Mit, “mata Hari”siz Mi Kalacak? Kadından İstihbaratçı Olmaz Mı?
Öyle anlaşılıyor ki, MİT’in verdiği “Eleman Aranıyor” ilanı medyada yeni bir tartışma başlatmış bulunuyor. Söz konusu ilanda sadece erkek eleman arandığının belirtilmesi “Acaba MİT ayrımcılık mı yapıyor?”, “Neden sadece erkek eleman alıyor?” sorularını gündeme getirdi. Mehmet Y. Yılmaz dün Hürriyet’te Fatih Altaylı ise Gazete Habertürk'te aynı soruyu ortaya atarken birçok güvenlik ve istihbarat uzmanı da tartışmaya katılmış görünüyor. Bunun “normal” olduğunu söyleyen de var ortada bir “cinsiyetçilik” olduğunu savunan da. Neyse, bu konuda kararı verecek olan elbette biz değiliz. Koskoca MİT neye “ihtiyacı” olduğunu elbette bizden iyi bilir!..
Ancak bu “kadından ajan olur mu” tartışmasının neredeyse casusluğun tarihinden beri var olduğunu hatırlatalım. (Kadınlar casuslukta her dönem vardılar. Örneğin Tevrat’ta geçen Delila ve Şimşon’un hikayesi’nde aslında Delila bir kadın casustur. Şimşon’u zayıflatmak amacıyla yanına sokulmuştur.) Bu yöndeki kimi önyargıların her zaman istihbarat teşkilatlarını meşgul ettiğini, ancak zamanla kırılabildiğini vurgulayalım. Bu anlamda istihbarat dünyasında nedense “Mata Hari” (Şafağın Gözü) imajıyla özdeşleşen (Sanırım onun bu kadar öne çıkmasının nedeni ilginç hayat hikâyesi, erotik dansları, trajik sonu ve hakkında çevrilen filmler yüzündendir. Yoksa ondan çok daha “başarılı” kadın casus örnekleri vardır. Kaldı ki Mata Hari bence “başarılı” sayılamaz. Çünkü yakalanmıştır!) kadın casuslar olgusuna medyada süren tartışma ekseninde bir göz atalım şimdi…
CASUSLUKTA KADINLARA “GÜVENİLMEZ” YAKLAŞIMI ESKİDİR!
MİT’in tam böyle mi düşündüğünü bilemeyiz ama casusluk tarihinde kadınlara yönelik bir “güven bunalımı” olduğu doğrudur. Casusluğun tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eski olsa da modern casusluk örgütleri esas olarak 1. Dünya savaşı ve sonrası yıllara denk gelir. Bu dönemde “klasik” ve “tutucu” casusluk şefleri adeta kadınlardan korkuya varan bir yaklaşıma sahiptiler. Örneğin Fransız Gizli Polis şefi Henry Maunory şunları söylemiştir; “Casuslukta sadece erkeklerden yararlanılmalıdır. Kadınlar pek az rastlanan istisnalar dışında bir işe yaramazlar, hatta tehlikelidirler.” O dönemki İngiliz İntelligence Department’in ileri gelenlerinden Yüzbaşı Tuohy ise şunları vurgulamaktadır; “Kadınlar sabırsız, metotsuz ve sabırsız olmaktan maada asıl fecii bir türlü sır tutamaz ve kalpleri mantıklarından ağır basar.”
