Milliyet yazarı Doğan Heper'i anlattı: Ölüm fermanı asıl o zaman yazılmıştı!
Milliyet yazarı Abbas Güçlü, Türk basınının duayen ismi Doğan Heper'in ardından yazdı.
'Memuriyette iki emekliliğe denk geliyor' dediği 53 yılını
Milliyet'te geçiren duayen kalem Doğan Heper, geçirdiği beyin
kanaması nedeniyle tedavi gördüğü hastanede Perşembe günü 80
yaşında hayatını kaybetti.
Heper, 1964’te Abdi İpekçi’nin isteği ile Milliyet gazetesi
kadrosuna girmişti. Gazetede uzun süre genel yayın yönetmenliği
yapan Heper, ayrıca muhabirlik, sayfa sekreterliği, sorumlu
müdürlük, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, murahhas
üyelik, icra kurulu başkanlığı, yönetim kurulu üyeliği, Doğan Medya
Grubu yayın konseyi üyeliği ve yazarlık yapmıştı.
Uzun yıllardır Milliyet Gazetesi'nde Eğitim editörlüğü ve köşe
yazarlığı yapan Abbas Güçlü, Doğan Heper'in vefatının ardından
duygusal bir yazı kaleme aldı. Doğan Heper'in tek derdinin haber
olduğunu belirten Güçlü, " O hiçbir zaman yıldız olmak için
çaba harcamadı, vitrine çıkmadı, kraldan çok kralcı
olmadı.Gazetenin her şeyinin ondan sorulduğu dönemlerde bile en
yüksek maaşlılar arasına hiç girmedi.Azla yetindi, hepimizi de buna
alıştırdı" dedi.
İşte Abbas Güçlü'nün "Doğan Abi bir hamaldı bizi de kendine
benzetti" başlıklı bugünkü yazısı:
35 yıl önce, Milliyet’e ilk adımımı attığımda, ilk tanıdığım birkaç
isimden birisi de oydu. O gün bugündür, en yakın olduğum isimlerden
birisi yine o, oldu.
O, bizim için bazen en yetkili yönetici, bazen de kızaktaki yayın
yönetmeni olsa da, hep bir abiydi.
Kızdığına, sesini yükselttiğine, çok az şahit olduk.
Tek derdi haberdi, Hürriyet’e, Sabah’a nal toplatmaktı.
Her ne kadar ondan sonra gelen yayın yönetmenleri, çok kolay
oturdukları koltuklarda, bunun bir türlü farkına varamasalar da,
Milliyet, onun için hiç tartışmasız Türkiye’nin en iyi
gazetesiydi.
O hancıydı, diğerleri yolcu.
Kimler geldi, gitti ama o, son nefesine kadar, hastane odasında
bile hep Milliyet’le birlikteydi.
Milliyet için kafa yordu, Milliyet için hep en iyisini istedi.
Çok yüklü transfer teklifleri geldiğinde de gazetesinden
vazgeçmedi, tüm yazı işleri kadrosu, yeni ufuklara yelken açtığında
gemisini terk etmedi.
O hiçbir zaman yıldız olmak için çaba harcamadı, vitrine çıkmadı,
kraldan çok kralcı olmadı.
Gazetenin her şeyinin ondan sorulduğu dönemlerde bile en yüksek
maaşlılar arasına hiç girmedi.
Azla yetindi, hepimizi de buna alıştırdı.
Ne zaman zam istesek, ne zaman yetki ve sayfa istesek, hele bir
bekleyin derdi.
Birimiz için bir şey yaparken, diğerimizi üzmek istemezdi.
Gazeteciliğin nimetlerinden faydalanan, rantını yiyen,
popülaritesinin keyfini çıkartanlara saygı duyar ama onlardan biri
olmayı asla düşünmezdi.
Politikacılarla, sanatçılarla, işadamlarıyla ya da başka güç
odaklarıyla hep mesafeliydi.
Zorunlu olmadıkça gazeteden çıkmaz, seyahatlere katılmaz, haber
dışında kimseyle yarışmazdı.
