23 Kas 2014 13:25 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 16:56

Mehmet Barlas: İyi ki Türk Sanat Müziği yasaklanmış

Barlas, Türk Sanat Müziği'nin medyada yer almamasının nedenini televizyon sahiplerinin kültürsüzlüğünden kaynaklandığını söyledi.

Türk Sanat Müziği tutkusuyla bir araya gelen Mehmet Barlas ve Oğuz Haksever, NTV televizyonu ve radyosunda her hafta alaturka müziklere yer veriyorlar. İlgi gören program kısa sürede müdavimlerini de yarattı. Sabah gazetesinden Salih Zengin, Barlas ve Haksever ile müzik, siyaset, kültür, tarih derken her makamdan çaldı...

Mehmet Barlas ve Oğuz Haksever'i NTV'de Gündem Masası programında da izliyoruz. Ancak gündemden bunalan bizler gibi onların da bir kaçış olarak gördükleri bir programları daha var: Makam Farkı. Alaturka müziklere yer veren bu program hatırı sayılır bir dinleyici kitlesine sahip. Mehmet Barlas ve Oğuz Haksever, gençlerin bu müzikleri dinlemediği eleştirisine katılmıyorlar ve programda bir müzik arkeolojisi yaptıklarını kaydediyorlar.

"Türk Sanat Müziği'nin medyada yer almamasının nedeni televizyon sahiplerinin kültürsüzlüğünden kaynaklanıyor" diyen ikili ile sohbetimize buyrun.

- Her ikinizde yoğun bir politik gündemle boğuşuyorsunuz. Ama sanki Makam Farkı'na geçince bu tür olaylar hiç olmamış gibi frekansın dışına çıkıyor, siz de başka bir zaman tüneline giriyorsunuz. Bu program sizin için bir terapi mi? Oğuz Haksever:
Valla bunu zaman zaman kendi aramızda da 'Ne güzel oldu değil mi?' diye konuştuğumuz oluyor. - Mehmet Barlas: Batılılar 'kaçış' diyor ya, öyle bir şey. Ama kaçmıyoruz da bir yandan, siyasetçilerin sevdiği şarkılar diye de bir program yaptık

- Türk Sanat Müziği'nin neredeyse hiç dinlenmediği gibi bir algı var. Doğru mu?
- MB: İşte onu söyleyenler halt ediyor. Çünkü çok dinleniyor. Gençlerin yoğun olduğu bir mekana gidin, birisi "Dök zülfünü meydana gel" diye Hafız Post'un şarkısına başlasın herkes o anda söyler.

- Bu ilgi medyaya neden yansımıyor?

- MB: O sanıyorum televizyon sahiplerinin kültürsüzlüğünden kaynaklanıyor. Gelişmiş ülkelerde televizyon kanallarını izlediğinizde üniversiteye gitmiş gibi olursunuz. Bizim Makam Farkı ile yaptığımız şey müzik arkeolojisi. Bu toprağın kültürünü kazıdığınız zaman altından Dede Efendi, Itri çıkıyor. Ama bir bakıyorsunuz İstanbul'un fethi döneminde kiliselerde söylenen ilahiler Itri'yi etkilemiş; Itri de Ermenileri ve Rumları etkilemiş.

- OH: İzak Baron ve Bimen Şen, kilise korosunda yetişme mesela. Oradan başlayıp muazzam eserler vermişler.

- Bir arkeolojik kazı yaptığınıza göre programdan öğrendiğiniz ne var?

- OH: Benim öğrendiğim müziğimizin ne kadar zengin olduğu. Ayrıca müziğimize dair umudun ve gelişeceğine dair arzunun hep varolduğunu öğrendim. Kayıt esnasında dostluk bir kanaviçe gibi nasıl örülür, işlenirmiş bunu öğrendim bir de.

- MB: Birisi zar attı düşeş geldi. Altılardan biri benim, biri Oğuz Bey. Öyle denk düştü ki...

- Dinleyici kitleniz orta kuşak mı, genç kuşağın da ilgi gösterdiğini düşünüyor musunuz?

