MHP’nin asıl sorunu Bahçeli mi? O giderse her şey hallolacak mı?
Medyaradar siyaset analisti Atilla Akar, MHP’de yaşanan son tartışma ve saflaşmaları değerlendirdi…
Efendim; bir süredir MHP üzerine süren tartışmaları göz ucuyla
izlemeye çalışıyorum. Giderek örgüt içi bir “kapışma” izlenimi
veren tartışmaların izlediği gergin seyre bakacak olursak durum
adeta bir “savaş”ı andırıyor. Karşılıklı hamleler, ayak oyunları,
hukuksal itirazlar, kayyum meseleleri, kişilik saldırıları, vb
şeklinde cereyan eden saflaşma sonunda gelip “kim daha paralelci”
suçlamalarına kilitlenmiş vaziyette görünüyor. (Nitekim şimdi de
“Baş paralelci Bahçeli’dir” sözleri üzerine Meral Akşener’in
partiden ihracı gündeme gelmiş bulunuyor.) Hatta son “nesebi gayri
sahih” sözünde belirginleştiği gibi olay hakaret ve küfürleşmeye
kadar vardı. Üstelik durum giderek daha vahim bir hal alıyor.
BAHÇELİ GİDERSE HER ŞEY HALLOLACAK MI?
Bir kesime kalırsa MHP’nin tüm sorunu tümüyle Sayın Devlet
Bahçeli’nin liderliğinden kaynaklanıyor. MHP bir türlü
iktidar olamıyor ya da hamle yapamıyorsa bu tamamıyla Devlet
Bahçeli’nin izlediği “çizgi” yüzünden. Hele de hükümete ortak
olmaktan çekinip ardından da yapılan seçimlerde gerilemenin
faturası tümüyle Bahçeli’ye çıkartılmak isteniyor. Bu kesime
kalırsa Devlet Bahçeli gidip, yerine başka bir isim gelirse
(Örneğin Sayın Meral Akşener, Sinan Oğan, Koray Aydın, vb) sorun
otomatikman çözülmüş olacak.
Bu durumda MHP, “makus talihi”ni yenecek, hızla yükselişe geçecek
ve belki de ülkücülerin hasretini çektikleri “iktidar”a doğru
yürüyüş hareketi gerçekleşecek. Böylesi bir özlemin
“anlaşılır” dinamikleri mevcut elbette. Hatta bu tarz bir “değişim”
in görece bir rüzgâr estirmesi de mümkün. Ancak bunun yelkenleri
nereye kadar şişireceği şu an için meçhul. Araya başka faktörler de
giriyor!
“PARALEL” İDDİALARI NE KADAR GERÇEKÇİ?
Diğer tarafa kalırsa da MHP’ye yapılan şu an yapılan bir
“operasyon” olarak tanımlanıyor. “Paralelciler” MHP’yi ele
geçirmeye çalışıyor ve en büyük engel gördükleri Bahçeli ve ekibini
uzaklaştırmaya uğraşıyorlar. Onlara göre de bu MHP’ye bir tür
“çengel atma”, “altını oyma”, “ele geçirme” entrikası
oluyor. Muhalifler de bilerek veya bilmeyerek bu “oyun”a alet
oluyorlar.
Aslına bakılırsa mevcut her iki yaklaşımında kendine göre dikkate
değer yanları var. Buna rağmen gene her iki yaklaşımda kendine göre
“sorunlu” görünüyor. Birincisi yani her şeyden Bahçeli’yi sorumlu
tutan yaklaşım MHP’nin daha derinde yatan
tarihsel-siyasal-sosyolojik-örgütsel problemlerini görmezden
geliyor. Böylelikle MHP’nin geleneğinde bulunmayan acayip bir
“lider nefreti”ni körükleyip duruyor. Bahçeli “Klasik MHP”
geleneğini temsil ediyor. Burası net. Net olmayan diğerlerinin
“Hangi MHP”yi temsil edecekleridir. Bu soru ajitatif ifadelerle
geçiştirilemez.
Öte yandan yönetim de MHP’nin gidişatından rahatsızlık duyan
neredeyse hemen herkesi –tıpkı AKP’nin yaptığı gibi- “paralelci”
sepetine atmakla bir başka yanlışa imza atıyor. Böylelikle MHP’deki
huzursuzluğu görmezden geliyor. Asıl dalgayı oluşturan çok geniş
kitlenin samimi partililer olduğunu unutuyorlar. Hatta bu çok büyük
kitlenin “paralel” diye tanımlanan “yapı”dan hoşlanmadığını
hissedemiyorlar. Bu kitlenin tek hissiyatı partilerini daha
“yükseklerde” görebilmek.
