MİT ARŞİVLERİNE GİRİLEBİLİRSE BABAMIN CİNAYETİ AYDINLATILABİLİR!
41 yaşında katledildi Sabahattin Ali. Öyle korkunç öldürüldü ki onsuz edebiyatımızın nasıl bir yara aldığını konuşmaya bir türlü fırsat bulamadık.
Kendini köşeye sıkışmış, nefessiz kalmış hissediyordu. Gazetesine kilit vurulmuş, kitapları yasaklanmış, beş para kazanamaz hâle getirilmiş, hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştı. Sık sık girip çıktığı cezaevine dönmemek, ailesiyle yeni bir hayat kurabilmek için kaçmaya karar verdi. Paşakapısı Cezaevi’nde tanıdığı Berber Hasan vasıtasıyla Bulgaristan’a adam kaçıran Ali Ertekin’le irtibat kurdu. Bir süredir hem gizlenmek hem para kazanmak için Anadolu’yu dolaştığı kamyonla yola koyuldular. Kırklareli’nin Kızılcadere Köyüne geldiklerinde, beraberlerindeki şoförü kamyonla geri gönderdiler. Bütün iş sınırı geçmeye kalmıştı. Yeni zorluklara gebe olsa da kısmen özgür bir yaşam onu bekliyordu.
Ne var ki bu kaçış gerçekleşmedi. Sabahattin Ali sınırı geçemedi. Eşinin yurtdışına kaçmaya çalıştığını bilen ama kendisinden altı aydır haber alamayan Aliye Hanım ile kızı Filiz, bunun nedenini evlerine gelen iki genç gazeteciden öğrendi: “Sabahattin Ali’nin Bulgaristan’a kaçarken öldürüldüğü iddia ediliyor ama doğru değil, bu konuda ne söyleyeceksiniz?” Olayla ilgili “detaylı bilgi”yi, ertesi günlerde aynı tonda başlıklar atan gazeteler verdi: “Solcu muharrir Sabahattin Ali de hududu aşarken katledildi.” Haberler, katilin Ali Ertekin olduğunu naklediyordu. Katil, kaçırmaya çalıştığı kişinin kim olduğunu yalnız kaldıklarında öğrenmiş ve “milli duygularla” başına bir sopayla vura vura onu katletmişti.
“ARKASI VARSA İŞE ALIRIZ”
Ali ailesinin avukatlığını üstlenen dostları olayı araştırmak istedi. Fakat bir noktadan sonra duymaya başladıkları söz “Fazla kurcalamayın” oldu. İtirafçı dört sene ceza aldı ama aynı yıl çıkarılan af yasasından faydalanarak serbest bırakıldı. Sabahattin Ali’nin cesedi, Sazara köyü yakınlarında bir dere yatağında bulundu. Cesedi eşi ve annesinin teşhis etmesine izin verilmedi. Bu görevi Aziz Nesin ile Adalet Cimcoz yerine getirdiler. Nesin’in cesedin kolunun da Sabahattin Ali’ninki gibi kırık olduğunu söylemesiyle “teşhis” tamamlandı. Daha sonra muayene edilmesi için defnedildiği yerden çıkarıldı Sabahattin Ali. Ve bir torba içinde elden ele dolaştırılırken kayboldu. Eşyaları, “hacizli” oldukları gerekçesiyle ailesine teslim edilmedi.
Bu zor günlerde Aliye Hanım ve Filiz’e, Sabahattin Ali’nin dostları destek oldu. Filiz, girdiği sınavı kazanarak konservatuarda parasız yatılı okumaya başladı. Aliye Hanım dikiş dikmeyi öğrenip bir terzinin yanında işe girdi. Sonra kocasının daktilosunun başına geçip on parmak daktilo öğrendi, ardından steno kursuna gitti. Apartman komşuları Benal Hanım vasıtasıyla Devlet Denetleme Kurulu’na başvurdu. “Arkası varsa alırız” cevabı üzerine, Demokrat Partili Samet Ağaoğlu’ndan yardım istedi Aliye Hanım. Daktilograf olarak çalışmaya başladıysa da tensikat sonucu işten çıkarıldı. Devlet İstatistik Genel Müdürlüğü’nde işe başlamasına yardım eden yine Ağaoğlu oldu. Sabahattin Ali davası kapandı. Bir daha konuşulmadı.
