Melis Alphan'ın Cumhuriyet'te ilk yazısı yayımlandı: Dede ocağındayım!
Melis Alphan Doğan Medya Grubu'nun Demirören Holding'e satılmasının hemen ardından Hürriyet'ten istifa ederek ayrılmıştı...
Hürriyet’in Doğan Grubu’ndan Demirören Holding’e geçmesinin
ardından gazete ile yolları ayrılan ilk isim olan köşe yazarı Melis
Alphan'ın Cumhuriyet’teki ilk yazısı yayımlandı. Alphan'ın
yazısının başlığı, "Dede ocağımdayım!" oldu.
İşte Melis Alphan'ın Cumhuriyet'teki ilk
yazısı:
Bugünden itibaren, pazartesileri bu köşede, pazar günleri ise
Cumhuriyet Pazar’da siz Cumhuriyet okurlarıyla buluşacağım.
2001 yılında Radikal gazetesinde başlayan gazetecilik yolculuğum,
2003’te Milliyet, arkasından 2009’da Hürriyet derken, beni 17 yıl
sonra Cumhuriyet’e getirdi.
Ama sanmayın ki bu gazetenin yabancısıyım...
Cumhuriyet, benim hayatımda ilk adım attığım gazete aslında.
Dedem Tayyar Eraslan Cumhuriyet gazetesinde çalışırdı ve ben daha
küçük bir çocukken, hafta sonlarında beni Cumhuriyet İzmir büroya
götürür, bir daktilonun başına oturturdu. Bilmezdim, meğer orada
gazetenin tozunu yutmuşum, hiç hesapta yokken bir gün içimden bir
gazeteci çıkaracakmışım!..
Dedem kiminin Tayyar Abisi, kiminin Tayyar Amcası idi ama en çok
“Devrimci Tayyar” diye anılırdı. Öyle ki, gazeteye gelen kimi
zarfların üzerinde sadece “Devrimci Tayyar... Cumhuriyet...
İzmir...” yazarmış, doğru dürüst isim ve adres olmadan.
Büyüyünce anladım ki herkes kendine “devrimci” diyebilir ama bir
şehir size “devrimci” diyorsa, gerçekten de o lakabın hakkını
vermişsinizdir.
Dedem torunlarına da, çocuklarına da kendini anlatmazdı.
Askeriyeden erken emekli olmuştu, onu bilir, öncesini bilmezdik.
Darbelerden hiç hazzetmezdi ama… 80 darbesinden söz açıldığında,
“Kızım onlar 12 Eylül’ü alkışladılar” diye kimi tanıdıklara sitem
ederdi.
Öldükten sonra Erkin Usman’ın yazısından okuyup öğrendim, meğer
dedem Hava Muharebe Okulu’ndan emekli olduktan sonra hemen
Cumhuriyet’te çalışmaya başlamamış, 16 yıl boyunca debelenmiş
durmuş. Giriştiği kimi işlerde başarısız olunca, kendini bazen
küreğe mahkûm etmiş, bazen taşocaklarına. Taş kırmış, kürek çekmiş,
mıcır toplamış, kireç söndürmüş, duvar örmüş, köprü temizlemiş.
Mahkûmiyet kararlarını kendi verir, kendi uygularmış. Kendi verdiği
cezayı çekip arkadaşları arasına dönünce ya kafası yarıkmış ya da
elleri kan revan içinde. Bu yüzden adı “Devrimci Tayyar”a
çıkmış.
‘Eğilmezdi, bileği bükülmezdi!’
Ben dedemin bana Cumhuriyet gazetesinden taşıdığı kitaplarla,
mutlaka okumamı önerdiği Cumhuriyet gazetesiyle, gazetenin
ekleriyle büyüdüm. Dedem sayesinde erkenden sanata, edebiyata merak
sardım.
Dedemin aynısı olmadım pek tabii. Ama hayatım, özlemlerim,
ideallerim, hepsi dedemden izlerle dolu.
