Münevver Karabulut için babasına para teklif etmişler!
Münevver Karabulut, 3 Mart 2009’da erkek arkadaşı Cem Garipoğlu tarafından testereyle kafası kesilerek öldürüldü. Baba Süreyya Karabulut ‘Körebe: Kızım Münevver’in Ardından’ adlı kitapla cinayet sonrası dönen hesaplaşmaları kaleme aldı.
Cem Garipoğlu tarafından başı kesilerek öldürülen 17 yaşındaki
Münevver Karabulut’un babası Süreyya Karabulut, ‘Körebe: Kızım
Münevver’in Ardından’ isimli bir kitap yazdı. Cinayetin ardından
Karabulut ailesinin yaşadıklarının anlatıldığı kitapta Süreyya
Karabulut, daha önce hiç söz etmediği Ayfer Garipoğlu’yla yaptığı
10 görüşmeyi de anlattı.
Kitapta; Garipoğlu ailesinin cinayet sonrası oğulları Cem’in
ölmesini isteyecek psikolojiye sahip oldukları ve olayı örtbas
etmek için katı ‘pazarlıklar’ yaptıkları detaylı bir şekilde
anlatılıyor
Karabulut cinayeti davasında ‘suçluyu kayırmak’ suçundan 3 yıl
hapis cezasına çarptırılan katil Cem Garipoğlu’nun amcası Hayyam
Garipoğlu’nun eşi Ayfer Garipoğlu’nun bir gün önüne çıktığını
anlatan Süreyya Karabulut, “‘Ben Cem’in yengesiyim. Lanet olsun,
inşallah ölür Cem!’ dedi. Birden ağlamaya başladı” dedi. Ayfer
Garipoğlu’nun ilerleyen günlerde kendisini aradığını ve defalarca
buluştuklarını söyleyen Karabulut, Garipoğlu’nun kendisine “Kiradan
kurtul” diyerek ev almak istediğini, kendisinin okul yaptırmak için
ısrar ettiğini anlattı.
Cinayetten 197 gün sonra teslim olan Cem Garipoğlu, suçu
işlediğinde 17 yaşında olduğu için indirimle 24 yıl hapse mahkum
edildi. Karabulut’un vahşice öldürülmesi aylar hatta yıllarca ülke
gündeminden düşmedi.
Cinayet ardı hesaplaşmalar
Münevver Karabulut’un babası Süreyya Karabulut ‘Körebe: Kızım
Münevver’in Ardından’ isimli bir kitapla cinayetin ardından dönen
hesaplaşmaları kaleme aldı. “Sizin hiç canınızdan can alındı mı?
Benim alındı. Ne yazık ki canım alındı...” önsözüyle başlayan
kitapta Karabulut’un ölüm haberini ailenin alma süreci, Münevver’in
doğumundan, Cem Garipoğlu ile yaşadıkları ‘aşk’a, son yolculuğuna
uğurlandığı günden, mahkeme sürecine, basında bu cineyete ilişkin
çıkan haberlere kadar cinayetin ardından geçen her gelişme yer
alıyor.
‘İnşallah ölür Cem’
Kitabın en dikkat çekici bölümü ise cinayetin ardından Garipoğlu
ailesinden bir ferdin baba Karabulut’un yolunu bir anda “Lanet
olsun, inşallah ölür Cem!” sözleriyle kesmesi ve ardından
esrarengiz Garipoğlu ile baba Süreyya Karabulut arasından geçen
görüşmeler.
Postiga Yayınları’ndan piyasaya çıkan kitapta bugüne kadar ortaya
hiç çıkmamış ayrıntılar yer alıyor.
‘Mevlit okut’ diye para verdiler
(....) Tazminat davasının sonuçlanmasına yakın beni aramaya
başladı. Garipoğlu ailesinin darmadağın olduğunu, çok zor şartlar
altında yaşadığını söyledi. Cem’le ilgili de ‘Bu psikopat keşke
kendini öldürseydi...’ dedi (...)
