşmak hep dizlerimi titretir. Gazetede yayınla ilgili
kritik bir karar alacağım zaman o odaya girer kapıyı kapatır ve
kendi kendime derim ki; “bu gazetenin kuruluşuna, kurucusuna, her
dönem bedel ödemiş gazetecilerine yakışır bir duruş sergile. Endişe
etme, diyeceğin sözden geri durma, hak ve özgürlüklerin peşinde ol.
Bedeli ne olursa olsun. ”
Bu size ilk ve son editör yazım. 4 yıl 1 aydır gururla çalışıyorum
Cumhuriyet’te. 25 aydır genel yayın yönetmeniyim. Bu sürenin 17 ayı
hapiste geçti. 2 aylık yayın yönetmeniyken tutuklandım 9 Mart’ta
tahliye oldum, o gün bugündür tam altı aydır her gün gazetedeyim.
Cumhuriyet Davası’nda üzerimize atılan iftiralardan, başroldeki
oyunculardan ya da figüranlardan bahsedecek değilim. Zaten tarih
bunu yazdı, bilinmeyenler de er ya da geç yazılacak. Burada size
nasıl bir duyguyla gazete yaptığımızı anlatacağım. Cumhuriyet’i her
gün, tarihsel geçmişiyle de uyumlu şekilde “sesi kısılanların sesi,
saklanmak istenenlerin cesurca gösterildiği” gazete olarak yaptık.
Herkesin “kendi sesine âşık olduğu” bu zorlu süreçte farklı
seslerin bir arada varolduğu entelektüel bir yapı kurguladık. Kim
haksızlığa uğruyorsa; hangi mahalleden olduğuna ya da kişisel
dostluklara bakmadan tüm objektifliğimizle, gazetecilik ve evrensel
değerler ekseninde haberini yaptık. Mağdurun kimliğine bakmadık.
Çoğunlukla iktidarın, zaman zaman da “mahallesinden alkış almak
için kılıç sallayanların” saldırısına uğradık. Ama doğru ve
vicdanlı habercilikten, haksızlığa uğrayanın sesi olmaktan asla
vazgeçmedik.
Son dönemde ülke, akademisinden medyasına iş insanından
edebiyatçısına kadar “korkuyla karışık” büyük bir suskunluk içinde.
Bu suskunluk ülkenin üzerine uğursuz bir sis bulutu gibi çökmüş
durumda. Böyle bir ortamda nefes borusu olmaya çalıştık
okurlarımıza. Kişisel tarihimde 28 Şubat sürecinde özgürlükleri
ellerinden alınmış başörtülü evlatlarla yan yana durmak da var,
Gazze’ye insani yardıma giden Mavi Marmara gemisindeki kayıpların
ardından kahrolmak da. Zulme, baskıya uğrayan Kürt siyasetçilerinin
haberlerini yapmak da var, “barış sürecine umutla inanmak da...”
Bir dönem iktidarın ortağı olan Gülencilerin eline geçirdiği yargı
eliyle yaptıkları infazlara karşı çıkan bir avuç insan içinde yer
almak da var, onların iftirasına uğrayan meslektaşlarımın
Silivri’deki görüşçüleri arasında yer almak da…
15 Temmuz darbe girişimine diğer tüm darbelere olduğu gibi ilk
andan itibaren karşı çıkmak da var… 20 Temmuz’dan sonra inşa edilen
sivil baskıya karşı direnmek de… Direnmenin bedelini ödemek de…
Gözaltından tutuklanmaya götürülürken adli kontrolle serbest
bırakılan iki meslektaşımız oldu. Biri Aydın Engin’di. Benimle
vedalaşmaya geldiğinde onun kulağına iki cümle fısıldadım: Ağabey
okurlarımıza selam söyle, biz kimsenin önünde eğilmeyiz, sadece
onların, halkımızın karşısında saygıyla eğiliriz…
Sevgili okurlar o günden bugüne söz verdiğimiz gibi kimsenin
karşısında eğilmedik. Cumhuriyet bir ışık olsun diye, meslek
ilkelerimiz ve geleneklerimiz çerçevesinde gazetecilik yaptık.
Şimdi gitme zamanı. Sebebini tarih yazacak. Kimse benim ağzımdan
Cumhuriyet aleyhine tek bir kelime duymayacak. Çünkü karanlığa
karşı, yaşamalı Cumhuriyet, yaşasın Cumhuriyet. Hoşçakalın...