Mehmet Barlas Medyaradar'a konuştu: "Zaman Gazetesi'nde 1 hafta çalıştım ve Gülen için dedim ki.."
Sabah Gazetesi’nin başyazarı Mehmet Barlas, Medyaradar’ın usta röportajcısı Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Barlas’ın yaptığı çarpıcı açıklamalar çok ses getirecek türden. İşte o röportaj!
Kısa bir aranın ardından tekrar görüşmenin heyecanı ile
selamlıyorum sizleri. Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan röportajıma
gösterilen ilgi gözlerimi yaşarttı dersem yalan olmaz. Bu haftaki
konuğuma dönecek olursak, tam bir İstanbul beyefendisi… Bizi o
kadar kibar, o kadar misafirperver ve sıcak karşıladı ki; kendisine
bakışım değişti dersem yalan olmaz. Ah şu önyargılar! Tanımadan
asıp, kesmeler. Nefretler, antipati duymalar… Ne de olsa Türk’üz…
Gen meselesi galiba… E ben de sanırım damardan Türk’üm.
İster sevin ister sevmeyin ama tek gerçek var medyanın en usta
kalemlerinden biri o…Sabah Gazetesi başyazarı Mehmet Barlas’tan
bahsediyorum.
Boğaza nazır, muhteşem o villasında ağırladı bizi… Biliyorsunuz
değil mi? O ev; ne Cumhurbaşkanları, ne Başbakanlar gördü… Eee
kambersiz düğün olmuyor, biz de gittik, gördük…
Mehmet Barlas ile dünden bugüne pek çok şeyi konuştuk. Akşam
yediğim yemeğin bile ne olduğunu unutan bir birey olarak, Sayın
Barlas’ın her olaya tarih vermesi ve zehir gibi hafızası dikkatimi
çekmedi dersem yalan olur.
Giriş yazımı bugün çok uzatmayacağım ama dikkatimi çeken birkaç
detayı özetle paylaşacağım;
- O da bir Beyaz Türk’müş…
- Köklü bir aileden geliyor…
-Siyasetle hep iç içe olmuş ama siyasete girmeyi hiç
düşünmemiş…
-Eleştiriye açık; “Yalaka mısınız “ soruma bile büyük içtenlikle
yanıt verdi.
-Herkesin merak ettiği bir soru; “Her devrin adamı mı” bunu da
yanıtladı…
-Tayyip Erdoğan konusunda neden hassas, madde madde anlattı…
-Geçmişte yaşadığı sansürler ve iktidarlarla verdiği kavgayı da
atlamadı…
-Zaman Gazetesi’nde çalıştığı ve yaşadığı olayı anlattığında çok
şaşırdım.
-Doğan Grubu’ndan ise bir beklentisi var…
-idealindeki lideri duysanız şaşırırsınız…
-Kenan Evren’e de bir teşekkür borcu var, o da güzel bir
hikâye…
-Ama beni en çok şaşırtan açıklaması Can Dündar Ve Erdem Gül’e
bakışı oldu…
Bugün medyanın sorunlarından tutun da, havuz denilen tabire,
yalaka, yandaş, omurgasız, devrin adamı, kişisel polemikler, AK
Parti- CHP-MHP ve daha pek çok konuya dair her şeyi bu röportajda
bulacaksınız… Ve eminim tanımadığınız bir başka Mehmet Barlas’la da
tanışmış olacaksınız…
Sayın Barlas’a bu güzel röportaj için teşekkür ediyor ve buradan
kucak dolusu sevgiler gönderiyor, sizlere de güneşli güzel günler
diliyorum… Sevgiyle kalın…
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Fotoğraflar: Emrah Yeşilduman
Çok zayıflamış gördüm sizi Sayın Barlas, sağlık durumunuzda
bir problem yoktur umarım…
İki senede 22 kilo verdim. Biliyorsunuz derimden ameliyat olmuştum,
ne olduysa ondan sonra oldu, iştahım kesildi. Böylelikle de
kilolardan kurtulmuş oldum.
Sanırım tedavi görüyordunuz, Allah esirgesin de bir ara
gırtlak kanseri dediler ve çok üzülmüştüm. Nedir işin
aslı?
Gırtlak kanseri değil de guatr tedavisi gördüm. Ses tellerimde
büyük bir sorun yaşadım ama şükür geçti.
Hatta anchormanliği de bu yüzden bıraktığınız
söyleniyordu?
Evet, bu nedenle bırakmıştım ama çok zaman oldu.
Başarılı buluyor muydunuz kendinizi o dönem ekranda? Ve
özlüyor musunuz o günleri, tekrar dönmek gibi bir şey geçmedi mi
hiç aklınızdan?
Yok, canım daha neler. Tabii ki düşünmüyorum. Başarılılık göreceli
bir durum. Ben başarılı bulurum başkası bulmaz, başkası bulur ben
bulmam… Ama yoruldum artık açıkçası, 75 yaşındayım var mı
ötesi…
“BİR ERDOĞAN DÜŞMANLIĞI ALDI BAŞINI
GİDİYOR”
Bir ara sizler vardınız ekranlarda… Ana Haber bültenleri
çok heyecan uyandırırdı. Birand, Uğur Dündar, Ali Kırca… Şimdi
ekranlara bakınca aynı rekabeti ve heyecanı görebiliyor
musunuz?
Artık o heyecanlar elbette yok. Bir kez Türkiye’nin yazılı hafızası
yok ya da çok zayıf. Yazılı hafıza zayıf olunca da geçmişte
olanları unutuyor ve ezbere konuşuyoruz, yakın geçmişe bile
yabancıyız. Bakıyoruz geçmişe; Menderes’i idam etmişiz. Bugün
Tayyip Erdoğan’a karşı duyulan öfkenin birebir benzeri 1950’lerde
Adnan Menderes’e vardı. Aynı nefreti 1980’lerde Özal’a da
gördük.
Yani birileri kızıyor, neye kızdıklarını da bilmeden atıp
tutuyorlar, bir adamı hedef alıyorlar ve bu söylediklerim
bahsettiğimiz o ekranlarda oluyor. Bu arada sorunları çözümsüz
bırakıyoruz mesela Kıbrıs. 1974 yıllarıydı ve ben o zaman TRT Haber
Dairesi Başkanıydım. Kıbrıs’a müdahaleyi ben sundum.
Yunanistan’daki cuntayı devirdik, Kıbrıs’taki Sampson darbesini
önledik ve Türkiye o Kıbrıs’ı bahane edip o vesile ile Avrupa
Birliği’ne girebilirdi, bir sürü şey yapabilirdi ama o içerideki
kavga her şeyi bitirdi. Erbakan ile Ecevit’in kavgasından
bahsediyorum, Ecevit bunu seçim zaferine dönüştürürüm sandı, tam
barış anlaşması yapılacakken, kalıcı çözüm, olmadı. Bakın bugün
hala Kıbrıs çözümsüz ve Türkiye’nin Avrupa Birliği önündeki en
büyük engel. Daha neler var neler…
Biz hep krizler yaşadık. Devalüasyonlar, döviz krizleri, IMF’ye
borçlanmalar gibi. İşte tüm bunları genç kuşaklar hatırlamıyor.
Bilgi sahibi olmayandan fikir sahibi olmasını bekleyemezsiniz.
Özal’a nasıl “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” dedilerse, nasıl
Menderes’i astılarsa şimdi Tayyip Erdoğan’a taktılar kafayı. Bir
Erdoğan düşmanlığı aldı başını gidiyor, büyük laflar ediyorlar,
büyük haksızlık ediyorlar. Tayyip Erdoğan geçici, sonuçta dünyada
hiçbir lider, hiçbir siyasetçi sonsuza kadar iktidarda kalmamış
ki.
Ama Erdoğan liderlikte rekora koşuyor gibi. Çok uzun süren
bir iktidar süreci onun ki…
Yoo öyle değil. Atatürk’e baktığınızda 1923- 1938. İnönü’ye
baktığınızda 1924- 1971’lere kadar gidiyor bu süreç…
“KENDİLERİNİ TÜRKİYE’NİN SAHİPLERİ
SANDILAR”
Şimdi Erdoğan’ı hedef alıyorlar, Özal’a yapılan düşmanlık
ona da yapılıyor dediniz ya, kimler bu keskin nişancılar, neden
hedef alıyorlar?
Eski kentli diye bir şey var. Osmanlı’nın burjuvazisi azınlıklardı,
Ermeniler, Rumlar, bankerler vs. onlar tasfiye oldular. 1915’te
Ermeniler gitti, 1923’ten itibaren de Rumlar gitti derken onun
yerini Türk burjuvazisi aldı. Sermaye sınıfı inşa edildi, bu inşayı
da devlet yaptı. Devlet eliyle zengin edilen bir kesim vardı,
bunlar kendilerini Türkiye’nin sahipleri sandılar. Bürokrasi ve
TÜSİAD’ın temsil ettiği yeni sermaye. Bunlar diyorlar ki “Bize
sormadan hiçbir şey yapılmaz” Darbeleri bunlar yaptırdılar, bütün
ekonomik kararlarda etkili oldular. 28 Şubat postmodern darbesine
bakın kimler zengin olmuş, kimler ihaleler almış. Bütün basın
patronları elektrik dağılım ihalelerini alırlardı o dönem…
Şu anda da durum çok farklı değil aslında. Türkiye’de
işadamı olmayan medya patronu neredeyse yok. Sözcü Gazetesi’nin
patronu Burak Akbay, sadece gazetecilikle ilgileniyor diye
biliyorum.
Yoo Aydın Doğan da gazeteci.
“AK PARTİ İKTİDARA GELDİ DİYE
SİNİRLENİYORLAR ÇÜNKÜ…”
Ama Aydın Bey’in işadamı yönü de var…
12 Eylül olduktan sonra ben Milliyet’te başyazar oldum. Aydın
Doğan, gazeteyi o zaman yeni satın almıştı. 1980’den bugüne
baktığınızda o da hakikaten hem medya anlamında hem de işadamı
olarak müthiş bir birikim yapmış. Yani demek istediğim şu: Bu
kendilerine Beyaz Türk diyen kesim, bunların içlerinde bürokratik
oligarşi, sermaye oligarşisi de var. Bunlar Türkiye’yi
yöneteceklerini sanıyorlardı, merkez bunlardı. Şimdi AK Parti ve
çevre merkeze geldi ve bunlar şimdi çok sinirleniyorlar. 1950’de
benim babam Halk Partisi'nin bakanıydı. Demokrat Parti
iktidarı aldı, mesela o dönemde İnönü Cumhurbaşkanı’yken benim
kardeşimle evimizde misket oynardı, o kadar yakındık. Mesela o
dönem aralarında neden Demokrat Parti iktidar geldi diye
konuşurlardı ve hatta halk okuma yazma bilmediği için yanlışlıkla
Demokrat Parti'ye oy verdi diyecek kadar ileri bile giderlerdi.