“(...) Bir görüşmemizde A. Garipoğlu bana ‘Sana 5 bin lira para
göndereceğim, Münevver’in adına mevlit okut’ dedi. Ben de nasıl
olduysa ‘peki’ demiş bulundum. Bazen sonradan içinizi rahatsız eden
ama o an gaflete düşüp ‘olur’ dediğiniz anlar olur ya, tam böyleydi
durum. Birkaç gün sonra şoförüyle zarf içinde 5 bin lira para
gönderdi. Parayı Münevver adına Diyanet Vakfı’na bağışladım. (...)
Ayfer Garipoğlu, tazminat davasının sonuçlanmasına yakın beni
aramaya başladı. Garipoğlu ailesinin darmadağın olduğunu, çok zor
şartlar altında yaşadığını söyledi. Cem’le ilgili de ‘Bu psikopat
keşke kendini öldürseydi...’ dedi. Kocasının suçsuz olduğunu
söylüyordu. Ama Hayyam’ın suçlu olduğu tescillenmişti zaten.”
Maaş bağlamayı bile teklif etti
(...) Oturduğumuz kafelerde bile hesabı ödemesine izin vermiyordum,
her bir çayımın, hatta onun çay paralarını ödedim, o kimdi ki bana
para teklif edecek, çaylar ısmarlayacaktı. (...)
“Bir gün önümde bir kadın durdu. ‘Ben Cem’in yengesiyim’ dedi. Bir
anda buz gibi oldum. Hemen lafa girdi. ‘Lanet olsun, inşallah ölür
Cem!’ dedi. Ailenin darmadağın olduğunu, üzgün olduklarını,
Garipoğlu ailesinin artık bu ülkede yaşayamayacağını, lekenin
yüzyıllar boyu süreceğini söyledi. Ağladı. (...)
İlerleyen günlerde ben onu aramadığım halde beni aradı, Bakırköy’de
bir kafede oturduk. Sonraki günlerde de peşimi bırakmadı, yaklaşık
on kez bir araya geldik. Bu konuşmalarımızda ben cinayeti çözmeye
çalışıyordum, ser verip sır vermiyordu.
Bana Avrupa Konutları’ndan bir daire alacağını söyledi. Okul diye
ısrar ediyordum. Bu kez ‘Size lüks bir hayat sağlayacağım’ diyordu.
Münevver öldükten çok hayır yaptırdığını, dua okutturduğunu
söylüyordu. Hatta şirketlerinden maaş bağlamayı bile teklif
ettiler. Oturduğumuz kafelerde bile hesabı ödemesine izin
vermiyordum, her bir çayımın, hatta onun çay paralarını ödedim, o
kimdi ki bana para teklif edecek, çaylar ısmarlayacaktı.
Okul kızının adına olmasın
(...) Ayfer Hanım, ‘Allah bir, namus bir, ben bu projeyi (okul)
yaptırırım. Bizim için büyük para değil. Eğer ben ölürsem, iki tane
yetişkin oğlum var, onlara vasiyet ettim. Onlar yaptıracaklar’
dedi. (...) Ben Encümen’den geçen belgeyi belediyeden aldım, Ayfer
Garipoğlu’na verdim. Kendisi de sevindi, ‘Bak yerimiz hazır,
MEB’den gelecek evrakları, projeyi bekliyoruz’ dedim. Müteahhide
gittim, projenin maliyetini sordum. 1 trilyon 850 milyar gibi dedi.
Dönüşte ‘Ben projeyi çizdirdim, temeli atmamız lazım’ dedim. ‘Aaa
çok iyi’ dedi ve tüm evrakları benden aldı. Beşinci görüşmemizde,
‘Bak ben insan içine çıktım, daire vs. hiç önemli değil, gerekirse
ben tazminat davasının bir kısmından da feragat ederim ve okula
aktarırım, okul yapılsın’ dedim. Bunun üzerine ‘Ben kaynım Nida
Garipoğlu ile görüştüm, bana dedi ki kızının adına okul olmasın’ bu
cümleyi duyar duymaz başımdan aşağı kaynar sular indi.”
‘Kasayı açalım, altınları verelim’
(...) Bankadan kredi çekeyim, altınları da vereyim, neyim varsa al.
