MEDYAYA YÖN VEREN CEO'LAR KONUŞTU; TÜRKİYE'DE MEDYA NEREYE KOŞUYOR?
Mediacat dergisi İrfan Şahin, Kenan Tekdağ, Serdar Çaloğlu, Cem Aydın ve Vuslat Doğan Sabancı'ya medyanın geleceğini sordu. İşte çok konuşulacak o röportaj...
Mediacat dergisi, bu ay ülkemiz medya sektörünün yüzde 50’den
fazlasını oluşturan dört büyük grubun temsilcilerini bir yuvarlak
masa çevresine topladı. Bu tepe yöneticilerinden bakış açılarından
sektörün dünden yarına uzanan süreçteki dengelerini, dinamiklerini
ve beklentilerini dinledi.
Yuvarlak masa toplantısını MediaCat Genel Yayın Yönetmeni Pelin
Özkan yönetti. Toplantıya Ciner Medya Grup Başkanı Kenan Tekdağ,
Çukurova Medya Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Serdar Çaloğlu, Doğan TV
Holding CEO’su İrfan Şahın katıldı. Doğuş Yayın Grubu Genel Müdürü
Cem Aydın ise mazereti nedeniyle katılamadığı toplantının
sorularını dijital ortamda yanıtladı.
MEDYADA İYİ ŞEYLER OLUYOR
Medya yöneticilerinin de belirttiği gibi Türkiye’de medya beş yıl
Öncesine kadar Meksika-Brezilya dizilerini ithal eden, yayınlayan
bir endüstriydi. Oysa şu anda 72 ülkeye dizi ihraç eden ve
ihracatta İlk beşe giren bir konuma gelen bir medyamız var. Artık
Türk medyası Türkiye’nin ’soft povver’ı. Doğan TV CEO’su İrfan
Şahin: ’Şu anda ihracatta o kadar İyi bir yerdeyiz ve geldiğimiz
yer öyle muazzam ki, artık bırakın dizi ihracatını, hikaye. roman
ve format satmaya başladık.’ diyor. Türk dizileri, programları
artık Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunuyor, turizmi destekliyor
ve üstelik bu beş yıl gibi kısa bir sürede gerçekleşti.
MEDYADA KÖTÜ ŞEYLER OLUYOR
Her ne kadar dünyanın her yerinde medya siyaset, bürokrasi, iş
dünyası vb. çevrelerle sıkıntılar yaşıyor olsa da, bizdeki durum
çok farklı.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü tarafından hazırlanan basın
özgürlüğü endeksinde 2002 yılında Türkiye, 99’uncu sıradayken 2011
yılı itibariyle listede 143’üncü sırada ver alıyor.
Dünyada mesleklerini yapmaları suç sayılarak tutuklu bulunan
gazetecilerin sayısı 170 iken bunlardan 83 tanesi Türkiye’de. Ve bu
konuda Türkiye listenin en başında ver alıyor. Hiçbir zaman listede
özgür ülkeler arasında yer bulamayan Türkiye, siyasi atmosferin
çalkantısıyla daha da kötü bir konuma doğru gidiyor.
Hal böyle olunca, medya yöneticilerini de karşımızda bulmuşken
sorabileceğimiz tüm soruları sorduk. Onlar da tüm içtenliğiyle
sorularımızı yanıtladılar. Sayfalarımızın izin verdiği ölçüde
konuştuklarımızı aktardık. Aktaramadıklarımızı ise hafızalarımıza
ve arşivimize kaydettik.
Veri karanlığındaki fiyatlandırma
Pelin Özkan: Şu anda sektörün en acil sorunlarından birisi
ölçümleme. Bu genel olarak sektörü ve gruplarınızı nasıl etkiledi?
Bu konudaki beklentileriniz neler?
Serdar Çaloglu: Önümüzdeki günlerde bir toplantı
var. TİAK içinde daha konsantre, daha uzman, -uzman derken
kişilerin yeterlilikleri açısından değil de, sonrasında
oluşturacakları konsantrasyon açısından- 20-2.S kişilik bir komite
oluşturuluyor. O komite çalışacak ve yönetim kuruluna rapor
yerecek. Hidayet Karaca’nın bu krizi iyi yönettiğini düşünüyorum.