Peki bir döneme kadar “erkek tekeli”nde sayılan casusluk mesleğinin “ustalar”ı niçin böyle düşünüyorlardı? Çok basit! Onlar “kadın tabiatı” denen olgunun casuslukla uyuşmayacağı kanaatine sahiptiler. Bunda casusluğun “duygusallığa yer olmayan bir meslek” olarak kabul edilmesi belirleyicidir. Kadınları “güvenilmez”, “boş boğaz”, “sır tutamaz”, “duygusal”, “zayıf” sayan bu “anlayış” ister istemez kadınları “dışlayıcı” bir tavır geliştirmişti. Bu yüzden kadınlara her zaman “ihtiyatla” yaklaşmışlar, mecbur kalmadıkça saflarına katmamışlar ve meslekte etkin olmalarına izin vermemişlerdir. Buna karşılık “Ağzı sıkılık”, “soğukkanlılık”, “acımasızlık”, “güvenilirlik”, “akılcı davranma” erkeklere özgü özellikler kabul edilmiş ve tercih nedeni sayılmıştır. Kimi durumlarda bunda pek de haksız sayılamazlardı. Çünkü bazı kadınlar özellikle kolay aşık olmalarından dolayı “zafiyet” göstermişler, (Zaten aslen Hollandalı olan Mata Hari bir Alman subaya olan aşkı yüzünden bu işlere bulaşmıştır. Aynı şekilde 2. Dünya Savaşı’nın Fransız Direnişinin başarılı ajanlarından “Kedi” lakaplı Micheline Carre girdiği bir “kıskançlık krizi” sonrasında Almanlara hizmet etmeye başlayacaktı.) yalpalamışlar hatta karşı tarafa hizmet etme durumuna düşmüşlerdir. Bu sorunlar o kadar sık yaşanmıştır ki sonunda istihbarat örgütleri kadınlara bir dönem kapılarını kapamak zorunda kalmışlardır. Özellikle bu kadınların sahne-varyete artistli, dansöz, şarkıcı, bar ve sokak kadını kökenli olanları istihbarat şeflerini bezdirmişler ve aynı önyargının kökleşmesine sebebiyet vermişlerdi. Dahası bilhassa savaşın sert koşullarında kadın casusların söz konusu zaafları ve yolladıkları bilgilerin çoğunun doğru çıkmamasının “pahalıya mal olduğu” kanaatinin oluşmasının bu izlenimin şekillenmesindeki payı büyüktü…
Fakat geçen zaman bu anlayışı adeta “tekzip” etmiştir. Belki erkekler kadar “vurdulu kırdılı” işlere yatkın olmasalar bile kadınlar daha çok “kendilerine özgü” yöntem ve pratik zekâlarıyla kendilerine bu alanda bir yer açmasını bilmişlerdir. Hatta bazı durumlarda erkeklerin kolay kolay altından kalkamayacağı işlerden başarıyla sıyrılmışlardır. Dahası erkeklerin asla sirayet edemeyeceği alan ve kişilere özellikle “dişilikleri”ni kullanarak rahatlıkla sızmışlar, “alınamaz” denilen sırları kimi “hünerleri” sayesinde almışlardır. (“Bal Tuzakları”na dikkat!) Dolayısıyla süreç içinde “kimliklerini” kanıtlamışlar ve casusluk dünyasında giderek onlara daha fazla ihtiyaç hissedilir olmuştur. Onların bu özellikleri çok eski çağlardan beri bilinse de bu yaklaşımın kırılması zaman almış ve modern istihbarat örgütleri giderek saflarında daha çok kadın ajan istihdam etmek zorunda kalmışlardır. Bu konuda 1. Dünya savaşı bir “dönemeç noktası” olmuştur. O günden bu yana kadın ajan alma eğilimi artarak sürmektedir. Bugün artık dünyadaki bütün gizli servisler küçümsenmeyecek ölçüde kadın ajan barındırmaktadırlar. Bizde de geçmişte basına yansıyan rakamlara göre MİT personelinin yaklaşık yüzde 20’si kadındır. (Tabii “sahadaki” sayı bilinemez o başka.) Bu ise azımsanmayacak bir rakamdır.
KADINLARDAN NEFRET EDEN KADIN CASUS EĞİTMENİ!
