22 Oca 2013 10:32 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:39

MEZARA KADAR GAZETECİ! AKSİYON'UN KAPAĞINDA BİRAND VAR!

Kaybettiğimiz gazeteci Mehmet Ali Birand hakkındaki en ilginç yazılardan biri Aksiyon dergisinde çıktı. İşte Aksiyon'un "Gazeteci" kapağı..

28 Şubat’ta andıçlanan, yazılarına ve 32. Gün programına son verilen Mehmet Ali Birand, hiçbir zaman gazetecilik aşkından vazgeçmedi. Vefat ettiği ameliyattan hemen önce Posta’ya yazısını gönderen duayen gazeteci, Paris’te öldürülen PKK’lı kadınların cenaze törenini izlemek için Diyarbakır’a bilet bile almıştı.

Bir insanın hayatı bu kadar mı inişli çıkışlı olabilirdi? Kaderi, sıkıntılı geçen bir sürecin ardından onu zirveye taşıyor, o tepelerde çok geçmeden yine yerlerde süründürüyordu. Özellikle 90’lardaki sıkıntılı süreç, Türkiye’nin olduğu kadar Mehmet Ali Birand’ın hayatından da takip edilebilirdi. Gazetelerde yazıyor, ekranlarda programlar yapıyor, belgesellere imza atıyordu; ama Birand, 72 yıllık ömrünü, ona bu muameleyi reva görenler ile yakın çevresinin bilebileceği gelgitler arasında geçirmiş bir gazeteciydi.

Can Dündar, “Birand-Bir Ömür, Ardına Bakmadan…” kitabında onun bu yıllarını “Davalar, mahkemeler, cezalar, tehditler, ölümler, ona heyecan veren ödülleri gölgede bırakmıştı.” diye kayıt altına almıştı.

1986’da “Emret Komutanım” kitabını basması ve 1988’de Abdullah Öcalan ile Bekaa’da görüşüp bunu Milliyet’te dizi halinde yayımlaması, onun için ‘çizik’ yediği sürecin başlangıcıydı. 28 Şubat’ın o kasvetli günlerinde Fethullah Gülen Hocaefendi’yi 32. Gün programında ağırlaması, kendisini liberal demokrat tabir eden Birand’ın nefes almasını zorlaştıracak girişimler olarak algılanmıştı belirli çevrelerde. Belki de kalemi kırılmıştı. O hava Dündar’ın kitabına bakın nasıl sinmişti: “Bu kitap için görüştüğüm Mehmet Eymür’e göre, bahsi geçen sivil tetikçiler, o dönem resmi kişiler tarafından kullanılıyordu.”

Dündar soruyor: “Yani?”

“Birand’ın öldürülmesi devlet katında alınmış bir karardı.”

Yine Dündar’ın kaleminden aktaralım: “Mehmet Ağar da daha sonra, ‘Ölüm emrini kim verdi, kim durdurttu?’ diye soran Birand’a, ‘Bir gün anlatırım ama şunu bil ki hayatını bana borçlusun.’ cevabını verecekti.”

Aslında kendisi de yıllar önce bunlara bir anlam veremediğini söylemişti bizlere: “Şu kadarını söyleyeyim. Hayatta kimsenin ayağına basmadım. Kimsenin pozisyonunu almadım. Kimsenin yerine geçmeye çalışmadım. Fakat sürekli olarak hep insanlar üstüme geldi. Siyasi otoriteler geldi... Sonra askerle anlaşmazlığım çıktı. Neden olduğunu, niçin olduğunu anlayamadım. Anlayamadım, çünkü benim söylediklerim, yaptıklarım son derece normal şeylerdi. Ben liberal bir demokrat insanım.”

Peki, 17 Ocak günü saat 18.29’da bu dünyadan ayrılan gazeteci Mehmet Ali Birand’ı toplum nasıl olmuştu da böylesi geniş bir ilgiyle bağrına basmıştı. Her daim gülen yüzünden mi, korkmadan yaptığı gaflarından mı, yoksa kendisi olmaktan mı kaynaklanıyordu bu sahiplenme?

Son dönemdeki çıkışları ile belki de darbelere karşı olan halkın vicdanına seslenmiş, onları gönülden fethetmişti. Ne mi demişti Birand? Büyük bir kesimin genlerinde darbecilik olduğunu, o kesim adına itiraf etmişti: “Genlerimize, belki de farkına varmadan darbecilik işlendi. Komutanların üstünlüğünü sorgusuz kabul ederdik. Üniformaların pırıltısını yarı hayranlık, yarı korkuyla izlerdik. (…) Bütün darbeleri anlayışla karşıladık. Yardımcı olduk.”

Birand, içinde ukde kalmış bir duyguyu dışa vurma ihtiyacı hissetmişti, yıllar sonra. İlk yazısına gelen tepkiler üzerine yeni bir yazı daha kaleme almış, orada da “Askeri darbeye iten, zorlayan daima laik kesim olmuştur.” demişti. Laik kesim ayrımını yaptıktan sonra da yine bir itirafta bulunmuştu: “Hepimizin ortak bir hedefi vardı: Kendi kurduğumuz bir sistemi paylaşmamak.” Birand, devamında, “Demokrasi adına darbecilere ince ayar yaptırdık.” diyordu.

Beklenen olmuş, bu yazılar üzerine ihanetle suçlanmış, yandaş damgasını yemişti. Ama “Bildiğim, içinde yaşadığım doğruları yazıyorum.” diyerek söylediklerinin arkasındaydı. “Böyle yetiştirildik.” diyor ve “Yalan mı bunlar?” diye de soruyordu. Söyledikleri önemliydi. Ömrünün son gününe kadar ‘merkez medyada’ hem de uzun yıllar gazetecilik yapmış birisiydi o.

Mehmet Ali Birand ile 19 Aralık 1999 tarihinde görüşüp kendi anlatımından hayat hikâyesini Aksiyon için derlemiştik. Bin yıl süreceği varsayılan 28 Şubat’ın daha ikinci yılı olduğundan mı, yoksa andıçlanıp Sabah’tan kovulması ve üzerindeki baskıların devam ediyor olmasından mıydı bilemiyoruz, bizlere ailesinin Kürtlüğü ile ilgili bilgi vermemişti. Muhtemelen, zamanı gelmediğini düşünüyordu. Yıllar sonra bu bilgiyi de paylaşmaktan kaçınmamıştı. Peki, kimdi Birand?