17 Eyl 2018 14:29
Son Güncelleme: 24 Kas 2018 02:51
Murat Bardakçı'dan Ertuğrul Özkök'e Ayasofya yanıtı: İçimiz daha çooook burkulur!
Habertürk yazarı Murat Bardakçı, Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'ün Ayasofya ile ilgili yorumlarına köşesinden cevap verdi.
HaberTürk yazarı Murat Bardakçı, Ayasofya üzerinde yapılan "Cami mi
olmalı müze olarak mı kalmalı" tartışmasında kendisine "21’inci
yüzyılda 'kılıç hakkı' ne demek?" diyen Hürriyet yazarı Ertuğrul
Özkök'e cevap verdi.
Bardakçı, "Ertuğrul ağabey 'Balkanlar’da, İspanya’da ne zaman kiliseye çevrilen bir cami görsem için burkuluyor' diyor… Ayasofya bizde müzedir, Ertuğrul Özkök’ün sözünü ettiği camiler ise müze falan değil, artık birer kilise. Adamlar bizden kalmış ne kadar cami varsa kiliseye çevirirler ve içimiz daha çooook burkulur!" dedi.
İşte Murat Bardakçı'nın "Kılıç Hakkı" başlıklı o yazısı:
Ayasofya konusnda ne zaman bir tartışma çıksa ve “İbadete açılmalı” denecek olsa bir kesimden hiç değişmeyen, birbirini aynı ve tuhaf tepkilerin gelmesi bilmem dikkatinizi çekti mi?
Nakarat asla değişmez; “Ayasofya cami olamaaaaaz, olmamalııııı!” diye haykırılır!
Sebep, Ayasofya’nın “insanlığın ortak malı” olmasıdır ve bu yüzden de müze olarak kalması gerekir! Ruyâ âleminde kulaç atan bazı aklıevveller ise daha da ileriye gider ve “Hem kilise, hem cami olsun” derler… “Haftanın belli günlerinde namaz kılınsın, diğer günlerde de âyin yapılsın ama cami olması, sadece namaz kılınmasın!”…
Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması fikrinin bazı zevâtı böylesine rahatsız etmesinin ve işi neredeyse namus meselesi haline getirmelerinin sebebini bir türlü anlamıyorum!
Aynısı geçen gün de oldu. Anayasa Mahkemesi’nin mâbedin ibadete açılması için yapılan başvuruyu reddetmesi üzerine “Ayasofya kılıç hakkıdır; ibadete açılmasına taraftarım” diye yazmam üzerine muhalif koro hemen şakıdı ve neler söylediler neler…
İslâm hukuku bugün artık geçerli olmadığı için “kılıç hakkı” da geçerli değilmiş, böyle mekânlar ortak inanç değerleri imiş, Ayasofya’nın ibadete açılmasını isteyenlerin işgal altındaki bölgelerdeki ibadethanelere, meselâ Mescid-i Aksa’ya saygı gösterilmesi konusunda itiraz hakları yokmuş!
Ayasofya’nın ibadete açılmasına taraftar olmama karşı çıkanlara Ertuğrul Özkök de katıldı, geçen günkü köşesinde yazımdan sözetti ve “21. yüzyılda ‘kılıç hakkı’ ne demek? Güçlünün kendi itikadını herkese uygulama hakkı mı?” dedi.
Kılıç hakkı konusunda Ertuğrul ağabeyin ve diğerlerinin yazdıkları bana “Maaşallah, basınımız kılıç hakkının ne demek olduğunu mükemmelen biliyormuş” dedirtti ve bu kavramı ana hatları ile anlatmamam gerektiğini hissettim.
EKONOMİK VE HUKUKÎ ANLAMLAR
“Kılıç hakkı”nın, iki ayrı mânâsı vardır:
İlk mânâsı eski asırların ekonomik sistemi ile alâkalıdır. Devletin geçmiş asırlarda Anadolu’da yahut Rumeli’de hizmet karşılığı tahsis ettiği arazilerin, yani “timar”ın ilk üç veya altı bin akçesi bu ismi taşır.
Ama benim sözünü ettiğim “Kılıç hakkı” başkadır, İslâm hukukunun bir kavramıdır, gayrımüslimlerin yaşadığı ve savaşılarak ele geçirilen topraklarda fetihten sonra hukukun izin verdiği bazı tasarruflardır ve bu tasarrufların başında, o beldenin en büyük ibadethanesinin olarak camiye çevrilmesi gelir… İbadethanelerin adedi fazla olduğu takdirde en büyüğünün yanısıra birkaçı daha cami yapılabilir ama o belde savaş ile değil de karşı tarafın “aman istemesi”, yani teslim olması ile ve kılıç çekilmeden, yani kan dökülmeden alındı ise kılıç hakkı tatbik edilmez.
