23 Eyl 2011 12:12
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:50
''MİLLİYET GÜCÜYLE, İNANCIYLA AYAKTA, AMA NEREYE KADAR?'' BİR KAYYUM YAZISI DA ONDAN GELDİ!
Mehmet Tezkan, Reha Muhtar ve Yaman Törüner'den sonra hangi yazar Karacan ile Demirören Grubu arasındaki anlaşmazlığı yazdı?
Milliyet’te ne mi oluyor?
BİR trafik kazasını gözünüzün önüne getirin. Yerde yatmakta olan çocuğunun bedeni üzerine kapanan baba, hıçkıra hıçkıra ağlamakta.
“Seni benden ölüm bile koparamaz” diye mırıldanarak çocuğuna sımsıkı sarılmakta.
Saçlarını, yanaklarını şefkatle okşadığı hareketsiz başı, göğsüne bastırarak dakikalarca öyle kalıyor.
Sonrası...
Çocuğun cansız bedenini elinden zorlukla alıyorlar.
Ve bir “otopsi raporu...”
Babaya ikinci darbe...
Raporda “çocuğun trafik kazasında araç çarpması sonucu değil, soluk alamadığı için havasızlık nedeniyle boğularak öldüğü” yazılıdır.
Bir kadim dosttan dinlediğim bu öykü Joseph Heller’in “Something Happened” adlı kitabından alıntı.
Sık sık karşılaştığım “Milliyet’te ne oluyor” sorusunun cevabı işte bu öyküde...
Açayım...
..............................
Biz gazeteciler ilke olarak patron katındaki sorunların dışında kalmaya özen gösteririz.
Bizim işimiz gazeteciliktir.
O nedenle, bir süredir Demirören grubu ile Ali Karacan arasındaki sorunlar -ilk günlerdeki çağrım hariç- bu köşede yer bulmadı.
Ancak...
Gelinen nokta, sorumluluk taşıdığım gazetem Milliyet’in yaşam alanına tehdit oluşturmakta.
Bu konuda yazmak artık bir zorunluk olmanın ötesinde gazetem ve çalışan arkadaşlarım adına da yerine getirmem gereken görev.
İleri yıllardan bugünlere bakarken “görmedim, duymadım, konuşmadım” mesajlarını veren sorumsuz üç maymunların gölgeleriyle karşılaşmak istemem.
............................
Ali Karacan’ı herhalde 30 yıldır tanırım.
Babası Milliyet’i Aydın Doğan’a sattıktan sonra Ali, uzun süre Amerika’da kalmış, Türkiye’ye dönünce dergiler yayımlamaya başlamıştı.
Ama elbette az satan birkaç dergi onu kesmiyordu.
Aklı Milliyet’teydi. Hep öyle oldu.
Oysa Milliyet’e talip olabilecek mali olanakların öylesine uzağındaydı ki...
Doğan Medya grubunun aldığı stratejik “küçülme kararı”, onun için -kendi söylemiyle- bir “mucizeydi.”
Milliyet ve onun yanı sıra Vatan’ın satılması küçülme sürecinin ilk adımları olarak gündeme geldi.
Ali Karacan Erdoğan Demirören’e giderek “doğru zamanda, doğru adama” hamle yaptı.
Milliyet ve Vatan’ı birlikte almayı önerdi.
Anlaştılar...
Ali, önerisini götürürken Erdoğan Demirören’in içinde hâlâ kor gibi olan Milliyet ateşini mi hissetmişti yoksa.
Bu ateşin daha ilk yandığı günlerin tanığıyım.
30 yılı aşkın süre önce Demirören bana “Milliyet hisselerinin yüzde 25’ini aldığını” müjdelemişti. Gözleri parlıyordu. Ondaki Milliyet aşkını iyi bilirim, ilk gözlemcilerinden biriyim.
Bu iki tutku karşılaşmış, ikisini DK ortaklığında birleştirmiş olabilir.
Yazık ki sonrası başlangıcı gibi olmadı.
“Kimse kırılmasın” diyerek ayrıntılara girmeden fotoğrafı yansıtayım:
Demirören grubu, Milliyet ve Vatan’a sahip çıkıyor, tüm ödeme taahhütlerini yerine getiriyor. Yatırımlar için yeterli kaynaklara ve kararlılığa da sahip.
Ali Karacan ise ortaklık gereği sorumlu olduğu mali yükümlülükleri karşılayamıyor, ödemeleri yapamıyor.
Ayrıca Doğan grubuna karşı taahhüt edilen bütün DK ödemelerinin kefili de Demirören grubu.
Bu durumda, Demirören grubu yüzde 50 hissedar olmasına rağmen, ortak şirket DK ödemelerinin tamamını karşılamak zorunluğu ile karşı karşıya.
