MİLLİYET'TEN AYRILAN NURAY MERT NEREDE YAZMAYA BAŞLADI?
Milliyet'ten olaylı bir şekilde kopan Nuray Mert, uzun bir aradan sonra yeniden yazmaya başladı..
Milliyet’ten olaylı bir şekilde kopan Nuray Mert, T24 Haber
sitesinde yazmaya başladı..
İşte Mert’in ilk yazısı :
Kürtlerin ‘Haysiyet Meselesi’ ve Biz
Kuşkusuz hayır bildiklerimizde şer, şer bildiklerimizde hayır var.
Her şeyde olduğu gibi yazmak ve yazmamak konusunda da bu böyle. Bir
süredir yazı yazmıyor olmak, benim için hayra vesile oldu, bir
karanlık gidişin biraz da olsa dışında kalmak, uzaktan bakmak
kanaatlerimi ve durduğum yeri gözden geçirmek için fırsat verdi,
birazını sizinle paylaşayım, mümkünse birlikte dertlenelim dedim.
Öncelikle Kürt meselesinden söz ediyorum, çünkü bulunduğumuz
noktada en yakıcı, en can acıtıcı, en can yakıcı tüm meselelerin
ucu Kürt meselesine çıkıyor, dahası, Kürt meselesi artık hepimiz
için bir büyük imtihan.
Kim ne derse desin ve kendini neyle kandırmaya çalışırsa çalışsın,
bu meseleden ne kaçmak, ne de yaralanıp berelenmeden kolay çıkış
bulmak mümkün değil. Böylesi zor işlerde, böyle zor zamanlarda,
‘teorik bilmişlik’, ‘kurnaz laf cambazlığı’, ‘uzmanlık
ruhsuzluğu’na bel bağlamak kimsenin derdine deva olmuyor. Bırakın
çözümden uzaklaşmayı, sorunu büyültmeyi, en kötüsü; insanlığımızı
örseliyor, eksiltiyor. Aslında tam da bu eksilme çözümden
uzaklaştırıyor, sorunu büyültüyor.
Önce bırakalım, iktidarı ve devleti, olan biten üzerine akıl
yürütmeye, söz söylemeye girişenler için asıl mesele şu; anlamaya
ve anlaşmaya mı çalışıyoruz, kendimizi bu işten sıyırmaya mı?
‘Devlet’ dediğimiz, nihayetinde günahlarımızın kefareti.
Günahlarımızı besleyip büyütmezsek ödediğimiz kefaret azalır.
Devlet bizim için sorun çözmez, bu işi ona havale edersek kendini
büyütür. Bize sunduğu güvenlik ve konfora ne kadar çok bel
bağlarsak, karşılığında ödediğimiz esaret bedeli büyür. Bu, Kürt
meselesi için de, başka meseleler için de böyle!
Gerçeklerden kaçmanın sonu yok, ortada bir isyan ve onu bizim
adımıza sindirmeye çalışan bir devlet var. Hepimiz biliyoruz;
isyan, durduk yerde çıkmaz. İnsan zorundan isyan eder, daha doğrusu
kendisine dayatılanlar artık ‘zoruna gittiği’ için isyan eder, zoru
bozmak için, zor bir yola girer. Ama bir kez bu yola girdikten
sonra, o kadar zorluğu göze aldıktan sonra, karşısındakine kolay
çıkış yolu bırakmaz. Neden bıraksın?
Bu ülkede yaşayan Kürtlerin bir kısmı, bir süre önce, bir kez daha
isyan ettiler. Zorlarından ettiler, birçok şey zorlarına gittiği
için ettiler, bu uğurda türlü zorluklara göğüs gerdiler.
Onaylarsınız, onaylamazsınız, hoşunuza gider gitmez, teorilerinize
uyar uymaz, analizlerinize sığar sığmaz, düşünce konforunuzu bozar
bozmaz, artık orası sizin sorununuz, bizim sorunumuz. İsyan
edenlerin sorunu değil. Bizim sorunumuz, işler bir kez bu kerteye
dayanınca, bu noktadan sonra, ‘ben bu oyunda yokum’ deme lüksümüzün
olmaması. Artık, hepimiz olan bitenin bir tarafındayız. Kavgadan
uzak durma fantezimizi, ‘her tarafa eşit mesafe’ konforunu, isyanı
bastırmaya girişen devletin kullandığı ‘zor’ sağlıyor. Bunu hepimiz
biliyoruz, devlete dur demek güç olduğu için, dahası aslında en asi
olanımız bile sırtını devletine dayadığı için, konforunu buna
borçlu olduğu için, bu durumdan kendimizi kurtarmanın yolunu isyan
edene ‘dur artık isyan etme!’ demekte görüyoruz. Asıl mesele
bu!