Şimdi aynı şeyi yine yaşıyoruz AK Parti’de… Aynı muameleyi bu
partiye yapmaya çalışıyorlar hem de halkı aşağılayarak, cahil
görmeye çalışarak…
“ASLINDA BEN DE BEYAZ TÜRK’ÜM
AMA…”
Peki, siz hiç kendinizi Beyaz Türk hissettiniz
mi?
Özünde ben de Beyaz bir Türk’üm. Benim babamın dedesi öğretmen,
dedem Yargıtay üyesi, hâkim. Babam hukukçu, bakan, gazeteci. O
açıdan bakınca ben de Beyaz Türk’üm. Ama şu var; Beyaz Türk olmak
demek dar kafalı olmak değil, bazı gerçekleri de artık kabul etmek
lazım.
Türkiye’de artık gündelik heyecanlar, hevesler, dostluklar,
mutluluklar ve hatta aşk bile unutuldu. Onların yerini siyaset
aldı. Siyasetle yatıp siyasetle kalkar olduk. Kahvede, pazarda,
kadınların altın gününde, yani her yerde… Mesela sizin evinizde de
akşam olduğunda ve aile toplandığında hep siyaset mi
konuşulur?
Tabii ki hayır. Bir kere benim üç torunum var. Biz siyaset değil o
torunlarımızı konuşuruz çünkü hayatımızın merkezi onlar. Ayrıca
Türkiye sadece siyaset konuşmuyor. Türkiye’nin çelişkileri var.
Mesela gazeteleri alın, üçüncü sayfalara bir bakın. Kıskançlık
yüzünden karısını öldüren adamlar, şiddete uğrayan kadınlar. Bu
kadar dar görüşlü görünen toplumda magazin sayfalarına geçin;
sürekli eş değiştiren kadınlar ve erkekler var. Tek boyutlu değil
Türkiye. İnsanların bir sürü uğraşı var. Siyaseti, siyasete çok
ilgi duyan kişiler daha çok konuşuyor. Yani Türkiye öyle siyasetle
yatan siyasetle kalkan bir ülke değil çok da…
Köşe yazarlığı, ekran yorumculuğu, TV programları,
konferanslar… Yoğun bir tempo. Günde kaç saat çalışıyorsunuz ve bir
günü nasıl geçer Mehmet Barlas’ın?
Eskiden çok daha yoğundum, şimdilerde tempom o kadar yoğun değil.
Artık yaşlandım da zaten, dile kolay 75 yaşıma giriyorum.
“SİYASETÇİLERLE İÇ İÇE
BÜYÜDÜK”
Yaş 75 dediniz de merak ettim gazeteciliğe doydunuz mu?
Herhalde bu meslekte “Şunu da yapsaydım” dediğiniz bir şey
kalmamıştır içinizde…
Benim avantajım gazeteciliğe çok erken yaşta başlamak oldu. İlk
köşe yazımı 18’imde Son Havadis’te yazdım. 22 yaşındaydım
Cumhuriyet’te dış politika yazmaya başladım. Babam dolayısıyla
siyaset dünyasının bütün isimleri ile birlikte oldum. Türkiye’nin
Cumhurbaşkanları kimlerdir? Mesela İsmet İnönü aile dostumuzdu.
Celal Bayar’in hayatını yazdım. Süleyman Demirel ile çok yakındık,
arkadaştık. Turgut Özal ile çok yakındık…
Gazeteci ile siyasetçi arasında biraz mesafe olmalı,
yanılıyor muyum? Ama siz de hiç duvar olmamış arada, hep iç
içeymişsiniz.
Benim için gazetecilikteki en önemli unsur güven. Size anlatılan
şeyin yazılıp yazılmayacağını o güven duygusu ile elemeniz lazım.
Eğer o güveni verirseniz, her şeyi öğrenirsiniz ve daha az hata
yaparsınız.
Eviniz çok güzel burada insan yaşlanmaz bence. Gördüğüm
kadarıyla mal,mülk, servet var, eee kariyer dersen zirvede. Peki,
huzur var mı?
Huzur olmasa diğer saydıklarının hiçbir anlam ve önemi kalmaz. Bu
eve gelecek olursak benim için tesadüf ve hayatımın en büyük
şansı. Ben 1977’de gazeteciliği bırakıp matbaacılığa
başlamıştım. Rahmetli ortağım Yılmaz Çetiner bir gün geldi dedi ki;
“Bir arsa var Gebze’de onu alalım, ileride burada matbaa kurarız”
12 bin dolara da aldık. 6 bin ben 6 bin de o vermişti. Sonra aradan
yıllar geçti, matbaacılığı bıraktım. O arsayı da açıkçası
unutmuştum. Yılmaz yine çıktı geldi ve dedi ki arsayı verelim,
karşılığında bir sana bir de bana ev veriyorlar. İşte bu gördüğün
ev öyle alındı, 6 bin dolara alınan bir yer aslında burası…
“SABAH’IN DESTEKLEDİĞİ ŞEYİ BEN DE
DESTEKLİYORUM”
Bugün sizi bulmuşken medya, siyaset ve size dair her şeyi
konuşmak istiyorum. Önce sizden başlayalım ve başyazarı olduğunuz
gazetenizden. Bir zamanlar Sabah Gazetesi'nin en büyük
özelliği çok sesli olmasıydı ama şimdilerde nedense tek seslilik
hâkim. Siz bu durumdan gazetenin başyazarı olarak hoşnut
musunuz?
Gazetenin genel yayın müdürü olsam farklı konuşurdum ama gazetenin
başyazarı olduğum için beni sadece kendi yazılarım bağlar, o konuda
konuşabilirim. Ben daha çok kendi yazılarıma bakıyorum, gazetenin
genel politikasına ters düşmemeye çalışıyorum. Ama Sabah’ın
desteklediği şeyi ben de destekliyorum.
“TAYYİP ERDOĞAN’I
YEDİRMEM”
Yani AK Parti iktidarını?
Hayır, Recep Tayyip Erdoğan’ı… Bakın aynı şeyi ben Turgut Özal için
de yapmıştım. Özal’ın sağlığında onu o kadar savundum ki, Özal’a ne
kadar saldırdıysalar bana da o kadar saldırdılar manşetlerden. O
zaman demiştim ki; “Özal’ı yedirmem” şimdi aynı şeyi Tayyip Erdoğan
için de üzerine basa basa söylüyorum. “Tayyip Erdoğan’ı
yedirmem”
“ONU O KADAR SAVUNDUM Kİ ONA SALDIRAN BANA
DA SALDIRDI”
Niye bu kadar seviyorsunuz Sayın Erdoğan’ı. Bu düşkünlüğün,
bağlılığın temelinde ne var?
Siz hayatınızda İstanbul’da metro olacağını düşünebilir miydiniz?
Siz hayatınızda hiç Marmara’nın altından tünelle geçeceğinizi
düşünebilir miydiniz?
“O BENİM ADIMA DA KAVGA
VERİYOR”
Ama teknoloji ilerliyor, çağ atlıyoruz. Dünya gelişiyor bir
kez. Türkiye’nin yerinde sayacak hali yoktu ki. Bunlar artık tüm
dünya ülkelerinde olan ya da olması gereken şeyler değil mi?
Erdoğan olmasa yerinde başka bir lider olsa bunlar olmayacak
mıydı?
New York’ta gökdelenler dikilirken, İstanbul’da en uzun gökdelen
karayolları binasıydı, o da 14 katlıydı. Türkiye geri kalmışlığı
kader gibi görüyordu. Rahmetli Özal bunu yendi, Tayyip Erdoğan ise
çok daha ileri taşıdı. Bunun da kıymetini bilmek lazım… Anadolu’yu
gezdim, köylere kadar çift yol yapılmış. Türk Hava Yolları’na
bakıyorum 70 milyon yolcu ağırlıyor. Dünyanın her yerine
gidebiliyorsun. Eskiden Ankara’ya gitmek bile bir maceraydı. Tayyip
Erdoğan, iktidarda kaldığı sürece o kadar büyük hizmetler etti ki
bana ve Türk toplumuna bu adama şimdi gel de olumsuz bir şey söyle.
Mümkün mü? Ayrıca Erdoğan benim adıma da bir kavga veriyor.
Nasıl bir kavga, neyin kavgası?
Türkiye’nin bütünlüğü kavgası… İşte ben de o yüzden Tayyip
Erdoğan’ı yedirmem diyorum.
Yoksa İflah olmaz Erdoğanist’lerden misiniz siz de… (Bu
tanımı Ersoy Dede Türkiye ile tanıştırdı)
Ben Erdoğanist değilim. Başka bir şey anlatıyorum. Körü körüne bir
bağlılıktan da bahsetmiyorum.
“ERDOĞAN’DAN FARKLI BİR DÜNYAM
VAR”
Hayran mısınız peki ona?
Bakın Erdoğan ile eğitimimiz, kökenimiz farklı. Ben devlet
liselerinde okudum, hukuk fakültesinde okudum, kafam Batı’da,
vücudum Doğu’da… Yani Cumhuriyet sentezi. Erdoğan’dan farklı bir
dünyam var ama ben bu ülkeye hizmet eden insanlara teşekkür etmeyi
borç bilirim. Atatürk’e nasıl bizi kurtardı, kurdu diye
minnettarsak Erdoğan’a da öyle. Ben Atatürk’ü de yedirtmem.
“ATATÜRKÇÜYÜM, ATATÜRK’Ü DE
YEDİRTMEM”
Var mı serde Atatürkçülük?
Elbette Atatürkçüyüm… Hiç şüphesiz…
“ATATÜRK’E DE ERDOĞAN’A DA
MİNNETTARIM”
Hem Erdoğancı hem Atatürkçü olunabiliyor mu?
Neden olunmasın ki olunur. Ben Kemalist değilim, Atatürkçüyüm.