- OH: Tabii ki orta yaş kuşağı. Gençler de var, ama gençler arasında ağırlık kendi sosyal çevresi Türk müziğine yatkın olan kişiler. Hayata kendi mikro dünyamızdan bakarsak yanılırız. Cihangir'de hayatını geçiren bir genç Türk müziğine o kadar ilgi göstermeyebilir ama dünya Cihangir'den ibaret değil. Aynı paraleldeki Erzurum'da bir genç ilgilenebiliyor.

- MB: Cihangir'deki çocuk sabah ezanını istemese de duyacak ve onun saba makamında olduğunu farkında olmadan bilecektir.

ZEKİ MÜREN SEVDİRDİ

- Bu müziğin 1936'da resmen yasaklandığı bir dönem var. Bu, büyük bestekarların yetişmesinin kapısını kapadı mı?

- MB: 1927'de de alaturka müzik eğitimi veren kurum kapatıldı. Bence tersine iyi ki yasaklamışlar. Çünkü o yasak yüzünden büyük bestekarlar turnelere çıkmışlar. Yesari Asım, Münir Nurettin filan Anadolu'nun bütün kentlerini dolaşmışlar. O yasak döneminde ortaya çıkan bestecilere bakın sayısızdır.

- OH: Ekmek parası denilen şey o kadar önemli ki... Mozart'a bakın ekmek parası için olağanüstü işler yapmış. Bizim çoğu bestecimiz de motivasyonlarını hayatta kalma ve geçinme dürtüsü ile beslemişler.

- Türk müziğindeki bozulmanın sebeplerinden birinin Zeki Müren olduğu öne sürülür hep. Katılır mısınız buna?

- MB: Yok katılmam. Bu dönemde şunu hissediyorum. Televizyon kanallarının sahipleri Türk kültürüne hiç önem vermiyorlar. Dizilerle filan reyting yapmaya çalışıyorlar. Fahrettin Aslan diye bir adam Türkiye'de yıldızları yarattı. Onun sayesinde müzikle uğraşmanın getiri sağlayacağını görüldü. O bakımdan yozlaşma değil, daha genç kitlelere Türk müziğini sevdirmiştir Zeki Müren.

- OH: Halka bırakın müziği kardeşim. Birileri istiyorlar ki o ülkenin dili, müziği, beğenisi kendisi tarafından kontrol edilsin. Sırf o yüzden bugün birçok insan Türkçe'nin yabancı dillerin etkisi altında olduğundan şikayet ediyor. Yabancı kelimelerin Türkçe karşılıklarına kendileri birtakım odaklar bulmaya çalışıyorlar da ondan. Bıraksalar sokağa neler çıkacak? 'Kendine iyi bak", neymiş İngilizce'deki "take care"den gelmiş, olur mu diyorlar. Yoo, Şeyh Galip 1300'lü yıllarda yazmış, "Hoşça bak zatına" diye... Aynı şey müzik için de geçerli. Bir ara eskiden TRT'de bir kurul vardı 'Tüfekçiler' diye, korkunç bir şey.

- MB: Ben bunu aştım mesela. Modern Folk Üçlüsü alaturka söylerdi, o kurul reddetmiş. Ben de haber dairesinin başındayım. Modern Folk Üçlüsü'nü ilk kez ben, bu bir haber programı diye yayınladım. Böylece denetimi deldim.

- Madem bu müziğin sokağa yaslanan ve benimsenen bir tarafı da var. Fazıl Say'ın arabesk müziğini 'vatan hainliği' ile itham etmesine nasıl bakacağız ?

- OH: Öyle diyebilir ama bırakacaksınız. İnsanlar müziğini de üretsin, beğenisini de ona göre geliştirsin.

- MB: Fazıl Say, Dede Efendi'yi Mozart'ı kıskandığı kadar kıskansa çok hoşuma giderdi. Ama güncel siyasete uyumlu, polemik yapmak için konuşunca hoş olmuyor.

- Özel arşivinizde ne kadar şarkı var?

- OH: Bilmiyorum ki saymadım. 160 GB'tan iki iPod dolduracak kadar var.

- MB: Bende çok karışık. 40 bini aşkın parça var ama 5 terabaytlık bir harddisk geldi, 520 bin parça var, bütün dünyadan.

- Türk Sanat Müziği'ndeki son keşfiniz kimdir?

