MİLLİYET'İN KESKİN KALEMİ MEHMET TEZKAN: “BAŞBAKAN BİZLERE MEŞGULİYET TERAPİSİ YAPTIRIYOR”
Milliyet Gazetesi'nin keskin kalemlerinden biri&... Medya, siyaset her konuda çarpıcı tespitleri olan bir isim Mehmet Tezkan, Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin'e konuştu.
İstanbul trafiği malum, röportajı akşam saatlerine ayarlamıştık
ama epeyce bir geciktim, birde Milliyet’in otoparkının azizliğine
uğradım. İmdada Can Ataklı yetişti. Otoparkta yer bulmak büyük
mesele. Yüzüm kızarmış çıktım; Mehmet Tezkan’ın odasına, neyse ki
çok kızmadı hatta çay bile ısmarladı. Yazısını yazıyordu “İyi ki
geç gelmişsin” deyince röportaja rahat başladım. Birçok konuyu uzun
uzun konuştuk. Tıpkı yazılarındaki gibi samimi... Medyaya yıllarını
vermiş biriyle medya konuşmazsak olmazdı. Ama dikkatimi bir şey
çekti, birçok ismin aksine Tezkan, Türk medyasında çok büyük bir
problem görmüyor.
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
twitter adresi: @gazetecialev
Haber müdürlüğünden tutun haber koordinatörlüğü ve köşe
yazarlığına kadar birçok önemli görevde bulundunuz, Şu an
Milliyet’te günlük yazılar kaleme alıyorsunuz. Meslekteki her
kademeyi görmüş biri olarak medyanın dünü ve bugününü nasıl
okursunuz?
- (Gülüyor) Bu bir tez konusu. Siyasete bakış açısından
eskiden evet iktidarın yanında duran gazeteciler vardı, iktidara
muhalefet eden gazeteciler de vardı, yani yine bir bölünmüşlük söz
konusuydu. Ama bu kez durum bambaşka… Bu sefer iktidara yakın
olanlar kendilerine bir misyon üslendi ve bunu da kabul ediyorlar.
“Bizim yaptığımız misyon gazeteciliği” diyorlar.
“GAZETECİLİK DEĞİL, İKTİDAR SÖZCÜLÜĞÜ
YAPILIYOR”
Peki ne yapıyor bu misyoncu arkadaşlar?
- Bu misyon gazeteciliği şuan iktidarın kontrol altında olduğu
her yerde geçerli. Doğaldır 10 yıllık bir iktidar her kurumda kendi
düşüncesi, kendi fikrine yakın birilerini görmek ister; bunda
yadırganacak bir durum yok. Ama alan öyle genişleyince medyada
zamanla kendini iktidarın bir parçası, iktidarın kanadı olarak
görenler arttı, zamanla da bunlar kendini iktidarın sözcüsü gibi
görmeye başladı. Eskiden de iktidarlar desteklenirdi, muhalifler de
vardı bunda sıkıntı yok ama baktığınızda bir kurumda
yolsuzluk yapıldığında, haksız kazanç sağlandığında, bir hata
olduğunda kimse iktidarın ya da o kurumların sözcülüğünü yapmaz,
haberini yapardı. O dönem iktidar sözcülüğü yapanlar yoktu ama
şimdi ise kurum kurum sahiplenilir oldu. “Bu bizim ya da bunlar
bizden, buraya sahip çıkmalıyız ”diyen gazeteciler var. Yani
kurumlar düzeyinde bir savunma söz konusu. Kimse iktidarın basın
sözcülüğünü yapmaz, fikren desteklerdi. Fark burada ve medyanın en
büyük sıkıntısı bu...
YOLSUZLUK HABERLERİ YAPAN BİR MEDYA
KALMADI
Sizin medyada yöneticilik yaptığınız dönemlerde habercilik
nasıldı, daha mı heyecanlıydı?
- Tabii ki çok daha heyecanlıydı. Daha rahattı. Şimdi şöyle
bir durum var. Tek parti dönemleri medya açısından biraz
sıkıntılıdır. Oradan haber almak, siyasetten iç çekişmeler ve haber
sızdırmalar çok az olur. “Özal döneminde farklıydı” diyeceksiniz
ama Özal-ANAP kendi içerisinde bir koalisyondu. Zaten Özal da “Biz
4 eğilimi birleştirdik” diyordu. Eğilimler arası çatışma vardı.
Milliyetçi grup daha İslamcılara karşıydı. Liberaller vardı ikisine
de karşıydı. Onların çekişmesi bir takım bilgilerin, belgelerin
medyaya sızmasına neden olurdu. Şimdi öyle bir şey olmuyor. Siz, 10
yıldır bu iktidar geldi geleli bir Bakanlar Kurulu’nun perde
arkasını hiç okudunuz mu? 10 yıl önceki bütün gazetelere bakın, sol
gazete-sağ gazetelerde mutlaka olurdu bu işin perde arkası. Yani
ülkede usulsüzlük oluyor mu, yolsuzluk var mı üzerinde gidilirdi
eskiden; şimdi yok. Böyle bir medya kalmadı.
İKTİDAR BÜTÜN KURUMLARA HAKİMSE ORADAN
BELGENİN ÇIKMASI ZORDUR
İyi de suya sabuna dokunmadan habercilik mi yapılır, o
zaman bu ülkede gerçek manada habercilik yapılmıyor?
- Yapılmıyor denilemez, bazı kaynaklara
ulaşılamıyor diyelim. Herkesi suçlamak olmaz. Çünkü bir iktidar
bütün kurumlara hakimse oradan belgenin çıkması zordur. Eskiden iç
bölünmelerden dolayı x bakanlığın bir şeyini oradaki bir müfettiş
başka yere sızdırabiliyordu, hele şimdi bir denensin hemen yok
ederler.
GAZETECİLİK BİRAZDA MUHALİF DURUŞ
DEMEKTİR
Gazetecilik korkarak yapılan bir meslek midir?
- Tabii ki korkulmaması gereken, kamu adına soru sorulması
gereken bir meslektir. Gazetecilik birazda muhalif duruş demektir.