Meselenin lâiklikle, İslâm hukukunun şimdi geçerli olup olmamasıyla yahut güçlünün istediği gibi hareket etmesi ile alâkası yoktur. Kılıç hakkı hukukî bir konudur, eski hukukun verdiği bir haktır ve bu hakkın eski hukuk bugün vârolmadığı için devam etmediğini düşünmek ile temeli yine eski hukuka dayanan müesseselerin, meselâ Fatih’in yahut Bezmiâlem Sultan’ın vakıflarının geçersiz olduğunu iddia etmek, kazanılmış hakları iptale kalkışmak ve geçmişe yönelik kanun çıkartmak arasında fark yoktur! Aynı mantık bizi “Artık lâikiz, devlet Diyanet’in kapısına kilit vursun, vergilerimizden imamlara maaş ödemesin, ezan da okunmasın, namaz da kılınmasın” garabetine kadar götürebilir. Hattâ fetihten önce herbiri kilise olan Zeyrek, Fethiye, Fenarî İsa, Gül, Molla Gürani ve Eski İmaret Camleri’nin de “kılıç hakkı artık mevcut bulunmadığı” için eski hallerine getirilmelerini ve “Pentakrator”, “Pammakaristos”, “Kostantin Lips”, “Azize Teodosia”, “Aziz Teodor” ve “Pantepoptes” olmalarını, yani fetih öncesindeki isimlerini almalarını isteyenler bile çıkabilir!
BURKULMAMASI TUHAF OLUR!
Ertuğrul ağabey “Balkanlar’da, İspanya’da ne zaman kiliseye çevrilen bir cami görsem için burkuluyor” diyor…
İşte, camileri bugün kilise yapanlar ile aramızdaki fark burada: Ayasofya bizde müzedir, Ertuğrul Özkök’ün sözünü ettiği camiler ise müze falan değil, artık birer kilise! Adamlar bizim asırlar önce “kılıç hakkı”na dayanarak yaptığımızın tam tersini şimdi alenen yapıyorlar! Atina’da ve Selânik’te bugün ibadete açık tek bir cami bile bulunmuyor, Selânik’teki Hamza Bey Camii’nin bir bölümünün birkaç sene öncesine kadar erotik filmlerin oynatıldığı sinema olarak kullanılması hâlâ hatırlanıyor, Sırplar ise Bosna’da 1990’ların yüzkarası olan savaştan sonra ellerine geçirdikleri camilerin tamamını çoktan kiliseye çevirdiler!
Kaynağı hukuk olan “kılıç hakkı”na dayanan geçmişteki uygulamalarımızın neticeleri artık birer gelenek olarak devam etmektedir…
Ama gelenekleri bir tarafa fırlatıp atan bu çıtkırıldımlığımızla, nâzeninliğimizle ve “İslâm hukuku bugün geçerli değildir, dolayısı ile Ayasofya da cami olmamalıdır!” kafasıyla gittiğimiz müddetçe adamlar bizden kalmış ne kadar cami varsa kiliseye çevirirler ve içimiz daha çooook burkulur!
Bardakçı, "Ertuğrul ağabey 'Balkanlar’da, İspanya’da ne zaman kiliseye çevrilen bir cami görsem için burkuluyor' diyor… Ayasofya bizde müzedir, Ertuğrul Özkök’ün sözünü ettiği camiler ise müze falan değil, artık birer kilise. Adamlar bizden kalmış ne kadar cami varsa kiliseye çevirirler ve içimiz daha çooook burkulur!" dedi.
İşte Murat Bardakçı'nın "Kılıç Hakkı" başlıklı o yazısı:
Ayasofya konusnda ne zaman bir tartışma çıksa ve “İbadete açılmalı” denecek olsa bir kesimden hiç değişmeyen, birbirini aynı ve tuhaf tepkilerin gelmesi bilmem dikkatinizi çekti mi?
Nakarat asla değişmez; “Ayasofya cami olamaaaaaz, olmamalııııı!” diye haykırılır!
Sebep, Ayasofya’nın “insanlığın ortak malı” olmasıdır ve bu yüzden de müze olarak kalması gerekir! Ruyâ âleminde kulaç atan bazı aklıevveller ise daha da ileriye gider ve “Hem kilise, hem cami olsun” derler… “Haftanın belli günlerinde namaz kılınsın, diğer günlerde de âyin yapılsın ama cami olması, sadece namaz kılınmasın!”…
Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması fikrinin bazı zevâtı böylesine rahatsız etmesinin ve işi neredeyse namus meselesi haline getirmelerinin sebebini bir türlü anlamıyorum!
Aynısı geçen gün de oldu. Anayasa Mahkemesi’nin mâbedin ibadete açılması için yapılan başvuruyu reddetmesi üzerine “Ayasofya kılıç hakkıdır; ibadete açılmasına taraftarım” diye yazmam üzerine muhalif koro hemen şakıdı ve neler söylediler neler…
İslâm hukuku bugün artık geçerli olmadığı için “kılıç hakkı” da geçerli değilmiş, böyle mekânlar ortak inanç değerleri imiş, Ayasofya’nın ibadete açılmasını isteyenlerin işgal altındaki bölgelerdeki ibadethanelere, meselâ Mescid-i Aksa’ya saygı gösterilmesi konusunda itiraz hakları yokmuş!