ÖLDÜĞÜNE 45 YIL İNANMADIM
Ta ki 1990’lara kadar... Kırk beş yıl babasının öldüğüne inanmayan Filiz Ali, 19 Haziran 1993 günü Kırklareli’ne gitti ve gerçekle ancak onu bulan çobanla konuştuktan sonra yüzleşebildi. Kimse değilse bile, düzenledikleri anma törenleri ve Sabahattin Ali Günleri ile yazara Kırklarelililer topyekûn sahip çıkmıştı. Fakat Filiz Ali’nin “asıl içini yakan”, bulunan cesedin ona ait olup olmadığı yıllarca tartışılan “babasının bir mezarının bile olmamasıydı.”
“Dere yatağının yakınındaki düzlükte arkasını Istıranca Ormanlarına dayamış koskoca bir kayanın üzerine” bir mermer parçası gömdü ve mermerin üstüne Sabahattin Ali’nin çok bilinen dizelerini işledi Kırklarelilier ile birlikte: “Başım dağ / Saçlarım kardır / Benim meskenim dağlardır.” Artık rüyalarına girmeyecekti babası. Ruhunun huzur bulduğuna inanıyordu Filiz Ali. Kırklarelililer’e müteşekkirdi. Bir okuma gününde hemen kaybolmak üzere yanına yaklaşan bir kadından “Sabahattin Ali’nin Kodak marka fotoğraf makinesinin kendi evlerinde olduğunu, babasının onu bir polisten satın aldığını” duyması da hissiyatını değiştirmedi.
Tuhaf bir his bir insanla oturup babasının nasıl katledildiğini, cinayetin altında yatan gerçek nedenleri, asıl katillerin kimler olabileceğini konuşmak; kaybolan kemiklerinin nerede bulunabileceğine dair tahmin yürütmek. Gazetecilik görevini ifa ederken ona defalarca anlattıklarını bir kez daha tekrarlatmamak, konuşacak yeni bir şeyler bulup çıkarmak ve bunu onu bir kez daha ağlatmadan yapmak zor hakikaten.
“Yıllarca Sabahattin Ali’nin kızı olduğunu sakladığını, aslında haykırmak isterken başlarına bir şey gelir endişesiyle sustuğunu, hep geri planda durduğunu” ilk kez yüksek sesle söylüyor Filiz Ali. Peşlerinde sivil polisler gezerken, aksini yapmak cesaret işi. Annesiyle kendisi bu kadar tedirginken, baba tarafından ninesinden başka kimsenin arayıp sormamasınıanlayışla karşılıyor. Çok sonra bir gün babasının kuzeninden gelen bir telefondan bahsediyor. O sırada Filiz Ali, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun Genel Sanat Yönetmeni. “Çok üzgünüm kızım” diyor karşıdaki, “askerdim ve Sabahattin Ali’nin akrabam olduğunun bilinmesini istemedim.” Yüksek rütbeli asker emeklisi akrabasına kızgın değil, sonradan bir araya geldiği diğerlerine de olmadığı gibi.
Sabahattin Ali öldürüldükten sonra, hükümeti ya da devleti temsilen kimse kendileriyle iletişime geçti mi acaba? O dönemde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. İktidarda CHP var. Başbakan Hasan Saka. Sadece o dönemde değil, sonrasında da “Hayır, hiç kimse kapılarını çalmıyor.” Bir tek CHP milletvekili Mustafa Gazalcı, konunun açıklığa kavuşturulması için Meclis’e iki kez soru önergesi veriyor. Ama İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun yanıtı kısa: “Dosya kapandı.”
Sahaftan çıkan polİs raporu
Peki tekrar açılamaz mı Sabahattin Ali dosyası? Ordudan silah kaçakçılığı yaptığı için atılan itirafçı Ali Ertekin’in “aslında Milli Emniyet mensubu olduğu” iddiaları araştırılamaz mı? Sabahattin Ali’yi katiliyle tanıştıran Berber Hasan’ın, Kırklareli’nden İstanbul’a dönen kamyon şoförünün ilişkilerinin izi sürülemez mi? İtirafçıya Anadoluhisarı’nda oturduğu evi kimin neden verdiği, ona neden ve nereden maaş bağlandığı soruşturulamaz mı? Çok mu uzak bir tarihte yaşandı bütün bunlar? Çok mu geç kalındı? Bu soruların cevabını kimler verecek? Bugün hayatta olan hiç kimse Sabahattin Ali cinayetiyle ilgili hiçbir şey bilmiyor mu gerçekten?