Belki, TİAK’daki örgütlenme olmasaydı çözüm dönemi daha da uzun
sürebilirdi. Yüzde 100 olmasa da, yüzde 70-80 Eylül ayı itibariyle
ölçümleme yeniden başlayacak.
Pelin Özkan: TİAK tarafından görevlendirilen
Marmara Üniversitesi’nden denetçiler neden istifa etti?
İrfan Şahin: Çok basit bir şey vardır; denetçiyi
görevlendirip isteklerini belirtirsin. Herkes görev tanımına göre
hareket etmek zorundadır. Datalar var ve dataları denetçi dışarı
çıkarmak istiyor, ancak yetkililer de ’Bu verileri burada incele’
diyor. Bu nedenle çıkan bir anlaşmazlık oldu.
Uluslararası Denetçiler Birliği var, bu işin nasıl yapılması
gerektiği ile ilgili kurallar var. Şimdi anlaşma daha düzgün, bu
kurallara uygun yapıldı.
Serdar Çaloglu: Özeleştiri bence bu işin kilit
noktası. Bu özeleştiriyi medyanın yapması lazımdı. Koca koca
kanallar ve yöneticileri, yani bizler, bu işi yeni öğrendik. Daha
önce her şeyi AGB’ve teslim etmiş durumdaydık. Şimdi süreçleri
öğrendik.
Kenan Tekdağ: Bir de soruşturmaya yönelik bilgi
eksikliği var.
İrfan Şahin: Bilmeyen herkes konuştu bu konu
hakkında. Bütün problem o.
Serdar Çaloglu: Ölçüm Eylül’de 2 bin 700’e yakın
’people meter’la başlayacak. Zamanla 3 bin 250 ’people meter’a
ulaşılacak. Aslında şu anda da ölçüm yapılıyor ancak açıklanmıyor.
TNS devam ediyor. Eğer hukuki süreçle İlgili bir sorun yaşanmazsa
Eylül’de verilerin açıklanmaya başlanmaması için hiçbir sebep yok.
Şayet böyle bir sorun olursa, ya da veritabaıııııııı tamamen
yeniden yapılanması gibi rezalet bir durum gerçekleşirse süreç
yedi, sekiz ay daha uzar.
Pelin Özkan: Şimdi her iki sistemin de satış
performansını gördünüz. Veriler açıklanınca satışlarınız nasıl
devam edecek? Fiyat stratejiniz ne olacak?
Serdar Çaloglu: Biz GRP saniye satan şirketleriz.
O ortadan kalkınca önce sudan çıkmış, balık gibi olduk, sonra hızla
adapte olduk. Devam eden programların daha önceki performansları
belli. Ayrıca alternatif bir takım revting ölçümleri de var şu an.
Onlar da resmi olmamakla birlikte birer belirleyici olabilirler.
Aslında yeni bir sistem oluşmadı, hep geçici ve ilave edici.
Revting verilerini bekliyoruz. Eğer sorunuz şimdiki metotla tekrar
GRP saniye satma metodu arasında ne yapacaksınız ise bizim
metodumuz GRP saniye. Medya ajansları da bu beklentide. Ajanslardan
hiç kimse çıkıp da ’Ben revting sonuçlarına bakmıyorum" demez.
İrfan Şahin: Revting ölçümleme sisteminin amacı
reklamverenin hangi malı kaça alacağını tespit etmek. Sistem bunun
için kurulmuş. Amaç huvsa, zaten ona göre satarsınız. Başka bir
seçeneğiniz yok.
Pelin Özkan: Şu anda SBT datalarını ne kadar
dikkate alıyorsunuz?
İrfan Şahin: SBT masanın bir tarafında referans
olarak var, olmak zorunda. Hiç referansın olmadığı bir yerde SBT
verileri göz ardı edilemez. TNS’e ya da SBT’ye karşı değiliz. Biz
reklamverenin baz aldığı, referans aldığı şirket ve verilerini
kabul etmek zorundayız.