İkisi çok başka şeyler. Ben Atatürk’ü seviyorum, takdir ediyorum ve
kendisine sonsuz minnettarım. Aynı şeyleri Erdoğan için de
düşünüyorum. Erdoğan’ı beğeniyorum, takdir ediyorum,
minnettarım.
“ERDOĞAN ASLA YALAN
KONUŞMAZ”
Erdoğan’ın en beğendiğiniz yönü nedir?
Yalan söylememesi. Ağzından çıkan laf neyse onu söylüyor. Yani
demem o ki düşündüğünü söylüyor. Çatal dilli değil.
“ÇATAL DİLLİ DEĞİL, O TERBİYESİZLİKLERE
TEBESSÜM EDECEK HALİ YOK”
Ama üslubu çok sert değil mi? Bazıları da o dili
kutuplaştırıcı buluyor…
Herkesin bir üslubu vardır. O kadar hakaret size edilse siz ne
yapardınız, hiç düşündünüz mü? Her gün küfredilecek size, inanılmaz
hakaretler edilecek. Siz de kalkıp o kişileri tebrik mi
edeceksiniz? Gezi olayları sırasında yapılan terbiyesizliklerden
birini hatırlatayım size isterseniz. Onlardan biri de “3. köprünün
adını Emine koyun, üzerinden herkes geçsin” şeklindeydi. Bu kadar
ağır bir hakaret karşısına kimse çok da yumuşak olamaz değil mi?
Resmen cinayet nedeni olacak terbiyesizlikler, tebessüm etmez kimse
bu tarz şeylere. Ben Erdoğan’ın bu üslubunu yadırgamıyorum.
“ ONU YAKINDAN TANIYORUM BAL GİBİ BİR
LİDER”
Siz Erdoğan’ı nasıl bilir, nasıl tanırsınız?
Size şunu söyleyeyim kendisini çok yakından tanıyorum. Kişi olarak
kendisi bal gibidir. Konuştuğunuz zaman her şeye ve her türlü
eleştiriye açık. Hatta bir keresinde oturup konuşuyorduk, dedim ki
“ Seni daha fazla eleştirmek istiyorum ama o kadar çok hakaret
ediliyor ki sana, bu kadar saldırı ardından benim eleştiri hakkımı
elimden alıyor adamlar” dedim…
Sık görüşür müsünüz?
Elbette görüşürüm.
Hangi sıklıklarda?
En son geçen hafta işte Ankara’da yemek yemiştik…
Kendisi ile var mı güzel bir anınız?
Belediye başkanıyken 28 Şubat’ta hapse atılmıştı, cezaevinde
ziyarete gittiğimde ona Turgut Özal’ın kitabını götürdüm. Ben
yazmıştım zaten kitabı da “Anılarla”. Dedim ki “ Bunu oku ki,
başından neler geçecek ileride” gör demiştim. Gayet mutlu olmuş,
gülümsemişti…
“ÖZAL’IN DA YANAĞINI
OKŞADIM”
Yakınlığınızı bilmeyen yok Erdoğan ile zira o Kasımpaşa
delikanlısının yıllar önce yanağını okşayarak zaten tarihe
geçtiniz. Çok eleştirilmiştiniz o dönem. Pişman oldunuz mu
sonrasında?
Ben Turgut Özal’ın da yanağını okşardım. Ne var bunda?
“SEVDİĞİM İNSANLARA
DOKUNURUM”
Siz siyasetçi yanağı okşamayı seviyorsunuz o
halde?
Yo ben sizin yanağınızı da okşayabilirim. İlla siyasetçi olmanıza
gerek yok. Buna vücut dili derler. O bir temastır ve ben sevdiğim
insanlara bunu yaparım. Hiçbir gariplikte görmüyorum bunda. Ben
birini seviyorsam onun eline, yanağına dokunurum.
“O YANAĞI YİNE
OKŞARIM”
Peki, bugün olsa Erdoğan’ın yanağını yine okşayabilir
miydiniz?
Tabii ki okşarım, neden okşamayayım…
“ERDOĞAN HİÇ DEĞİŞMEDİ, İLİŞKİMİZ ESKİSİ
GİBİ”
Liderliği dünya çapına ulaştı neredeyse, belki bugün o
hareketi yapsanız tepki gösterebilir ya da siz cesaret edemezsiniz
diye düşündüm bir an. Haksız mıyım?
Hayır, hiçbir şey olmaz. Ben Tayyip Erdoğan’ı çok yakından
tanıyorum. İlk gün nasılsa bugün de yine öyle. Hiç değişmedi
anlayacağın, zaten ilişkimizde eskisi gibi, o manada da bir değişim
yok. Bakın şu var; yıllar önce Milliyet’in başyazarıydım,
Vitali Hakko’nun düğünü vardı, arabamla çıktım gazeteden, düğün
alanına gittiğimde aracı park ederken, görevli polis geldi ve
“Burası Başbakan’ın aracına ait” dedi. Ben de “O başbakan ise ben
de başyazarım” dedim. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ya da
başyazarlık rütbe değildir. İnsanlar oturdukları koltuğa anlam
kattıklarında varlardır, bu durumdur hoş olan.
Tayyip Bey, sizce o koltuğa o dediğiniz anlamı katabiliyor
mu?
Kesinlikle. Hatta o koltuğu fazlası ile dolduruyor bile
diyebilirim. Bir an kendinizi koyun onun yerine, bütün bu sorunlar
sizin başında olsa ne yapardınız Allah aşkına? Çok merak
ediyorum.
“O ÇOK ÇALIŞKAN”
Peki, siz koyun bakalım onun yerine kendinizi, ne
yaşardınız mesela?
Çok zor. Bakın bundan önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i
hatırlıyorum, bütün Cumhurbaşkanlığı döneminde sadece Danıştay’da
davalar açtı. Bir kez yurtdışına çıktı. Tayyip Bey’e bak bir gün
Senegal’de öbür gün ABD, Almanya, Fransa’da gitmediği, temasta
bulunmadığı yer yok. Bir bakmışsın İstanbul’da bir davete
katılmış konuşuyor, bir bakmışsın 2 saat sonra Ankara ya da bir
başka yerde başka bir davette konuşuyor. Böyle bir çalışkanlık var
mı?
“ONLAR ONA KÜFREDEREK ELEŞTİRİ HAKKIMI
ELİMDEN ALIYORLAR”
Onu çok sevdiğinizi ve neden sevdiğinizi anladım fakat şu
sorunun yanıtını çok merak ediyorum. Hiç mi eleştirdiğiniz bir
tarafı yok Tayyip Bey’in. Neticede hatasız kul olmaz?
Bazıları ona bu kadar küfrederken sen eleştiremezsin. O eleştiri
hakkımı elimden alıyorlar bunu yaparak… Mesela ben kendisine canlı
yayında “Sen normalde bu kadar sert değilsin, üslubun niye
çok sert” diye sordum. Yanıtını da biliyordum aslında, o göründüğü
gibi sert biri değil sadece fazla üzüp, kızdırıyorlar, neticede o
da bir insan ve onun da bir sabrı var…
Siz Tayyip Erdoğan’ın yerinde olsaydınız ne yapardınız diye
sormuştum az önce…
Ben hayatımda siyasi parti kurup altı ay içerisinde iktidar
olmadım, beş tane seçim üç tane referandum kazanmadım ki hiç. Nasıl
onun yerine koyabilirim kendimi, mümkün mü? Onun yerine koymak bile
zor insanın kendisini…
“EN SAMİMİ ARKADAŞIM TURGUT
ÖZAL’DI”
Rahmetli Uğur Mumcu demiş ki “Gazeteci siyasetçinin
yanağını okşadığı değil yumruğunu yediği kişidir” Ama siz bunun tam
tersinde bir duruş sergiliyorsunuz. Barlas ailesi olarak
siyasetçilerle hep çok yakınsınız, peki bu gazetecilik açısından
sorunlu bir duruş değil mi? Mesleği daha objektif yapabilmek için
siyasetçi ve gazeteci arasında mesafe olmalı sanki…
İsteyen eleştirebilir ama ben konuda sizin gibi düşünmüyorum.
Gazeteci siyasetçi ile yakın olabilir. Neden olmasın? Siyasetçi de
insan gazeteci de. Makamlara takılmayın demiştim az önce. Ben kaç
Cumhurbaşkanı, kaç Başbakan gördüm biliyor musunuz, hepsiyle de çok
yakın arkadaştım. En samimi arkadaşım Turgut Özal’dı, çok yakındık,
ne var şimdi bunda?
Gazetecilik açısından zor bir durum olsa gerek
bu?
Hayır, hiç de zor değil. Kompleksleriniz ve aşağılık duygunuz yoksa
hiç de zor değildir.
“O ATATÜRK’TEN SONRAKİ EN BÜYÜK
DEVRİMCİYDİ”
Turgut Özal ile Tayyip Erdoğan arasındaki farklar
ne?
Turgut Özal bir kere daha yumuşak üslupluydu. İkincisi Özal‘ın bir
ayağı Malatya diğer ayağı New York’taydı. Yani daha dünyalıydı.
Türkiye’ye teknolojiyi açan insandı o. Bir ilkti bence Özal, hatta
Atatürk’ten sonraki en büyük devrimciydi.
Tayyip Erdoğan’sız bir AK Parti mümkün mü?
Sanmıyorum. Özal ’sız ANAP oldu mu? Olmadı. Tayyip Erdoğan olmadan
da AK Parti olmaz.
“BEN HAYATIMDA TARAFSIZ HİÇBİR
CUMHURBAŞKANI GÖRMEDİM”
AK Parti deyince hemen Erdoğan diyoruz. Erdoğan deyince AK
Parti diyoruz. Ama o artık bir Cumhurbaşkanı, bu bağlamda daha
tarafsız davranması gerekmiyor mu? Bu konuda kendisine epey
eleştiriler de var…
Ben tarafsız Cumhurbaşkanı hayatımda görmedim. Mesela önceki
Cumhurbaşkanlarından Ahmet Necdet Sezer’in görev boyunca hayatı AK
Parti ile kavga etmekle geçti. Çankaya’nın kapısını türbanlılara
kapattı. Şimdi bu tarafsızlık mı? Celal Bayar elinde Demokrat Parti
bastonu taşırdı. Doğru Yol Partisi’ni bölerken Demirel mi
tarafsızdı? Tek bir tane tarafsız Cumhurbaşkanı görmedim, siz de
öyle bir isim veremezsiniz bana çünkü yok.
“O ZATEN BAŞKAN”
Erdoğan’ı başkan olarak görmek ister misiniz?