Sen sorgulamaya başladığında iktidar bundan çok hoşlanmaz, kızar
ama sorgulamazsan da işini yapmamış olursun. Muhalefet dediysem bu
iktidarın her çalışmasına karşı gelmek anlamında bir muhalefet
değil. Sen zaten bir siyasi parti gibi her konuya karşı çıkarsan
yine mesleki bir problemin içerisine düşmüşsün demektir. Haber
neyse o. Yanlışa yanlış diyeceksin.
“Yeni medya” ifadesini kullansam yanlışa düşmüş olur
muyum?
- Medyanın görevi ve işlevi bundan 40 yıl önce neyse şimdide
o. Nedir bu kamu adına sorgulamak. Gazeteciliğin işlevini
değiştirirsen o gazetecilik olmaktan çıkar.
Peki biz bu ülkede gazetecilik yaparken neyi
atlıyoruz?
- Önemli olan bir olay varsa onu ortaya çıkarmak biz bunu
yapamıyoruz; bu da elimizde değil bir güç var karşınızda.
Herkes medya üzerinde bir hükümet baskısından söz eder oldu
bu dönemde, peki bunda medya çalışanlarının ve patronajın hiç mi
suçu yok?
- Medya çalışanlarının nasıl suçu olacağını düşünüyorum da
sanki cevabı yok bunun. Ne yapabilir ki medya çalışanları?
Neden korkarak haber yapmak, bir oto sansür, “acaba ne
derler korkusu” ile haber yapamamak, bunlar suç değil
mi?
- Yoo. Kimi yazıyor, kimi yazmıyor. Çok cesur, çok iyi yazılar
bu ülkede hâlâ gazetelerde var, çok iyi köşe yazarları mevcut.
Mesela bir Uludere hadisesi var. 1 yıl oldu ve hâlâ üzerine
gidiliyor. Hükümetin en hassas noktası bu… Demek ki hâlâ bu iş
yapılabiliyor. İktidarların medya üzerindeki gücü sadece bizde
değil bütün dünyada giderek azaldı.
BAŞBAKAN MEDYAYLA İYİ
OYNUYOR
Peki, siz ne düşünüyorsunuz var mı iktidarın medya üzerinde
büyük bir baskısı?
- “Medyanın pek bir şey yapmayalım, sıkıntı yaratmayalım,
hedef konumuna düşmeyelim” anlayışı var. Başbakan da bu meseleyi
iyi oynuyor. Mesela kalkıyor bir anda grup toplantısında bir yazarı
isim vermeden de olsa topa tutuyor. Ortada zaten bir orantısız güç
var, bakın siz gazetecisiniz, o Başbakan. Ne yapacaksınız, ne
diyebilirsiniz? Erdoğan bu işi biliyor.
HAFTADA 6 GÜN YAZMAK BİR
EZİYET
Peki, sizi hedef alsa Başbakan, ne hissedersiniz bu
bahsettiğiniz orantısız güç karşısında?
- (Gülüyor) Aldı beni hedef. 3 yıl önce hem de. Bir yazı
yazmıştım. Bayramın 3. günü. Bir sakinlik var. Baktım siyasiler
ortada yok, gerginlik yok, ben de yazı yazdım. “Ne güzel sakin
geçiyor günler” demiştim. Bayram bitti ve AKP’nin ilk grup
toplantısında Başbakan çıktı dedi ki, “Tatil yapsın diyorlar, o
zaman siz de haftada 2 gün yazın. Neden her gün yazıyorsunuz?”
dedi. Verdi veriştirdi. Ben aslında sadece onu değil bütün
liderleri kastetmiştim. O günde bir cenazedeyim telefonlarım
susmuyor, herkes diyor ki “ne dedin de Başbakan’ı kızdırdın?”
Sonra ertesi gün geldik gazeteye, öğrendik ki bu yazıya kızmış. Ben
de ertesi gün bir yazı yazdım. “Valla ekmek parası, haftada 3 gün
yazarım ama patron para vermiyor. Söyleyin 3 güne aynı parayı
verecekse razıyım” dedim. Hakikaten haftada 6 gün yazmak bir
eziyet…
“BAŞBAKAN BİZLERE MEŞGULİYET TERAPİSİ
YAPTIRIYOR”
Peki, gazete yöneticileri uyarmadı mı sizi, daha dikkatli
olalım diye?
- Yok, bir şey demedi. Gazete patronlarının çoğu işadamı,
düşünün siz bir işadamısınız ve Başbakan sizin gazetenizi hedef
alıyor, panik olmaz mısınız? Bence Başbakan “bu hafta birine
çatayım” dedi. Herhalde hedefi yanlış seçti. Ya da ben ilk kez
yazdım ondan bozuldu. Şu da olabilir o sıra Vatan’a sinirli. Bu
konuda birçok yazar da “Sayın Başbakan siz konuyu yanlış anladınız”
diye yazılar kaleme aldı. Bakın Başbakan NTV’deki son röportajında
önemli Bir şey söyledi “Tabii ki gündemi ben belirleyeceğim” dedi.
Bizlere meşguliyet terapisi yaptırıyor. Gündemi iyi değiştiriyor,
bizi bir o tarafa bir bu tarafa sürüklüyor veya “ne oluyoruz”
dedirtiyor. “Acaba gazeteciliğin sınırlarını çok mu aşıyoruz ve
muhalefetteki biri gibi davranıyoruz“ diye de düşündürmüyor
değil.
“GAZETECİ MUHALEFET SÖZCÜSÜ GİBİ
OLMAMALI”
Gazetecilik birazda muhalif olmak değil midir?
- Ama sınırları var. İktidarın her söylediğine de muhalefet
sözcüsü gibi cevap veremezsiniz. Sizin bir sınırınız var, muhalefet
onun muhatabı ama siz gazetecisiniz. İki liderin birbirine
söylediği sözler gibi cevap vermek gazeteciliği de gazete
köşelerini de aşan bir durum.
Başbakan’ın son röportajı dediniz de merak ettim;
gazeteciler Başbakan’a iyi sorular yöneltebiliyor mu
sizce?
- Başbakan’ın mizacı sert her soruyu kabul etmiyor.
Gazetecilerde doğal olarak her soruyu yöneltemiyor. Bazı soruların
etrafında dönse de; Başbakan çok fena bozabiliyor karşısındaki
gazeteciydi. Çanak sorular da çok oluyor ama bu dünyanın birçok
ülkesinde böyle; liderlerle söyleşi çok da kolay değildir ve
genelde önceden belirlenmiş sorular yöneltilir.
