23 Tem 2012 11:05 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:56

MİLLİYET'TEN AYRILAN NURAY MERT NEREDE YAZMAYA BAŞLADI?

Milliyet'ten olaylı bir şekilde kopan Nuray Mert, uzun bir aradan sonra yeniden yazmaya başladı..

Milliyet’ten olaylı bir şekilde kopan Nuray Mert, T24 Haber sitesinde yazmaya başladı..

İşte Mert’in ilk yazısı :

Kürtlerin ‘Haysiyet Meselesi’ ve Biz

Kuşkusuz hayır bildiklerimizde şer, şer bildiklerimizde hayır var. Her şeyde olduğu gibi yazmak ve yazmamak konusunda da bu böyle. Bir süredir yazı yazmıyor olmak, benim için hayra vesile oldu, bir karanlık gidişin biraz da olsa dışında kalmak, uzaktan bakmak kanaatlerimi ve durduğum yeri gözden geçirmek için fırsat verdi, birazını sizinle paylaşayım, mümkünse birlikte dertlenelim dedim. Öncelikle Kürt meselesinden söz ediyorum, çünkü bulunduğumuz noktada en yakıcı, en can acıtıcı, en can yakıcı tüm meselelerin ucu Kürt meselesine çıkıyor, dahası, Kürt meselesi artık hepimiz için bir büyük imtihan.

Kim ne derse desin ve kendini neyle kandırmaya çalışırsa çalışsın, bu meseleden ne kaçmak, ne de yaralanıp berelenmeden kolay çıkış bulmak mümkün değil. Böylesi zor işlerde, böyle zor zamanlarda, ‘teorik bilmişlik’, ‘kurnaz laf cambazlığı’, ‘uzmanlık ruhsuzluğu’na bel bağlamak kimsenin derdine deva olmuyor. Bırakın çözümden uzaklaşmayı, sorunu büyültmeyi, en kötüsü; insanlığımızı örseliyor, eksiltiyor. Aslında tam da bu eksilme çözümden uzaklaştırıyor, sorunu büyültüyor.

Önce bırakalım, iktidarı ve devleti, olan biten üzerine akıl yürütmeye, söz söylemeye girişenler için asıl mesele şu; anlamaya ve anlaşmaya mı çalışıyoruz, kendimizi bu işten sıyırmaya mı? ‘Devlet’ dediğimiz, nihayetinde günahlarımızın kefareti. Günahlarımızı besleyip büyütmezsek ödediğimiz kefaret azalır. Devlet bizim için sorun çözmez, bu işi ona havale edersek kendini büyütür. Bize sunduğu güvenlik ve konfora ne kadar çok bel bağlarsak, karşılığında ödediğimiz esaret bedeli büyür. Bu, Kürt meselesi için de, başka meseleler için de böyle!

Gerçeklerden kaçmanın sonu yok, ortada bir isyan ve onu bizim adımıza sindirmeye çalışan bir devlet var. Hepimiz biliyoruz; isyan, durduk yerde çıkmaz. İnsan zorundan isyan eder, daha doğrusu kendisine dayatılanlar artık ‘zoruna gittiği’ için isyan eder, zoru bozmak için, zor bir yola girer. Ama bir kez bu yola girdikten sonra, o kadar zorluğu göze aldıktan sonra, karşısındakine kolay çıkış yolu bırakmaz. Neden bıraksın?

Bu ülkede yaşayan Kürtlerin bir kısmı, bir süre önce, bir kez daha isyan ettiler. Zorlarından ettiler, birçok şey zorlarına gittiği için ettiler, bu uğurda türlü zorluklara göğüs gerdiler. Onaylarsınız, onaylamazsınız, hoşunuza gider gitmez, teorilerinize uyar uymaz, analizlerinize sığar sığmaz, düşünce konforunuzu bozar bozmaz, artık orası sizin sorununuz, bizim sorunumuz. İsyan edenlerin sorunu değil. Bizim sorunumuz, işler bir kez bu kerteye dayanınca, bu noktadan sonra, ‘ben bu oyunda yokum’ deme lüksümüzün olmaması. Artık, hepimiz olan bitenin bir tarafındayız. Kavgadan uzak durma fantezimizi, ‘her tarafa eşit mesafe’ konforunu, isyanı bastırmaya girişen devletin kullandığı ‘zor’ sağlıyor. Bunu hepimiz biliyoruz, devlete dur demek güç olduğu için, dahası aslında en asi olanımız bile sırtını devletine dayadığı için, konforunu buna borçlu olduğu için, bu durumdan kendimizi kurtarmanın yolunu isyan edene ‘dur artık isyan etme!’ demekte görüyoruz. Asıl mesele bu!

