MUHAFAZAKAR YAZARLAR, BAYRAĞI KEMALİSTLERDEN DEVRALDI!
Hilal Kaplan, "Başörtülü aday yoksa aday da yok" kampanyasını "AKP'ye kapatılma davası açma yolu" olarak gören muhafazakar yazarları eleştirdi.
Kaplan’ın Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde yayımlanan (6 Nisan 2011) yazısı şöyle:
"Siyasette her şey olabilir"
Başörtülü vekil meselesinde kamuoyu duyarlılığını artırmak için başlatılan "Başörtülü aday yoksa oy da yok" kampanyasına katılırken ağırlıklı olarak ’laikçi’ kesimlerden ve partilerden gelecek tepkilerle uğraşacağımızı düşünüyordum. Yanılmışım. Meğer esas başörtüsü yasağına karşı duyarlı olduğunu sandığımız insanları ikna etmemiz gerekiyormuş.
Bu insanlardan gelen itirazın çıkış noktası başörtülü vekilin Ak Parti saflarından meclise girmesi durumunda partinin 2008’de olduğu gibi bir kapatma davasıyla karşı karşıya geleceği endişesi ve bunun da yeni anayasa sürecine zarar verebileceği düşüncesi oluşturuyor. Durum hakikaten bu kadar vahim mi bakalım.
Başörtüsü meselesine duyarlı olduğuna inandığım Ak Parti, 2008 yılında MHP ve BDP’nin desteğini alarak üniversitelerdeki yasağın kalkması için bir girişimde bulundu. Kapatma davası açıldı. Bu davanın gerçekleştiği konjonktüre baktığımızda statükocu güçlerin elinin günümüze göre oldukça güçlü olduğunu görebiliriz. 2007’de muazzam katılımlarla büyük şehirlerde mitingler gerçekleştirmişlerdi, günümüzdeyse "o ruhu" sağlamaktan acizler. Cumhuriyet mitinglerine katılanlar, mitinglerin en büyük çağrıcısı olarak kabul edilen Atatürkçü Düşünce Derneği’nin o dönem başkanlığını yapan ve şu an ’içeride’ olan Şener Eruygur’un yüzünü kara çıkarmamışlardı; şimdiki başkan Tansel Çölaşan’ın "Yeniden Cumhuriyet Mitingleri" çağrısına kulak asan bile olmadı.
Parti kapatma kararı çıkmamasının en büyük sebeplerinden biri AK Parti’nin seçimlerde %47 oy almış güçlü bir parti olmasıydı. En büyük esprisi yargı reformu olan 12 Eylül referandumundaysa Ak Parti’nin önerdiği değişiklikleri onaylayan kitle %58’i buldu. Ak Parti’nin önümüzdeki seçimlerden de %45’ten aşağı oy almayacağı varsayılıyor ki başörtülü vekil(ler) heyecanı da eklenirse sonuç daha yüksek bile olabilir.
En önemlisi, 2008 yılındaki Anayasa Mahkemesi üyeleriyle 2011 arasındaki üye dengesi statükocuların aleyhinde bir tablo çiziyor. Üstelik böyle bir dava açılması için başvurulsa bile öncelikle davanın mevcut AYM üyelerinin kabulünden geçmesi şart. Referandum sonrası üye sayısı artırılan AYM’den kapatma davasının kabul alarak geçmesiyse mümkün değil.
Mevcut Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na baktığımızda da aynı tabloyu görebileceğimiz açık. Zekeriya Öz’ün terfisi bu noktada aklınızı karıştırmasın, uygun gördüğünde yargı kararlarını eleştiren Başbakan Erdoğan’ın HSYK’nın Öz’e dair kararını eleştiren Ak Parti’lilere bile "Yanlış yapmışlar" demesinden gerekli mesajı çıkartabilirsiniz.
Eskiden Kemalistler "Tehlikenin farkında mısınız?" diye başörtülü kadınları işaret edip korku yayarlardı; bugünse Kemalistlerden bayrağı devralan bazı ’muhafazakâr’ yazarlar "Tehlikenin farkında mısınız?" diye başörtülü vekil isteyen kadınları işaret edip halkı yayıyorlar. Hedefe konulmaya alışığız, dert değil. Ancak sonuç ne olursa olsun, bu yolda emek sarf edenlerden bir şey kaybetmez. Meclise başörtülü vekil girmese de her zamanki gibi "O ne güzel vekildir" deyip yolumuza devam etmeyi biliriz. Fakat bu haklı yola taş döşeyenler bunun vebalini nasıl öder bilemem.
Eleştirilere cevap
1."Başörtülü aday yoksa, oy da yok" bir partiye oy vermenin değil, oy vermemenin gerekçesini belirten bir slogandır. Bu seçimlerde bazı başörtülü kadınlar ellerindeki nadir meşru haklarından olan oy verme haklarını kullanırken tercihini başörtülü aday göstermeyen partilerden yana kullanmayacak. Benzer düşünen erkekler de bu net tavra destek verecek. Yani bu kampanyayla oy vermemenin ön şartını bildiriyoruz. Yoksa oy vermek için tek kıstas bu olamaz elbette.
2. Emin olun benim de Müslüman erkeklere dair sıkıntılarım az değil ama bunları –biçimini beğenirsiniz veya beğenmezsiniz- bir hak arayışı çabasına gölge düşürmek için ortaya dökmeyecek kadar "maslahat" nedir biliyorum çok şükür.
3. Erkek yazarların, mevzu kadın vekiller olunca bir nitelik arayışına girmesi takdire şayan. Aynı sorgulamayı iki cümleyi bir araya getirmekten aciz, her fırsatta kafa yumruk meslektaşına dalan, haksız nüfuz sahibi olmasına rağmen meclise giren erkekler için de bekleriz. Teşkilatlardaki temayül yoklamalarında 40-50 aday içerisinde ilk üçe giren başörtülü adaylar var mesela. Liyakat açısından bakılacaksa onları ön plana çıkarmaya ne dersiniz? Peki bu liyakat sahibi kadınların sırf örtülerinden ötürü esas listeye alınmamasına ne dersiniz? Hiçbir şey. Ancak bu hususta yapılan kampanyayı yerden yere vurmakta beis görmezsiniz. Biz de buna "erkekleri aşiretleştiren popülizm" mi desek?
4. Herhangi bir yasal engel olmamasına rağmen başörtülü vekilin giremediği bir meclisin kamudakiler dahil tüm yasakları kaldıracak türden bir anayasa yapmasını beklemek hayaldir. Başörtülü vekil, her şey bir yana, en çok bu sebeple gereklidir.
5. Seküler temsili olan gruplar başörtüsü meselesi hakkında sussa suç, konuşsa suç. Ne yapmaları lazım bir izah etseniz de rahatlasak. Konuşmadıkları zaman "Ayrımcı bunlar", konuştukları zaman "Bu işte bir bit yeniği var". İşin doğrusu konjonktür bu meselede hiç olmadığı kadar rahat.
"Siyasette her şey olabilir"
"Neden bu kampanyayı daha önceki senelerde yapmadınız?" diye soranlara, "Cumhurbaşkanının eşinin örtülü olması ihtimalinden dolayı ortalığın ayağa kaldırıldığı bir dönemde bu kampanyanın herhangi bir karşılığı olabilir miydi?" diye sormak isterim. Ak Parti iktidarı boyunca düşe kalka da olsa belli psikolojik bariyerler aşıldı. Yukarıda saydığım sebeplerden ötürü başörtülü vekilin meclise girmesi için toplumsal bir talebi dillendirmenin zamanı bu seçimler öncesiydi diye düşünüyorum.
Bu talebin siyasette karşılık bulabileceğine dair beni umutlandıran kişiyse hiç şüphesiz Başbakan Erdoğan’dır. Geçtiğimiz kasım ayındaki Lübnan ziyareti dönüşünde Sabah’tan Sevilay Yükselir ve benim "Başörtülü vekil olacak mı?" sorumuza "Bunun yolunu siz açacaksınız. Siyasette her şey olabilir" diyen Başbakan Erdoğan... "Yolu açmak"tan kasıt toplumsal duyarlılığı artırmak ve özellikle seküler grupların desteğini sağlamaksa içinden geçtiğimiz süreçte bunun gerçekleştiği aşikâr. Önümüzdeki tek engel barajı aşabilecek partilerin bu psikolojik bariyeri kaldırabilecek kadar cesaret gösterip göstermeyeceğidir. Umutla bekliyorum, siyasette "her şey"in olabileceğine inanmak istiyorum