Sizi neden hiç göremiyoruz o TV programlarında Başbakan’a
soru sorun gazeteciler arasında? Neden aynı isimler var hep o
karede?
- Valla o kendi gruplarına çıkıyor zaten. Onlar daha yumuşak
sorular soruyor. Benim de “Gideyim de Başbakan’a sert soru sorayım”
diye bir derdim yok, sormak ve söylemek istediklerimi köşemde
yazıyorum zaten.
“YAZMAK BUGÜNDE TEHLİKELİYDİ 100 YIL
ÖNCEDE ÖYLEYDİ”
Bu ülke yazı yazmak siz köşe yazarları açısından zor olsa
gerek?
- Bu ülkede değil her ülkede zordur yazmak, tehlikelidir. Başı
ne zaman derde girer insanların; baktığınızda öncelikle hep
yazmaktan gelmiştir. Bu konuda Çetin Altan’a sormak lazım... O
yazmanın ne büyük bir bela olduğunu en iyi bilen isimdir. Bence
onunla röportaj yapmalısınız. Demokrasi diye başa gelen her iktidar
bir süre sonra yazılardan da sorgulanmaktan da rahatsız olur. Yani
yazmak bugünde tehlikeli; 100 yıl öncede öyleydi.
YA YAZMAYACAKSIN YA
YAZDIRMAYACAKLAR
Bazen çok keskin yazılara imza atıyor Mehmet Tezkan; böyle
yazıları yazan gazetecilerin başına neler geldiğini görüyoruz.
Korkmuyor musunuz?
- Korkmaz olur musun hiç, sonuçta biz bu işten paramızı
kazanıyoruz. Bir görev almışsın, onun risklerini de görmüşsün, bir
çizgi koymuşsun ve “ben gördüğüm yanlışları dilim döndükçe, üslubum
elverdikçe yazarım” demişsin, peki bundan geri adım atar mısın bu
biraz zor. Çünkü senin ilkelerin var, çizgilerin var. O zaman
ya yazmayacaksın ya da yazdırmayacaklar bunun başka bir şıkkı yok.
Bizim gibi insanlar şunu yapar; koyarsın yazıyı o yazı gazeteye
konur ya da konmaz. Bu ayıplanacak bir durum değil. Bu birazda
gazetenin tercihidir.
Hiç geldi mi başınıza böyle bir şey? Yazılarınız
sansürlendi mi?
- Yoo hiç gelmedi, gerçekten şimdiye kadar tek satırına bile
dokunulmadı hiçbir yazımın.
Yazarken hiç kendinize sınır koyduğunuz oluyor mu, bu
“tehlikeli bir ifade ve yahut başıma iş açar, dert açar”
diye?
- Dert açmak şöyle… Hukuki olarak başıma iş açmamasına dikkat
ederim. Kelimeleri seçerken hakaret olmasın, durduk yerde bir
suçlama olmasın diye dikkat ederim. Ama düşündüğümü de
söylerim.
KAVGACI ÜSLUPTAN
KAÇINIRIM
Oto sansür uygulamıyorsunuz yani?
- Hiç ... Evet keskin yazılar kaleme alabilirim ama kavgacı
üsluptan kaçınırım. Kısa cümleler kurarım derdimi 4-5 kelime ile
anlatmaya çalışırım. Dilediğimi de yazarım, yazmalı da insan ama
dediğim gibi dikkatli. Mesela güncel bir örnek vereyim size, Bekir
Bozdağ demiş ki “Yarı başkanlık fiilen başlıyor” bu onun görüşü
olabilir. Bende yazdım “Hayır başlamıyor, başlayamaz.” (Gülüyor)
“Neden başlamaz, dur anlatayım” dedim. Şimdi üslup bu; kavga değil,
okuyan biri diyecek ki Bozdağ “başlıyor” diyor Tezkan ise
“başlamaz” o zaman bir bakalım neden başlamazmış. Böyle bir üslup
seçtim ve dikkat de çekiyor. Yoksa kimseye öyle cevap yetiştirmek
değil amaç.
Oto sansür ne kadar otodur size göre?
- Valla kişiye göre değişir. Yazılarım ortada ve ben bunu
uygulamıyorum.
Peki, Türkiye’de medyanın en büyük sorunu ne?
- Bence bizde medyanın fazla bir sorunu yok. Bence bizden
sonra gelen neslin okumama problemi var. Şuanda en ucuz şey ne
gazete değil mi? okunuyor mu hayır. Siyasal bilgiler fakültesi
okuyan çocuklar var ileride sen ne olacaksın farkında bile
değilsin. 10 gazete alsan bir çay ile bir tabak böreğe karşılık
geliyor, en ucuz şey bu, “pahalı da alamıyorum” da diyemez kimse
ama okunmuyor.
Belki artık gazetelerde istediklerini bulamıyor olamazlar
mı?
- Ee “bu gazeteler halktan koptu, halkın sesini iletmiyor”
peki halkın sesi ne? Okumadığın bir gazetenin halktan kopmuş
olduğunu nereden bileceksin. Oradaki fikirleri takip et, bak.
İstediğini buluyor musun bulamıyor musun gör. Yanlış varsa da
yanlışlarını tartış. Her haber de yalan olamaz değil mi?
Sosyal medya daha etkin o nedenle de daha çok tercih
ediliyor olamaz mı?
- Ama sosyal medyada yeterince reklam alamıyor ve
güçlenemiyor. Ee gazeteler olmazsa dışarıdaki bu internet siteleri
nerden beslenecek, haberi nereden alacak? Zaten gazeteler sayesinde
habere erişiyor bunlar.
Twitter çok önemseniyor bir de Mehmet Bey. Bir gazeteden
daha etkili diyebilirim.
- Ne yazık ki öyle... Twitter bir eğlence ve paylaşım yeri
olabilir ama bir bilgi kaynağı değil. Diyorlar ki “Şu olay var,
nereden öğrendin, twitterdan öğrendim” yok böyle bir şey.
Orada yazılan 2 kelime bir bilgi kaynağı değil, yazılan her şey de
doğru olamaz. Dikkatli kullanmak lazım…
Siz göremeyeceğiz sanırım o alemde?