Ben kendi şirketim için konuşacak olursam; biz SBT verilerini
referans alarak satmıyoruz. Çok rahat bir şekilde SBT’ye göre
performansın çok üstünde olan programlarımız var. Örneğin biz Kötü
Yol’u Temmuz’da girdik. Ama bu diziyi yaz fiyatlarıyla satmadık.
Fiyatımızı ’ açıkladık. İsteyen ödedi, ödemek istemeyen
vermedi.
Serdar Çaloglu: Bu sistem büyük kanallar için çok
doğru. Ancak haber, kanalları o sistem içerisine girdiğinde
olmuyor. Gazeteler açısından da sorun bu zaten. Bir yandan
demokrasiye hizmet etmelisiniz, ama diğer taraftan da bir eğlence
işi var. Burada reklamverenierin bir sorumluluk hissetmesi
gerekiyor.
İrfan Şahin: Ben bu konuda sizinle aynı
düşünmüyorum. Bence haberin tanımı artık değişti, yani dünya
değişti. Dolayısıyla, haberden ne anladığımız çok önemli. Bana göre
her şey haber konusu.
Yani sizin main stream bir kanalda yapmış olduğunuz bir dizide,
belgeselde, tartışma programında verdiğiniz her şey haber.
Dolayısıyla ben o anlamda baktığım zaman bir haber kanalı İle bir
tematik kanal ya da diğerleri sırasında pek fark olduğunu
düşünmüyorum
Haber kanalları reyting sistemine dönecek
mi?
Kenan Tekdağ
Ciner Yayın Grubu Başkanı
Reyting ölçümü durdurulmadan önce biz sistemden çıkmıştık.
Ölçümlemenin ve denetlemenin haber kanalları için farklı olması
gerektiğini savunuyorum. Çünkü haber medyacılığının en önemli
fonksiyonu katılımcı demokrasiye yaptığı hizmet, olgun yurttaşlık
bilincinin oluşmasındaki katkı. Eğlence unsurunu öne alarak günün
belli bir saatinde yüksek bir reyting almak ve diğer pozisyonları
icra etmek... Yarışı buna göre kullanmanın kendi kendimizi aldatmak
olduğuna ve kurak bir sisteme yol açtığına inanıyorum. Ancak bunu
bile bile ölçümleme başladığında sisteme yeniden dahil
olacağız.
Sadece reyting ölçümü açısından değil RTÜK’ün kurumsal
düzenlemelerde de haber kanallarını ayrı tutması gerekir. RTÜK iki
ayrı kriter uygulamalı. Eğlence kanallarını ayrı bir kriterle
değerlendirmeli. Haber kriterlerini yayın ilkeleri açısından da
katkı paylalarının katılımı açısından da, reklam ilişkileri
açısından da, yayın planlamaları açısından da tamamen farklı yani
tematik kanal olarak değil haber kanalları olarak ayrı bir kapsamda
değerlendirmeli. Bunu da aynı ilkeden hareketle söylüyorum. Haber
kanallarına, haber medyasına, diğer kanallara olduğu gibi evrensel
habercilik kriterleriyle bakılmalı.
Kanallar arası transferler
Pelin Özkan: Televizyonlar arasındaki proje
transferleri yeni sezonda dengeleri nasıl değiştirecek?
BİZ ÜRETİYORUZ
Serdar Çaloğlu: Bir kanaldan başka bir kanala
geçen proje ya da programın reytinginin aşağı düşme riski çok
yüksek. Şu ana kadar bunu yaşamayan iki tane istisna var bildiğim
kadarıyla. Kurtlar Vadisi ve Muhteşem Yüzyıl. Onlar da bir miktar
düşüş yaşadı ama dramatik değil. Örneğiz Ezel gibi bir dizi bitti.
Bunun nedeni ne biliyor musunuz? Programları sadece yapımcılar
oluşturmuyor. Programlar kanalla birlikte oluşuyor. Dolayısıyla
programın başarılı olması için yapımcının harika olması önemli ama
yeterli değil. Planlama ve promosyon da önemli.
