Mümtaz'er Türköne'den şok Erdoğan iddiası
Zaman gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun hiç anlaşamadıklarını ima ederek sorunlar olduğunu yazdı.
Zaman gazetesi yazarı Mümtaz'er Türköne, bugünkü yazısında olay
yaratacak bir iddiaya yer verdi. Cumhurbaşanı Erdoğan ve Başbakan
Ahmet Davutoğlu arasında sorunların yaşandığını öne süren Türköne,
Başbakan çıkıp, uzun uzun Cumhurbaşkanı ile ahenk içinde olduğundan
bahsediyorsa; bu sözden ancak ciddi problemlerin yaşandığı sonucunu
çıkartabiliriz" dedi.
Başbakan'ın eşi Sare Davutoğlu'nun Kılıçdaroğlu'nun eşi Selvi
Kılıçdaroğlu'nu ziyaret etmesinin Cumhurbaşkanı'nı kızdırdığını ima
eden Mümtaz'er Türköne, "Başbakan’ın eşinin Kılıçdaroğlu’nun eşine
taziyeye gitmesi, toplumun tamamına 'helal olsun' dedirtecek
cinsten bir yumuşama habercisiydi ve Erdoğan’ın kutuplaştırıcı
söylemine aykırıydı. Bu kadar uyumsuz bir ikili olur mu?" diye
sordu.
Mümtaz'er Türköne, iddiasına dayanak olarak şu örneği de verdi:
"Aynı şekilde Erdoğan’ın yalnız başına yürüttüğü “MGK cemaatlere
savaş ilan etti” kampanyasına, Davutoğlu’ndan gelen belli-belirsiz
desteği de aynı uyumsuzluğun bir tezahürü olarak okumak daha
doğru."
Mümtaz'er Türköne'nin 'Yapaylık neyin işareti?' başlıklı
bugünkü yazısı şöyle:
ERDOĞAN'IN MATEMATİĞİ
Gündemlerin yapaylığı, iktidar gücünün hükümranlık alanındaki
daralmanın en bariz işaretleridir.
Eşik, Gezi olaylarında aşıldı ve iktidar zemini daralmaya başladı
ve iktidarı sürdürme siyaseti toplumu kutuplaştırma aksına
oturtuldu. Aynı siyasetle, 17/25 için bir savunma hattı
oluşturuldu; hukuk çiğnendi, devletin altı üstüne getirildi, her
şey tersine döndü. Açıklık, şeffaflık, hukuk, hesap verilebilirlik
ortadan kalkınca otomatik olarak iktidarın meşrû hükümranlık alanı
da daralıyor.
Demokrasi sayıların rejimidir. Erdoğan bu matematiği, toplumun
yarısının nefretini kazanıp, geri kalanın desteğini elde etmek
üzerine kurdu. Gücünü muhafaza etmesi için toplumun ikiye bölünmesi
ve iki tarafın birbirinden nefret etmesi lâzım. Ancak bölünmüş ve
kutuplaşmış bir toplumda keyfilik ve hukuksuzluk hüküm sürebilir.
Düşmanlar ortalıkta hayalet gibi dolaşıyorsa ve toplum bu
düşmanların oluşturduğu tehdide ikna olmuşsa keyfiliğe, zorbalığa
kim ne diyebilir? Yapay gündemlerin hep toplumu kutuplaştıran
cinsten olması bu yüzden bir tesadüf değil. Erdoğan, her seferinde
toplumun yarısının karşı çıkacağı laflar etmek zorunda.