Ancak önemle vurgulamalıyım ki, MHP –aldığı oy oranı ne olursa
olsun- Türk siyasetinde önemli bir partidir. Çünkü –beğenelim
beğenmeyelim- bir “damar” ve “gelenek” üzerine oturur. O damarın şu
veya bu yönde kırılmasının sonuçları ise farklı olur. Bu gerçekçi
bir saptamadır.
BİRİLERİNİN YENİ BİR “KONTROL ETME” ÇABASI
MI?
Dolayısıyla bu parti üzerinde her dönem belli güç ve kesimlerin,
grup veya camiaların, yerli-yabancı istihbarat servislerinin etki
ve yönlendirme çabası olmuştur, olacaktır. Bu güçlerin MHP’de
ortaya çıkan yeni durumu kendi hesap ve planları doğrultusunda
dizayn etmeye çalışmayacakları düşünülemez. Kartlar yeniden
karılmaya çalışılırken benzer “oyuncular”ın oyuna dahil
olmayacakları söylenemez. Buna “paralel” diye tabir edilen yapının
da müdahil olması şaşırtıcı olmayacaktır. Türk milliyetçiliğini
kontrol etmek isteyen çevreler elbette bir şekilde MHP’yi de
kontrol altında tutmak isteyecektir. Aksi eşyanın tabiatına
aykırıdır!
Bu şartlar bir “paralelci müdahale” ihtimali tümüyle dışlanamasa
bile ortaya çıkan tepkiye tümüyle “paralelci” damgası vurmak,
herkesi “paralelci” ilan etmek ne kadar gerçekçidir? Bu yöndeki
iddialar içi doldurulmaya muhtaç görünüyorlar. Mevcut halleriyle
sadece parti içi iktidar kapışmasında bir “karşı-argüman” gibi
duruyorlar. Bu yönüyle bir “inandırıcılık sıkıntısı” vardır. Öyle
ya o zaman insana sorarlar; “Siz bugüne kadar ‘paralelciler’ ile
birlikte mi çalıştınız?” ya da “Yeni mi fark ettiniz?” diye.
Dolayısıyla paralelcilik “heyula”sını buralara kadar çekmek ne
kadar gerekli acaba?
Yanısıra diğerlerine de şunu sormak lazım; MHP hep bir şekilde
"otoriter lider figürünün dominant olduğu bir yapıdır. Velhasıl
"örgütsel demokrasiyi" şimdi mi keşfettiniz? Şu anda mı rahatsız
etmeye başladı bu sizi?
Öte yandan beş aylık bir zaman dilimi içinde oyları yüzde 17’den
yüzde 12’ye düşüyorsa, (Öncesindeki “Ekmeleddin fiyaskosu”nu saymaz
isek!) milletvekili sayınızda 80’den 40’a iniyorsa (Dahası HDP’nin
gerisinde kalıyorsanız) partide kimi “huzursuzluklar”ın “değişim
isteği”nin ortaya çıkması normaldir. Bunun bir şekilde liderliğe
veya çevresine fatura edilmek istenmesi de acayip sayılmaz. Asıl
acayip olan olayı normal bir “kurultay hesaplaşması” şeklinde
çözmek yerine bu boyutlara vardırılmasıdır. Devlet Bahçeli’nin
seçildiği olaylı 1997 kongresi hatırlandığında sanki ve ne yazık ki
MHP’de gerginliksiz bir genel başkan tartışması veya değişmesi
yaşanamamaktadır. Üstelik bu seferki çok daha “tahripkâr”
görünüyor!
AKP/ERDOĞAN DESTEĞİNİN İMAJI DAHİ BAHÇELİ
ALEYHİNEDİR!
Burada garip ve çelişik gibi duran şudur ki; göründüğü kadarıyla
MHP’deki iç gelişmelerle sanki AKP/Erdoğan çok daha ilgili
görünmektedir. Zaten herkesin kendisine göre hesabı olduğu belli
olan tartışmada AKP/Erdoğan’ında “taraf” olmaması düşünülemez.
