Meral Akşener’den ‘Saraçhane’ açıklaması! "İstanbul'a çökmenize izin vermeyeceğiz"
İYİ Parti lideri Meral Akşener, hapis ve siyasi yasak kararı sonrası İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'na destek için Saraçhane'ye gitmesiyle ilgili konuştu. Akşener, "Milletin, emanet ettiği iradeyi, ucuz numaralara, kurban ettirmeyeceğiz. Siz çökmeye alışmışsınız. Ama biz buradayken; İstanbul’a çökmenize, asla izin etmeyeceğiz" dedi.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu.
Toplantı öncesi, eski Devlet Bakanı Melda Bayer İYİ Parti'ye katıldı, rozetini Meral Akşener taktı.
Akşener, grup toplantısındaki konuşmasında şunları söyledi:
"Biliyorsunuz AK Parti iktidarı, sendikal örgütlenmeye, yüzde 2 barajı getirerek, üye kaybı yaşayan, yandaş sendikalarını, kurtarmaya çalışıyor. Bunu yaparken de, diğer sendika üyelerine, adeta 2’nci sınıf üye muamelesi yapmak istiyor. Bu düzenleme, daha önce, yüzde 1 olarak uygulanmak istenmiş, ama, sendikalar arasında eşitsizlik doğuracağı gerekçesi ile Danıştay tarafından iptal edilmişti. İktidar ise, her zamanki hukuk tanımazlığıyla, bu defa, oranı, yüzde 1’den, yüzde 2’ye çıkararak, yeniden getiriyor. Düzenlemeden, yaklaşık 250 bin memurumuz etkilenecek. 188 sendika ve 9 konfederasyonun da, faaliyetlerine devam etmesi, mümkün olmayacak. Bundan sonra da, yeni sendikaların kurulmasının, önüne geçilmiş olacak. Ayrıca, sendika üyesi olması yasaklanan, yaklaşık 1 buçuk milyon, kamu görevlimiz de, 706 liralık ödemeden mahrum kalacak. Ez-cümle, yine buram buram insan odaklılık kokan, AK Parti’ye yakışır bir ucube düzenlemeyle, karşı karşıyayız. Bu anlamsız düzenlemeye, gerek komisyon üyelerimiz, gerek de milletvekillerimiz, gereken tepkiyi verdi. Ancak, milletimizin aleyhine olan, her teklifte olduğu gibi, bu teklif de, maalesef, Cumhur İttifakı çoğunluğu ile, komisyondan geçirildi. Bu hukuka açıkça aykırı ve sendikal örgütlenmeyi engelleyici teklifin, kanunlaşmaması için, İYİ Parti olarak, Genel Kurul’da da, üzerimize düşen sorumluluğu, yerine getireceğiz.
BİR KİRLİ DİSTOPYAYLA MÜCADELE EDİYORUZ
Bugün ülkemizde, iktidar eliyle oluşturulan, bir Cumhuriyet kriziyle, karşı karşıyayız. Millet ile devlet arasındaki bağı, koparanların; devletin sahipliğini, milletin elinden almaya kalkanların partili Cumhurbaşkanlığı denilen, ucube bir sistemle, koskoca Türk Devleti’ni, bir kişiye ve etrafındaki yandaş takımına, amade edeceğini düşünenlerin; sebep olduğu bu krizin sonuçlarını, artık hayatımızın her alanında hissediyoruz. “Kimsesizlerin kimsesi” olan, kerim devlet anlayışımızın yerini, “Milletini kimsesiz bırakan” ucube bir yönetim anlayışının aldığına, üzülerek şahit oluyoruz. Her çocuğun geleceği, her gencin umudu, her kadının güvencesi olan Cumhuriyetimizi, beğenmeyenlerin; çocuklarımızı açlığa, gençlerimizi mutsuzluğa, kadınları da, endişeye mahkûm ettiği, bir kirli distopyayla, mücadele ediyoruz. Bu, öyle bir distopya ki; artık, “6 yaşında bir çocuk” ile başlayan cümlelerin, devamından korkar olduk. Çünkü ne yazık ki, artık bu ülkede, 6 yaşındaki çocuklar; bir gün tecavüzün, bakın istismarın demiyorum tecavüzün, bir başka gün de, açlığın, şiddetin ve işkencenin konusu olabiliyor. Bu utancı, bu ülkeye yaşatanlara, yuh olsun, yazıklar olsun.