Kanal D şu an ekonomik ve reyting olarak sektörün lideri Bu
transfer meselesine kesinlikle prensip olarak karşı. Çünkü
televizyonculuk üretkenlik gerektiren bir alan. Kanalların transfer
stratejisini ben bireysel olarak çok yanlış buluyorum. Ama benim
kanalıma program aldıkları için değil. Önemli olan şu, örneğin
Türkiye’De Vehbi Koç gibi 4 kişi daha olsaydı çok daha gelişmiş bir
ülke olabilirdik. Türkiye’de Kanal D performasında 4 tane kanal
olsa daha iyi bir medyaya sahip oluruz. Nedir Kanal D ve Show
TV’nin özelliği? Biz üretiyoruz.
İrfan Şahin: Biz son iki yıldır bu konuda bayağı
yol aldık. Mesela iki tane prodüksiyon şirketi kurduk. Adetsel
olarak neredeyse yüzde 60-70 oranında kendi programlarımızı
kendimiz üretiyoruz. Tabii nasıl ürettiğimiz de çok önemli. Mesela
Öyle Bir Geçer Zaman ki son yılların en yüksek reytingli programı.
Üretim aşaması iki yıl sürdü, Kayıp isimli bir projemiz var, 2010
yılı Haziran ayında başladık, önümüzdeki Eylül’de vayına girer mi
emin değilim. O projede şu ana kadar 5 tane senarist
değiştirdik.
Televizyon işinin kökeni yaratıcılıktır. Ben kendi şirketimdeki
organizasyonumu birkaç yılda değiştirdim. Eskiden klasik bir
televizyon yönetim tarzı vardı. Bu klasik tarzın dışında bir
organizasyon yapısına gidiyoruz. Ana hedefimiz personel
kaynağımızın yaratıcı insanlardan oluşması. Yaratıcı insanlar
dediğiniz zaman jk modeliniz değişir. Sabah 09:00 akşam 18:00 mesai
saatiyle çalışamazsınız. Amaç sürekli fikir üretmek ve onları
reafize edebilmek olmalıdır. Marka yaratmak, katma değerli ürün
yaratmak önemli. İçinde bulunduğumuz endüstriye televizyon
endüstrisi demek çok doğru değil bence. Buna "entertainment
endüstrisi’ demek gerekir ki, o da çok katma değeri yüksek bir
endüstridir.
ACUN NEDEN STAR’A GİTTİ?
Pelin Özkan: Serdar Bey, Acun neden Star’a gitti?
Bu Show’u yeni sezonda nasıl etkileyecek?
Serdar Caloglu: Acun çok duygusal bir çocuk ve aynı
zamanda da halka daha yakın ve samimi olmak adına transparanlığı
bir strateji olarak benimsemiş durumda. Bundan olsa gerek, son
zamanlarda parasını alamadığıvla ilgili şikâyet etmeye başladı.
Bana şikayet etseydi farklı olurdu, ancak medyaya şikayet edince
durum değişti, Biz de geleneğimizi bozduk ve açıklamalar vapmak
zorunda kaldık.
Yedi gün televizvonlar için oklukça pahalıdır. Yedi günün üç gününü
Acun’la geçiriyorsunuz, of season dışında. Biz piyasa koşullarında
120-180 gün arasında tahsilat yapabiliyoruz. Bırakın bir kanalın
finansal durumunu, herkes biliyor ki biz leverage bir
şirketiz. Bizim borcumuz var, onu yönetmeye çalışıyoruz.
Yayıncı olarak ben niye bütün riskleri üstleneyim: Yapımcısın sen.
sen de sermayeni biriktir. Sen de benim gibi pavdaş ol. Yapımcısı
peşin olacak, reklamcısı geç ödeyecek. O zaman medya yatırım olarak
cazibesini kaybeder. Bizim bunu regüle etmemiz lazım. Acun’un da
yıllık cirosunun doğal olarak ayı alacak bakiyesine dönüşüyordu.
Ben onunla sezondan sezona konuşurum. Yeni sezon için kendisine bir
plan verdim ancak o planı kabul etmedi. Bizden ayrılması tamamen
ticari nedenlerden dolayı.
Pelin Özkan: Bu transferde piyasada konuşulan
rakamlar doğru mu?
Benim tahminim Acun, bizdeki şartların bir çil yukarısında bir
bedele Star’a gitti. öyle kamuoyunda konuşulduğu gibi 70 milyonlar
falan doğru değil.