Ayasofya’nın ibadete açılmasına taraftar olmama karşı çıkanlara Ertuğrul Özkök de katıldı, geçen günkü köşesinde yazımdan sözetti ve “21. yüzyılda ‘kılıç hakkı’ ne demek? Güçlünün kendi itikadını herkese uygulama hakkı mı?” dedi.
Kılıç hakkı konusunda Ertuğrul ağabeyin ve diğerlerinin yazdıkları bana “Maaşallah, basınımız kılıç hakkının ne demek olduğunu mükemmelen biliyormuş” dedirtti ve bu kavramı ana hatları ile anlatmamam gerektiğini hissettim.
EKONOMİK VE HUKUKÎ ANLAMLAR
“Kılıç hakkı”nın, iki ayrı mânâsı vardır:
İlk mânâsı eski asırların ekonomik sistemi ile alâkalıdır. Devletin geçmiş asırlarda Anadolu’da yahut Rumeli’de hizmet karşılığı tahsis ettiği arazilerin, yani “timar”ın ilk üç veya altı bin akçesi bu ismi taşır.
Ama benim sözünü ettiğim “Kılıç hakkı” başkadır, İslâm hukukunun bir kavramıdır, gayrımüslimlerin yaşadığı ve savaşılarak ele geçirilen topraklarda fetihten sonra hukukun izin verdiği bazı tasarruflardır ve bu tasarrufların başında, o beldenin en büyük ibadethanesinin olarak camiye çevrilmesi gelir… İbadethanelerin adedi fazla olduğu takdirde en büyüğünün yanısıra birkaçı daha cami yapılabilir ama o belde savaş ile değil de karşı tarafın “aman istemesi”, yani teslim olması ile ve kılıç çekilmeden, yani kan dökülmeden alındı ise kılıç hakkı tatbik edilmez.
Meselenin lâiklikle, İslâm hukukunun şimdi geçerli olup olmamasıyla yahut güçlünün istediği gibi hareket etmesi ile alâkası yoktur. Kılıç hakkı hukukî bir konudur, eski hukukun verdiği bir haktır ve bu hakkın eski hukuk bugün vârolmadığı için devam etmediğini düşünmek ile temeli yine eski hukuka dayanan müesseselerin, meselâ Fatih’in yahut Bezmiâlem Sultan’ın vakıflarının geçersiz olduğunu iddia etmek, kazanılmış hakları iptale kalkışmak ve geçmişe yönelik kanun çıkartmak arasında fark yoktur! Aynı mantık bizi “Artık lâikiz, devlet Diyanet’in kapısına kilit vursun, vergilerimizden imamlara maaş ödemesin, ezan da okunmasın, namaz da kılınmasın” garabetine kadar götürebilir. Hattâ fetihten önce herbiri kilise olan Zeyrek, Fethiye, Fenarî İsa, Gül, Molla Gürani ve Eski İmaret Camleri’nin de “kılıç hakkı artık mevcut bulunmadığı” için eski hallerine getirilmelerini ve “Pentakrator”, “Pammakaristos”, “Kostantin Lips”, “Azize Teodosia”, “Aziz Teodor” ve “Pantepoptes” olmalarını, yani fetih öncesindeki isimlerini almalarını isteyenler bile çıkabilir!
BURKULMAMASI TUHAF OLUR!
Ertuğrul ağabey “Balkanlar’da, İspanya’da ne zaman kiliseye çevrilen bir cami görsem için burkuluyor” diyor…
İşte, camileri bugün kilise yapanlar ile aramızdaki fark burada: Ayasofya bizde müzedir, Ertuğrul Özkök’ün sözünü ettiği camiler ise müze falan değil, artık birer kilise! Adamlar bizim asırlar önce “kılıç hakkı”na dayanarak yaptığımızın tam tersini şimdi alenen yapıyorlar! Atina’da ve Selânik’te bugün ibadete açık tek bir cami bile bulunmuyor, Selânik’teki Hamza Bey Camii’nin bir bölümünün birkaç sene öncesine kadar erotik filmlerin oynatıldığı sinema olarak kullanılması hâlâ hatırlanıyor, Sırplar ise Bosna’da 1990’ların yüzkarası olan savaştan sonra ellerine geçirdikleri camilerin tamamını çoktan kiliseye çevirdiler!
Kaynağı hukuk olan “kılıç hakkı”na dayanan geçmişteki uygulamalarımızın neticeleri artık birer gelenek olarak devam etmektedir…
Ama gelenekleri bir tarafa fırlatıp atan bu çıtkırıldımlığımızla, nâzeninliğimizle ve “İslâm hukuku bugün geçerli değildir, dolayısı ile Ayasofya da cami olmamalıdır!” kafasıyla gittiğimiz müddetçe adamlar bizden kalmış ne kadar cami varsa kiliseye çevirirler ve içimiz daha çooook burkulur!