MİLLİYET VE VATAN'I ALMAK MANTIKLI MI?
Yazılı basın sürekli kan kaybederken Demirören ve Karacan ortaklığı Milliyet ve Vatan'ı neden aldı?
Yazılı basın sürekli kan kaybeder, reklam gelirlerini tv ve internete kaptırırken Demirören ve Karacan ortaklığının bu gazete yatırımından ne murat ettikleri merak konusu. Cumhuriyet yazarı Mustafa Sönmez, satışın merak edilen bu yönünü mercek altına aldı...
Milliyet-Vatan Satışları ve Medya
Medyanın hegemonik gücü Doğan Grubu’nun bir süredir küçülme niyetleri konuşuluyordu. Grubun, özellikle AKP iktidarının gazabına uğradığı, hem vergi sopası hem de farklı devlet sıkıştırmalarıyla sindirildiği malum. Bu baskılar karşısında, patron dostlarından yeterli “sınıf dayanışması”nı görmeyen Doğan, medyayı küçültmeye kararlıydı ama sorun alıcı bulmaktaydı. Uzun bir süre yabancı taliplilerden söz edildi. AKP iktidarına yakınlığı ile bilinen Ülker Grubu’nun da satın alma ile ilgili adı geçti. Derken, Demirören ve Karacan Grubu ortaklığının, Doğan’ın iki gazetesi Milliyet ile Vatan’ı almak üzere el sıkıştığı haberi açıklandı.
***
Karacanlar, Milliyet’in kurucularıydı ve gazeteyi Doğan Grubu’na 1979’da satmışlardı. Sonra da dergi, radyo, eğlence kanalı faaliyetleri ile sektörde düşük profil faaliyet sürdürmüşlerdi. Demirören ailesi ise Milliyet’te küçük bir hisse sahibi olmuş ama onu da zaman içinde Aydın Doğan’a devretmişti. Demirören Grubu’nun likit gaz sektöründe ağırlıklı faaliyeti olduğu bilinir. Baba Erdoğan Demirören, son zamanlarda arka planda dururken oğul Yıldırım Demirören daha çok Beşiktaş kulübünün başkanı olarak kamuoyunda tanınır. İstiklal Caddesi’ndeki mülklerini imar ihlali yaparak bir AVM’ye dönüştürdüler. Yeni gayrimenkul yatırımlarıyla kendilerinden daha da söz ettireceğe benzerler. Demirörenlerin, bu gazete yatırımından ne murat ettikleri pek anlaşılabilmiş değil. Çünkü, yazılı basın, sürekli kan kaybediyor ve satın alınan gazeteler de uzun zamandır zarar yazıyorlardı. Reklam harcamaları, gazetelerin 2010’da da kan kaybettiğini gösteriyor zaten.
Reklamcılar Derneği’nin verilerine göre, 2009 kriz yılında, cari fiyatlarla reklam harcamaları, 2008’deki düzeyinde kalırken 2010’da bir toparlanma yaşadı ve cari fiyatlarla yüzde 30’un üzerinde artarak 3,6 milyar TL’ye ulaştı. Aynı dönemin milli gelir artışı cari fiyatlarla yüzde 16 olduğuna göre, reklam pastasının daha hızlı büyüdüğü söylenebilir. Yine de topu topu milli gelirin binde 3’ünden ibaret bir reklam pastası bu. 2010 büyümesinin etkisiyle kabaran reklam pastasından mecra olarak yine TV’lerin aslan payını aldıkları ve 4 puana yakın pay artışıyla reklamların yüzde 56’sının TV’lere aktığı görülüyor. TV’lerdeki dizi furyası, reklamları çeken en önemli unsur. 2010’da, gazetelerin reklam pastasından aldıkları payın ise 3 puana yakın azaldığı görülüyor. Diğer mecralara bakıldığında internet, yükseliş halinde ve payını yüzde 7’ye çıkardı.
***
Gazetelere akan reklamları paylaşmada Hürriyet birinci, Sabah ikinci sırada. Diğerlerinin bu pastadan pay almada çok zorlandıkları biliniyor. Satılan Milliyet ile Vatan için de bu sorun geçerli. Gazete gelirlerinde, reklamın payı yüzde 80-85 oranındadır. Dolayısıyla reklam alınamadığı sürece, gazeteleri sübvanse etmek gerekir. Nitekim, yeni sahipler de bu sübvansiyonu göze almış olmalılar. Bu arada, Milliyet’in internet formu, belki de alıcıları çeken ana unsurdur. İnternet medyası kulvarında Milliyet, tıklanmada 1 numara… Bu mecradan ilerleyerek maliyetler azaltılabilir.
Şimdi geriye, satıştan sonra çalışanların durumunun ne olacağı sorusu kalıyor. Satışla birlikte, çalışanların kıdem tazminatı alacaklarından, iş güvencelerinden bir kaybın olmaması, mağduriyet yaşanmaması beklenir. Gazeteciler, hak, iş kaybı değil, iyileştirilmiş şartlar bekliyorlar. Yine de bu satışa T. Gazeteciler Sendikası ve T.Gazeteciler Cemiyeti’nin nezaret etmesinde büyük yarar var ve çalışanların da bu çatıların altında örgütlü olarak hak takibi yapmaları kendi menfaatlerinedir.