İsyan edenlerin dışında kalan bizlerin, sırtımızı devlete dayamış yaşıyor olma durumu ‘ağrımıza gidince’ tek yapabildiğimiz şey; isyan edene yüklenmek, bu günahtan bizi kurtarma işini de onlara havale etmek oluyor. Kurnazlıksa kurnazlık! Hem nasılsa teoriler, analizler bizden yana. Herkes Kürt uzmanı, herkes PKK analisti, herkes barış sözcüsü, herkes arabulucu, herkes akıl hocası, herkes akil. İsyan eden ‘hasta’, geri kalan herkes doktor, isyan eden ‘ahmak’, geri kalan herkes akil, isyan eden ‘şiddetsever’, geri kalan herkes barışcı!

Dahası, isyan edenlerin kaybettikleri her şey bize yazıyor; zira ‘biz şiddete karşıyız!’ Bize, bizim verdiğimiz akıllara, fikirlere, yollara yordamlara rağmen canlarını kaybetmekte ısrar edenlere kızgınız. Biz onların canlarının kıymetini daha iyi biliyoruz, ama kendileri farkında değil! İşte bizim kendimizi avuttuğumuz, aklımızı yatırdığımız masallar bunlar ve bunlar aslında çok kirli, aslında çok kanlı masallar. Sadece bilmezden geliyoruz, yeter ki, tek derdimizin kendimizi suçtan sıyırmak olduğunu kimse fark etmesin!

Çok gürültü çıkaralım ki, kimse fark etmesin! En çok biz ‘barış’ diyelim ki kimse fark etmesin! Elimizi sıcaktan soğuğa sokmadan ‘çözüm’ diyelim ki, kimse fark etmesin! En çok düşünen biz olalım ki, kimin suç ortaklığının ne kadar olduğunu kimse düşünmeye kalkmasın. Tüm derdimiz bu! Tüm derdimiz bu olduğu için ortalık teoriden, analizden geçmiyor.

Bırakalım bin bir bahane aramayı! ‘Kürtlerin ne istediğini artık kendileri de bilmiyormuş’! Sanki bilseler, daha iyi , çok iyi, çok ‘kuramsal’ olarak ifade etseler, kurulduğumuz masa başlarından istediklerini vermek bizim elimizde. Bazılarımız isyan eden Kürtlerin istediklerini beğenmiyor, yeterince ‘demokratik’ bir gelecek vaat etmediğini düşünüyor. Sanki ikna olsak hepimiz tereddütsüz çilelerine ortak olacağız! Sanki bizimki ‘prensip meselesi’! Sanki çıkardığımız gürültüden kimse korkak işbirlikçiliğimizin farkına varmıyor, sonsuza kadar varmayacak.

Tarihin hangi noktasında, dünyanın neresinde isyan edenler kusursuz bir yoldan gittiler, isyan ettiklerinin önüne dört dörtlük toplum tasarımları sundular, karşılarındakileri böylece ikna edip evlerine döndüler? İnsanların isyanlarını, gelecek hayallerini kolayca mahkum edip, kusurlu mal gibi tarihin çöplüğüne atmaya kalksaydık, tarih kokuşmuş bir iktidar manzumesi olmaz mıydı?

Gerçekten anlamak isteyenlerin artık körlüğe, sağırlığa, dilsizliğe sığınma şansı yok, her şey apaçık ortada. Dahası, bu fazla açıkgözlü körlük, uyanık sağırlık, geveze dilsizlik gittikçe daha fazla çirkinleşiyor. Her şey apaçık ortada; Kürtler her şeyden önce, her şeyden çok, bir ‘haysiyet’ mücadelesi verdiklerinin farkına varmamızı istiyor. Gerisi, inanın teferruat! Nasıl fark etmeyiz? Biz bu işin bir haysiyet mücadelesine döndüğünü görmezden geldikçe, haysiyetlerini zedeleyenlerin saflarına yazılıyoruz. Nasıl fark etmiyoruz? O saflardan söylediğimiz her şey daha da haysiyet kırıcı oluyor!

Unutmayalım, Kürt meselesinin merkezinde salt ‘Kürtler’ veya ‘Kürtlük’ yok, Kürtlerin haysiyeti adına yola çıkanlar var. Tam da bu nedenle, bu meseleyi seçtiğimiz, beğendiğimiz, sevdiğimiz, onayladığımız ‘Kürtler’le çözme şansımız yok. Bu mesele öyle bir mesele değil, o nedenle bu meseleyi Kürtlerin haysiyeti adına yola çıkanlarla, haysiyeti merkeze alarak çözmeye girişirsek yol alırız. Yoksa, suskunluklarımız da, çıkardığımız onca gürültü de günahlarımıza günah katacak, günahlarımız biriken kefareti olan devletin gölgesinde, o devletin isyan edenleri kırıp geçmesine, bunu bizim adımıza yapmasına, daha çok seyirci yazılacağız. Daha fazla kendimizi kandırmanın alemi, isyan eden Kürtleri kandırmanın imkanı yok!

Ama, ancak haysiyet gibi bir hasleti, meselesi olanlar haysiyet mücadelelerini kavrayabilirler. Kürt meselesi tam da bu nedenle, sadece Kürtlere mahsus değil, her şeyden önce kendimize dair bir mesele.