O zaten şu anda başkan… Anayasa’nın 104. maddesini alın, halkın
seçtiğini düşünün; başkan zaten. Erdoğan, başkanlığı kendisi için
istemiyor. Bundan sonraki Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğu ters
düşerse kriz olur. Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ile halkın seçtiği
iktidar farklı olursa kavga çıkar…
Peki, bu sistemi Türkiye kaldırabilir mi? Zaten Türk halkı,
başkanlık sistemi nedir, çok da vakıf değil konuya…
Neden kaldırmasın? Mevcut sistemi sizce kaldırabiliyor mu? Türk
halkı parlamenter sistemi İngiliz halkı gibi genlerinde mi
taşıyor?
Ama nasıl bir başkanlık sistemi isteniyor, bu da çok iyi
anlatılamıyor sanki?
Parlamenter sistemi çok iyi anlattılar da o yüzden mi 61 Anayasası
ile 1982 Anayasası parlamenter sistemi tercih etti? Parlamenter
sistemlerde Cumhurbaşkanı’nın bu kadar yetkisi olur mu, neden 82
Anayasası böyle?
“28 ŞUBAT’TA SABAH’TA İLK SUSTURULAN
BENDİM”
İktidarlara yakınlık konusunda hiç özeleştiri yaptığınız
anlar oluyor mu, çünkü bir kesim bu yüzden sizi hem çok
eleştiriyor, hem antipatik buluyor, hatta nefret edenler
var?
Ben 1964’ün başında Cumhuriyet’te başladım. İlk defa bir gazeteden
kovulmam 12 Mart 1971’dir. 12 Mart darbesi ile ilk önce ben
ardından Şükran(Soner) gazeteden atıldı. Nedeni de gazetenin
patronajı ile kavga etmemdi. Çünkü onlar bu darbeyi destekliyordu.
Ben Nadir Nadi’yi tuttum, ben atılınca o da zaten istifa etmek
zorunda kaldı. 28 Şubat’ta Sabah’ta ilk susturulan bendim. Özal’ın
son iki yılında eleştirel yazılar yazdığım için kavgalıydık, hatta
TRT’de programım kesildi, yazılarım kesildi.
“ÖZAL ÖZÜR DİLEDİ,
BARIŞTIK”
Sonra ne oldu?
Sonra Semra hanımı gönderdi ve özür diledi barıştık. Yani her şey
dışarıdan göründüğü gibi olmuyor.
Özal’la yaşadığınız ilginç bir anınız var mı? Eminim kısaca
dinlemek herkesi keyiflendirecektir… Bir de Özal medyaya karşı daha
yumuşak tavırlıydı diyorlar?
1980’li yıllardı, aylardan da Ağustos. Denize giriyorum, Körfez
Savaşı vardı o dönemde de. Telefon çaldı, Cumhurbaşkanı Özal
arıyordu. “Ne yapıyorsun” dedi “Anadoluhisarı’nda denize giriyorum”
dedim. “Saddam Kuveyt’e girdi sen hala denize mi giriyorsun”
dedi. “Ankara’da politikacılar, bürokratlar var onlarla konuşsanıza
bu konuyu” dedim. Özal bana “hepsi mağarada yaşıyor, sen atla gel”
dedi. Sabah gittim, konuştuk her yerde manşet oldu. Gazeteci
ile politikacının ilişkisi böyle olabilir.
“HER DEVRİN ADAMI DEĞİLİM, EN BÜYÜK
DARBELERİ BEN YEDİM”
Geçtiğimiz günlerde önemli bir köşe yazarı ile sizin
dedikodunuzu yapıyorduk. O meşhur espriyi yaptı,dedi ki; “Bu ülkede
istikrar deyince aklıma ilk gelen isim Mehmet Barlas. 21 hükümet
değişti. O hepsini destekledi” bu gerçek mi?
Hasan Cemal’in Milliyet'te yazıları kesildiği zaman bir yazı
yazdım. “Hasan Cemal’in yazıları devam etmelidir” dedim. Hasan
aradı beni ardından, “Beni en iyi sen anlarsın” dedi. Hasan bana
bizzat şahit olduğu bir olayı anlattı; “1991 seçimlerinde Süleyman
Demirel, Cavit Çağlar ve ben uçaktayız, Konya’da uçak indi, Cavit
Çağlar telefona gitti, Cem Uzan’ın babasını aradı” dedi. Ben
de o sırada Star’da yorum yapıyorum. Demiş ki, ‘iktidara geliyoruz,
iktidar olduğumuz zaman o Mehmet Barlas’ı susturmazsan seni
batıracağım” Hakikaten Demirel seçimi kazandı ve benim Star’da
yaptığım program bitti. Hasan Cemal bunu bana anlattı. 1 ay sonra
Mehmet Barlas her devrin adamı diye yazdı. Yani onun tanık olduğu
28 Şubat’ta 2 sene işsiz kaldım. Televizyonda TGRT’de
programım vardı bitirildi. Sabah gazetesindeki yazılarım kesildi.
12 hükümeti sayayım mı? 12 Mart’ta ilk kovulan kişi bendim. Her
devrin adamı falan değil, en çok darbe yiyen adamlardan biriyim
ben.
“MESUT YILMAZ İLE ARAM HEP
KÖTÜYDÜ”
Hep derler ya iktidara kim gelirse gelsin Barlas ailesi
destekler, doğru mudur?
Desteklemez. İktidara kim gelirse gelsin, eğer medeni
ilişkilerinizi sürdürürseniz iyisinizdir. Ama Mesut Yılmaz ile aram
hiçbir zaman iyi olmadı.
“HER DEVRİN DEĞİL, TÜRKİYE’NİN
ADAMIYIM”
Yani her devrin adamı olduğunuzu kabul
etmiyorsunuz?
Asla, ben Türkiye’nin adamıyım.
Son dönemde medyada da çok şey değişiyor. Yazarlar
birbirlerini adeta hedef gösteriyor, yaftalıyor. Herhalde
Türkiye'de son dönemde gazetecilerin en iyi yaptığı şey bu. Hep
böyle miydi medya?
Hep böyleydi. Hiç değişmedi ki, daha beterdi bile diyebilirim…
“HAVUZ TANIMINA
KIZMIYORUM”
Yine son dönemde yeni bir tabirle tanıştık. Ve hep önümüze
çıkıyor bu; adına “Havuz medyası” diyorlar… Siz bu yakıştırmayı
nasıl buluyorsunuz, çünkü sizin gazeteniz için de bu tabir söz
konusu?
Hiç kızmıyorum, isteyen istediğini söyleyebilir. Mesela kendilerini
Kemalist ve Atatürkçü olarak sunanlar, Atatürk döneminde hiç basına
bakmışlar mıdır? Siz baktınız mı mesela o dönemde basına? Basın
tarihini incelediniz mi?
“GEÇMİŞTE MEDYANIN ÜSLUBU ÇOK DAHA
FECİYDİ”
İnceledim ama sizden dinlemek daha hoş olur…
Serbest Fırka, Halk Partisi’ne muhalefet ettiği zaman o zamanki
Ulus gazetesi Hakimiyet-i Milliye’nin başyazarı kimdi? Falih Rıfkı
Atay,Bolu milletvekili...Peki ne yazmış biliyor musun? Bence
bilmezsin, anlatayım; “Dünyadaki bütün muhalifler ırz düşmanları ve
katiller kadar alçaktır” Bu bir başyazıydı.
Hiç basın tarihine baktınız mı? Falih Rıfkı ile Ahmet Emin
Yalman’ın tartışmalarını okudunuz mu? O polemikleri izlediniz mi
hiç? Hayır. Genç kuşak kendi mesleklerinin geçmişini fazla
bilmiyor. Buna medyayı en iyi takip eden siz de dahilsiniz.
Falih Rıfkı iktidardan yana, Ahmet Emin ise muhaliftir, Ahmet Emin
Yalman dönme olduğu için, Falih Rıfkı bir yazısında diyor ki;
"Herhalde Selanik’teki okulda mubassır seni kapının arkasında
becerdi" diyor. Ahmet Emin Yalman’ın da cevabı şu: "Sende
herhalde Suriye'de Cemal Paşa’nın yanındayken oda seni çadırda
becerdi" . Bakın iki büyük isim birbirleri ile nasıl konuşuyorlar.
Bunları bilmeden bugün amma da kötüyüz derseniz yanlışa düşersiniz,
ama emin olun bugün çok daha iyiyiz.
Ama bugüne bakınca dışarıdan kötü görünüyor.
İşte bende diyorum ki gazeteci dışarıdan bakmaz, gazeteci içeriden
bakar. Bana son bir sene içerisinde 10 tane kitap okuyan gazeteci
saysanıza? Sayamazsın. Benim masamda şu anda bitirmem gereken 10
tane kitap var. Okumadan yazılır mı?
Ama çoğu okumadan yazıyor galiba anladığım kadarı
ile?
Ben de onu söylüyorum işte.
Buna rağmen çok eleştiriliyorsunuz, niye?
Dikkat çekmezseniz eleştirilmezsiniz ki.
“BİR KAMP İÇİNDE OLMAYI
SEVMEM”
Peki, siz aynaya baktığınız da nasıl bir Mehmet Barlas
görüyorsunuz? Hiç vicdan sorgulamasına gittiniz mi?
Ben bir kampta olmayı sevmeyen bir adamım.
Ama havuzun içindesiniz Mehmet Bey?
Bütün balıklar suyun içindedir yani. Havuzun dışına çıkınca
boğulurlar…
Bence o gazetede hiç muhalif bir bakış sergilemeniz mümkün
değil!
Eleştirebilirim ama sadece muhalefet etmek için saçma sapan yazılar
kaleme alamam ki.
Muhalif olmayı hiç denediniz mi?
Söylüyorum size işte Mesut Yılmaz’a ben tazminat ödedim. Süleyman
Demirel ile de aram iyi değildi. Ahmet Necdet Sezer ile de hiç
görüşmedim. Yedi yıl bir Cumhurbaşkanı ile görüşmemek ne demek?
“O CUMHURBAŞKANI GECE KULÜBÜNE
GİDERKEN…”
Ahmet Necdet Sezer, içe kapalı bir Cumhurbaşkanı’ydı, belki
ondan görüşmediniz?
İçe kapalıydı diyorsun ama Kanaltürk’ün o dönemki sahibi Tuncay
Özkan’ın gece kulübündeki sazlı davetine gidiyordu.