İpler burada kopuyor.
Ali Karacan ve ailesi çekildiği için DK yönetim kurulu “yok” hükmünde sayılıyor. Şirket adına kararlar alınamıyor.
Bu çıkmaz sokağın sonunda, mahkeme, yönetim boşluğuna sürüklenen Milliyet ve Vatan’a 6 ay süreyle kayyum heyeti tayin ediyor.
Amansız rekabetlerin yaşandığı gazetecilik sektöründe, Türkiye’nin köklü iki gazetesinden biri olan Milliyet ve çoğuyla uzun süre beraber çalıştığım değerli gazeteci arkadaşlarımın Vatan’ı -sonu tükeniş olan- bu maceraya bile bile, göz göre göre sürüklenir mi?
Her şeye rağmen Demirören grubu desteğini sürdürüyor.
Ve...
Milliyet, büyüklüğü ve köklerinin sağlamlığıyla, Vatan da -nispeten yeni olmasına rağmen- gücüyle, inancıyla hâlâ ayakta.
Ama nereye kadar?
Demirören’ler, “Bu ülke, bu millet, ailemize, grubumuza başarılar, maddi ve manevi zenginlikler kazandırdı. Medya işine girmeyi bu kazanımlara karşı hissettiğimiz teşekkür borcunu ödemenin bir fırsatı olarak değerlendirdik” diyor.
Sadece Milliyet ve Vatan için değil, gazetecilik sektörü için de kazanımdır.
Yani...
İki gazeteyi de yatırımlarla, teknolojik donanımlarla daha güçlendirmek ve büyütmekte kararlılar. Planlarında TV, radyo, dergiler de var. Bu olanaklara sahipler.
Ayrıca...
Erdoğan Demirören, hedeflerine ulaşan kişiliğini iş hayatındaki başarılarıyla kanıtlamıştır.
Ne var ki...
Bütün bu artılar hâlâ hareket kazanamamakta.
Yazının başındaki öyküyü hatırlatırcasına Ali Karacan’ın tutkusu, Milliyet için soluğunun zorlanması ve havasız kalması gibi bir tehlike oluşturmakta.
Buna ileride çok üzülebilir, pişman olabilir.
Dedesinin kurduğu Milliyet’e gerçek sevginin neyi gerektirdiğini artık görebilmeli.
Ona bunun formülünü taraflar arasında uzlaşı diyaloğu kurabilmek için görüşmemizde bir ağbisi olarak tüm samimiyetimle ve dostça söylemiştim.
Şimdi bir kez daha “çok geç olmadan” diye tekrarlıyorum.
Güneri Cıvaoğlu/Milliyet
BİR trafik kazasını gözünüzün önüne getirin. Yerde yatmakta olan çocuğunun bedeni üzerine kapanan baba, hıçkıra hıçkıra ağlamakta.
“Seni benden ölüm bile koparamaz” diye mırıldanarak çocuğuna sımsıkı sarılmakta.
Saçlarını, yanaklarını şefkatle okşadığı hareketsiz başı, göğsüne bastırarak dakikalarca öyle kalıyor.
Sonrası...
Çocuğun cansız bedenini elinden zorlukla alıyorlar.
Ve bir “otopsi raporu...”
Babaya ikinci darbe...
Raporda “çocuğun trafik kazasında araç çarpması sonucu değil, soluk alamadığı için havasızlık nedeniyle boğularak öldüğü” yazılıdır.
Bir kadim dosttan dinlediğim bu öykü Joseph Heller’in “Something Happened” adlı kitabından alıntı.
Sık sık karşılaştığım “Milliyet’te ne oluyor” sorusunun cevabı işte bu öyküde...
Açayım...
..............................
Biz gazeteciler ilke olarak patron katındaki sorunların dışında kalmaya özen gösteririz.
Bizim işimiz gazeteciliktir.
O nedenle, bir süredir Demirören grubu ile Ali Karacan arasındaki sorunlar -ilk günlerdeki çağrım hariç- bu köşede yer bulmadı.
Ancak...
Gelinen nokta, sorumluluk taşıdığım gazetem Milliyet’in yaşam alanına tehdit oluşturmakta.
Bu konuda yazmak artık bir zorunluk olmanın ötesinde gazetem ve çalışan arkadaşlarım adına da yerine getirmem gereken görev.
İleri yıllardan bugünlere bakarken “görmedim, duymadım, konuşmadım” mesajlarını veren sorumsuz üç maymunların gölgeleriyle karşılaşmak istemem.
............................
Ali Karacan’ı herhalde 30 yıldır tanırım.
Babası Milliyet’i Aydın Doğan’a sattıktan sonra Ali, uzun süre Amerika’da kalmış, Türkiye’ye dönünce dergiler yayımlamaya başlamıştı.