2014’te dedem ölmeden hemen önce, eski dostu Hikmet Çetinkaya
onunla ilgili bir yazı yazmış ve onu “umutsuzluğun içinde umudunu
yitirmeyen, karanlığın içinde aydınlığı görebilen, en zor
koşullarda özgüvenini kaybetmeyen, evrensel gerçeği kucaklayabilen
çağdaş, uygar insanın bilincine sahip biri” diye anlatmıştı.
Ve demişti ki, “Eğilmezdi, bileği bükülemezdi!”
Dedemin bana bıraktığı miras bu. Bence paha biçilmez!
Doğan Grubu’nun medya organlarının satışıyla Türkiye basın
tarihindeki en büyük el değiştirme ile iktidara daha yakın olacak
bir medya grubu ortaya çıkmış oldu. Bu olayın grubun yayın
organlarını teksesliliğe doğru götüreceğini gördüğüm için, uzunca
bir süredir köşe yazarlığı yaptığım Hürriyet gazetesinden hiç
beklemeden istifa ettim. Bu beni çoksesli Cumhuriyet’e getirdi.
Hangi konularda yazdığıma gelince...
Özellikle son yıllarda, sesini kitlelere duyuramayanların sesi
olmaya çalıştım.
Toplumun en dezavantajlı grupları, konuşma yetisi olmayan doğa ve
hayvanlar; çığlıklarını duyuramayan şiddet mağduru kadınlar ve
çocuklar; güvencesiz işçiler, tarumar edilen kent, sansürlenen
sanat; hak ihlallerine uğrayan mahpuslar; zulüm gören kim varsa
benim konum ama daha ötesi, benim derdim oldu. Böyle de devam
edecek.
Bu mesleğin gereklerini ne raddede yerine getirebildiğimi okur
takdir eder. Ama şunu bilin ki, gazeteciliği hep kalbimle yaptım.
Dertleri dert edindim; iş cesaret gerektirdiğinde cesur olmaya
çalıştım, yüreğim öfkeyle dolup taştığı zamanlarda tarafsızlığımı
yitirmemek adına sustum.
Başkalarının hikâyeleri benim hikâyem oldu. Yazdıklarım beni
dönüştürdü, değiştirdi ve umuyorum ki daha iyi, daha adil, daha
“yargılamaya değil, anlamaya meyilli” bir insan yaptı.
Sırf bu nedenle bile, bu mesleğe çok şey borçluyum.
Cumhuriyet’te yazmak gurur veriyor!
Etrafıma ve çalışma hayatımın geçtiği egemen medyanın durumuna
bakınca Cumhuriyet’te kendimi gurbette değil, evimde gibi
hissediyorum. Dede ocağım, ötesi yok!..
Cumhuriyet Pazar’da yazmak da eski dostların arasına, lezzetli bir
muhabbete dönmek gibi. Ekin editörü Tayfun Atay, benim meslekteki
hocalarımdandır. 2000’lerin başında, Prof. Ünsal Oskay, Can Dündar,
Tayfun Atay ve Ahmet Tulgar’la beraber Milliyet’te Popüler Kültür
ekini çıkardık. O zamanlar onların bir nevi talebesiydim. Ve şimdi
mesleğin içindeki gazetecilik okulunun sınavlarını iyi kötü vermiş
bir mezun olarak, aynı zamanda Tayfun Hoca’yla çalışma fırsatını da
elde ediyorum. Ne mutlu bana.
Cumhuriyet gazetesine, muhabirlerine, yazarlarına ve yöneticilerine
büyük bedellerin ödetildiği bu zor günlerde, bu gazetenin bir
parçası olmak bana ayrıca gurur veriyor.
Tarihin doğru tarafında yer almanın, doğrunun, gerçeğin yanında
durmanın, hepsinden öte haklı olmanın verdiği güçle ve gönül
rahatlığıyla tüm zorlukların üstesinden gelinebileceğini
biliyorum.
Bugünler de geçecek...
Yeter ki biz, ne kadar zor olursa olsun, karanlığın içindeki
aydınlığı görebilelim.
Var çünkü.
Aydınlığın olmadığı yerde karanlık da olmaz; unutmayalım!..