Vicdanlar nasıl susabiliyor?
Suskunluğa öfkelense de, babası gibi “iyimser” Filiz Ali. “Bir gün MİT arşivlerine girilebilirse, cinayeti aydınlatacak bir belge bulunabileceği” düşüncesinde. “Gidip gelip aynı soruları soran, cinayetin izini sürüp sürmediğini merak eden” gazetecilerden de ümidi kesmiş değil. “Geçenlerde birinin bir sahafta bulup teslim ettiği Sabahattin Ali’yle ilgili birkaç sayfalık pelür kâğıdına yazılmış polis raporu” gibi bir belge de çıkabilir aslında sahafın birinden bir gün. Sözü geçen rapor da yeni bir bilgi neticede.
Tartışmalar sürecek. Ama Filiz Ali için gerçek hiç değişmeyecek. Babasının, sırf birinin “milli duyguları” şahlandı diye ölmediğini biliyor o. Kâzım Taşkent’in “Babanın öldürülmesini engelleyemedim” diyen sesi kulaklarında hâlâ. Farklı ağızlardan çıkan “Öldürülmesine engel olamadık” sözleri hafızasında. Boğazı düğümlendi “Neden?” diye soramadı o gün belki ama dese de ne değişirdi ki? “Sabahattin Ali’nin öldürüleceğinin önceden bilindiği” belliydi.
Soruların sonu yok. Bu cinayeti konuşmaktan yorgun Filiz Ali. Sabahattin Ali’nin eserlerinden “Kuyucaklı Yusuf”un liselerde okutulan “Yüz Temel Eser” arasında bulunmasından, kitaplarının gençler tarafından keşfedilmesinden ise elbette memnun. Bir avuntu olacaksa eğer...
Daha geçenlerde sahaftan yeni belge çıktı
Ailemizin avukat dostları olayı araştırmak istedi ama bir yerden sonra duydukları söz ‘Fazla kurcalamayın’ oldu. Kırklareli’nde bulunan cesedi, annemle babaannemin teşhis etmesine izin vermediler. Aziz Nesin’le Adalet Cimcoz gitti görmeye. Nesin’in, babamın da cesedin de kolunun kırık olduğunu söylemesiyle teşhis tamamlanmış! Sonradan cesedi muayene için defnedildiği yerden çıkardılar. Bir torba içinde oradan oraya gezdirirken de kaybettiler. Babamın eşyalarını ‘hacizli’ deyip bize vermediler. Kırklareli’nde düzenlenen Sabahattin Ali günlerine gittiğimde bir kadın yaklaştı yanıma. ‘Sabahattin Ali’nin fotoğraf makinesi bizim evde. Babam bir polisten satın almış’ dedi. Hemen kayboldu, bir daha da ortaya çıkmadı.
Ne o dönemde, ne de daha sonra bu cinayetle ilgili kapımızı çalan oldu. Bir tek CHP milletvekili Mustafa Gazalcı, Meclis’e iki kez soru önergesi verdi. Ama İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ‘Dosya kapandı’ dedi. Bir gün MİT arşivlerine girilebilirse, cinayeti aydınlatabilecek bir belge bulunabileceğini düşünüyorum. Geçenlerde biri aradı. İstanbul’da bir sahafta babam hakkında yazılmış bir polis raporu bulmuş. Pelür kâğıdına yazılmış birkaç sayfalık bir rapor... Nereye koydum bilmiyorum, galiba sinirlenip attım. ‘Şahıs şuraya gitti, şu lokantada oturdu, sigara içti, şu kişilerle konuştu’ gibi şeyler yazıyordu. Belki cinayeti günün birinde yine bir sahaftan çıkacak bir belge aydınlatır! Sabahattin Ali’nin katili, ‘milli hisleri galeyana’ geldiği için cinayet işlediğini söyledi. Hrant Dink’in katili de ‘milli hislerinin galeyana geldiğini’ söylemişti. Bunlar ezberletilmiş sözler. Sabahattin Ali cinayetinden beri siyasi cinayetler örtbas ediliyor, davalar zaman aşımına uğruyor, dosyalar kapatılıyor.”
Perihan Özcan/Vatan Kitap