- Hayır göremeyeceksiniz. Öyle bir vaktim yok. Oraya girince
yazmak lazım... İzlemek istiyorum ama sadece izlemekle olmuyor.
Girmememde fayda var diye düşünüyorum şimdilik.
Gazeteciler açtığınızda atılan manşetler sizi tatmin ediyor
mu?
- Tabii ki. İyi manşetler atılabiliyor ama gününe göre. Zaman
zaman “bu çok iyi haber” dediğim oluyor. Kimseye haksızlık edemem.
Gazeteler konusunda benim fikirlerim bir ölçüt olamaz. Bir gazetede
yaşıyorsun ve her şeyi biliyorsun.
BU ÜLKEDE “SON DAKİKA” ANLAYIŞI
YANLIŞ
Peki ya haber kanalları? Gerçekten habercilik yapılıyor mu
bu mevcut kanallarda?
- Haber kanallarında oldukça etkin tartışma programları var.
Rutin haberler doyurucu diyebilirim. Zaten aslolan haberi hemen ve
hızla vermek. Haber kanallarının aralarında bir yarış var, benim
takıntım ise şu “son dakika” olayına. Her sıradan olayı son dakika
diye ekrana vermek de neyin nesi. Ekranda hep bir hareket, olmaz.
Son dakika gerçek bir sıcak haberin karşılığıdır. Eskiden
heyecanlanırdık bu son dakikalarla şimdi “bu son dakika değil ki”
diyoruz. Ekranlarda sürekli yanıp sönen bir son dakika var.
Sizin zamanınızda nasıldı kanallarda haberler?
- Bizim zamanımızda popüler kanalların ana haber bültenleri
çok çok rağbet görürdü, zaten haber kanalları da yoktu. Herkes
haberleri bu 4 büyük kanaldan izlerdi. O kanallar arasında müthiş
bir rekabet vardı. Zaten bu rekabet zaman zaman haberciliği
çığırından bile çıkardı ve sonra tekrar rayına oturdu. Akşam oturur
herkes “aa reyting ne oldu” derdi. Tek tek analizler yapılırdı,
hangi haber en çok izlenmiş buna bakılırdı. Bence Türkiye’de
yeterince kanal, herkesin konuşacağı mecra var. Sorun yok.
Bu dönemde yandaş – candaş gazeteci tabirleri kulağa öyle
alıştırıldı ki, gazetecinin yönü, tarafı ne olmalı? Siz nerede
duruyorsunuz?
- Bende bir ara bu yandaş tabirini kullanıyordum, sonra
vazgeçtim. Bunu iktidarla hareket etme anlamında kullandım ama bu
politik bir söyleme dönüştü. Güce yakın durmak başka bir şeydir,
Güce muhalif olmak ise başka. Güce yakın duranlar kendine bir
misyon üstlenmiştir. Bunu da kabul ederler zaten. O parti seçim
kazanmış gibi kendileri seviniyorlar bunu da köşelerine
yansıtıyorlar. Bir kesimde iktidar demek güç demek; o gücün yanında
olmayı seçer, faydalanmak isterler ama sözcü gibi davranmak
niye?
Siz kimin yanındasınız?
- Valla ben kimsenin yanında değilim. Bir çizgide başladım mı
o çizgide devam edersin. İktidarın yanlışı varsa söylersin. Tabii
muhalefetin de. Mesela bu 4+4+4 yanlış. Bunu söylerim neden yanlış;
çünkü 5 yaşında çocuk okula gitmez. Bize kızdılar; sonra ne
yaptılar. Milli Eğitim Bakanlığı dedi ki “tamam bunları alıyorum
ama Ocak tatiline kadar valla ama okuma yazma öğretmeyeceğim”.
Demek ki sen 5 yaşındaki çocuğu oturtup okuma yazma öğretemezsin.
Tamam sen bunu anladın o halde bize neden kızıyorsun. 4+4+4’ün
yararı ne? İmam Hatipler için yaptın, eee bunu açık söyle, sistemle
neden oynuyorsun? Bunları söylemek muhaliflik değil ki; bir yanlışı
görüyor söylüyorsunuz.
GAZETECİLİK İKTİDARA ALKIŞ TUTAN BİR
MESLEK DEĞİLDİR
Muhalif olanların ve iktidarı eleştirenlerin bu meslekte
şansı yok mu?
- Neden olmasın ki, illa herkesin iktidara alkış tuttuğu bir
meslek değildir bu. İnsanlar o zaman bir süre sonra televizyon da
izlemez, gazete de okumaz. Memleketin bir fikri hayatı kalmaz
bu da daha fecidir. Herkesin tek tip düşündüğü bir ülke bir adım
atamaz. Bunu bugünkü iktidarın da istediğini düşünmüyorum. Öyle bir
şey zaten iktidara zarar verir.
Eee yok mu Başbakan’ın medya üzerinde büyük bir egemenliği,
kızmıyor mu muhalif tiplere?
- Var tabii ki. Büyük bir güce sahip ve medyanın büyük bir
kesimi de destekliyor onu. Ama Türkiye’de tek tip bir medya yok ki.
Sonuçta muhalif gazeteler, televizyonlar mevcut. Zaten artık bu
çağda bu teknolojide neyi kontrol altına alacaksın ki;
telefonları mı, internet sitesini mi? Yani kimsenin haberini,
yayını kimse engellemiyor. Ama durumdan vazife çıkarıp “ya şimdi
Başbakan’ı kızdırmayalım” diyen tipler de mevcut.
İktidarın büyük etkisi olduğu söyleniyor basın üzerinde
tamam kabul. Peki ya muhalefetin medyaya bakışı sizce
nasıl?