SİZ BOSTAN KORKULUĞU MUSUNUZ?
Biliyorsunuz, birkaç gün önce, Nur Elif yavrumuz, kötü koşullarda yaşadığı ve aç bırakıldığı için hayatını kaybetti. Daha 6 yaşındaydı… Nur Elif’e bunları reva gören vicdansızları, Allah’a havale ediyorum. Şimdi, iktidar cenahından bazıları çıkıp, utanmadan; “Zaten anne-babası cezaevindeymiş, akrabaları kötü davranmış, her şeyden de iktidarı suçlamayın.” diyecekler. Her zaman olduğu gibi, bu olay için de, “bizim ne suçumuz var ki?” diyecekler. Bu ülkede, bir çocuk öldü, bir çocuk hem de, açlıktan öldü. Hem de, kötü bakıldığı için öldü. Soruyorum size: Çocuklarımıza sahip çıkmak, devleti yöneten iktidarın görevi değilse, kimin görevidir? İşine geldiğinde; “Dicle’nin kenarında, kurdun kaptığı bir koyun bile, benim mesuliyetim altındadır.” diyenler, işine gelmediğinde; Ölen, daha 6 yaşında bir çocuğumuzun, sorumluluğunu, üzerinden atabilir mi? Atamaz. Eğer, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, gücünü kullanan bir iktidar; çocuklarımızı koruyamıyorsa, insanlarımızı sahipsiz, kimsesiz bırakıyorsa, ve üstüne üstlük, mesuliyet almaktan da kaçıyorsa; ortalıkta, “ben ülke yönetiyorum” diye gezemez. Kardeşim, siz bostan korkuluğu musunuz? Fakirliği, muhtaçlığı, açlığı bitiremeyecekseniz, neden o makamları işgal ediyorsunuz? O koltuklarda; Sarayda sefa sürüp, şaşalı yemekler yemek, özel uçakla, maça gidip gelmek için mi oturuyorsunuz?
SENDEN HESAP SORACAĞIM ERDOĞAN
Sayın Erdoğan; her sıkıştığında, “Bu konu siyasetin konusu değildir” diyerek, işin içinden sıyrılamazsın. Sana göre neyin siyasetin konusu olup olmadığı, beni zerre ilgilendirmiyor. Engin birikiminin ve derin fikirlerinin cefasını, zaten milletçe yıllardır çekiyoruz. Beni, Eskişehir’deki Nur Elif ilgilendiriyor, ve onun için senden hesap soracağım. Beni, Van’daki Muharrem ilgilendiriyor, ve onun için senden hesap soracağım. Beni, Adana’daki Emine ilgilendiriyor, ve onun için senden hesap soracağım. Sen bu memlekette varlık içinde yaşarken, kestane ballarıyla, manda yoğurtlarıyla, Medine hurmalarıyla, sefa sürerken, yokluktan, yoksulluktan ölen, açlığa mahkûm ettiğin çocuklarımız için, senden hesap soracağım. Bu kürsüden defalarca gündeme getirmeme rağmen, rüzgargülü projemizi, devreye almak yerine, utanmadan yasaklattığın için, senden hesap soracağım. Bunlar daha iyi günlerin.
SOSYOPAT BİR YÖNETİM ANLAYIŞIYLA, KARŞI KARŞIYAYIZ
Türkiye, artık patolojik semptomlar gösteren, tehlikeli bir zihniyet tarafından yönetiliyor. Maalesef, empati, vicdan, sorumluluk bilinci gibi, insani kavramlarla bağını tamamen koparmış, sosyopat bir yönetim anlayışıyla, karşı karşıyayız. Bu bir gerçek. Nitekim bu gerçeği, iktidar mensuplarının her hareketinde, her cümlesinde, her kelimesinde, endişe verici bir sıklıkla görüyoruz.
HAYIRDIR SAYIN BAKAN, SADAKA MI DAĞITIYORSUNUZ?
