Murat Belge'den Erdoğan'a eleştiri: Böyle bir üslup “normal” midir?
En hafifinden, bir işe onun ehlini bulup tayin edemeyen bir 'siyasî önder' ile karşı karşıyayız
“Birkaç yıldan beri Tayyip Erdoğan’ın ciddi bir “kutuplaştırma”
rolü üstlendiğini gözlemliyor ve yazıyoruz” diyen Taraf gazetesi
yazarı, Prof. Murat Belge, Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın selefi Abdullah Gül’ün “Türk tipi başkanlık sistemi
olmamalı” sözlerine verdiği “bal gibi olur” cevabını hatırlatarak,
“Çocuk bahçesinde koşmaca falan oynayan çocuklar böyle kavgalara
tutuşur, ‘Bal gibi olur’, ‘Buz gibi olur’ türünden lakırdılarla ve
daha dişe dokunur bir şey söylemeden saatlerce çekişebilirler”
dedi.
Belge, “Bal gibi olur’ üslûbu… Tayyip Erdoğan bu
üslûbu yerleştirmeyi büyük ölçüde başardı. ‘Neden- niçin- nasıl?’
gibi, bir konuyu kendi nedensel ilişkileri içinde ele almak,
tartışmak, uygun bir yöntemle kanıtlamak gibi alışkanlıklardan
arındık, kurtulduk. Bu verdiğim örnekler Erdoğan’ın kendi yüzde
50’sini henüz üstüne saldırtmadığı, ‘dini bizim dinimizden olmayan’
falan birileriyle ilgili değil. Böyle bir üslûp ‘normal’ midir?”
diye sordu.
Murat Belge’nin Taraf gazetesinin bugünkü (1 Mart
2015) nüshasında yayımlanan, “Üslûp” başlıklı yazısı şöyle:
‘Üslûp’
Birkaç yıldan beri Tayyip Erdoğan’ın ciddi bir “kutuplaştırma” rolü
üstlendiğini gözlemliyor ve yazıyoruz. Elhak, bunu yapıyor: her gün
takacak yeni bir konu buluyor, suçlayacak birini buluyor ve sesini
dalgalandırarak hakaretlerini sıralıyor. Gerilim dozunun düşmesine
hiç tahammülü yok. Kendi yanında olduğunu bildiği yüzde elliyi
öbürlerine saldırmaktan zorlukla alıkoyduğuna dair beyanatı bu
siyasetinin en açık –ve tabii en vahim– dışavurumuydu.
Ne var ki, Tayyip Erdoğan’ın hışmı yalnız “kendinden saymadığı”
öteki yüzde 50’yle sınırlı değil. Şimdiye kadar aynı hareket, aynı
parti içinde olduğu –“beraber yürüdüğü”– herhangi biri de, herhangi
bir anda, Tayyip Erdoğan’ın öfkesinin hedefi haline gelebilir.
Örneğin bugünlerde yumruk antrenmanı için kullandığı kum torbası
Merkez Bankası olmuş gibi görünüyor. Erdoğan’ın “yüksek” bulduğu
faizle bir sorunu var. Olabilir. Haklı da olabilir. Ama faizi
Erdoğan’ın istediği yerlere indirmeyen Merkez Bankası Başkanı’nın
da bir düşüncesi vardır sanırım. O da haklı olabilir. Bir sorun
karşısında biri “şöyle yapalım”, öbürü de “böyle yapalım” diyorsa,
bunlardan birisinin “hain” olması gerekmez. Ama Tayyip Erdoğan işin
dozunu buraya tırmandırdı. “Bize bağımlı değilsin, anladık; peki
kime bağımlısın?” deyiverdi. Bu soru neler ima ediyor? Başkan
birilerinin, muhtemelen “yabancı güçler”in adamı mı oluyor? Ajan mı
oluyor, ne oluyor?
Ama Tayyip Erdoğan bu konuda bununla da yetinemedi ve “vatanı
satma” basamağına da tırmandı. Muhalefet “Süleyman- Şah Türbesi” ve
“vatan toprağı” teranesiyle hücuma geçmiş durumda ya (bu, dün
yazdığım gibi, bir başka saçmalık ve çirkinlik), “Hayır,” diyor
Erdoğan, “asıl vatan satmak, faizi indirmemektir!”
Araya Merkez Bankası’nın önceki Başkanı girip iki cümle söyleyince
onu da haşlıyor: “Biz senin boyunu bosunu biliriz; ben olmasaydım…”
üslûbuyla. Zaten hep bu üslûpla.
Şu anda orada Başkan olan kimseyi tayin eden hükümetin Başbakanı
Tayyip Erdoğan’dı. Beceriksizliğini bildiğini iddia ettiği bir
önceki Başkan da aynı. Ayrıca, bu alanla, yani ekonomiyle çok daha
yakından ilgilenen Bakan da var, hükümette. Şu anda bir yeni
Başbakan var. Ama onlar değil, Tayyip Erdoğan konuşuyor: “Kime
bağımlısın? Asıl buna ‘vatan satmak’ denir” vb.
O halde, hangi makama kimi tayin ettiğini bilmiyorsun, demek
gerek.
Ama zaten bunu, bu Merkez Bankası konularına gelmeden, ünlü
“paralel yapı” için söylemek gerekmiyor mu? Bir zamanın en sağlam,
en güvenilir müttefiki değil miydi o “paralel yapı”? “Ben kefilim”
demiyor muydu Tayyip Erdoğan? Bir tarihte, bir konjonktürde “kefil”
olduğu insanlar hakkında daha sonra neler dedi, akıl alacak gibi
değil.
En hafifinden, bir işe onun ehlini bulup tayin edemeyen, kime
“kefil” olacağını bilemeyen bir “siyasî önder” ile karşı
karşıyayız.
Derken şimdi Abdullah Gül çıktı. Abdullah Gül, belli ki, şu
konuşulduğu şekliyle bir “Başkanlık” girdabına gitmemizden endişe
ediyor. Dolayısıyla geçenlerde “Türk tipi başkanlık iyi olmaz”
mealinde bir söz söyledi. Cevap, fazla gecikmeden, dün geldi: “Bal
gibi olur.”
Bildiğim kadar Abdullah Gül fazla ayrıntıya girmeden, bir iki
cümlelik bir uyarıda bulunmuştu. Ama o kısa demeçte de, bunu keyfî
(“Türk tipi”) bir sultaya dönüşme tehlikesine karşı bir uyarı var.
Cevabı da, bence, “bal gibi olur” değil. Çocuk bahçesinde koşmaca
falan oynayan çocuklar böyle kavgalara tutuşur, “Bal gibi olur”,
“Buz gibi olur” türünden lakırdılarla ve daha dişe dokunur bir şey
söylemeden saatlerce çekişebilirler.
“Bal gibi olur” üslûbu… Tayyip Erdoğan bu üslûbu yerleştirmeyi
büyük ölçüde başardı. “Neden- niçin- nasıl?” gibi, bir konuyu kendi
nedensel ilişkileri içinde ele almak, tartışmak, uygun bir yöntemle
kanıtlamak gibi alışkanlıklardan arındık, kurtulduk.
Bu verdiğim örnekler Erdoğan’ın kendi yüzde 50’sini henüz üstüne
saldırtmadığı, “dini bizim dinimizden olmayan” falan birileriyle
ilgili değil.
Böyle bir üslûp “normal” midir?