Kesinlikle çocuklarıma dokunma, istersen canımı al, istediğin yere
de gelirim, benim için hiç fark etmez, ben zaten ölmüşüm. (...)
“Tazminat davası kesinleştikten 1 gün sonraydı. Avukatımız Rezan
Epözdemir’in ofisine gitmiştim. Telefonum çaldı. ‘Ben Tülay Makbule
Garipoğlu, sizinle görüşmek istiyorum’ dedi. ‘Ne
görüşeceksin?’dedim. Bana, ‘Bize bir rakamla gel sana bu parayı
ödeyeceğiz’dedi. ‘Kesinlikle böyle bir şey olamaz son kuruşuna
kadar alırım, çünkü ben okul yaptıracağım’ dedim. Bir süre sonra
tekrar aradı, ‘Sizinle karşılıklı görüşmem lazım’ dedi, bunca
ısrardan sonra açıkçası ne yüzle gelecek, ne konuşacak diye
düşünüyordum ve ‘Tamam’ dedim. Yalnız geldi. Görünce tüylerim diken
diken oldu. Onu öldürmemek için kendimi zor tuttum. Onunla
görüşeceğimden kimseye bahsetmemiştim. Oturdu, soğuk bir
selamlaşmanın ardından, ‘Bizim iki trilyon paramız yok, anlaşmaya
varalım. Bankadan kredi çekeyim, altınları da vereyim, neyim varsa
al. Kesinlikle çocuklarıma dokunma, istersen canımı al, istediğin
istediğin yere de gelirim, benim için hiç fark etmez, ben zaten
ölmüşüm. Cem cezaevinde kendini öldürse de kurtulsak, bu iş
kapansın’ dedi. (...)
‘Kıymık kıymık parçalasam hırsımı alamaz
haldeydim’
(...) Cem’i araştırdıkça edindiğim en net bilgi; ortada kalmış bir
çocuk olduğuydu, yani ne Türk
ne Avrupalı,
ne sevgiyle büyümüş, ne de sahiplenilmeyi bilmiş. Cebine parası
konulmuş, eğitim maksadıyla başlarından atılmış bir
çocuk. (...)
Baba Karabulut, kitapta ‘Cem’e dair’ adlı bölümde kızını öldüren
Cem Garipoğlu için ise şöyle diyor:
“Cem’i anlamak için uğraşmadığımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz,
kızımın saf ve temiz dünyasında ne aradığını, onun bir çiçek gibi
güzel ve naif ruhuna niye sızmaya çalıştığını anlamak için
günlerce, gecelerce kafa yordum. Aileden uzak, karanlık sokakların
çocuğu olarak yetişen bu çocuğun kızımda ne aradığını, ne bulduğunu
ve niye öldürdüğünü anlama niyetim çok da yeterli değildi. Elbette
ona sağlıklı bir biçimde bakamazdım. Ama Cem’i araştırdıkça
edindiğim en net bilgi; ortada kalmış bir çocuk olduğuydu, yani ne
Türk ne Avrupalı, ne sevgiyle büyümüş, ne de sahiplenilmeyi bilmiş.
Cebine parası konulmuş, eğitim maksadıyla başlarından atılmış bir
çocuk. Türkiye’ye döndüğünde karşılaştığı tablo; küçük kızlarıyla
yakından ilgilenen bir anne, annesine bağlı olmayan bir baba ve
çeşitli yolsuzluklara adı karışmış, dünyanın ıncığını cıncığını
bilen bir amca.”
Bu benim damadım mı olacaktı?
Karabulut, duruşma salonunda Cem’i gördüğündeki hislerini ise şu
cümlelerle paylaşıyor:
“Cem’in yüzünü gördüğümde tüylerim diken diken oldu. ‘Bu benim
damadım mı olacaktı’ diye düşündüm. O anda benim elime verseler de
kıymık kıymık parçalasam yine hırsımı alamaz haldeydim. Göz göze
geldik, tebessümle bakıyordu, öyle rahattı ki sanki o cinayet
işlememiş de ben işlemişim cinayeti... İçimden haykırmak geliyordu
ama susuyordum.”
Damla Yur/Milliyet