Ama elbette az satan birkaç dergi onu kesmiyordu.
Aklı Milliyet’teydi. Hep öyle oldu.
Oysa Milliyet’e talip olabilecek mali olanakların öylesine uzağındaydı ki...
Doğan Medya grubunun aldığı stratejik “küçülme kararı”, onun için -kendi söylemiyle- bir “mucizeydi.”
Milliyet ve onun yanı sıra Vatan’ın satılması küçülme sürecinin ilk adımları olarak gündeme geldi.
Ali Karacan Erdoğan Demirören’e giderek “doğru zamanda, doğru adama” hamle yaptı.
Milliyet ve Vatan’ı birlikte almayı önerdi.
Anlaştılar...
Ali, önerisini götürürken Erdoğan Demirören’in içinde hâlâ kor gibi olan Milliyet ateşini mi hissetmişti yoksa.
Bu ateşin daha ilk yandığı günlerin tanığıyım.
30 yılı aşkın süre önce Demirören bana “Milliyet hisselerinin yüzde 25’ini aldığını” müjdelemişti. Gözleri parlıyordu. Ondaki Milliyet aşkını iyi bilirim, ilk gözlemcilerinden biriyim.
Bu iki tutku karşılaşmış, ikisini DK ortaklığında birleştirmiş olabilir.
Yazık ki sonrası başlangıcı gibi olmadı.
“Kimse kırılmasın” diyerek ayrıntılara girmeden fotoğrafı yansıtayım:
Demirören grubu, Milliyet ve Vatan’a sahip çıkıyor, tüm ödeme taahhütlerini yerine getiriyor. Yatırımlar için yeterli kaynaklara ve kararlılığa da sahip.
Ali Karacan ise ortaklık gereği sorumlu olduğu mali yükümlülükleri karşılayamıyor, ödemeleri yapamıyor.
Ayrıca Doğan grubuna karşı taahhüt edilen bütün DK ödemelerinin kefili de Demirören grubu.
Bu durumda, Demirören grubu yüzde 50 hissedar olmasına rağmen, ortak şirket DK ödemelerinin tamamını karşılamak zorunluğu ile karşı karşıya.
İpler burada kopuyor.
Ali Karacan ve ailesi çekildiği için DK yönetim kurulu “yok” hükmünde sayılıyor. Şirket adına kararlar alınamıyor.
Bu çıkmaz sokağın sonunda, mahkeme, yönetim boşluğuna sürüklenen Milliyet ve Vatan’a 6 ay süreyle kayyum heyeti tayin ediyor.
Amansız rekabetlerin yaşandığı gazetecilik sektöründe, Türkiye’nin köklü iki gazetesinden biri olan Milliyet ve çoğuyla uzun süre beraber çalıştığım değerli gazeteci arkadaşlarımın Vatan’ı -sonu tükeniş olan- bu maceraya bile bile, göz göre göre sürüklenir mi?
Her şeye rağmen Demirören grubu desteğini sürdürüyor.
Ve...
Milliyet, büyüklüğü ve köklerinin sağlamlığıyla, Vatan da -nispeten yeni olmasına rağmen- gücüyle, inancıyla hâlâ ayakta.
Ama nereye kadar?
Demirören’ler, “Bu ülke, bu millet, ailemize, grubumuza başarılar, maddi ve manevi zenginlikler kazandırdı. Medya işine girmeyi bu kazanımlara karşı hissettiğimiz teşekkür borcunu ödemenin bir fırsatı olarak değerlendirdik” diyor.
Sadece Milliyet ve Vatan için değil, gazetecilik sektörü için de kazanımdır.
Yani...
İki gazeteyi de yatırımlarla, teknolojik donanımlarla daha güçlendirmek ve büyütmekte kararlılar. Planlarında TV, radyo, dergiler de var. Bu olanaklara sahipler.
Ayrıca...
Erdoğan Demirören, hedeflerine ulaşan kişiliğini iş hayatındaki başarılarıyla kanıtlamıştır.
Ne var ki...
Bütün bu artılar hâlâ hareket kazanamamakta.
Yazının başındaki öyküyü hatırlatırcasına Ali Karacan’ın tutkusu, Milliyet için soluğunun zorlanması ve havasız kalması gibi bir tehlike oluşturmakta.
Buna ileride çok üzülebilir, pişman olabilir.
Dedesinin kurduğu Milliyet’e gerçek sevginin neyi gerektirdiğini artık görebilmeli.
Ona bunun formülünü taraflar arasında uzlaşı diyaloğu kurabilmek için görüşmemizde bir ağbisi olarak tüm samimiyetimle ve dostça söylemiştim.
Şimdi bir kez daha “çok geç olmadan” diye tekrarlıyorum.
Güneri Cıvaoğlu/Milliyet