MEYDAN OKUMANIN CEZASINI MI ÇEKTİK? AHMET ALTAN'DAN BAŞBAKAN'A ZOR SORU!
Cumhuriyet tarihi boyunca, Akdeniz'de bu kadar çok insan kaybını yaşamadığımızı belirten Ahmet Altan, bu kayıpların sebebi olarak neyi gösterdi?
Türkiye’ye ait askerî bir keşif uçağının Suriye tarafından
vurularak Akdeniz’e düşmesinin üzerinden 24 saatten fazla
geçti.
Ben yazıya oturduğumda, “bir uçağımızın Suriye tarafından
düşürüldüğünün” ötesinde bir açıklama yapılmamıştı.
Kimse, ne olduğunu, uçağın nerede, niye düşürüldüğünü bilmiyor.
Hükümet, toplantı üzerine toplantı düzenliyor ama tatmin edici bir
açıklama yapmıyor.
Ben, izin verirseniz, meseleyi kavramaya çalışırken bir soru sormak
istiyorum.
Şu âna kadar hâlâ kendilerine ulaşılamayan pilotlarımızı da
sayarsak biz son zamanlarda Akdeniz’de kaç kişi kaybettik?
Dokuz insanımızı Mavi Marmara’da İsrailliler öldürdü.
İki pilotumuzu da Suriye vurdu.
Benim bilebildiğim kadarıyla Cumhuriyet tarihi boyunca, Akdeniz’de
bu kadar kısa zamanda bu kadar çok insan kaybetmedik biz.
Cumhuriyet tarihi boyunca olmayan “işler” neden şimdi birdenbire
olmaya başladı?
Neden insanlarımız bu kadar rahat, bu kadar pervasızca
öldürülebiliyor?
Üstelik de neden bunlar “Cumhuriyet tarihi boyunca en güçlü
olduğumuz dönem” denen dönemde oluyor?
Benim tahminim, “en güçlü olduğumuz dönem” inancıyla, “öldürülen
insanlarımız” arasında kuvvetli bir bağ olduğu yolunda.
AKP iktidarının artık karakteristiği hâline gelen “gücünü abartma”
hastalığının bir sonucu olarak bu kayıpları verdiğimizi
sanıyorum.
“Bize kimse dokunamaz” inancıyla yola çıkıp, “dokunulduktan”
sonra da şaşırıp kalıyoruz.
Mavi Marmara’ya İsrail’in “dokunamayacağı” inancıyla o gemiyi yola
çıkardılar.
İsrail, hem de uluslararası sularda insafsız bir baskınla
insanlarımızı öldürdü.
Kabul edelim ki bu normalde bir savaş nedenidir.
Bir devlet, o insanları yola koyduğunda bunun sonuçlarını hesap eder ve insanlarına saldırıldığında bunun cevabını “askerî” olarak vermeyi de baştan düşünüp planlar.
Savaşamayacaksa, hem insanlarını kaybedeceği, hem de utanacağı
bir işe girişmez.
Aslında en doğrusu, “savaş” ihtimalinin bulunacağı ortamları hiç
yaratmamaktır, durduk yerde bir savaş ihtimaliyle karşılaşmak bir
iktidarın akıllıca hareket etmediğini gösterir.
Biz insanlarımızı kaybettik, biraz bağırıp çağırıp, o ölümleri
sineye çektik.
Mavi Marmara, Türkiye’nin “dokunulabilir” olduğunu bütün dünyaya
gösterdi.
Bir devletin saygıdeğer ve güçlü olabilmesi için böyle kolay
“dokunulabilir” de olmaması gerekir, dokunulabilir bir hâldeysen,
başkalarının dokunabilecekleri ortamları baştan yaratmazsın.
Sanırım, Suriye’nin uçağımızı düşürmesinde de aynı durumla karşı
karşıyayız.
Bizim uçağın Suriye’nin “hava sahasında” ne aradığını kimse açıklayamıyor.
Suriye, bizim uçağın “hava sahasına girdiğini ve alçaktan uçtuğunu” söylüyor.
Doğru mu söylüyor bilmiyoruz ama bu açıklamayı Türkiye henüz yalanlamadı.
Bir askerî keşif uçağını başka bir ülkenin hava sahasına göndermek, o ülkeye “meydan okumaktır”, eğer o ülke silahlı bir ayaklanma yaşıyorsa ve sen bu silahlı ayaklanmayı destekliyorsan, bu “meydan okuma” ciddi bir boyut kazanır.
Belki yanılıyorum ama benim tahminim, bizimkiler “Suriye bizim
uçağımıza dokunamaz”inancıyla keşif uçağını o bölgeye gönderdi.
Suriye, bu meydan okumaya daha beter bir meydan okumayla cevap
vererek uçağı düşürdü.
Normalde, kimse “hava sahasına” girdi diye uçak düşürmez çünkü
bu “savaş” nedenidir, Suriye o uçağı düşürerek “savaşı” göze
aldığını hem Türkiye’ye hem dünyaya ilan etmiş oluyor.
Galiba, Suriye’nin en kuvvetli destekçilerinden olan Ruslar da
Akdeniz’de Türkiye’ye bir tokat daha atılmasını istediler.
Şimdi birdenbire savaşın eşiğine geldik.
Uçağı düşürüldüğünde sesi çıkmayan bir ülke olmakla, berbat bir
savaşa girmek arasında kendimizi sıkıştırdık.
Savaşın Suriye’ye bedeli ağır olur.
Ama savaşın bedeli Türkiye için de ağır olur.
Ülkenin bir ucunda Kürt savaşı devam ederken, karakolların basılırken bir de Suriye ile savaşa girişmek Türkiye’yi çok zora sokar, ayrıca ekonomiyi, turizmi, Akdeniz kıyılarını da perişan eder.
Suriye füzenin düğmesine bastığı anda “savaşı göze aldığını”
deklare etti, ilişkiler bu kadar gerginken o uçağın “yanlışlıkla”
vurulabileceğine, başkalarını bilmem ama ben kolayından
inanmam.
Böyle bir emri Beşşar Esed’den başkasının verebileceğini de hiç
sanmıyorum.
Peki, biz ne yapacağız?
Ne yaparsak yapalım bizim için kötü bir sonuç verecek.
Hiçbir sonucun lehimize olmayacağı bir açmazın içine girdik.
Ya aşağılanacağız ya savaş denen o korkunç felaketi
yaşayacağız.
Türkiye “akıldışı” bir yöntemle, gereğinden fazla böbürlenmelerle,
palavralarla yönetiliyor, bazı yöneticiler, kendi uydurduklarına
kendileri inanıyor.
Aşağılanmak utandırıcıdır ama gene de savaşa bulaşmamayı, genç
insanların öleceği işlere girişmememizi tercih ederim.
Bu kriz belki atlatılır ama Türkiye bu akılla yönetilmeye devam
ederse korkarım bizim başımız belaya girecek, bu akıl toplumu
belaya götürecek bir akıl çünkü.
Umarım AKP bu bitmez tükenmez saçmalıklarından vazgeçip aklını başına toplar yoksa kötü bir gelecek bekliyor bizi.
Ahmet Altan/Taraf