- Valla bence onlar ilişkiler babında daha da zayıf. Ama bir
de şu var; muhalefet medyaya ne yapabilir ki sonuçta muhtaç;
muhalefet kızsa bile medyaya şu anda laf söyleyebilecek durumda
değil. Zaman zaman CHP lideri Kılıçdaroğlu, iktidara yakın yayın
organlarını eleştiriyor ama yine de çok ses çıkaramıyor. Diğer
türlü nasıl olacak ekranlarda ya da gazetelerde? Muhalefet medyaya
mecbur çünkü sesini başka türlü duyuramaz. Medyada zaten yeterince
yer bulamıyor iktidar dışındaki partiler. Başbakan Erdoğan’ın bütün
konuşmaları kesintisiz yayınlanırken Kılıçdaroğlu’nun çok az MHP
liderinin konuşmaları ise varla yok arasında veriliyor ve bir
haksızlık söz konusu. Meclis TV’nin grup toplantılarını artık
yayınlamaması da kötü bir karar, hele de muhalefet için. TRT neden
var, ben neden faturamdan vergi ödüyorum. Muhalefet sürekli şikâyet
ediyor “medya bana yer vermiyor” diye haklı da. Geniş kitleye
ulaşmanın tek yolu televizyon sonuçta... Twitter ve sosyal ortam
var ama oy veren herkes bunları kullanamıyor ki şansız muhalefet bu
noktada diyebilirim.
“TÜRKİYE GAZETECİLER HAPİSANESİNE
DÖNDÜ”
"Basın özgürlüğü anlamında en kötü dönemini yaşıyor
Türkiye" deniliyor.. Bu ürkütücü bir ifade gibi geldi bana, ama
sanırım siz aynı fikirde değilsiniz, konuşmalarınızdan bunu
çıkardım?
- Valla çok iyi bir dönem olduğunu söyleyemem. “Türkiye
gazeteciler hapishanesi” diyorsa sınır tanımayan gazeteciler
örgütü, içerideki gazeteci sayısı 40’larla ifade ediliyorsa ki ben
10 bile olsa bu sayıyı fazla bulurum. Bir takım gazetecilerin ne
diye yargılandıkları bile hâlâ bilinmiyor. En son Soner Yalçın
Davası’na (odatv) baktığınızda bütün faaliyetlerin gazetecilikle
ilgili olduğunu görüyorsunuz; hep yazmak-çizmek. Ya “somut olarak
ne yapmışlar” diye baktığınızda elde var sıfır.
İçerideki gazetecilerin terörist olduğuna inanıyor musunuz?
Bir gazetecinin darbecilikle yargılanmasının akla yatkınlığı
nedir?
- Asla terörist olduklarına inanmıyorum, hiçbir zamanda
inanmayacağım. Bunu çoğu kez de yazılarımla anlattım. Hatta ben
diyorum ki protesto gösterisi yapan üniversite öğrencilerinin bile
terörist diye yargılanması Türkiye’nin büyük bir ayıbıdır. Bizde
parasız eğitim isteyen öğrenci bile örgüt üyesi sayılıyor. O zaman
herkes terörist olursa bir yol alamayız ki…
Ama iktidara göre onlar ne gazeteci nede gazetecilik
faaliyetlerinden dolayı o dört duvarın ardındalar?
- Çıkarsınlar o zaman tek tek. Bu çok kolay... Adalet
Bakanlığı bunu yapabilir. Biz şimdi burada ne söylersek söyleyelim,
kendi kendimize propaganda. Türkiye bu konuda Çin’i İran’ı bile
geçmiş, neden geçmiş gazeteciler içeride. İddianamelere,
suçlamalara bir bakın, kim ne yapmış, neymiş efem şu örgüt adına
hareket etmiş, bunlar laf. Ben diyorum ki bu kişi bu suçlama için
somut olarak ne yapmış, almış eline silah mı çekmiş, Molotof mu
atmış, haber mi yazmış bunu söylesinler. Adalet Bakanlığı işte bunu
söylemiyor.
Peki, içerideki meslektaşlarımızın gazeteciliklerini
problemli buluyor musunuz?
- Evet, bir kısmını sorunlu buluyorum. Gazetecilik
faaliyetlerinin dışına çıktılar. İsim vermek çok doğru değil ama
bazıları yanlış işler yaptı. Kendilerine bir siyasi konum yaptılar,
Başbakan veya bir siyasetçiyi eleştirebilirsin bu ayrı karşıda
çıkarsın gazeteci olarak ama gazeteci kendini siyasetçi gibi görüp
karşı çıkarsa askerle veya başka güçlerle bu noktada ilişki kurarsa
bu meslek faaliyetinin dışına çıkmak demektir. Ama bu onların
terörist olduğu anlamına gelmez, içeride bu kadar yatmayı hak
ettikleri anlamına da gelmez. Dilerim özgürlüklerine en kısa
zamanda kavuşurlar.
Ergenekon Davası’nın sonucundan ne çıkar
sizce?
- Valla bu çok karışık bir dava... Her şey iç içe girdi. Benim
aklım yatmıyor. Çok önemli tahliyelerin geleceğini sanmıyorum.
Birtakım cezalar gelir, Bu iş Yargıtay’a gider, bunu okuyacak
hâkimlerin, raportörlerin işi çok zor. Allah onlara kolaylık
versin. Nasıl altından kalkacaklar. 19 tane ayrı şey. Bunların
birbiriyle bağlantısını sanıklar, avukatlar bile kuramıyor. Çok
karışık bir dava...
“MİLLETVEKİLLERİ
ÖZGÜRLEŞMELİ”
Memleketin en acil çözüm bekleyen konusu size göre nedir?
“derhâl çözülmeli” diyeceğiniz ne gibi bir sorunumuz
var?
- Bence memleketin şu anda tek çözüm bekleyen konusu
milletvekillerinin özgürleşmesidir. Çünkü bu milletvekilleri
özgürleşmezse Hiçbir yol kat edilmez, ’Biz bundan sonra yeni bir
sistem koyacağız ve yeni bir Anayasa yapacağız’ dersek bile;
Türkiye demokratik bir ülke olmaz. Ne yaparsak yapalım olamaz.
Bütün dünyadaki en iyi sistemlere bakarsak bakalım. Fransa’da yarı
başkanlık, İngiltere’de parlamenter sistem, ABD’de başkanlık.
Oralardaki sistemlerde, seçilen üyeler tamamen seçmenine bağlı
olarak, bire bir seçmeniyle temas halinde geliyor. Çoğu genel
başkanına da bağlı değil. Çünkü bölgesinden, partisine seçimle
geliyor, sonra bir başkasıyla ikinci turda yarışıyor, rakibini
geçiyor ve seçmeninin sesini Meclis’e taşıyor. Şimdi İstanbul’da
bizim bölgemizde 30 milletvekili var. Bu milletvekillerinden biri
bir karar aldığı zaman, herhangi bir İstanbullu tutup, “yahu
kardeşim o kararı sen bana sorarak mı aldın” diye hesap soramıyor.
Çünkü o milletvekili, bu insanlardan oy alarak gelmedi. Sıralama
nedeniyle meclise girdi. Bakıyorsunuz, diyelim ki ’x’ kişi ’x’
partiden 7. sıradan seçime girdi.Eğer seçim yaz mevsimindeyse, git
Bodrum’da denize gir, sonra da git Meclis’ten mazbatanı al... Çünkü
bizde sadece genel başkanlar yarışıyor. Listeleri genel başkanlar
yapıyor. Dolayısıyla bizde genel başkanlar demokrasisi oluyor. 4
kişilik demokrasi.
Hal böyle olunca kimisi genel başkanın lafının dışına çıkmıyor.
İktidar evet diyor, muhalefet hayır. Fransa’daki Ermeni yasasından
sonra olanları düşünelim. İktidar partisi çıkardı, ancak hem
iktidar, hem de muhalefetin senatörlerinin itirazları ile,
hazırlanan tasarı anayasa konseyine gitti. Ve oradan döndü.
Biz de bunu bir demokrasi örneği görerek alkışladık. Bizim
ülkemizde böyle bir şey olsa; bir partinin milletvekili, genel
başkanın görüşüne aykırı bir girişim içinde bulunsa veya oy verse,
hemen partiden ihraç edilir. “Bizden habersiz nasıl oy
kullanırsınız, nasıl birleşirsiniz, bize mi komplo mu kurdunuz”
diyerek yeni bir Ergenekon davası bile başlatırlar. Sadece
cezaevindekiler değil, bütün milletvekilleri özgür olmadıkça bu
ülkede demokrasi olmaz. Şimdi “Anayasa’yı değiştirelim” diyorlar,
hayır Anayasa’yı değil, önce siyasal partiler yasasını değiştir,
Türkiye’yi 450 bölgeye mi, 500 bölgeye mi ayıracaksın, ayır. Herkes
bire bir gelsin. Vekil Meclis’ten kendi bölgesine gittiği zaman,
seçmeniyle merhabalaşmak zorunda kalsın. Anadolu’da var bu. Az
milletvekili çıkaran yerlerde, milletvekilliğinin bütün ızdırabını
onlar çekiyor. Seçmenleriyle sık sık yüzleşiyorlar, seçmenleriyle
temas halindeler. Ancak çoğunluk milletvekilleri büyük kent
milletvekilleri… Onlar, sadece açılışlara katılıyorlar, istedikleri
gibi hareket ediyorlar. Sokakta bire bir hesap vermiyorlar
seçmenlerine. Verdikleri zaman bambaşka bir Türkiye olur. O zaman
hangi sisteme geçersek geçelim..
Taşır mı ki o sistemleri?
- Niye taşımasın ki, bunu mu taşıdı? Bu sistemi taşımadığı
ortada. Yürütme zaten yasamayı yutmuş. Yasama kalmamış ki ortada.
Ne yasamasından bahsediyoruz. Yürütmenin başındaki kişi, yasama
organındaki en büyük partinin de başı. Milletvekili listesini de o
yaptığına göre. Ben olsam neden gidip genel başkanımın ’evet’
dediğine ’hayır’ diyeyim de, bir dahaki seçimde bir şeyler
kaybetmeyi, aday gösterilmemeyi göze alayım? Neden risk alıp kavga
edeyim. Ben de genel başkanın doğrultusunda hareket ederim.
Ancak öbür türlü olsa, istese bile seni gözden çıkaramaz. Çünkü
seçmen der ki; “kardeşim ben bu adama oy verdim, sen neden
tercihlerinden dolayı bu adamı kötülüyorsun?”
Kuvvetler ayrılığı tartışmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz
siz?
- Valla bu kuvvetler ayrılığının söylenildiği gibi sert ve
birbirinden ayrı olmasını iktidar partisi bana göre istemiyor
Meclis’e verdikleri önergede, genel başkana kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi verirsen, o da iki de bir bunu kullanır.
Bunun adı demokrasi olur mu onu bilmiyorum.
Gül ve Erdoğan arasında gerçekten söylendiği gibi sürekli
bir ters-ayrı düşme var mı, yoksa yapay bir gündem oluşturma çabası
mı?
- Aslına bakarsan çok büyük bir gerilim yok abartılıyor.
Uydu meselesinde Cumhurbaşkanı’nın davet edilmemesi çok garipti.
Ama ben aralarında büyük bir çatışma olduğunu düşünmüyorum. Bu
mümkün değil. Çünkü aynı misyondan gelen iki isim, aynı yoldan
geçmiş, aynı mücadeleyi vermişler. Bunlar yol arkadaşı. Beraber
oldukça sıkıntı çekmiş birlikte aşmışlar. Bir koltuk için
birbirlerine yanlış yapmazlar. Bu ihanet olur. Onları destekleyen
çevreye de bu ayrışma görüntüsünü vermezler. Böyle büyük bir
gerilim olmaz aralarında. Medya da abartıyor işin aslı. Belki de
böyle Bir şey yaparak, bilerek yapay gündem oluşturuyorlar. Bu
tartışmanın varlığını kendileri de istiyorlar.
Böyle yapay gündemlerle uğraşırken kim bilir neler
kaçırıyoruz değil mi?
- Tabii.. Biz “küsler mi, kavgalılar mı, kim alttan aldı”
derken Sayıştay raporları olmadan bir bütçe geçti,. Anamuhalefet
lideri söyledi Meclis’te ama orada kaldı. Ne oldu, kim konuştu? Biz
dizileri konuşuyoruz. Hürrem’i konuşuyoruz. Mecliste bunlar değil,
daha ciddi tartışmalar yapılması lazım.
Bu Muhteşem tartışmayla ilgili siz ne
düşünüyorsunuz?