Beceriksizleriyle fakirleştirdikleri; asgari ücretlimizin, memurumuzun, emeklimizin maaşlarına, yapmak zorunda olukları, düzenlemede bile, bu gerçeğe şahit oluyoruz. Biliyorsunuz, son olarak, Türkiye’nin en yakıcı meselelerinden biri olan, EYT’li kardeşlerimizin durumuna ilişkin, sorulan bir soruya, “EYT mi?” diye cevap veren, Nebati Bakan, birbirinden ciddiyetsiz açıklamalarına, geçtiğimiz günlerde, bir yenisini daha ekledi. Çıktı, hiç utanmadan, zerre sıkılmadan, bu milletin gözünün içine baka baka; "Asgari ücretliye de, memura da, emekliye de, ne verilse haklarıdır. Dar gelirliye, fakir fukaraya vermek, bereket getirir.” dedi. Yanlış duymadınız. Aynen böyle dedi. Bu ne cürettir. Bu ne utanmazlıktır. Bu ne saygısızlıktır. Hayırdır Sayın Bakan, sadaka mı dağıtıyorsunuz? Lütufta mı bulunuyorsunuz? Kendinize gelin! Siz babanızın değil, milletin hazinesinin başında duruyorsunuz. Aile şirketinizde, sosyal sorumluluk projesi yürütmüyorsunuz; devlet yönetiyorsunuz, devlet. Yandaşlarınıza peşkeş çektiğiniz, Bay Kriz’e feda ettiğiniz, ve batmaya mahkûm ettiğiniz o hazinede; kaç yetimin hakkı var, biliyor musunuz? Paramızı pul ettiniz, yetmedi. Gücümüzü hiç ettiniz, yetmedi.
Hatırlayın, 31 Mart İstanbul seçimlerini, düzmece yalanlarla iptal ettiler. Sandıkların güvenliğinden kendileri sorumluyken, muhalefeti, hile yapmakla suçladılar. Üzerinden, 3 buçuk sene geçti. Tek bir kişi bile yargılanmadı. Kuyruklu yalanlarını destekleyecek, tek bir delil bile bulanamadı. Ama, siyasi tarihimize, bu kara lekeyi sürenler, utanmadılar. Milletimizden, bir özür bile dilemediler. Peki sonuçta ne oldu? Millet iradesi yok sayıp, demokrasiye indirmeye çalıştıkları, darbenin karşılığında, İstanbul’u bir kere değil, tam iki kere kaybettiler. Belli ki, hâlâ daha akıllanmamışlar. Hâlâ daha, hezimeti hazmedememişler. Hâlâ daha, millet iradesini kabullenememişler.
Hâlâ daha, demokrasiyi içselleştirememişler. Ve bu sefer de, Türkiye’yi kaybedecekler. Nitekim, geçtiğimiz Çarşamba günü, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, Ekrem İmamoğlu hakkında verilen, hapis ve siyasi yasak kararıyla; AK Parti iktidarının; millet iradesini bastırmaya çalışan, bir vesayet rejimi olduğu, bir kez daha, gözler önüne serildi. Yargıyı, demokrasiye karşı, bir sopa olarak kullanan, 28 Şubat zihniyetinin, günümüzdeki temsilcisi olduğu, bir kez daha açığa çıktı. Seçimle alamadıkları İstanbul’u, hatta düzelteyim, seçimle alamayacakları İstanbul’u, yargı yoluyla almak için, yine bir rezilliğin, peşine düştüler.
Kadınlara “sürtük” demenin, suç sayılmadığı bu ülkede, İçişleri Bakanı’nın “ahmak” sözünü iade etmek, suç sayıldı. Belediye Başkanı’na “ahmak” demek meşru; ama ahmak sözünü iade etmek, suç sayıldı. Aslında, Haziran ayında görülen davada, yargı kararını vermişti. Kararın açıklanmasına, iki gün kala, davanın hakimi değişti. Yani, seçimleri iptal ettikleri gibi, hakimi de iptal ettiler. Sonra da, bu saçmalığa ceza verecek bir hakim bulmak için, tüm Türkiye’yi taradılar. Ve sonunda, Ak Parti teşkilatıyla, boy boy fotoğrafları olan bir hakimi, davanın başına atadılar. Sonuç? Sonuç ortada. Planlı ve programlı bir şekilde, siparişle çıkartılan, absürt bir ceza kararı. Bakın, altını çizerek söylüyorum: Bu karar, Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim gündemidir. Bu karar, millet iradesine yapılmış, vesayetçi bir müdahaledir. Bu karar, Türk demokrasisine vurulmuş bir darbedir!
