Mümtazer Türköne'den Mehmet Görmez'i kızdıracak sözler! Mercedes'ini satan şeyhülislam!
Zaman yazarı Türköne, Mercedes aracını ibreti alem için iade eden Diyanet İşleri Başkanı'nı "Mercedes'ini satan şeyhülislama" benzetti.
Zaman yazarı Mümtazer Türköne bugünkü yazısında Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'i kızdıracak ifadeler kullandı.
Milyonluk makam aracı ile gündeme gelen Mehmet Görmez'i eleştiren Türköne, Görmez için "Mercedes'ini satan şeyhülislam" tabirini kullandı.
İşte Türköne'nin o yazısı:
Mercedes’ini satan şeyhülislâm
“Ferrari’sini satan bilge” gibi, Mehmet Görmez Hoca’nın hikâyesinin de derin boyutları var. Özellikle şu “ibret-i âlem” lafının. “Âlem”, genel bir ifade, yine de “lüks ve israf” eleştirileri karşısında makam aracının iade edilmesi öncelikli olarak “devlet büyükleri âlemi”ni ve bu âlemdeki şatafat ve debdebeyi “ibretlik” bir durum olarak nazara veriyor.
Kısaca Diyanet İşleri Başkanı’nın bir özeleştiri ve özür gibi algılanması gereken bu inceliğinden, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere her daim israf eleştirilerine maruz kalan devlet büyükleri ibret almalı. Düşünün bir kere, Görmez Hoca’nın jestinin, Cumhurbaşkanı tarafından tekrarlandığını ve “ibret-i âlem için” Beştepe’deki israf abidesi Ak-Saray’ın yok fiyatına özel sektöre devredildiğini. Lüks araçların ikinci eli pek para etmiyormuş. Olsun ibretlik olması, cari giderlerin kesilmesi, benzerlerinin caydırılması ve halktan üstü kapalı özür dilenmesi bile az şey mi? Bu yüzden Diyanet İşleri Başkanı’nı bu örnek davranışından dolayı tebrik etmek ve ibret olmasını beklemek en doğrusu.
Görmez Hoca’nın “Mercedes’ini satması”nın başka boyutları da var. Diyanet İşleri Başkanlığı, Osmanlı’daki “şeyhülislâmlık” kurumunun daha etkin ve kapsamlı hale getirilmiş hali; bu yüzden devletin en kritik kurumlarının başında geliyor. İnkılâp kanunları içindeki yerine bakarsanız, anayasal olarak Türk Silahlı Kuvvetleri ile aynı ağırlıkta olduğu anlaşılıyor. Nitekim, yakın zamana kadar “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılması talebine parti programında yer vermek” doğrudan parti kapatma gerekçesi olarak görülüyordu. Diyanet İşleri Başkanlığı “dini devlet kontrolünde tutmak” için tesis edildi, bu durum Sünnî inanç içindeki devletin kritik konumu ile uyuştuğu için devlet ile toplum arasında en kapsamlı uzlaşmaya dönüştü. Sünnî inanca uzak olanların kavramakta çok zorluk çektikleri bir uzlaşmadır bu. Meselâ DİB bünyesinde Muvakkitlik ve Mushafları İnceleme Kurulu adıyla iki kurum bulunur. Birincisi namaz vakitlerini ve hicrî takvimi, dolayısıyla Ramazan ayı gibi özel ayların gününü belirler, ikincisi ise basılan bütün Kur’an-ı Kerimlerin aslına uygunluğunu denetler. Her iki konuda da bu işleri bilen bir âlim veya uzmanın görüşü yeterli değildir, Sünnî inanca göre bu görüşün devlet otoritesi tarafından onaylanması gerekir. DİB, Sünnilerin aradığı bu tür onayları devlet adına vermektedir ve bünyesinde yer alan fetva makamı Din İşleri Yüksek Kurulu ile birlikte asıl önemi buradan gelmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Tek Parti Dönemi de dahil, tarihinin en bunaltıcı evresinden geçiyor. Devletle Sünni toplum arasındaki uzlaşmayı temsil eden bu kurum aslî fonksiyonunu yerine getiremiyor, dinin aşırı siyasallaşmasının ve siyasî çıkar saikiyle istismar edilmesinin altında eziliyor. Devlet ihalelerinden alınan “bağış”lardan, sade dindarlığın aşırı lüks ve israfa duyduğu tepkiden Diyanet çok zarar görüyor. Devlet içinde uzun süreli iktidarın getirdiği hegemonyadan en çok hasar gören ve kısmî özerkliğini tamamen kaybeden kurum olarak DİB öne çıkıyor. Fetvayı artık bu kurum değil, siyasetçi veriyor ve DİB’e bu fetvaların altını doldurmak düşüyor. Hırsızlık ve rüşvet konusunun hutbelerden çıkartılması, tek başına bu kurumun çektiği zorluğun nerelere uzandığını göstermek için yeterli.
Mesele Mercedes değil. Mehmet Görmez Hoca, elinde Kur’an’la miting yapan Cumhurbaşkanı ile arasına mesafe koymak için makam aracını iade etti. Cumhurbaşkanı’nın Anamuhalefet Lideri’ni hedef alan “kendi şahsında Kur’an’ın yerinin ne olduğu malûm” sözünün nerelere varacağını en iyi anlayacaklardan biri Görmez Hoca’dır. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun kişiliğine ve özel hayatına değil, doğrudan mezhebine-inancına atıfta bulunuyor ve seçim rekabetinde bütün Alevîleri hedef alıyor. Diyanet’in altında kalacağı ve devletin halkıyla kurduğu hassas dengelerin tamamının alt-üst olacağı bir felaket tablosu bu. Görmez Hoca, Şeyhülislâm tepkisi veriyor ve Kur’an’a değil, Kur’an’ı tutan elin Beytü’mal’deki israfına dikkatimizi çekiyor."