MİSYONUM KADINLARI MUTLU ETMEK! YAZARAK YA DA SEVEREK!
Ayşe Arman, eski eşi İclal Aydın ile girdiği polemik nedeniyle yıllardır yazdığı Vatan Gazetesi'nden istifa eden Tuna Kiremitçi ile görüştü!
Kabul ediyorum: Bu okuyacağınız röportajda Tuna Kiremitçi’ye yönelttiğim sorular, biraz Ergenekon savcısı tonunda. Yani şefkat filan göstermedim.Allah ne verdiyse sordum. “Dan dan dan” diye. Daha fazla soru vardı da, bunlar onun yanıtladıkları. Amacım, adamın ve işin aslını anlamaya çalışmaktı. Peki anlayabildim mi? Tabii ki hayır! Son söz: Hangi adamı çözebildik ki bugüne kadar, Tuna Kiremitçi’yi çözebilelim? (Onun bile yaptıklarını neden yaptığını bildiğini zannetmiyorum! Yine de bana karşı kibardı, teşekkür ediyorum...)
Hayatınızda acayip “dalgalanmalar” var. Müzisyendiniz, “küt” diye yazar oldunuz. Şimdi tekrar mı müzisyensiniz? Nedir tam anlayamıyorum ben. Nasıl bu kadar kolay meslek değiştirebiliyorsunuz?
- Keşke öyle olsaydı... Ama maalesef, hayat bu kadar basit değil. Yazdıklarım Varlık’ta yayınlanalı, seneye tam 20 yıl olacak. Canım çıktı yazar olana kadar, gençliğim gitti...
E peki ne oluyor o zaman? Sıkılıyor musunuz?
- Kafan doluysa, hiçbir şeyden sıkılmazsın! Beni buraya bırak, geçen otobüslere falan bakarak romanlar hayal eder, kendi kendime eğlenirim...
İçinizde birkaç kişilik mi var?
- Her yazarın içinde birkaç kişilik vardır.
Yoksa sizinki maymun iştahlılık mı?
- Sahneye çıkmamdan filan bahsediyorsan, müzisyenlik gibi bir iddiam yok. Ama sanattan başka beni ayakta tutan bir şeye de sahip değilim. Arkamda ne bir cemaat, ne de bir akraba var. Edebiyatta yolumu keser gibi olduklarında, müzikten ilerliyorum, onda da yolum kesilirse sinemadan... Sonra bir bakıyorum karşıma yine duvar örmüşler, tekrar romana dönüyorum. Başkaları ayakta kalmak için başka yolları seçer, ben “çok yönlülüğü” seçtim. Yoksa, “Her işi yaparım” iddiasında değilim. Aksine, kendimi bazen gayet kifayetsiz buluyorum. Ama “çok yönlü” olmak, benim bildiğim tek direniş ve hayatta kalış şekli.
“Biz hamileyiz” diyebilen adam nasıl oldu da küt diye gidiverdi başka kadına?
Çocukken de böyle miydiniz, sonradan mı oldunuz!
- Galiba çocukken daha zekiydim! Bunlara ek olarak resim ve grafik de yapardım. Sınıfın resim birincisiydim.
Eşiniz Yasemin, oğlunuz Can’ı doğurmaya hazırlanırken, “Biz hamileyiz” diyen, diyebilen insansınız. Bana dediniz üstelik. Acayip hoşuma gitmişti. Hep merak ediyordum, şimdi fırsatı geldi: Sizdeki o erkek milletinde eşi zor bulunur “hassasiyet”, “romantizm” nereye gitti de, akabinde küt diye Yasemin’den ayrılıp insanları şaşırttınız?
- Romantik olmasına romantiğim... De... Maalesef, evlilik konusunda sınıfta kaldım! İnsanın kendisiyle geçinmesi bile zorken, iki kişilik dünya kurmak kolay değilmiş. Şimdi iyi bir baba ve iyi bir arkadaş olmaya çalışıyorum. Yani eskiden hamileydik, şimdi ebeveyn olduk!
“Birleşmek-ayrılmak”, sizin için birleşik bir sözcük mü? Artık çok alıştığınız olağan bir duygu mu?
- Yok canım, olur mu öyle şey. Ayrılık acısına kim alışabilir...
Polis, “flörtçü erkekleri” toplamaya kalkışsa, sizin adınız “olağan şüpheliler” listesinde yer alır mı? Siz bizi, o listede yer almamanız gerektiğine nasıl ikna edersiniz?
- Yaradılış itibarıyla tekeşliyim. Asıl erkeklik başarısı, sadakat bence. Ama ne yalan söyleyeyim, bu saatten sonra kimseyi bir şeye ikna etmek için çırpınacak halim yok. Sonuçta hayat, bize sunduğu aşk dışında hiçbir şeye değmiyor...
“Parçalanmış aile” gerçeği sizi huzursuz kılıyor mu?
- Laf süper ama biz parçalanmış falan değiliz. Benim o dönemki rahatsızlığımdan dolayı evliliği bitirdik. Yoksa üçümüz, her fırsatta gayet güzel zaman geçiriyoruz.
Kısa süre içinde 4 kadınla yaşadığınız 5 ilişki, sizin nasıl biri olduğunuzu gösteriyor? Üzerinize, “uzun süreli ilişkilere gelemez” etiketi yapıştırılabilir mi?
- Bahsettiğin süre, nereden baksan 10 yıl. Bu sürede 5 roman, bir müzik albümü, bir de film ürettim. Ve yüzlerce köşe yazısı...
Yani?
- Yani... Ben neler yapıyorum, sen neleri merak ediyorsun!