“BEN OLSAM
TUTUKLAMAZDIM”
Türkiye'de o kadar çok gazeteci içeride ki şu anda; bununla
ilgili vicdani bir duruş sergilediğinizi düşünüyor musunuz? Can
Dündar ve Erdem Gül ya da onlar gibi nice gazeteciler
var…
Ben yargıç olsam tutuklama kararı vermezdim.
Üzülüyor musunuz içerde olmalarına?
Tabi ki üzülüyorum, ama elden ne gelir?
Sizce siyasi bir rövanş mıydı içeride olmaları? “Bedelini
ödeyecek, onu öyle bırakmam” demişti Sayın
Cumhurbaşkanı…
Yargının nerede, ne zaman ne yapacağını bilmiyorum. Çünkü ben bu
ülkede Ergenekon davalarını da yaşadım.
“GÜLEN’E GİDİYORLARDI ÇÜNKÜ BİLİYORLARDI
Kİ...”
Ama Ergenekon’a dair birçok iddianın bir kumpastan ibaret
olduğu ortaya çıkmadı mı?
Yani, yargıya çok fazla güvenmiyorsunuz değil mi bu ülkede? Siz
güveniyor musunuz? Yargıya giderken neden herkes Fethullah Gülen’i
ziyarete gitti? Çünkü hepsinin Yargıtay ya da bilmem nerde davaları
vardı. Biliyorlardı Fethullah Gülen’in adaleti eline geçirdiğini.
Böyle bir ülke yani.
Siz hiç gittiniz mi okyanus ötesine?
Amerika’ya defalarca gittim ama Gülen için hiç gitmedim.
“ZAMAN GAZETESİ’NDE 1 HAFTA ÇALIŞTIM VE
GÜLEN İÇİN DEDİM Kİ…”
Cemaate hiç sempati duydunuz mu? Tüm vicdanınıza soruyorum
bu soruyu.
28 Şubat’ta Sabah’tan kovulduğumda beni Zaman Gazetesi’ne
çağırdılar, bir hafta Zaman’da çalıştım, yazı işleri toplantısına
katıldım, Bir gazete yaptık. Ertesi gün bir gazete geldi, bizim
yaptığımız gibi değil. “Ne oldu” dedim, “Hocaefendi beğenmedi,
değiştirdi” dediler. Ben de dedim ki “Hocaefendi gazeteci ise
gelsin burada otursun, imamsa camiye gitsin” Ertesi gün yazı işleri
toplantısına Gülen’in iki adamı geldi. İkinci gün, üçüncü gün devam
etti bu durum. Ardından gazetenin o dönemki sahibi geldi, 28 Şubat
süreciydi; dedi ki, “Mesut Yılmaz’ı eleştiriyorsunuz, lütfen
o bölümü çıkarın gazeteden” ve ben Zaman Gazetesi’den istifa ettim.
Ve o dönemde televizyona çıktığımda “Neden ayrıldınız” diye
sordular, 28 Şubat 1997’di, dedim ki, “Bir adam çeşme
yaptırır hayır işi diye buna hayrat dersek ve o çeşmeden pis su
akarsa o hayır işi olur mu?” Fethullah Gülen’in gazeteciliği de
böyle bir şey dedim.
O dönem Gülen’i eleştirmek de yürek istermiş!
Yok, yürek istemezdi ne olacak?
O dönemde büyük bir Gülen sempatisi vardı. Hatta Tayyip Bey
ve iktidarla da arası bir dönem çok iyiydi.
Tabii çok muteber bir adamdı.
Şimdi ne oldu da değişti?
Darbe teşebbüsü yaptı.
“GÜLEN AK PARTİ İKTİDARDA OLUNCA DAHA
GÜÇLÜ OLACAĞINI SANDI AMA…”
AK Parti'de her konuda kandırılmış. Ergenekon’da,
Balyoz’da, Cemaat olayında, çözüm sürecinde… Bir iktidar bu kadar
saf olmamalıdır değil mi?
Fethullah Gülen’in kendisini ideolojik olarak bağlı hissettiği adam
Said Nursi'dir. Said Nursi’nin hayatı hep sürgünde geçmektedir,
1956’da Isparta’dayken bir yazı yazıyor. Orada diyor ki, “Eğer
siyasi İslam, toplumda yüzde 90’ın üzerinde güçlü olmazsa, İslam
siyasete girdiği zaman kendisini tahrip eder” Ondan sonra Nurcular
hep iktidarı desteklemişlerdir. Said Nursi’yi desteklediği için
İnönü, Adnan Menderes’i çok eleştirirdi. Cemaate baktığınızda
1950-60 arasında Özal ile yakın oldular, Demirel ile yakın oldular,
Ecevit ile yakın oldular. 28 Şubat’ta Ecevit’i destekliyorlardı
mesela. Fethullah Gülen bunu unuttu ve sandı ki AK Parti iktidarda
olduğu için kendisi de çok güçlü sandı. Devlet yönetiminde hisse
istedi. O kadar güçlü olmadığı seçimlerde ortaya çıkınca işi
bitti.
Ecevit ile de yakınlığınız oldu mu hiç?
Tabii ki oldu. Ecevit gazeteciliğe babamın gazetesinde başladı.
“BU EV ÇOK SİYASETÇİ
GÖRDÜ”
Ağırladınız mı evinizde onu da?
Tabii ki ağırladım.
Bu güzel evde kaç siyasetçi ağırladınız? Mesela kaç
Cumhurbaşkanı, Başbakan hatırlıyor musunuz?
Hemen hemen herkes gelmiştir.
Her gazeteciye de nasip olmaz bu durum.
Çünkü gazeteciler genellikle davetlere gitmeyi severler. Kendileri
davet etmezler. Sofrası açık 3 tane gazeteci saysanıza bana.
“BENİM SOFRAM GAZETECİLERLE
DOLUDUR”
Bir Beykoz Vilları’ndan bahsediliyor.
Beykoz Villaları'nda kim evinde herkesi ağırlıyor? Pazar günü gelin
evim gazetecilerle doludur, her Pazar böyledir. Ben soframın açık
olmasını, paylaşmayı seviyorum. Ben müziği de hiç kulaklıkla
dinlemem. Mutlaka başkaları da dinlesin isterim. Kitabı neden
okurum? Bilgiyi paylaşmak için okurum. Paylaşmak diye bir olay var,
ben onu seviyorum.
“KENAN EVREN BANA DEDİ
Kİ…”
Kenan Evren’le de çok yakınmışsınız, hatta o vefat
ettiğinde Ahmet Hakan yazısında size ailecek başsağlığı dilemişti
ve çok kızmıştınız.
Kenan Evren’i en son Ali Şen’in evinde gördüm. 3 sene önce bir yaz
gününde, oturuyordu. Beni görünce ayağa kalktı.
“Cumhurbaşkanlığından düştükten sonra aleyhime yazmayan küfür
etmeyen tek kişi sizsiniz” dedi. Yani ben merhaba dediğim adama
özen gösteririm.
“ELEŞTİRİRİM AMA İHANET
ETMEM”
Ama eleştirilecek bir yanı varsa da eleştirirsiniz değil
mi?
Eleştiririm ama küfür ya da hakaret etmem. İhanet etmem.
12 Eylül’de Kenan Evren’in yanında ne arıyordunuz? Neden
öyle darbeci bir adamı evinizde ağırladınız?
12 Eylül’de yanındaymışım ifadesi yanlış bir kez. Kenan Evren benim
evime Cumhurbaşkanlığı’nın son ayında geldi. 1979 yıllarıydı
sanırım. İktidarda kim vardı hatırlayamıyorum şu an ama kavga
etmiştim, yazılarım kesilmişti. Telefon etti, “3 aydır yazılarınızı
görmüyorum neredesiniz” dedi. “Şu anda yazmıyorum” dedim.
“Ziyaretinize gelebilir miyim” dedi. Cumhurbaşkanlığının bitimine
bir ay kala söyledi. Geldi, karım-çocuklarım birlikte oturduk; Çay
kahve ikram ettik gitti.
“EVREN İYİ NİYETLİ BİR ADAMDI, ONA
TEŞEKKÜR DUYGUM VAR”
Kenan Evren’i sever miydiniz?
İyi niyetli bir adamdı, ona bir teşekkür duygum var. Ben 12 Eylül
darbesinden sonra yazarlığa başladım. Romanya’ya ilk seyahatimde
Milliyet’in başyazarıydım. Seyahat esnasında Milliyet’in Ankara
temsilcisi Orhan Tokatlı dedi ki, “Mümtaz Soysal’ı Fatsa’daki Terzi
Fikri lehine yazı yazdığı için hapse atmaya çalışıyorlar” Basın
davalarında zaman aşımı 5 senedir ama sıkıyönetime sebep olan bir
yazı ise 6 aydır. Kısa süre önce de Kenan Evren’in de eşi vefat
etmişti, ben de bir vefat yazısı yazdım. Uçakta yanıma geldi
“Mehmet Barlas nerede teşekkür etmek istiyorum” dedi. Yanıma
geldiğinde o yazım için teşekkür etti. “Benden bir isteğiniz var
mı” diye sordu. “Ben de var” dedim. Nedir diye sordu, “Mümtaz
Soysal’ı tutuklayacaklarmış, kendisi benim gazetemin yazarı, benim
aklımda Mümtaz Soysal varken başka bir şey olamaz” dedim. O da
“Öyle yazmasaydı” dedi ve gitti.
“ONA MÜMTAZ SOYSAL İÇİN BASKI
YAPTIM”
Romanya’ya indik, geldi yanıma “Seyahat nasıl gidiyor Sayın Barlas”
dedi “İyi gitmiyor çünkü aklımda Mümtaz Soysal var” dedim.
Köstence’ye gittik yine geldi “Sayın Barlas seyahat nasıl gidiyor”
dedi ve ben yine “İyi değil , aklımda Mümtaz Soysal var” dedim.
Dönüşte geldi yanıma “Seyahat nasıl geçti” diye sordu. Yine “İyi
geçmiyor çünkü hep Mümtaz Soysal’ı düşündüm” dedim. “Ya ben o işi
hallettim” dedi. İndik Ankara’ya hakikaten Mümtaz Soysal’ın dosyayı
kapatılmış. Böyle bir borcum var mesela.