DAVUTOĞLU İLE ERDOĞAN ARASINDA CİDDİ PROBLEMLER
VAR
Medya üzerindeki iktidar tekeli, gerçek bilgiye ulaşmamızı
engelliyor. Olaylar hakkında bugünün şartlarına uygun şekilde,
satır aralarını okuma becerisine ihtiyacımız var. Böylesine puslu
havalarda, siyasette söylenen sözler bir şeyleri açıklamak için
değil, bir şeylerin üstünü örtmek için söylenir. Başbakan çıkıp,
uzun uzun Cumhurbaşkanı ile ahenk içinde olduğundan bahsediyorsa;
bu sözden ancak ciddi problemlerin yaşandığı sonucunu
çıkartabiliriz. Başbakan’ın eşinin Kılıçdaroğlu’nun eşine taziyeye
gitmesi, toplumun tamamına “helal olsun” dedirtecek cinsten bir
yumuşama habercisiydi ve Erdoğan’ın kutuplaştırıcı söylemine
aykırıydı. Bu kadar uyumsuz bir ikili olur mu? Toplumda bu kadar
uyumlu tepkiler alan bir hareketinden; hem Cumhurbaşkanı hem de
Başbakan için bir “uyum” açıklaması ihtiyacı doğurması
kaçınılmazdı.
UYUMSUZLUĞUN TEZAHÜRÜ MGK'NIN CEMAAT KARARI
Aynı şekilde Erdoğan’ın yalnız başına yürüttüğü “MGK cemaatlere
savaş ilan etti” kampanyasına, Davutoğlu’ndan gelen belli-belirsiz
desteği de aynı uyumsuzluğun bir tezahürü olarak okumak daha doğru.
Fikri takip her şeye rağmen medyada sürüyor. MGK’da alınan
kararlarla ilgili Bülent Arınç’ın ertesi gün yaptığı resmî
açıklamaya ek, yeni bir bilgiye sahip değiliz. Davutoğlu’nun bu
konuda söylediklerini dikkatle gözden geçirince mesele anlaşılıyor:
Davutoğlu, MGK kararları ve Bakanlar Kurulu’nun bu konudaki tavrı
hakkında bir şeyler mi söyledi, yoksa söylemedi mi? Zor bir iş
değil; sadece açıklığa ihtiyacımız var. Erdoğan’ın, savcılara ve
dost devletlere referans olacağını ilan ettiği bu kararları
kamuoyundan gizlemek mümkün mü? Öyleyse?
ARAP ALFABESİ ESKİYE GÖRE DAHA ÇOK BİLİNİYOR
Osmanlıca gündemi, Osmanlıca gündemi değil; bir kutuplaştırma
çabasından ibaret. Arkaik ilerici-gerici muhabbetini
canlandırmaktan başka bir anlamı yok. Osmanlıca, Arap alfabesini
bilmek değildir. Bugün Türkiye’de muhtemelen, nüfusa oran
itibarıyla 1928 yılındakinden daha fazla Arap alfabesi bilen insan
vardır. 19. yüzyıl boyunca Osmanlı toplumunda okuma yazma oranı
yüzde 2 civarında idi. Aynı dönemde İngiltere’de bu oran erkekler
için yüzde 60, kadınlar için yüzde 40 civarındaydı. Demek ki
Osmanlı toplumu da Osmanlıca bilmiyordu.
Öbür taraftan üniversitelerde Tarih, Edebiyat, Sanat Tarihi gibi
bölümlerde uzun süre Osmanlıca dersi alan gençler de Osmanlıcayı
öğrenemiyorlarken orta mektepte nasıl öğrenecekler? Bugün
Osmanlıcayı, ancak arûz vezni ile şiir yazmakta ısrar etmek
cinsinden bir tartışmaya konu edebilirsiniz. Osmanlıca öğrenmek
özendirilmeli ve bir sevda işi olmalı. Bugün karşımıza çıkan tez,
1928 yılında harf devrimi yapanlarla aynı mantığa sahip: Devlet
karar verir ve kültürü değiştirir. Osmanlı’nın hatırasına ve
kültürüne hizmet etmek isteyen, Osmanlıcayı mektep sıralarından,
karne notundan ve sınıfta disiplin sağlamaya çalışan öğretmenlerden
uzak tutmalı.
Bir gazete Erdoğan’ın ilk yüz gününün icmalini yaparken, gündem
belirleme yeteneğini öne koymuş. Şayet toplumu kutuplaştırmak bir
Cumhurbaşkanı için başarı ölçüsü ise? Bu gündemlerin tamamı,
iktidar siyasetinde bir daralmanın işaretleri değil mi?