Bir ara, yazı hayatınıza son verdiğinizi, eski sevgiliniz müziğe geri döndüğünüzü dünya aleme ilan ettiniz. Ama sonra Vatan’da yayınlanan son köşenizde, evde yazı yazdığınızdan bahsettiniz. Hayırdır, yine bir karar değişikliği mi var?
- Her şey o kadar tuhaflaşmış durumda ki, “Yazacağım da ne olacak?” düşüncesi, herhalde her yazarın aklından en az bir kez geçmiştir. Ama başka türlü nasıl yaşanır bilmediğimden, yazmaya devam ediyorum hâlâ. Ayrıca değerli düşünür Lucescu’nun dediği gibi, “Köpekler istiyor diye, atlar nalları dikmez!”
Henüz bir Tanpınar değilim ama...
İclal Aydın haklı mıydı? Sizin için sadece son yaşadıklarınız ve gelecekte yaşayacaklarınız mı önemli? Eskide kalanlar, önceki ilişkileriniz doğrudan çöpe mi gidiyor?
- Benim gibi içedönük bir herifin, magazinle işi olmaz. Özel hayatım da kimseyi ilgilendirmez. İclal’le yıllar önce ayrıldık çünkü yollarımız acayip farklıydı. Kendisine mutluluklar dilerim. Öte yandan, benimle düşünce minderine çıkamayanların, hayatıma dil uzatarak tatmin olmaya çalışması yeni bir şey değil. Alıştım artık, acı patlıcanı kırağı çalmaz!
İclal’i tongaya düşürmedim ben kimim ki insanları tongaya düşüreyim?
Gelelim şu meşhur Jacqueline meselesine... Üzerinde günlerce konuşulan o yazınızda hiç mi tuzak yoktu? Jacqueline deyince kimsenin aklına ünlü çellist, rahmetli du Pre’nin düşmeyeceğini biliyordunuz herhalde... Magazin gazetecilerinin Rus zannettiği ama sizin olmadığını söylediğiniz yeni sevgiliniz de evde çello çalıyor olabilirdi pekala. O yazının, gerçekten de hiçbir amacı yok muydu? Sadece oyuncaklı bir yazı mıydı yani?
- Sakin olalım, sakin olalım... Alt tarafı hayal ürünü bir kısa öykü o. Ukalalık gibi olmasın ama bir edebiyat metninin “Ben” diye başlaması, yazarla anlatıcının aynı kişi olduğu anlamına gelmez. Ayrıca, henüz bir Tanpınar değilim belki ama şuurum, yazdıklarımla yaşadıklarımı birbirinden ayırabilecek kadar yerinde çok şükür! Hayal ettiklerimi yazıyorum, yaşadıklarımı değil...
Kendinizi İclal Aydın’ı tongaya düşürmüş gibi hissediyor musunuz?
- Ben kimim ki insanları tongaya düşüreyim?
Peki öyle bir yazı yazdı diye, ona kızdınız mı?
- Kimseyle kişisel bir hesabım yok. Ayrıca birine bozulduk diye istifa edecek lüksümüz de yok, çoluk çocuk sahibiyiz. Zengin çocuğu olmamama rağmen istifa ettiysem, orada daha fazla kalmamın imkânsız olduğunu dibine kadar anladığım içindir. Yoksa fevri bir insan olmadığımı beni şahsen tanıyan herkes bilir.
Yine de neden istifa ettiniz? İclal Aydın sizin eski eşlerinizden biri... Öyle bir yazı yazmaya hakkı yok mu? Yoksa siz, köşe yazarlığından da sıkılmış olabilir misiniz?
- “Eski eşler” falan deyince, kendimi birden Seda Sayan gibi hissettim, hay Allah! Hayır, köşe yazmayı seviyorum. Bir edebiyatçı olarak kamu vicdanına seslenmek bence güzel. Politik tavrım da icabında nettir. Bu yüzden yazdıklarımdan rahatsızlık duyanlar olabilir. Yoksa ben sıkılmış falan değilim. İnsan yazmaktan sıkılır mı?
İlişkilerinizi hızlı tüketiyorsunuz. İnsanların size “güvenilmez” sıfatını yapıştırmasından korkmuyor musunuz? Yoksa hakkınızda ne düşünüldüğü önemli değil mi sizin için...
- İyi oldu bunu sorduğun, dikkat ettiysen bana yapılan saldırılar genellikle okurumu hedef alıyor.
Okur gözündeki güvenilirliğimi zedelemeyi amaçlıyorlar. Zamanla anladım ki, bu eski bir taktik. Mesela, seni daha çok kadınlar okuyorsa, erkekliğine saldırıyorlar ki, okurun sana olan güveni azalsın. Ama bu arkadaşları rahatlatacak bir şey söyleyeyim: Ben o kadar mühim biri değilim. Medyanın prensi ya da edebiyatın kralı olmak gibi müthiş fikirlerim yok. Oyunun tamamen dışındayım. Lütfen sakin olsunlar!
Ne varmış yaşımda daha 40 bile değilim!
5 ilişkinizde, birlikte olduğunuz 4 kadından hiçbiri sizin için “özel” değil miydi? Birinin diğerinden farkı yok muydu? Siz, birlikte olduğunuz kadınlara “özel” olduklarını hissettirdiğinizi düşünüyor musunuz?
- Onlar zaten özel insanlardı. Ben sadece buna hürmet ettim. Herkesin şu hayatta bir misyonu olduğunu düşünürüm. Benimki de insanları, özellikle de kadınları mutlu etmek. Yazarak ya da severek?
Peki bu yaşınızda bir durup arkanıza baktığınızda ne görüyorsunuz?
- Nasıl yani? Sen ne görüyorsan onu! Alınacak dersler ve sorulacak sorular... Hem ne varmış yaşımda? Daha kırk bile değilim!
Ayşe Arman/Hürriyet