“HİÇBİR PİŞMANLIĞIM
YOK”
Geçmişle hesaplaşacak kadar cesur musunuz? Vicdan
muhasebesi yapsaydınız. En çok kendinizi hangi konularda
sorgulardınız, pişmanlıklarınız var mı?
Hayır, hiçbir pişmanlığım yok. Geçmişe bakınca yaptığım bir
vicdansızlık göremiyorum, o nedenle böyle bir muhasebeye de gerek
yok.
Peki, hiç mi kendinize dair bir özeleştiriniz yok.
Gazetecilik hayatınızda hiç keşkeleriniz ya da hatanız yok
mu?
Gazetecilik hayatımda yaptığım hataları zaten aklı başında
meslektaşlarım bana uyarıları ile hatırlattılar. Cumhuriyet’teydim.
Suudi Arabistan Kralı gelmişti, onun basın toplantısına gittim.
Adam Atatürk hakkında vs. saçma sapan şeyler söylüyordu, ben de
çıktım adamla tartıştım, hatta muhafızları yanıma geldi. Sonra o
dönemki Genel Yayın Müdürümüz Ecvet Güresin’e dedim ki “Ecvet Bey,
o kralın ağzına ettim” O da bana kızdı “Sen nasıl gazetecisin,
gazeteci kavga etmez, laf alır” dedi. Mesela bu bir özeleştiri ve
hataydı.
Zaman zaman polemiklere giriyorsunuz ama kavgacı bir
üslubunuz yok gördüğüm kadarıyla…
Uzlaşmacı ve daha yapıcı bir yanım vardır…
Eleştiriye açıksınız değil mi, sorduğum sorulara bakınca
öyle görünüyorsunuz?
Kapalı olsam ne yazar?
“BANA YALAKA DİYENLER ÖNCE AYNAYA
BAKMALI”
Mesela size “Yalaka” diyenler var, buna kızıyor
musunuz?
Yazdıklarıma bakınca siz de öyle söyleyebilirsiniz. Fakat şu var;
Herkes asıl kendine yakışanı başkasına yakıştırırmış. Öyle birine
benziyor muyum sizce ya da ihtiyacım var mı? Çok büyük saçmalık bu
ve çirkin. Aynaya bakmalı bunu söyleyenler her kimse.
Biraz da medya konuşalım. Türkiye’deki medyayı nasıl
buluyorsunuz?
Dünyadaki medya ile Türkiye’deki medya arasındaki fark kaynaktan
geliyor. Avrupa’da medya sınıfsal gerginlikler üzerine kurulmuş,
işçi sınıfı-burjuva sınıfı, Amerika’da fonksiyonel medya, yani
haberin para ettiğini düşünmüşler. Türkiye’de ise medyayı devlet
kurmuş. Takvim-i Vekayi, ondan sonra o döneme baktığınızda
Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek partili döneminde tüm vekilleri
gazete sahibiymiş. Böyle bir kafa karışıklığı var burada, yani
kökene inmek lazım.
“BAŞBAKAN İDAM EDEN ÜLKEDE HANGİ MEDYA
ÖZGÜRLÜĞÜNDEN BAHSEDEBİLİRİZ?”
Ne kadar özgür Türkiye’de medya sizce?
Türkiye coğrafi konumu itibari ile İsviçre’nin ya da İsveç’in
konumunda olsaydı herhalde farklı olurdu ama burası Ortadoğu
ülkesi. Medya ne kadar özgür derken geçmişi peşinizi bırakmaz,
Başbakan’ın idam edildiği, dört tane askeri darbenin yapıldığı
ülkede hangi özgürlükten bahsediyorsunuz?
Ama artık dün dünde kaldı, biz bugünü konuşalım
bence…
Dün dünde kalmıyor işte bugüne yansıyor. Peşinizi bırakmıyor…
“VİRAJ ALMAYA ÇALIŞIYORLAR
ÇÜNKÜ…”
Ama bugün sizin de desteklediğiniz o çok özgürlükçü
bulduğunuz, AK Parti iktidarı var. Değişmedi mi Tayyip Erdoğan ile
medya, çağ atlayamadık mı?
Eski alışkanlıklar devam ediyor. Devlete bağımlılık her zaman var.
Gazete patronlarına bir bakın, buna Aydın Doğan da dahil, neden
viraj almaya çalışıyorlar? Demek ki devletle göbek bağları var ve
burada devletten başka kabadayı yok, işin özü bu.
“BASKI YOK AMA ONLAR BASKI ALTINDA
HİSSEDİYORLAR”
İktidarın medya üzerinde bir baskısının olduğunu düşünüyor
musunuz, böyle düşünen büyük bir kesim var?
Baskı yapılmıyor ama herkes baskı altında hissediyor kendini.
“ÇIKAR İMPARATORLUĞU
VAR”
Bir nevi korku imparatorluğu mu var?
Korku değil, çıkar imparatorluğu var.
“KESEDEN BAĞLIYSANIZ, VİCDANINIZDAN DA
BAĞLISINIZ”
O nasıl oluyor?
Medya patronları alışmışlar, devletten beslenmeye o nedenle de
özgür olamıyorlar. Kesenizden bağımlıysanız, vicdanınızdan da
bağımlı oluyorsunuz doğal olarak…
O halde Sözcü Gazetesi bu noktada yırtıyor çünkü sahibi
sadece medya patronu, işadamı değil, devletle de işi
yok…
Yalnız Sözcü’nün de bağımlılığı var gibi. Cemaate bağımlı değil mi?
Genel olarak böyle bir söylem var. Ben de tam olarak bilmiyorum,
okumuyorum da zaten…
Cemaatçi olmadıklarını defaatle açıkladılar… Bu arada viraj
dediniz ya az önce, tekrar Doğan Grubu’na dönelim o halde. Son
dönemde sürekli hedefteler, bir Aydın Doğan hücumu var iktidara
yakın medyada özellikle…
Evet, çok üzülüyorum, Aydın Doğan artık yoksul bir insan mı
diyorsunuz?
“TRUMP’IN ADINI DEĞİŞTİRMELERİ BENİM İÇİN
ÖLÇEK”
Ben öyle bir şey demedim ama Doğan Grubu’na karşı da son
dönemde büyük ve sistemli bir hücum var bunu görmemek için insanın
gözlerinden mahrum olması lazım herhalde?
Bak olaya şuradan bakalım; ben mesela sonuç bekliyorum, Amerika’da
Donald Trump dedi ki “Müslümanları Amerika’ya sokmayacağız” Bunlar
da mektup yazdı dediler ki “Kınıyoruz” Ama mektupla olacak iş değil
bu. Bakalım Trump Towers’ın adı değişecek mi, değişmeyecek mi? Bu
benim için büyük bir ölçek…
“DOĞAN GRUBU’NDAN O HAMLEYİ
BEKLİYORUM”
Tayyip Bey’le birlikte açılışı yapılmıştı Trump’ın,
hatırlatırım…
Olabilir Tayyip Bey ülkeye yatırım yapan herkesin açılışına
katılır. Aydın Doğan’ın Gümüşhane’deki açılışına da gitti
Erdoğan neticede. Trump’ın ismi değişirse enteresan olmaz mı? Daha
global ölçüde bir değişim bekliyorum Doğan Grubu’ndan…
Medya anlamında da bir değişim bekliyor musunuz Aydın
Bey’den?
Değişmedi mi?
Ne değişti ki?
Yol arıyorlar, çıkış yolu ama bilemiyorum ötesini…
“KİMSEYE YOLUN SONU
GÖRÜNMESİN”
Tam da bu noktada Doğan Grubu’nun baş kanlılarından Cem
Küçük, geçenlerde ünlü türkücü Musa Eroğlu’ndan bir alıntı yapmış
ve “Yolun sonu görünüyor” diye seslenmıştı
Doğan’a…
Ben o tür yaklaşımlara taraftar değilim. Herkes canı ne isterse onu
yazsın. Kimseye yolun sonu falan görünmesin,bu doğru değil… Ayrıca
ben Aydın Bey’le Milliyet’te 7 yıl çalıştım.
“AYDIN DOĞAN İLE BİZ EŞİTTİK
ÇÜNKÜ”
Sever miydiniz kendisini, nasıl bir patrondu size
göre?
Şimdi sevmek ayrı bir olaydır. Aydın Doğan’ın sahibi olduğu
Milliyet’te yedi yıl, iki yıl da Posta Gazetesi’nde birlikte
çalıştım. O gazetenin sahibi, ben de yazardım, yani ikimiz eşittik.
Benim patronum yok derim hep. Rahmetli Hasan Pulur derdi ki “Biz
gazeteciler kaplumbağa gibiyiz, evimizi sırtımızda taşırız bizim
patronumuz olmaz” Ben de öyle düşünüyorum.
“UNUTMADIĞIM TEK PATRON HALDUN
SİMAVİ”
Bab-ı Ali’nin Doğan’ı yok ötesi. Kendisi iyi bir patrondur
herhalde… Medyadan kimler geldi, kimler geçti, bir o
kaldı…
Valla benim unutamadığım patron Haldun Simavi’dir. Ondan
gazetecilik konusunda çok şey öğrendim. Ne haber, ne haber değil
bunu bana o öğretti. Dinç Bilgin de iyi patrondu ve dünyaya çok
açıktı. Dünyada en son çıkan, en yeni kitap neyse onun elindeydi.
Nadir Nadi ile müzikten, edebiyata, kültür anlamında her şeyi
konuşabilirdiniz.
“O GRUP TERÖRE TERÖR
DİYEMEDİ”
Hürriyet’in cam çerçeveler indi kısa süre önce, çok büyük
olaylar yaşadılar. Ahmet Hakan’a saldırıldı ve daha bir sürü olay
hatta Aydın Doğan ben “Hayatımda böyle bir baskı görmedim”
açıklaması yaptı, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Valla ben sadece şunu hatırlıyorum; adliyede DHPK-C’liler savcımızı
alnına silahı dayayıp, şehit ettiler ve ben Hürriyet’in ertesi
günkü manşetini hiç unutmuyorum. Teröre terör diyebildiler mi?
Diyemediler. Ben bundan gayrısını hatırlamıyorum.
Ama iktidara yakın medya organları da büyük haksızlık
ediyor. Aydın Doğan gibi bir ismi terörist yapıyor, DHKC’li
kıyafetleri giydirip manşete basıyorlar, bu kadarı da insafsızlık
oluyor sanki?
O benim sorunum değil, ben yapmıyorum. Yapanla konuşacaksınız…
Onlara söyleyeceksiniz. Bu Aydın Doğan’ın sorunu. Bakın bana
“Yalaka” dediniz ben bir şey dedim mi?