Onlarda “Bahçeli aşıklısı” oldukları için değil, yakın gelecekte ve
bilhassa anayasa oylamasında Bahçeli’nin başında olduğu MHP ile
daha kolay anlaşacaklarını düşünmelerindendir. (Özellikle giderek
tavır sertleştirilen Kürt sorunu, PKK, HDP söz konusu olduğunda)
Ayrıca MHP’de Bahçeli sonrası ortaya çıkabilecek tablonun kendileri
açısından “güvenilmez” olduğunu düşünmektedirler.
Bu yönüyle ironiktir ki MHP’nin kaderi sanki MHP’lilerden çok
AKP’yi yakından ilgilendiriyor gibi durmaktadır. (Ne enteresandır
ki “yandaş medya” biranda “Hızlı Bahçeli taraftarı” kesildi. Doğan
medyası ise daha usulünce. Meral Akşener’e destek atıyorlar.
Sanırsınız ki hepsi MHP’li!) Ne gariptir ki yönetim muhalifleri
“MHP’yi paralele teslim etmek”le suçlarken muhaliflerde yönetimi
“MHP’yi AKP’ye teslim etmek”le suçlamaktadırlar. Bence her ikisi de
–konulduğu şekliyle- doğru değil ya da abartılı. Ortada –maalesef-
marazileşmiş bir “iktidar kavgası” vardır.
Bu koşullarda AKP sanırım kendi açısından ilaveten şöyle bir hesap
içinde olmalıdır; muhtemel bir seçimde Bahçeli’nin başında olduğu
MHP oy kaybına uğrar ya da stabil kalır ama liderini yenilemiş bir
MHP’nin oy arttırma ihtimali vardır. Bu oylar ise gene pek muhtemel
ki milliyetçi eğilimli ya da AKP’ye kaçmış MHP oyları olacaktır.
AKP bunu istemez. Gene bir risk olarak yüzde 18 bandını aşmış,
hatta daha yukarılara tırmanmış bir MHP, CHP ile birlikte iktidar
oluşturabilir. Bu tehlikede de göze alınamaz.
Öte yandan -şimdilik zayıf bir ihtimal gibi gözükse de- MHP’nin
bölünmesi, farklı bir partinin daha ortaya çıkması, uzun vadede
AKP’nin işine yarar. Çünkü milliyetçi oylar bölünür, muhtemelen her
ikisi de baraj altında kalabilir ve bu oylar AKP hanesine
yazar.
Lakin burada tuhaf bir durum göze çarpmaktadır; O da AKP desteği
aslında Bahçeli aleyhine sonuçlar doğurur. (Zaten bu dönemde
mahkemeden muhalifler lehine bir kurultay kararı çıkması
enteresandır!) Muhaliflerin elini güçlendirir. “Bahçeli AKP’nin
koltuk değneği” tezini kuvvetlendirir. Psikolojik avantaj sağlar.
Yani tuhaf ve çelişiktir ki AKP/Erdoğan desteği aslında Bahçeli’yi
zayıflatır. Buna rağmen “bu destek niye verilmektedir ya da rıza
gösterilir gibi durulmaktadır?” sorusu sorulmalıdır. “Her iki
tarafın da başka çaresi yok” cevabı çok sathi kalmaktadır. İnsanın
aklına acaba “oyun içinde bir başka oyun ya da hesap mı var?”
sorusunu getirmektedir. Öyle veya böyle şimdilik “tablo” budur!
TARTIŞMADA NEDEN KİMSE BU SORULARI SORMUYOR?
Dünyada ve bizde de milliyetçi partilerin geleneğinde pek fazla iç
tartışma, iç demokrasi geleneği (“Hangisinde var ki?” denebilir!)
yoktur. Aynı şekilde “entelektüel” yanları güçlü olmayan, “eylem”
partileridir. Bu tip partiler daha ziyade “lider eksenli”, kadrocu,
doktriner, tepkici ve “hareket”e dayalı partilerdir. Herkese
seslenen kitle partisi olmaya yöneldiklerinde veya bu yönde irade,
arayış gösterdiklerinde muhtelif sıkıntılar, uyum sorunları
yaşarlar. Bence MHP’nin ana sorunu budur ve diğer tüm problemler
bunun bir türevidir. Bu yönüyle MHP’nin bugün yaşadığı asıl sorun
“tarihsel dönüşüm” sorunudur. 1970’lerin konseptleriyle 2000’ler
karşılanabilir mi?
