29 Ara 2010 09:38 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:55

MUHAFAZAKAR MEDYADA FEHMİ KORU KAVGASI! AHMET KEKEÇ, FEHMİ KORU'YU SAVUNDU, İBRAHİM KARAGÜL'Ü VURDU!

Star yazarı Ahmet Kekeç Fehmi Koru tartışmasına girdi. İbrahim Karagül'ün doğruları söylemediğini iddia etti.

Fehmi Bey hadisesi

Fehmi Koru meselesine girmeyi hiç düşünmüyordum... Yazarla gazetesi arasındaki bir sorundu. Bize ne...

Bize ne, kime ne, başkalarına ne!

Fakat iş, “Fehmi Koru’yla gazetesi arasındaki sorun” olmaktan çıktı, başka bir şeye dönüştü. Yahut dönüştürüldü.

Böyle şeyler hep oluyordu oysa.

Görülen lüzum üzerine, bazı yazarlarla bazı gazeteler yollarını ayırıyordu.

Mesela, hafta içinde Mehmet Faraç’la Cumhuriyet gazetesi, Nuray Mert’le Hürriyet gazetesi yollarını ayırdı. Kıyamet kopmadı.

Daha önce Haluk Şahin gönderilmişti.

Peşi sıra Bekir Coşkun...

Belki önce Bekir, sonra Haluk hoca gitti... Bilmiyorum.

Hiçbirimiz, hiç kimse, gidenlerin arkasından “Oh olsun”, “kendini ne sanıyordu”, “müstahaktı” gibilerden laflar etmedik. Ellerimizi ovuşturmadık. Zil takıp oynamadık. Gidişlerini, “eski hesapları görmek için altın fırsat” saymadık. Salyalarımızı akıta akıta, “dünyayı kurtaran adam” diye yazılar yazmadık. Vurmadık. Kırmadık. Alay etmedik.

Hatta bazıları için üzüldük...

Fehmi Koru’nun künyeden çıkarılması, yani işine son verilmesi, bazı arkadaşların öfkesini dindirmeye yetmemiş.

Köşelerinde, gevrek gevrek “Fehmi Koru geyiği” çeviriyorlar.

Dalga geçiyorlar.

Alay ediyorlar.

İşsizliğini makara konusu yapıyorlar.

İş buluyorlar... (Şu gazeteye gidermiş, bu gazeteye gitmezmiş. Falancayla arası iyiymiş, filancayla kötüymüş.)

Hiç utanmıyorlar.

Hiç yüzleri kızarmıyor.

Başkalarının mağduriyeti ve yenilmişliği üzerinden espri yapmak, medya geyiği çevirmek nasıl bir insanlıktır?

İnsanlık mıdır bu?

Demek ki “bazılarının” mayası, hamuru, karakteri böyle zamanlarda ortaya çıkıyormuş.

Gördük ve notlarını verdik.

Fehmi Koru hadisesini tetikleyen Yeni Şafak yazarının iddiasıyla ilgili de bir çift söz söylemek istiyorum.

Ülke TV’deki “En Sıra Dışı” programında da anlatmıştım. Özetleyeyim:

Her şey Edelman denen adamın gelişiyle başladı.

Edelman, ABD Ankara Büyükelçisi’ydi.

Berbat bir adamdı.

Bir büyükelçi gibi değil, bir “sömürge valisi” gibi davranıyordu. Kendince hükümete, parlamentoya, medyaya, sivil toplum örgütlerine hiza istikamet vermeye çalışıyordu. ABD politikalarına karşı çıkanlara düşmanca davranıyordu.

Hedefindeki en önemli düşman da, Yeni Şafak gazetesiydi.

Bu gazeteyi yola getirmek için türlü yollar denedi. Baskı yaptı. Aracılarla gözdağı verdi. Elçi gönderdi. Gazetenin güya “porno siteleriyle ilişkisini” belgeledi. Doğan Grubu’ndaki “dostlarına” aleyhte haberler yaptırdı.

Sonra da çekip gitti.

Hepsi bu.

İddia edildiği gibi, “Şunun kellesini isterim” diye bir teklifle gelmedi. İsim vermedi. Birilerini seçip ayırmadı. İtirazı, gazetenin genel politikasınaydı ve bunu da açıkça ifade ediyordu.

Dolayısıyla, “kellemi istediler, Fehmi Koru da buna aracılık etti” diyen arkadaş doğruyu söylemiyor.

İşin doğrusunu, o dönem genel yayın yönetmenliği yapan Selahattin Sadıkoğlu açıkladı. Bitti.

Kaldı ki, bir tek kişi değil, herkes, hepimiz baskı altındaydık.

Bunu da umursamıyorduk. Bildiğimizi okuyorduk. Düşüncelerimizi revize etme gereği duymuyorduk.

Ama hiç kimse, hiçbirimiz, bilmem kaç yıl sonra çıkıp, “kellemi istediler” demedik. Kahramanlığa soyunmadık.

Bunu yapmaktan utandık...

Ahmet Kekeç/Star