“BANA YALAKA DEDİKLERİNE GÖRE ONA DA
TERÖRİST DİYEBİLİRLER”
Estağfurullah, haddime mi? Yalaka diyenler var
dedim…
Tamam, o zaman işte. Bana yalaka dediklerine göre, Aydın Doğan’a da
“terörist” diyebilirler. Bu, bunun gerçek olduğu anlamına gelmiyor.
Herkese her şey denilebilir, her söylenen gerçek değildir.
Ama bir şeyi ne kadar dillendirirseniz inandırıcılığı da o
kadar artmaz mı?
İnanan inansın. Aydın Doğan’ın terörist olduğuna inanan varsa buna
kimse mani olamaz.
“HER NİMETİN BİR BEDELİ
VARDIR”
Bakın Beyaz Show’da canlı yayın esnasında anlık bir canlı
yayın kazası oluyor, fatura Aydın Doğan’a kesiliyor, bir spikerin
ya da programcının ağzından hatta TV programına katılan bir
yorumcunun ağzından bir cümle çıkıyor, fatura Aydın Bey’e
kesiliyor. Haber müdürü ya da yazı işleri müdürü değil ki kendisi
sonuçta…
Her nimetin bir bedeli vardır. Aydın Doğan’ın bence en iyi günleri.
Milliyet’i aldığında böyle büyük serveti yoktu. Sirkeci’de bir tane
otomobil galerisi vardı. Şimdi ardında milyarlarca dolarlık serveti
olduğuna göre meyve veren ağaç taşlanır.
Cem Küçük tarzı gazeteciliği nasıl
buluyorsunuz?
Ben kendi gazeteciliğime bakıyorum. Başkalarının yaptığı onları
bağlar, benim bu konuda yorum yapmam bence hiç etik olmaz.
“GAZETECİ OLARAK BEN DE
YAPARDIM”
Konuyu yine Can Dündar ve Erdem Gül’e getirmek istiyorum.
Kimi hainlik, ajanlık ve devletin gizli sırlarını ifşa etmek diyor,
kimi de gazetecilikten içerideler diyor. Sizin kanaatiniz
ne?
Ben yargıç değilim. Gazeteci olarak ben de yapardım…
“GENEL YAYIN YÖNETMENİ OLSAYDIM O HABERİ
BASMAK İÇİN DÜŞÜNÜRDÜM”
Yani basar mıydınız o haberi siz de?
Gazetenin genel yayın müdürü olsam önüme böyle bir haber gelse
herhalde basmak için düşünürdüm. Yani bir yargıcın, istihbaratçının
bakması ile devletin bakması ve gazetecinin bakması arasında fark
vardır.
AK Parti karşıtı olsaydınız ya da o yönde yazılar kaleme
alsaydınız şimdiki huzurunuz ya da bu refah hayatınız yine sürüyor
olur muydu?
Teyzemin bıyığı olsaydı, amcam olurdu derler (Gülüyor) Öyle bir
soru sordunuz resmen. Sorunun cevabına gelecek olursak, hayır bu
kadar huzur olmazdı.
“FEHMİ KORU’YU ÖZLEYECEĞİM”
En çok kıyımın olduğu meslek gazetecilik. Her gün patır
patır işten atmalar yaşanıyor. Hatta en ufak muhalif görüş beyan
eden kendini kapı önünde buluyor. En son Habertürk’ten Ruşen Çakır
ile Fehmi Koru gönderildi. Üzülüyor musunuz?
Fehmi Koru’yu aradım, seni özleyeceğim dedim. Sonuçta sevdiğim bir
arkadaşım benim. Benim meslektaşlarıma dönük hislerim içtendir.
Medyanın ayarında bir bozukluk var mı?
Bakın o ayar öyle yapılmış zamanında… Zamanla düzelecek bu. Arap;
Cidde’nin çölünde bir saray yaptırmış, ondan sonra İskoçya’ya
gitmiş bakmış her yer yemyeşil. İskoçya’dan bahçıvan almış
getirmiş, demiş ki “Benim çöldeki sarayımın bahçesini İskoçya’daki
gibi yemyeşil yapabilir misin” Bahçıvan demiş ki “Yaparız” o da
“Nasıl yaparsın” demiş, “Tam 300 sene günde üç kez sulayacağız”
demiş. Tam 300 sene dile kolay, öyle kolay olmuyor her şey.
“EVET YAZILARIMDA TEKRARA DÜŞÜYORUM
ÇÜNKÜ”
Geçtiğimiz günlerde size dair internet sitelerine bir haber
düştü.10 yıl önceki yazılarınızdan bazı kısımları, birebir
kopyalayarak okuyucularınıza "yeni" gibi aktardığınızı iddia
ediliyor. Patinaj mı yapmaya başladınız? Doğru mu bu
iddia?
Doğru, herhalde yapıyorum. Ben Türküm çünkü ve Türkler de kendini
tekrar etmeyi sever…
Haber cenneti bir ülkede yazacak bir şey bulamayıp da
tekrara düşmek de ilginç doğrusu?
Nedir, hangi haber cennetten gelmiş olsun bize. En büyük olay
Güneydoğu’daki terör olayları. Her gün onu da yazamıyorsun.
Durmadan bunu yazıyoruz ama her gün de aynı şeyi yazarsanız
bıktırır.
Okunan bir yazar mısınız?
Okunmasam benimle röportaja gelmeyi hiç düşünmezdiniz galiba. Size
bırakıyorum bu sorunun yanıtını…
“ZİRVEYE ULAŞMADIM, TÜRKİYE’DE KİMSE
ZİRVEDE DEĞİL”
Bazen zirvede bırakmak en güzelidir, nerede bırakmayı
düşünüyorsunuz. Bu işi noktalamak gibi bir planınız var
mı?
Daha zirveye ulaşmadım ben. Burhan Felek, 92 yaşındaydı, düşmüş
bacağını kırmış, nasıl oldu dedim, kütüphaneden kitap alırken
merdivene çıktığını ve düştüğünü söyledi. Hocam 92 yaşındasınız ve
sekreteriniz var neden böyle bir şey yapıyorsunuz, diye sordum.
Dedi ki, “Okumazsam bunayacağımı hissediyorum” Yani anlayacağınız
ben zirvede falan değilim, kimse de zirvede değil Türkiye’de.
Herkes ipin üzerinde yürüyor.
Kaç dönem AK Parti’ye oy verdiniz ve o her sandığa
gittiğinizde ne düşündünüz?
Ben öğrenciliğimin ilk yıllarında İngiltere’de torna fabrikasında
çalışıyordum, işçiydim. Yanımdaki işçilerden birine sordum. “Sen
muhafazakâr partiden mi yoksa işçi partisinden mi?” Cevabı
çok ilginçti. Dedi ki “Bak İngiltere’de iki soru sorulmaz, bir kaç
lira kazanıyorsun, iki hangi partiye oy verdin” Madem ki oy gizli,
neden bunu açıklayayım?
“TAYYİP ERDOĞAN’I
DESTEKLİYORUM”
Kafama taş geldi ama sağlam bir AK Partili olduğunuzu
tahmin etmek hiç de zor değil…
AK Partiliyim demedim, Tayyip Erdoğan’ı destekliyorum dedim ama
buradan yola çıkarak AK Partili olduğum yargısına varmak için Türk
olmak lazım. Siz de damardan bir Türk’sünüz belli ki, hayatta
İngiliz olamazsınız siz.
Türküm, doğruyum çalışkanım, elbette olamam.
Oldu olacak İngiltere’de sorulmayan bir soruyu daha sorun, kaç para
kazandığımı da…
Tamam sormuyorum… Korkuttunuz beni o yüzden başka soruya
geçiyorum. AK Parti’nin en çok eleştirdiğiniz icraatını merak
ediyorum.
En büyük hatası en başında Annan Planı'nı kabul etmemesi oldu.
Tayyip Erdoğan, Başbakan olduğunda bunu başından kabul etseydi
birinci turda, şu an Kıbrıs sorunu çözülmüştü ve Kıbrıs Türkleri
Avrupa Birliği’ne girmişti.
AK Parti’yi demokrat buluyor musunuz?
Demokrasinin ürünü çünkü halk seçiyor…
İcraatlarını nasıl buluyorsunuz?
Çok çalışıyorlar, Türkiye’ye iyi hizmet ediyorlar.
AK Parti içerisinden çıkacak yeni bir oluşum son günlerde
bir hayli konuşulur oldu. Gül, Arınç, Babacan’dan yeni bir parti
çıkar mı?
AK Parti’den ayrılıp parti kuranlar oldu zamanında ama tutmuyor.
Bence kursunlar, ama öyle bir oluşum olur mu bilemiyorum çünkü
yakın değilim onlarla.
Arınç’ın açıklamalarını nasıl buluyorsunuz, sizce bir
meydan okuma mı yoksa vicdani bir açıklama mıydı?
Yeniden milletvekili olmayınca kırgınlık hissetmiş gibi geldi
bana.
Havuz medyasında Arınç’ın linç edilmesini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Ben linç etmediğime göre bu onların sorunu… Sorunun yanıtı ben de
değil.
“AHMET HAKAN ÖNCE ŞUNU
YAPSIN…”
Bir de şehir efsanesi midir nedir bilemiyorum ama Ankara’da
şu konuşuluyormuş Erdoğan, Davutoğlu’ndan memnun değilmiş. Hatta
alternatifler belirliyormuş Numan Kurtulmuş ve Binali Yıldırım
gibi? Geçtiğimiz günlerde Ahmet Hakan da bunu kaleme
almıştı…
Bence Ahmet Hakan, Aydın Doğan’ın neden memnun olup olmadığına
baksa daha doğru bir iş yapar. Neden Aydın Doğan’ın damadı grubun
başına geçmiş, bunu düşünsün o. Bence tam tersi Erdoğan ile
Davutoğlu arasında müthiş bir uyum var. Davutoğlu da Erdoğan
ölçüsünde çalışmak için kendisini adeta parçalıyor, bu da çok hoş
bir şey…
“O TEKLİF İLK BANA GELDİ AMA KABUL
ETMEDİM”
AK Parti’den hiç vekillik için teklif aldınız
mı?
Hayır, benim siyasetle alakam yok. Mesela ilk akil adam teklifini
bana getirdiler ama kabul etmedim.
Neden?