- MB: Elazığ Belediyesi sekiz CD'lik bir albüm çıkarmış, orada birtakım sesler dinledim. Mesela Naci Sönmez, Elazığ klasik korosunda imiş, nasıl yumuşak bir ses...

- Hangi makamlar sizler için vazgeçilmezdir?

- MB: Fasıl deyince kürdilihicazkar, şarkı deyince hüzzam ve nihavend. Çok keyifli olduğum zaman sultani yegaha bayılıyorum. Mahur da öyle.

- OH: Benim için acemkürdinin özel bir yeri var. Rast, mahur, segah makamlarını severim. Bir de ben bunları ud'la kolay çalıyorum ondan. Hüzzam'ı Mehmet Bey sayesinde sevdim, daha önce pek dinlemezdim. Sokağa çıkın bir istek yapın, çoğunluk hüzzam ister. İçliliğin, Anadolu'nun sesidir.

- Dünyada arzu ettiğiniz bir makam var mı, koltuk anlamında?

- MB: Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı gibi makamlar vardır.

- OH: Ben makamımdan çok memnunum şu anda. Bir koltuğu yok bunun. Koltuksuz bir makam benimkisi.

MEHMET BARLAS:Başucumda bir radyom var, Çin malı

- Radyonun hayatınızdaki yeri nedir?

- Hayatımız radyo ile başladı. İlk radyom da galenli radyoydu. 1940'ların sonunda küçük amcam üniversitede okurken baktı müziği seviyorum, bana galenli bir radyo yaptı. Galenli radyo ilginçtir. Bir kutu vardır, kurşuna ibre değer, oradaki ses dalgalarını alır kulaklıkla dinlersiniz. Elektriğe gerek yoktur yani.

- Ne gibi izler bıraktı sizde?

- Akşam saat beş buçuk deyince İncesaz başlardı. Özellikle yazları Boğaz'da Yeniköy'deki dedemin bahçesinde domates, peynir ve rakı kokusu ile özdeşleşirdi. Sonra radyoda programlar yaptım.

- Şu an evde radyonuz var mı?

- Başucumda bir radyom var. Çin malı.

- Siz de iz bırakan başka hangi radyo programları vardı?

- Eşref Şefik güreş anlatırdı. Ankara'da pazar sabahları Erdoğan Çaplı'nın müzik programı vardı. İlkokul yıllarında iken cumartesi akşamları Ayşe ablanın programlarını dinlerdik. Hatta o dönemlerde anti komünizm çok moda idi. Çocuklar oyuncak yüzünden kavga ediyor diye, 'Diş fırçamızdan başka her şey hepimizindir' dedi ve hakkında komünizm propagasından dava açıldı.

- Radyoya dair bir kötü anınız var mı?

- Denizde kürek çekiyorum, babam karşımda oturuyor. Grundig marka transit bir radyo vardı. Menderes'in idam edildiği haberi verilince babamın ağladığını hatırlıyorum. Bir de çocukken anlamadığım bir şey vardı. Saat 07.00'de oyun havaları çalardı. Adam işe giderken arabayı durdurup göbek mi atıyor diye düşünürdüm. Meğer erken kalkan kırsal kesim ve köyler içinmiş.

OĞUZ HAKSEVER: Evde radyo sürekli açık olurdu

- Sizin radyonuz var mı hala?

- Evimde yok, çünkü bulunduğum yerde FM çekmiyor. Artık orta dalga filan da kalmadı. Ama internet var. Tüm radyolar da internette var, oradan dinliyorum. Eskiden işyerimde masamda radyom yanımda olurdu. Urfa'da iken 1963 yılında tanıştım radyo ile. Ondan sonra da hiç ayrılmadım. Sierra marka bir radyomuz vardı ve sürekli açık olurdu. Annem vefat edince o radyo bana kaldı, şimdi oğlumun odasını süslüyor. Ön kısmı bez bir radyo ve içinde FM de var. Lambası da ısınıyor.

- Nasıl bir anınız var radyoya dair?

- Sabah 07.30 haberlerini dinlerken 1971'de, Deniz Gezmiş'lerin asılma haberini oradan duymuştum. O manzara gözümün önünden gitmiyor.