İktidar mensupları, sandıkla kaybettikleri İstanbul’u, yargı gücünü, kötüye kullanarak geri alma peşindeler. Yıllarca, bedavadan seçim kazanmanın, şımarıklığını yaşadılar. Yıllarca, milletimize, maraba muamelesi yaptılar. Ama, 2023 seçimleri yaklaştıkça; kaybedeceklerini, artık anlamaya başladılar. Milletin gözünden düştüklerini, fark etmeye, milletin vereceği hükümden, korkmaya başladılar. Milletin gözünden, neden düştüler biliyor musunuz? Çünkü milletimiz, Ak Parti’ye mecbur olmadığını gördü. İstanbul’da gördü, Ankara’da gördü. Adana’da, Antalya’da, Hatay’da gördü. Millet İttifakı’nın kazandığı, birçok şehirde, bu gerçeği, tüm çıplaklığıyla gördü. Kendisine, hak ettiği gibi hizmet eden, belediye başkanlarımızı gördükçe; İktidarın tek derdinin, kendi sefası olduğunu anladı. Mesela, pandemi döneminde; iktidarın yapamadığı sosyal yardımı, İstanbul’da, Ankara’da ve daha birçok büyükşehrimizde, ortaya koyan, Millet İttifakı belediyelerini gördükçe, AK Parti’nin vasatlığını gördü.
Her türlü engellemeye, mobinge, iftiraya ve tuzağa rağmen, Ekrem Başkan da, Mansur Başkan da, diğer belediye başkanlarımız da, olağanüstü çaba gösterdiler. Onların bu çabaları, Millet İttifakı’na olan güveni artırdı. Onların başarısı, iktidarın yalanlarını çökertti. Onların çalışmaları, korku senaryolarını boşa çıkarttı. Muhalefetin güçlenmesinde, Millet İttifakı’nın belediye başkanlarının katkıları, yok sayılamaz. İşte bu yüzden de, onlardan çok korkuyorlar. Milletimizin onlara olan sevgisini kıskanıyorlar. Onların önünü kesmek için, her türlü rezilliği de yapıyorlar.
İşte tam da bu nedenle, onlara uzanan elleri kırmak, değişime inanan herkesin, boynunun borcudur. Ben de, 14 Aralık’ta, bu borcun gereğini yapmak için, yola çıktım. İstanbullunun iradesine, vurulmaya çalışılan darbeye karşı, tıpkı 2019’daki gibi, Ekrem kardeşimizle, omuz omuza durmaya gittim. Bundan yirmi sene önce, yaşadığı haksızlık karşısında, nasıl Sayın Erdoğan’ın yanına koştuysam, bu sefer de, Ekrem kardeşimin yanına koştum. Bundan 20 sene önce, nasıl Emine Hanım’ın yanına koştuysam, bu defa da, Dilek kızımın yanına koştum.
Gerçeklerin, mutlaka ortaya çıkmak gibi, çok güzel bir huyu vardır. Buradan, kendisine hatırlatmak istiyorum: Kendi derdine düşen sensin, Sayın Erdoğan. Korkuyorsun. Hem de, o kadar çok korkuyorsun ki; zamanında sana yapılanın, kendi yaşadığın haksızlığın, önüne koyulan siyasi engelin, bir benzerini yapacak kadar, yaptıracak kadar, aciz durumdasın. Hatta, Ekrem Başkan’a çektiğin operasyonu savunmak için, 20 sene önce okuduğun şiirin, suç olduğunu söyleyecek kadar, paniklemiş haldesin. Ama, sen hiç merak etme sen ne kadar korkaksan, biz de o kadar kararlıyız. Çünkü biz cesaretimizi, milletimizden alıyoruz. Ve biliyoruz ki, iyilerin görünmez orduları vardır. Bu yüzden milletin iradesine, cesaretle sahip çıkacağız. Milletin, sandıkla emanet ettiği iradeyi, ucuz numaralara, kurban ettirmeyeceğiz. Siz çökmeye alışmışsınız. Ama biz buradayken; İstanbul’a çökmenize, asla izin etmeyeceğiz."