Gazeteciyim çünkü. Devlet görevi, kamu görevi bunlar. Özal
döneminde TRT Genel Müdürlüğü teklif edildi, onu da kabul etmedim.
TRT’de haber dairesindeyken bir kere memurluk yaptım. Bir daha
hiçbir kamu görevi almam, bu yeter dedim.
Enteresan, gazeteciler şu an her şeyi
yapabiliyor…
Niye enteresan. Yapabilir ama bazıları yapmıyor.
Siyasetçilerle bu kadar yakın bir insan akilliği niye
yapmasın ki?
Ama ben siyasetçi değilim ki…
“GAZETECİ, SİYASETÇİ İLE YAKIN OLABİLİR
ÇÜNKÜ…”
Doğru diyorsunuz ama diğer akillerin de hepsi siyasetçi
değildi, aralarında gazeteciler vardı…
Benim gazeteci arkadaşlarım var, siyasetçi arkadaşlarım var,
edebiyatçı arkadaşlarım var. Siyasetçiler insanlık dışı varlıklar
değildir. Eğer aynı derece saygı-sevgi varsa arada bir siyasetçi
ile bir gazeteci arasında fark yoktur.
“BENİM MAHALLEM YOK”
Peki, bir mahalleniz var mı? Medyada herkesin bir mahallesi
var, yandaş-candaş gibi…
Benim bir mahallem yok.
Mahallesizlerdensiniz yani?
Evet, tek başımayım ben.
“AMERİKAN’IN PİSLİĞİ TÜRKİYE’YE
SIÇRADI”
Şu anda Türkiye’nin en büyük sorunu ne? Güneydoğu ve
Doğu’yu göstereceksiniz ama…
Elbette orası.
Biz orada ne olduğunu çok iyi göremiyoruz belki de medya
tam anlamıyla vermiyor. Ne oluyor Doğu ve
Güneydoğu’da?
Suriye’de ve Irak’ta olanlar buraya da yansıyor. Yani Amerikan’ın
pisliği buraya yansıyor. Amerika’nın beceriksizliklerinin sonucu
buraya da yansıyor.
Ne olacak?
Türkiye böyle çok bela atlattı. 1984-90 yılları arasında da bunları
yaşadık. 1 milyon kişi köylerden kentlere göç etti. Mersin’in
nüfusuna bakın, Antep’in nüfusuna bakın. Yani ilk defa yaşanmıyor
bu.
Fikri hayatınızdaki değişimler de dikkat
çekiyor…
Ben sosyal demokrasinin çok üst bir düşünce olduğuna inanırdım. Ama
zamanla liberal demokrasinin daha ileri olduğuna karar verdim.
Neden peki? Ne fark vardı arada?
Şu var, bireysel özgürlükler aslında sosyal demokraside bir
teminattır. Ama onu görmedim.
“İDEALİMDEKİ LİDER KEMAL KILIÇDAROĞLU (!)
ÇÜNKÜ”
CHP iktidara gelse o partiyi de destekler
misiniz?
Yani balık kavağa çıksa çok hayret ederim. Ama idealimdeki lider
Kemal Kılıçdaroğlu. (Gülüyor) Mesela Kılıçdaroğlu, vaat ediyor
diyor ki, “Memura şu maaşı vereceğim” diyor. “Nereden bulacaksın
kaynağı” diyorlar “Benim adım Kemal” diyor. Böyle bir lidere
Türkiye’nin ihtiyacı var.
AK Parti uyguladı Kemal Bey’in dediklerini…
Ama kaynağı buluyorlar.
Varmış ama kaynak, demek ki Kemal Bey boş yere
sallamamış.
Kaynak yok ama kaynak bulunuyor.
Onlar da bulamazlar mıydı?
Bakın şu kuralı hiç unutmayın; devletin hiçbir zaman yeterli
kaynağı yoktur. Ayna tutar gibi, bu ülke açlıktan sefaletten
kırılırken Özal nasıl yaptı bu Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü?
Yarattı…
Yaratmak meselesi… Ama Halk Partisi yaratamadığı için halk da
inandırıcı bulmuyor…
Ama iktidara gelmedi…
Ya Halk Partisi şu eseri bıraktı diyeceğiniz bir şey var mı?
Ama işte iktidar gelemedi ki bir gelsin
iktidara…
Ya diyorlar ki 10. Yıl Marşı'nda demir ağlarla ördük yurdu.
Ankara-İstanbul arasını 12 saatte gitmez miydik demiryolu ile?
Şimdi o dönemle bu dönemi mukayese edince çok da makul
gelmiyor dedikleriniz…
O dönemde Almanya savaştan çıktı, Tırmandı gitti, Türkiye niye
durmadan topalladı. Demek ki kafa… Özal gelene kadar bunları
konuşur muyduk? Yapabileceğimizi düşünür müydük? İhracat yapacak
Türkiye, Özal olmasa bu ihtimal düşünülebilir mi? Telefon otomatik
olacak. Özal olmadan bu düşünülebilir miydi? Vizyon çok önemli
siyasetçilerde…
“KOALİSYONDAN
ALLAH SAKLASIN…”
Siz bekliyor muydunuz AK Parti’nin yeniden tek başına
iktidar olacağını, koalisyondan yana değildiniz takip ettiğim
kadarıyla…
Tabii bekliyordum… Koalisyondan Allah saklasın Türkiye’yi.
CHP’deki bu Atatürk portresi tartışmasını da soracağım
size. Türkiye onca şeyle uğraşırken CHP’de bir portrenin
indirilmesi çözülemedi.
Halk Partisi’nin içindeki tartışmalar hiç ilgimi çekmiyor.
“BAHÇELİ O KONUDA HAKLI
ÇIKTI”
MHP’de ne görüyorsunuz bakınca?
Şimdi Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’la çözüm sürecindeki
eleştirilerinin haklı olduğunu görüyorum.
“BARIŞ YAPACAĞIZ DERKEN SİLAH
DEPOLAMIŞLAR”
Neden?
Çünkü adamlar barış yapacağız derken herifle silah depolamışlar.
Devlet uyumuş.
İşte burada AK Parti’ye eleştiriniz olabilir…
AK Parti’yi de eleştiriyorum, devleti de eleştiriyorum, zaten
kendileri de kendilerini eleştiriyorlardı. Tayyip Erdoğan’ın
kendisi de Dolmabahçe mutabakatı da yanlış demedi mi?
Sizce çözüm süreci devam etmeli mi?
Çaresi yok yani beraber yaşayacağız. Sonuçta siyasi kalıcı bir
çözüm lazım.
Hayalinizdeki Türkiye’yi de sormak istiyorum size, nasıl
bir Türkiye var? Ve bundan sonra önünüzü görebiliyor musunuz? Bu
kadar olay varken…
Türkiye’nin hep yarını bugünden iyi olmuştur. Yabancılar geldi
sordu söyledim, bizim hayatımız böyledir inişli çıkışlı ama genel
Türkiye’nin çizgisi hep yukarıya doğrudur. O yüzden Türkiye’nin hep
yarını bugünden iyi olmuştur. Yani ben kendi ülkemin geleceğine
güveniyorum.
“KOÇ’U SEVİYORUM
ÇÜNKÜ…”
Geçtiğimiz günlerde çok sevdiğimiz bir değeri yitirdik. Siz
de çok severmişsiniz okudum yazınızı. Mustafa Koç’tan bahsediyorum.
Ama o konuda eleştirdim sizi… Kızmayın bana lütfen ama bu kişiyle
ilgili başyazarı olduğunuz gazete Gezi olaylarından dolayı
‘Ananasçı’ manşetini atmıştı. O zaman neredeydiniz ve neden
savunmadınız?
Şimdi aynı şeyi ben de yazmışımdır muhakkak… Gezi kalkışması
Türkiye’de çok kafa karıştırdı. Yani Gezi kalkışmasına kadar yüzde
yüz Erdoğan’ı destekleyen yazarların o sabah yazdıkları tweetleri
hatırlıyorum ‘Halkım ayaklan artık’ diye.
Türkiye’de sermaye kesimi de Gezi kalkışması ile Tayyip Erdoğan’ın
sonunun geldiğine inandı. Herhalde Koçlar’ın bir kısmı da buna
inandı. Ama dün dündür. Mustafa Koç’un benim için önemi şu; Vehbi
Koç’un torunuydu. Vehbi Koç arkadaşımdı.
Peki, Gezi olaylarına siz nasıl bakıyorsunuz, amaç neydi,
hiç o gençlerde haklılık pay yok muydu?
Bir kere o çadırları niye yaktılar? Bu soruyu hep soruyorum.
Çeşitli iddialar var o yakanların da işi kışkırttıklarına dair… Ama
Gezi olayları sonrasındaki olaylar Başbakanlık Ofisi’nin basılması,
teneke çalınıp daha birçok eyleme imza atılması iyi okunmalı. İş
Arap Baharı’nın buraya yansıması gibi göründü. Neden CNN buradan
canlı yayın yaptı. Şu an Suriye’den 85 bin kişi tünel açıp
Türkiye’ye kaçmaya çalışıyor, CNN canlı yayın yapmıyor. Neden?
“TAYYİP ERDOĞAN
OLMASAYDI…”
Niye?
Yani dışarıdan bir şeyler vardı bu olaylarda. Biri işaret fişeği
çaktı. Bu işin bittiğini sandılar ama hesaplamadıkları şey
karşılarına 2 milyon kişiyi burada toplayacakları, Tayyip
Erdoğan’ın çıkacağını düşünmediler. Eğer Tayyip Erdoğan olmasaydı
Gezi olayları sonrasında Türkiye kargaşaya gömülürdü. Tıpkı Mısır
gibi, Tunus gibi, Libya gibi…
Türkiye’de en beğendiniz gazete hangisi?
Valla benim her gün çok dikkatli izlediğim gazete New Yor
Times.
Türkiye’den bahsettim…
Türkiye’de her gazeteye bakarım. Şu anda çalıştığım gazeteyi
söylerim, başka söyleyebilir miyim? Sizin de en beğendiniz internet
sitesi nedir diye sorsam, Medyaradar dersiniz…
Medyaradar derim tabii ki de… Siz nasıl buluyorsunuz
Medyaradar’ı…
Çok güzel, her gün bakıyorum mutlaka… Hem röportajları hem de haber
değerlendirmeleri de güzel…
Size bu güzel röportaj ve sizi daha yakından tanıma
fırsatını bana verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum…