Münir Özkul'un kızı Güner Özkul: Babam Yaşar Usta ya da Mahmut Hoca değildi!
Münir Özkul'un kızı Güner Özkul ''İnsanlar, babamın 'Yaşar Usta' ya da 'Mahmut Hoca' olduğuna inanmak istiyor. Onlar kadar dürüst ve müdanasızdı, ama Yaşar Usta ya da Mahmut Hoca değildi'' dedi
Münir Özkul'un kızı Güner Özkul, babasını ve onunla olan ilişkisini
Esquire dergisine anlattı:
Babam sürekli çalışmak zorunda olduğu için yatılı okudum, ama
tatillerime denk gelen setlerde babamla birlikteydim. Arzu Film
döneminde; kemikleşmiş oyuncu kadrosu senaryo aşamasından itibaren
sürece dahil oluyor, sabaha kadar karakter analizi yapılıyordu.
Bugün sinema hakkında en ufacık bir fikrim varsa, o çalışmalarda
dinlediğim konuşmalar üzerindendir diyebilirim.
Çocukken babanızın ünlü olduğunu çok anlamıyorsunuz, size sorulmaya
başladıkça farkına varıyorsunuz. Çok büyük bir sorumluluk çünkü
babam bütün Türkiye'nin 'baba' olarak kabul ettiği bir insan.
"Babam o kadar da mütevazı değildi" dediğimde, "Sen kim oluyorsun?"
diye kızdılar bana mesela. Benim kastettiğim, işi söz konusu olunca
babamın hayatında tevazuya yer olmadığıydı.
Babam ömrü boyunca sevdiği bir işi yaparak yaşadı; bu herkese nasip
olacak bir şans değil. Hele bugün hiç değil. Ne zaman onun
filmlerini izlesem, sanki hiç orada olmamışım gibi kendimi kaptırır
ağlarım. Hatta bazen ağlayacağım yer gelecek diye gözlerimin
dolduğu da olur. 'Bizim Aile'de çok zorlandıkları bir sahne vardı;
gülmeleri gerekirken o sahne bir türlü çekilemedi ve sonunda
sinirleri bozulup ağladılar. Yine 'Gülen Gözler'de, müteahhitle
kavgalarını seslendirirken Sadettin Erbil'le ter içinde
kalmışlardı; izlerken hep bunları hatırlarım.
Babam gördüğü garip şeyleri taklit ederdi; bir keresinde anafora
direnen bir böceği taklit etmişti. Her şeyi bu şekilde anlatıyordu;
bir imgelem yaratıyor, kendi inanıyor, beni de inandırmaya
çalışıyordu.
Ben, babamın halim selim bir dönemine denk geldim. Birlikte çok
eğlenirdik. İçinde kaldığı için beni resme o yönlendirdi, ben de
farkına varmadan kendim istedim sandım. Çok zeki bir insandı ve
manipülasyon ustasıydı, bir şeyi aslında sizin istediğinize ikna
edebilirdi. Güzelliklere bayılırdı. Parfümleri, lavanta
kolonyasını, İngiliz kumaşlarını severdi.
Parayla hiç ilişkisi olmayan bir insandı, maaşını ilk günden
bitirirdi. Eşi Umman Abla, çekmecede tedavülden kalkmış paraları
biriktiriyordu. Babam bir gün çekmeceyi açtı "Paramız yok diyorsun,
burada bir sürü para var" dedi.
Güzelden anlardı, ama değeriyle ilgili hiçbir fikri olmazdı.
Rektörümüzün söylediğine göre bir zamanlar Türkiye'de üç kişide
Picasso varmış, biri de babammış. Ama ben böyle bir şeyi hiç
görmedim. Sahip olduğu o kadar güzel şeyi insanlara dağıttı ki,
bunların yarısı elimizde olsa bir elimiz yağda, bir elimiz balda
yaşıyor olurduk. Babamın yaşayışından çok ders çıkarmışımdır. Babam
müdanasız biriydi, ben de biraz öyle oldum.
Caz müziğini ve tangoyu çok severdi. Bir zamanlar o da tango
yaparmış. Çok atletikti; gençken yüzer, bisiklete binermiş. Hatta
bir ara boks bile yapmış. Hareketlerindeki esneklik oradan
geliyormuş meğerse. Evde genellikle kitap okurdu, özellikle
psikoloji ve psikanalize çok meraklıydı. Onu genelde çalışma
masasında kitap okurken hatırlıyorum.
En büyük merakı, maç seyretmekti. Sabahtan akşama kadar maç
izleyebilirdi. 'Mavi Boncuk' filminde taktığı sarı-lacivert atkıyı
ona Adile Teyze örmüştü. Konuşmayı pek sevmezdi, onun kendini
anlatma şekli işini yapmaktı. Solunum cihazına bağladıktan sonra
gırtlağına bir aparat taktılar, aparat sesi değiştiriyordu. Sesini
duydu, beğenmedi ve sustu.
İnsanlar bazen babamla ilgili çok saçma şeyler anlatıyor. Ben
babamın eline tornavida aldığını bile görmedim ama bana "Baban çok
iyi tamirciydi, ondaki alet kutusu kimsede yoktu" diye
anlatıyorlar. Demek ki benim bilmediğim bir dönemi var.
İnsanlar, babamın 'Yaşar Usta' ya da 'Mahmut Hoca' olduğuna inanmak
istiyor. Onlar kadar dürüst ve müdanasızdı, ama Yaşar Usta ya da
Mahmut Hoca değildi; o bütün oynadığı karakterlerdi. Babam
Bakırköylü köklü bir ailenin çocuğuydu, Bakırköy'den çocukluk
arkadaşlarıyla çok görüşürdü.