"MEMLEKETİMİN DERDİ BANA YETER! GİDİN BAŞIMDAN!.."
Eski eşi Tuna Kiremitçi'nin yazdığı bir yazıya demediğini bırakmayan ancak vahim bir gafa imza atan İclal Aydın bugünkü yazısında yanıt verir gibi.
Ben olaydım...
Özhan Canaydın da zarif zarif geçip gitti aramızdan. Rakip takımın güzel futbolunu alkışlayabilen, şaka dolu sohbetini paylaşma şansına eriştiğim o şahane beyefendi de gitti...
Yarın yılın derbisinde hem Galatasaraylılar hem de Fenerbahçeliler Türk futbol tarihinin en güzel gülen gözlerinin ve şahane beyefendisinin anısına çıkacaklar sahaya...
İki görüntü var birkaç gündür gözlerimin önünde. Biri futbolcu Arda ile buluşan Kekonun sevinç dolu gözleri, diğeri Özhan Canaydının kim bilir nerede çekilmiş fotoğrafındaki, düşünce dolu bakışları...
Gözleri severim ben. Gözlerinde gerçek duyguları parlayan zarif insanları, saf çocukları, şakacıları... Acısını samimiyetle ifade edebilenleri, ağlayanları, pişman olanları...
Karakoçan depreminde anasını taşların altına bırakan Kekonun hayata tutunan ellleri var ya... O küçücük, insan Keko, hemşom anne kalk oradan diye feryat ederken birkaç hafta sonra Ardayı görünce sevinçle gülen gözleri var ya...
Ah hayata saflıkla, sevinçle, inançla bakan o gözleri ben olaydım.
***
Keko, oralarda kaderin nasıl yaşandığını gösteren çarpıcı bir örnek. Yüz binlerce benzer kaderden biri... Acıyla sevincinin kucak kucağa yaşandığı coğrafyanın çocuğu o... Vicdanlarımıza bu kadar dokunması ondan. Türküler de bu yüzden vicdan sızı gibi ağlatır insanı.. Hikâyemizi anlattığından yani.
Ben bu satırları yazarken Neşet Ertaş dinliyorum. Külliyatının ikinci albümünde Gönül Dağı çalıyordu yazıya başladığımda. Şimdi dördüncü abümünden Seher vakti çaldım yarin kapısını dönüyor... Bu bitsin, başa döneceğim. Zahidem kurbanın olam ne olacak halım, yine bir laf duydum kırıldı belim desin... Ben türkülerle büyüdüm, onlarla beslendim, onlarla yaşlanacağım...
Çocukken ezberime düşen türküleri dinlerken daha bir yanar boğazım. Bu ülkede çocuk olmak zordur bilirsiniz. Bu ülkede yoksul çocuk olmak, anandan uzak bir Kürt olarak erken büyümek en zorudur... Türkü dinlerken nedenini düşünmekten artık vazgeçtiği kederini ve nasılsa gelecektir o güzel günler inancını hatırlar insan...
Keko kim biliyorsunuz işte, O küçük güzel erkek çocuk... Ve Neşet Ertaşı da biliyorsunuz elbette, Nida Tüfekçiyi de... Agâhiyi, Âşık Mahsuniyi, Âşık Ekmekçiyi, Ozan Nesimi Çimeni, Ozan İsmail İpeki de pek tabii ki...
***
Profesyonel dünyam benim... Dünyamın saygıdeğer yorumcuları... Sağırlar, körler, kör bıçaklı kasaplar.... Kentsoylu geçinip Kralın İngilizcesiyle yazdığını sanan kuru kalemler, eğlence arıyor yine.
Ama yağma yok!
Siz ne söylerseniz söyleyin, zaten akıllarının erdiği kadarını anlıyor onlar. O nedenle, elifi mertek belleyen cıvık okumaları düzeltmeye değmez, ne düzelir, ne iflah olurlar.
Küstahlık da bir hastalık, girdi mi bir bedene, zor çıkıyor bir daha.
Zira gerçek cahillik, cehaletini bilmemektir. Şu kadarını idrak etsinler yeter; asıl aldanan, aldatandır.
***
Profesyonel dünya içinde gerçek duygularınızla, saf inançlarınızla yaşamaya inat ederseniz zordur işiniz... Hayatı cehennem ederler insana... O yüzden iyiler erken ölür... Rakibini alkışlayan centilmenler yukarı havalanan, bağrı kurşuna açık bir güvercin gibi uçar giderler aramızdan...
Bir ölenin ardından mutlaka yerini dolduracak bir canın geldiğine inanırım ben. Bu yüzden Ardanın formasına kavuşmuş olan Keko bana Özhan Canaydının bıraktığı o uygar adam sandalyesini doldurmaya gelmiştir belki diye düşündürüyor...
Düşüncelerimden kopup adına gerçek hayat dedikleri dağınık sofraya döndüğümde... Bu bozuk düzende, bu sofranın etrafındakilerin gözlerini göremiyorum artık. İstanbulda sahte insanlık gösterisinde son perde oynanıyor. Farkındayız ama idare ediyoruz işte bir şekilde.
Öte yandan bakıyorum, bakıyorum o güzel küçük surata... Keko, bir başına nasıl baş etsin sahteliklerle dolu bu hayatla?
Memleketimin derdi bana yeter. Gidin başımdan.
Gerçek gözünüzün önünde duruyor, baksanıza!
İclal Aydın/Vatan