Dikkat edilirse MHP üzerine süren tartışmada bu gibi konular hemen
hiç ele alınmamaktadır. Olay halen sadece “liderlik düzeyinde”
kavranmaktadır. Bilhassa değişim isteyen muhalifler bundan sonra
“Nasıl bir MHP?” istediklerini ortaya koyamamakta, sadece sloganik
ifadelerle (“Ülkücü irade” gibi) durumu geçiştirmektedirler. Ben
bilmiyor olabilirim ama bu yönde bir yazılı dokümana, bir hacimli
beyana da rastlamadım. Bu hengâmede şu an için bu sorulara “dişe
dokunur” bir cevap bulmak da mümkün görünmüyor. Mesela;
• MHP, 21. Yüzyılda nasıl bir “milliyetçilik” çizgisi
izleyecektir?
• “Küresel dönemde” hangi dinamiklere yaslanacaktır?
• MHP, dar-kadrocu milliyetçilik çizgisini aşıp, “kitlesel
milliyetçiliğe” yönelik, yeni koşullara nasıl adapte olacaktır?
• Otoriter duruşlu ve “Lider eksenli” bir hareketten “demokratik
liderliğe” nasıl geçiş yapacaktır?
• MHP sadece “ülkücüler”e değil, milli hassasiyetler taşıyan diğer
insanlara nasıl ulaşacaktır?
• MHP, “geleneksel milliyetçilik”ten “modern milliyetçiliğe” nasıl
bir geçiş yapacaktır? (Yahut yapacak mıdır?)
• Mitolojik milliyetçi argümanlar ve semboller günümüz koşullarında
nasıl yorumlanacaktır?
• 60’lı yıllardan kalma, “Doktriner milliyetçilik”ten “Toplumsal
milliyetçiliğe” nasıl ulaşılacaktır?
• Yüzü her daim devlete dönük milliyetçilikten sonra nasıl “sivil
bir milliyetçilik” geliştirecektir?
• “Soğuk savaş dönemi milliyetçiliği” ile nasıl
hesaplaşacaktır?
• Klasik örgütsel yapısını ve zihniyetini nasıl revize
edecektir?
• Aksiyon mu reaksiyon hareketi mi olacaktır? Vb, vb, vb…
Muhakkak ki sorular çoğaltılabilir. (Türkiye’nin diğer bütün iç ve
dış pratik politika sorunlarını geçerekten) Ancak her ne sorulursa
sorulsun şu ana kadar MHP’de gerek yönetim gerekse de muhalif
isimlerden somut bir tartışma, elle tutulur bir cevap bulamadım.
Halbuki bütün bu sorular doğrudan –liderin kim olacağına fazla
bağlı olmaksızın- MHP’nin bundan sonraki “rota”sını doğrudan
ilgilendirmektedir. “Biz ötekilerden daha iyiyiz” demekle bu işler
hallolmuyor!
MHP’deki asıl tartışmanın bu noktalarda değil de halen kişiler
düzeyinde sürmesi belki Türk siyasetinin herkesi kucaklayan eski
bir hastalığı sayılabilir. Ancak olayın gelip aynı noktalarda
kilitlenmesi tartışmanın daha baştan ne kadar “sağlıksız”
işlediğine dair bir işaret olsa gerek. Ben “dışarıdan” bakan bir
siyasi analist olarak –yanılma payımla birlikte- bunları
görüyorum.
Bu sorulara somut cevap getiren bir lider ya da lider adayı da
ortada gözükmemektedir. Hayati önemdeki sorulara kapsayıcı cevap
getirmeyen ne yönetimin ne de muhalefetin yakın dönemde başarı
şansı daralmaktadır. “O gitsin her şey hallolur” türü pratik
politika alanına ait yaklaşımlar -varsayalım ki itirazlarında haklı
olsalar bile- mevcut statükonun dışına kolay çıkamazlar.
Umarım her şey daha da “karışık” bir hal almaz.
Türk siyasi hayatında –sadece MHP değil- tüm partilerdeki
tartışmaların, arayışların, saflaşma veya ayrışmaların, gerekiyorsa
lider değişimlerinin daha sağlıklı ve seviyeli gerçekleşmesi
dileğiyle diyelim…
19.04.2016.
[email protected]