- Ben iktidarın doğrusu yanlışı demiyorum, bir Başbakan’ın
böyle bir müdahalede bulunmaması gerektiğini düşünüyorum. Bir
başbakan çıkıp da, “bu ecdadımız değil” diyemez. Ben bu konuda ben
Abdülmecid’i örnek gösterdim. Dedim ki “onu yapmayıp, bunu yapalım”
Abdülmecid’in 42 tane çocuğu var, sarayda içkisini de içmiş,
gezmiş. Annesi zaten kızmış ona, “buralarda da biraz uğraşsana”
demiş ama erken yaşta da adamcağız ölmüş. E onun hayatını da
yaptığın zaman, o da bir padişah? Hem sonra o bir dizi, başbakan
sevmeyebilir. Ama “böyle değil” dediği zaman o müdahale olur.
Başbakan’ın sözlerinden sonra, dizide Hürrem’in namaza başlaması
daha da kötü… Eğer müdahale edilecek bir şey varsa savcılar
müdahale etse daha iyi olurdu. Geçenlerde Fehmi Koru diyordu ki;
“Başbakan konuşmasaydı da, savcılar mı harekete geçseydi?”. Evet
savcılar harekete geçse daha iyi olurdu. Çünkü bilirdik ki savcılar
böyle bir meselede, iddia makamı olarak “bu dizide canlandırılan
Hürrem öyle değildi, böyleydi, Harem öyle değildi, böyleydi, siz
bunu yanlış yaptınız” demiş olsa bile, savunma makamı “yerinde
tespit yapalım” diyecekti. Ne olacaktı o zaman, uzmanlar Harem’e mi
gidip tespit yapacaktı? Şimdi ne oldu? Hiçbir hukuki adım atılmadan
senarist Hürrem’i kapattı, dua ettirdi.Şimdi yani Hürrem’e de
burada yazık aslında. Hakikaten Mekke’ye, Medine’ye en çok hayır
yapan Padişah eşi Hürrem. Ama şimdi Padişah annelerinin de
geçmişini gizli mi tutacağız? Kimi Ukraynalı, kimi Rum, kimi
Venedikli, kimi Bulgar, kimi Cenevizli... Herkes bir yerden gelmiş,
saraya anneler getirilmiş cariye olarak. Onları eğitmişler, kendi
oğulları için yetiştirmişler. Bunların hiçbirisi inkar edilemez.
Sonuçta hepsi Müslümanlığı seçmişler ve ona göre yaşamışlar.
Sizce iktidarın en büyük yanlışı ne oldu? Açılımlar mı,
terör mü, Uludere meselesi mi?
- Valla çok büyük hata denilebilecek Bir şey var diyemem.
Mesela fikir olarak Habur hata değildi. Uygulamada hatalar oldu.
“Biz bu işi, hallettik” havasıyla, gerillaların elbiselerini bile
çıkarmadan otobüslerin üzerine çıkarılması bir anda bu olayın
yönünü değiştirdi. Çünkü Başbakan bile “bakalım Habur’dan nasıl
güzel haberler gelecek” diye beklerken, bir baktık ki, zafer
işaretleri, falan, gerildi ortalık. Bence hata ortaya çıkan bu
manzaraydı. Ancak onların getirilmesi iyiydi. Çünkü devamı da
Avrupa’dan gelecekti. Ama bu bir sürecin başlaması, yavaş yavaş
toplumun alışması. Bir anda olmaz ki. Toplum 30 yıldır sıkıntı
çekiyor. Herkes başka Bir şey buldu. Kürtler “bu devlet baskısıdır”
dedi. Fikren bir hata değil ama uygulamada hata.
En büyük hata ne derseniz, bence bu eğitim sisteminin bir gecede
değiştirilmesidir belki de. Sonuçları ortaya çıkınca göreceğiz. Bu
sistem getirildi, sonuçları en az 6-7 yıl sonra ortaya çıkacak.
Eğer kötü bir sonuç çıkarsa belki de bir kuşak kaybolacak.
SBS diye bir sınav konuldu. “Dershanelerin etkisini azaltmak için
koyduk” dediler, “6 ve 7. sınıflardaki öğrenciler sınava girecek,
ortalamalarını alacağız” falan dediler. Bir süre sonra yine aynı
iktidarın başka bir bakanı da, “küçücük çocuklar hafta sonlarını
dershanelerde geçiriyorlar” diyerek tekrar kaldırdı. Ne oldu şimdi?
Yap boz oldu. Eğitimde yap boz olmaz. İktidarın bu konudaki yanlışı
bu. Bütün eğitim sistemi baştan aşağı değiştirilmez. Bir de fiziki
durumlar söz konusu. Ortaokulları ayırdın, onu ayırdın, bunu
ayırdın. Peki gittiğimiz zaman şıkır şıkır işliyor mu? Hayır. Şıkır
şıkır işlemiyor. Medya bunları şıkır şıkır yansıtıyor mu? Hayır.
Yansıtmıyor. “Bunları yansıtacağımda, niye iktidarla aramı bozayım”
diyor ve yansıtılamıyor. Geniş kitlelere mal olmuyor. Gidin
Anadolu’ya bir sürü sıkıntı vardır. Zaten fiziki sıkıntı “geçiş
dönemi” denilerek kabul ediliyor. Ama geçerken çocuklar eziliyor.
Daha iyi tartışılması lazım konuların. Bu son 3-4 yılda her konuda
böyle. Bir anda küt diye bir mesele çıkarılıyor karşınıza ve pat
diye ayakta geçiyor. Anayasa’yı bile biz o kadar hızlı yaptık. Ne
kadar tartışıldı ki? Yargı sistemini değiştiren Anayasa’yı ne kadar
tartıştık?
O zaman hatırlayın. İktidar partisi muhalefete verdi anayasa
değişikliği önergesini, “pazartesiye kadar cevabınızı verin,
vermiyorsanız ben bunu yapıyorum” dedi, onlar da cevap vermedi ve
sonunda bu değişiklik tıkır tıkır geçti.
Şu konuda hükümet çok başarılı dediğiniz çalışmalar var mı?
Sizce hangi alanda başarılı hükümet?
- Valla sağlık alanındaki başarısı kaçınılmaz. Ulaşım
alanındaki başarısı tartışılmaz. Ama mesela sağlık alanındaki
başarılı görülürken, bazı üniversite hocalarına “kardeşim ya benim
dediğimi yapın, ya evinize gidin” denmesi yanlış. Sonra bu sorun
Sağlık Bakanı’nın kendi eşinin başına gelince, bu durumun yanlış
olduğunu anlayıp, dönüş çareleri aranması da bu alanda da
yapılanların yanlış olduğunu ortaya çıkarıyor.Şimdi bunun için,
dekan izniyle dönme gibi kanun dışı uygulamalar arayışına
giriliyor. Sağlık Bakanı’nın eşinin başına gelince, dışarıdan
üniversiteye hoca getirildi. Biz istesek götüremiyoruz. Bu
yanlıştı. Halbuki bunlar tartışılsa böyle olmaz. Bir şeyi sevmiyor
bu iktidar. Bu iktidar tartışmayı sevmiyor. Eleştiriyorsun,
tartışıyorsun hemen “istismar ediliyor” diyorlar. Neyi istismar
ettik? Gel tartışalım, tartışma da bi kültür olsun, daha iyi bir
sonuç çıksın. Sonuçta sağlıktaki bu kadar ilerleme bir kötü sonuç
çıkınca ve üstüne birkaç aksaklık daha eklenince, bir anda geri
gitmeye başlıyor. Şimdi eğitimde ne olacağı belli değil. 2 sene
sonra “biz bunu yanlış yaptık, bu 4+4+4’ü, 6 artı bilmem neye mi
getireceğiz” mi diyecekler. Biraz “ben yaptım oldu” düşüncesi var
bu iktidarda. O da % 50’den sonra başladı. “Biz % 50 oy aldık, halk
bizim arakımızda” diyerek, daha önce söylemedikleri şeyleri de
gündeme getirmeye başladılar. Meclis gücü de var. Karşı duracak bir
engel de yok. Muhalefetin sayısal olarak bir gücü yok. Mecliste
üçer dakka beşer dakka konuşuyorlar, takip etmekte bile
zorlanıyoruz. O zaman da sağlıklı yürümüyor.
Suriye’yi de konuşmak istiyorum sizinle. Türkiye ile
ilişkiler gerilmeyi bırakın koptu neredeyse. Peki Suriye’yi neler
bekliyor önümüzdeki süreçte?
- Suriye’nin parçalanacağını düşünüyorum. Türkiye’ye
yansımasını ise sonrasında göreceğiz. Şehirler, binalar yıkılmış
halde şu anda. Suriye’de bombalananlar var, bombalayanlar var.
Karşılıklı savaşanlar var. Onlar bitince hemen sarmaş dolaş olacak
değiller. Araya ölümler girince öyle kolay olmaz.
-Esad rejimi yıkılırsa ne olur? Çok farklı bir sonuç çıkar
mı ortaya? Önümüzde Mısır örneği de var.
- Mısır örneği başka. Mısır’da Mübarek’e ordusu da karşı
çıktı. Ama Suriye’de Esad ordusunu da arkasına alarak, hava
kuvvetlerini arkasına alarak inanılmaz işler yaptı. Orayı
bombaladı, burayı bombaladı. Bambaşka bir durum ortaya çıktı. Onun
dışında, Suriye’de El Kaideciler var, Çeçenistan’dan gelenler var
deniyor. Esad yarın giderse sonrasında ne olacağı bilinmiyor. Putin
de bunu söylüyor, Amerika’da bunu söylüyor. Sonrasını bilmedikleri
için güçlü bir hamle yapmaktansa çözüm arıyorlar.
Biz nerede durmalıyız?
- Biz baştan yanlış yaptık, Davutoğlu bu işe çok müdahale
etti. Birçok defa demeç verdi. “3-5 gün içinde Esad gidiyor” dedi
ama gittiği yok. Biz de bu işin tarafıyız, inşallah yeni kurulma
aşamasında dışlanmayız. “Siz bu işte bir taraf oldunuz, kenarda
durun” denilmez bize. Sonuçta, 2 karşıt grup uzlaşacak orada...
Böceklerle aranız nasıl?
Anlamadım böcek derken.
Böcek derken haşere değil, dinleme cihazlarından
bahsediyorum. Başbakan’ın bile odasına konulmuş. Erdoğan “Ben de
dinleniyorum” dedi. Siz bu olaya nasıl bakıyorsunuz?
- Derinliğini bilmiyoruz. Ama geçmiş dönemde Başbakan’ın bütün
koruma ekibi değiştirildi. Başbakan’ın kastettiği kim? Teknoloji
çok gelişti. Herkesin elinde birşeyler var. Ama koruma ekibinin
değiştirilmesi, birçok anlama geliyor. “Siz korumayı beceremediniz”
anlamı da çıkar, “dinlemeleri siz yaptırdınız” anlamı da...
Peki muhalefete yapılan kaset şantajlarının da failleri
hala ortaya çıkmadı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz.
- Bence hiçbir şey gizli kalmaz. Bugün çıkmadı ama geçmişe
döndüğümüzde, yaşanan olayların faillerinin ortaya çıktığını
görüyoruz.
ODTÜ’lüleri ne bekliyor?
- Rektör zaten bir daha rektör olamayacak herhalde. (gülüyor).
Başbakan biraz fazla hedef gösterdi sanki. Bir de şuna sinirlendi
galiba Başbakan, “ben orda uzaya uydu fırlatıyorum, burada insanlar
gelmiş protesto ediyor”. Tamam da orada polis faktörünü unutmamak
lazım. İçişleri bakanı bile aşırı güç kullanıldığını kabul
etti.
Öğretim üyelerine “mesleği bırakın” çağrısı da yaptı
Başbakan. Buna ne demeli?
- Üniversiteler, gençlik yetiştirme yerleri değildir ki.
Üniversiteye yetişmiş gidersin.Başbakan’ın öğretim üyelerine
söylediği sözü, onların hak etmediğini düşünüyorum.
2013’ten beklentileriniz nedir?
- Valla 2013’ten kötü şeyler beklemiyorum ama Türkiye bu
hareketlilik içinde devam edecek. Siyasi gerginlik ve itişme
sürecek. Çünkü Türkiye haziran ayından itibaren seçim sürecine
giriyor. Yerel seçim. Onun biz tartışmasını yaparken, başkanlık
meselesi çıkacak, bu arada Anayasa değişikliği konuşulacak. Belki
iktidar 2 maddelik öneri sunacak. Hatta belki araya bir referandum
sıkışacak. Şu anda iktidar partisinin uyum planını bilmiyorum ve
zaten Başbakan uyum planını söylemeyeceğini açıkladı....
Teşekkür ediyorum...