Peki kadınları “güvenilmez” bulan hatta onlardan nefret eden sadece erkek istihbaratçılar mıydı? Hayır! Hemcinslerine hiç güvenmeyen bizzat bir kadındı. Bu kişi “Fraulein Doktor” olarak bilinen ve dünya casusluk tarihinin en önemli isimleri arasında sayılan Anna Marie Lesser’dir. (Ya da kızlık adıyla Elsbeth Schragmüller) Onun başarısı fiili casusluğu değil casusluğu bir “okul çalışması”na çevirmesi ve geliştirmesindendir. Onunda öyküsü henüz 16 yaşında iken bir subaya olan aşkıyla başlamıştır. Fransa’da sevgilisi ile görevde iken sevgilisinin apandisit patlaması sonucu ölmesi sonrasında basamakları tırmanmıştır. İşe “asker mektupları”nı okuyup şüphelileri rapor etmekle başlayan Lesser zamanla Alman İstihbarat Okulu’nun reorganizasyonunun yöneticileri arasına getirildi. Okulda üniforması, belinde tabancası ve kamçısı ile dolaşırdı. Kendi eğittiği öğrencilerini gene kendi eliyle, kendi seçtiği yerlere göreve yollardı. Çok başarılıydı. Onun yaptığı programlar ders olarak okutulurdu. 1918’de ortadan kayboldu. 1939’daki ölümüne kadar ortaya çıkmadı. Artık halisülasyonlar görüyor ve gençlik aşkı yüzbaşı Karl Von Wynansky’yi sayıklayıp duruyordu. Hakkında çevrilen “Fraulein Doktor” isimli filmde morfinman ve lezbiyen bir tip olarak canlandırıldı.
Casusluk tarihi daha birçok başarılı “kadın ajan”a şahit olmuştur. Örneğin bugünkü Irak’ı kuran İngiliz Gertrude Bell’dir. Soğuk Savaş’ta İngilizlerin nükleer sırlarını çalan Melita Norwood bir diğer isimdir. İngiliz bakan Profumo’yu koltuğundan eden striptizci Christine Keeler ha keza! Son dönemde ABD-Rusya arasında skandala yol açan Anna Chapman’ı da unutmayalım. Türk istihbarat tarihinde de kadın casusların yeri büyüktür…
Artık günümüzde istihbaratta kadınlara yönelik önyargılar tümüyle yok olmasa da önemli ölçüde törpülenmiş bulunuyor. Kadınların sosyal-siyasal hayatta giderek daha fazla yer almalarının ve eğitim görmelerinin kaçınılmaz yansımaları bunlar. Hemen her meslekte olduğu gibi kadın sayısının artmasının istihbaratçılığa da yansımaları olarak sayılabilir. Ancak her “görev tipi”ni de her cinsin yahut her kişinin kaldıramayacağı ya da başaramayacağı da aşikâr. Bu anlamda MİT’e son personel alımında –resmi formalite olarak sayılanların dışında- hangi kriterlere göre davranıldığını bilmiyorum. (Ancak tahmin yürütebilirim; Eğer bunların bir kısmı Doğu ve Güneydoğu’da veya “sıcak bölgeler”de görev yapacaksa erkekler kadar o stresi kaldıramayabilirler. Yahut yurtdışı pozisyonların farklı alanları olabilir. Ki, ilandan anladığım kadarıyla bunların çoğu masa başı memur olarak değerlendirilecektir!) Fakat bariz bir “kadın/erkek ayrımı” olduğunu da sanmıyorum. Zaten günümüz anlayışında böylesi bir “tutuma” fazla pay tanınacağını da ummuyorum. Gene de “kapalı kutu” servislerin işine akıl, sır erdirilemez!..
Bana kalırsa ben MİT’te kadın/erkek oranından ya da alımından çok alınanların “niteliği”ne, bu ülkeyi doğru analizlerle gerçekten savunmasına, bir kurum olarak aydınları mı yoksa gerçek “hainler”i mi izleyip izlemediğine, cirit attığı anlaşılan yabancı servislerin operasyonlarını bertaraf edip edemediğine daha çok bakarım. Gerisi işin biraz da magazini, hatta çarpıtılmasıdır…
Atilla AKAR
[email protected]