Karavanada ne varsa onu yer, odasına yeni bir eşya aldırmaz, bize
göre cimrilik ona göre ise idareli olmak için en zorlu bölgelere
giden arkadaşlara bile en düşük harcırahları verir, ihtiyaç olursa
göndeririz derdi.
Çok iyi yabancı dil bilmese de, dünyada olup bitenleri ondan daha
iyi kimse takip etmezdi. Odasında sürekli açık olan
televizyonlardan yabancı kanalları da izler, Türkiye ya da tanıdık
bir isim geçtiğinde herkesi ayağa kaldırır, söz konusu haberi takip
etmelerini isterdi.
Onun için en büyük üzüntü kaynağı, tek sütun da olsa, atlanmış bir
haber olurdu.
Burnu hiç havalarda olmadı, herkesten çok düşündüğü hep Milliyet ve
patronları oldu. Onlar güçlüyse, biz güçlüyüz derdi. Yanıldığını
anladığında ise iş, işten çoktan geçmişti!
Doğan Abi de Demirel gibi çok gitti, çok geldi.
Her zaman bir alternatif olarak düşünüldü.
Bazen görev verildi, bazen de yaşlandı artık diye kıyıya köşeye
atıldı. Hatta yıllar önce, kısa süreliğine de olsa kapı önüne
kondu. En ağrına giden de o oldu.
Aslında, ölüm fermanı asıl o zaman yazılmıştı. Çünkü Milliyet’siz
bir yaşam, onu için kabul edilebilir bir yaşam değildi. Allah’tan
uzun sürmedi ama sonrası, hiçbir zaman eskisi gibi olmadı.
O bir vefa adamıydı ama ona ne kadar vefalı davranıldı, işte o
tartışılır...
Peki, Doğan Abi çok iyi bir gazeteci miydi?
Bu konuda herkes farklı bir şey söyleyebilir ama haber takipçiliği
ve heyecan konusunda, herkes eminim ki hakkını fazlasıyla
verecektir.
Hocası Abdi İpekçi gibi o da dar alanda gazetecilik yapmayı çok
sevdi ve onun dışına çıkamadı. Dünya değişse de o ekolün
temsilcileri hep aynı kaldı. Oysa okur farklılık istiyordu,
Milliyet olarak maalesef biz bunu hiçbir zaman göremedik,
yakalayamadık, çareyi hep dışarılarda aradık!..
Doğan Abi’yi, bugün, ebediyete uğurlarken, kendisine en çok
üzülenlerden birisi de, hiç kuşkusuz ben olacağım. Çünkü onunla
çalışmak, onunla habercilik konusunda didişmek, onunla geçmişi
olduğu kadar geleceği paylaşmak hep çok keyifli oldu.
Eşi İffet Yenge, kızları Başak, Demet, damadı Kanat ve torunu Efe
onun her şeyiydi ama Milliyet mi, ev mi, tartışması ailede hiçbir
zaman eksik olmadı!
Milliyet’in Cağaloğlu günleri çok farklıydı, çok özeldi, çok
üretkendi. Bağcılar’da fazla büyümenin, Çağlayan’da da fazla
küçülmenin sancılarını yaşadık.
Doğan Abi, tüm bu süreçlerde gazetenin kurumsal hafızasıydı.
Ne zaman, hangi konuda tıkanılsa, hele bir de Doğan Abi’ye soralım
denirdi.
O bir görev adamıydı ve kendisinden ne zaman ne istense, hatta
istenmese bile, size uzun uzadıya raporlar hazırlardı. Çünkü
Milliyet için önemli olan ne ise o, onun için de en önemli
görevdi.
Kadri, kıymeti bilindi mi?
Evet bilindi ama hak ettiği kadar bilindi mi, işte o
tartışılır.
İnsan, düşmeye, yaşlanmaya görsün, tavırlar hemen değişiyor. Onu
ötekileştirenler, en büyük yalnızlığı, asıl şimdi kendileri
yaşıyorlar...
Özetin özeti: Doğan Abi, stajyer bir gazeteci olarak, bugün her
şeye sıfırdan başlıyor olsaydı eminim ki, attığı her adım, çok daha
farklı olurdu. Bu da hepimize ders olmalı!..