İsyan edenlerin dışında kalan bizlerin, sırtımızı devlete dayamış
yaşıyor olma durumu ‘ağrımıza gidince’ tek yapabildiğimiz şey;
isyan edene yüklenmek, bu günahtan bizi kurtarma işini de onlara
havale etmek oluyor. Kurnazlıksa kurnazlık! Hem nasılsa teoriler,
analizler bizden yana. Herkes Kürt uzmanı, herkes PKK analisti,
herkes barış sözcüsü, herkes arabulucu, herkes akıl hocası, herkes
akil. İsyan eden ‘hasta’, geri kalan herkes doktor, isyan eden
‘ahmak’, geri kalan herkes akil, isyan eden ‘şiddetsever’, geri
kalan herkes barışcı!
Dahası, isyan edenlerin kaybettikleri her şey bize yazıyor; zira
‘biz şiddete karşıyız!’ Bize, bizim verdiğimiz akıllara, fikirlere,
yollara yordamlara rağmen canlarını kaybetmekte ısrar edenlere
kızgınız. Biz onların canlarının kıymetini daha iyi biliyoruz, ama
kendileri farkında değil! İşte bizim kendimizi avuttuğumuz,
aklımızı yatırdığımız masallar bunlar ve bunlar aslında çok kirli,
aslında çok kanlı masallar. Sadece bilmezden geliyoruz, yeter ki,
tek derdimizin kendimizi suçtan sıyırmak olduğunu kimse fark
etmesin!
Çok gürültü çıkaralım ki, kimse fark etmesin! En çok biz ‘barış’
diyelim ki kimse fark etmesin! Elimizi sıcaktan soğuğa
sokmadan ‘çözüm’ diyelim ki, kimse fark etmesin! En çok düşünen biz
olalım ki, kimin suç ortaklığının ne kadar olduğunu kimse düşünmeye
kalkmasın. Tüm derdimiz bu! Tüm derdimiz bu olduğu için ortalık
teoriden, analizden geçmiyor.
Bırakalım bin bir bahane aramayı! ‘Kürtlerin ne istediğini artık
kendileri de bilmiyormuş’! Sanki bilseler, daha iyi , çok
iyi, çok ‘kuramsal’ olarak ifade etseler, kurulduğumuz masa
başlarından istediklerini vermek bizim elimizde. Bazılarımız isyan
eden Kürtlerin istediklerini beğenmiyor, yeterince ‘demokratik’ bir
gelecek vaat etmediğini düşünüyor. Sanki ikna olsak hepimiz
tereddütsüz çilelerine ortak olacağız! Sanki bizimki ‘prensip
meselesi’! Sanki çıkardığımız gürültüden kimse korkak
işbirlikçiliğimizin farkına varmıyor, sonsuza kadar varmayacak.
Tarihin hangi noktasında, dünyanın neresinde isyan edenler kusursuz
bir yoldan gittiler, isyan ettiklerinin önüne dört dörtlük toplum
tasarımları sundular, karşılarındakileri böylece ikna edip evlerine
döndüler? İnsanların isyanlarını, gelecek hayallerini kolayca
mahkum edip, kusurlu mal gibi tarihin çöplüğüne atmaya kalksaydık,
tarih kokuşmuş bir iktidar manzumesi olmaz mıydı?
Gerçekten anlamak isteyenlerin artık körlüğe, sağırlığa, dilsizliğe
sığınma şansı yok, her şey apaçık ortada. Dahası, bu fazla
açıkgözlü körlük, uyanık sağırlık, geveze dilsizlik gittikçe daha
fazla çirkinleşiyor. Her şey apaçık ortada; Kürtler her şeyden
önce, her şeyden çok, bir ‘haysiyet’ mücadelesi verdiklerinin
farkına varmamızı istiyor. Gerisi, inanın teferruat! Nasıl fark
etmeyiz? Biz bu işin bir haysiyet mücadelesine döndüğünü görmezden
geldikçe, haysiyetlerini zedeleyenlerin saflarına yazılıyoruz.
Nasıl fark etmiyoruz? O saflardan söylediğimiz her şey daha da
haysiyet kırıcı oluyor!
Unutmayalım, Kürt meselesinin merkezinde salt ‘Kürtler’ veya
‘Kürtlük’ yok, Kürtlerin haysiyeti adına yola çıkanlar var. Tam da
bu nedenle, bu meseleyi seçtiğimiz, beğendiğimiz, sevdiğimiz,
onayladığımız ‘Kürtler’le çözme şansımız yok. Bu mesele öyle bir
mesele değil, o nedenle bu meseleyi Kürtlerin haysiyeti adına yola
çıkanlarla, haysiyeti merkeze alarak çözmeye girişirsek yol alırız.
Yoksa, suskunluklarımız da, çıkardığımız onca gürültü de
günahlarımıza günah katacak, günahlarımız biriken kefareti olan
devletin gölgesinde, o devletin isyan edenleri kırıp geçmesine,
bunu bizim adımıza yapmasına, daha çok seyirci yazılacağız. Daha
fazla kendimizi kandırmanın alemi, isyan eden Kürtleri kandırmanın
imkanı yok!
Ama, ancak haysiyet gibi bir hasleti, meselesi olanlar haysiyet
mücadelelerini kavrayabilirler. Kürt meselesi tam da bu nedenle,
sadece Kürtlere mahsus değil, her şeyden önce kendimize dair bir
mesele.