Acun’un maliyeti şu kadar, bu kadar demek çok doğru olmaz.
Şöyle tarif etmem daha etik olur: kanal D bir dizi yapıyor, kendi
iç yapım dizilerini kast etmiyorum, onlardaki dinamik farklı
olabilir. His yapım, 90 dakikalık bir diziden bahsediyoruz, eger bu
dizi 8-10 reyting alırsa başarılı savılır. O zaman kar marjı yüzde
30 civarındadır. Acun’un kâr marjı çok yüksek. Yani yüzde 30"lardan
filan bahsetmiyoruz. Çok cok yüksek. Programının maliveri ortalama
bir diziyle aynı fiyattaydı.
Show TV olarak bizim Acun’un projelerindeki toplam kâr
marjımız yüzde 12 civarındaydı. Yani 100 liralık cironun 12 TL’sini
kazanıyorduk. Bu, rezalet bir rakam. Yüzde 12 ile ancak durumu
idare edebilirsiniz. .Şu an kanal D’nin kâr ortalaması aşağı yukarı
yüzde 40 civarında. Bizim kârlılığımız ise vüzde yakın. Biz
kârlılıkla kanal D’nin ardından, ikinci sıradayız. Doğal olarak
derdimiz kanal d’ ye yetişmek. Peki haftanın üç gününü yüzde 12 ile
geçirirsek nasıl olacak bu?
Tarihten bir garip transfer: Çarkıfelek
İRFAN ŞAHİN
Doğan TV Holding-CEO
Bir zamanlar, bundan 15 sene önce ’ medya patronlarının transfer
olayına
nasıl baktığını, para dolu çantalarla nasıl transferler
yaptıklarını biliyoruz.
Yıl 1993 Show TV olarak . Çarkıfelekle kontratımız var. Bölüm
başına 375 dolar telif ödüyoruz.
Kontrat bitti. Atv ile Star TV programı almak istediler ve
teklif verdiler. Fiyat nasıl yükseldi biliyor musunuz? ilk yıl için
17,500 dolar, ikinci yıl için 18 bin küsur dolar.
Ne oldu? Programı kaybetmemek için İş Bankası’ndan 8 milyon dolar
teminat mektubu aldık. Çarkıfelek’in telifini satan adam dedi ki:
’Ben dünyada kazanamadığım parayı bir kere de sizden kazanıyorum
kardeşim’. 8 milyon dolarlık teminat mektubunu verdikten hemen
sonra 1994 krizi patladı ve parayı bankaya ödeyemedik. Mektup yüzde
1500 faizle tazmin edildi.
Ben ShowTV’den 1996 yılında ayrıldığımda hala o para ödenememişti.
Faizi bile ödenememişti.
Medyanın geleceği ve entegre gazetecilik
Pelin Özkan: Biraz da medyanın geleceğinden konuşalım
istiyorum. Örneğin dünyada son zamanlarda gündemde olan "entegre
gazetecilik" konusunda Türk medyası ne durumda?
Kenan Tekdağ: Medyanın geleceği konuşulunca aklıma
gelecekle ilgili öngörüleri yapmanın aslında ne kadar tehlikeli bir
şey olduğu geliyor. Mesela bilgisayarın ilk üretildiği zamanlarda
IBM’nin CEO’sunun ’dünyada iki tane ticari bilgisayar ancak
üretilebilir. Dolayısıyla tercih edilecek bir alan değildir’ demesi
ya da 1940’da yapılan ’televizyonun ancak 6 aylık geleceği var’
tahmini.
Dolayısıyla mecraların geleceğine yönelik öngörüde bulunmak
gerçekten insani komik duruma düşürebilir. Ama Marshall McLuhan
gibilerle geleceğe bakmak mümkün. Bundan 50 yıl önce yaptığı öngörü
bugünü tarif ediyordu adeta.
Dijitalin bu kadar gelişmesinden sonra medyadaki durum ne olacak?
Sadece Türkiye’de değil, dünyada da henüz büyük medya grupları şu
kararı veremediler: Dijital ortamda içeriği tümüyle ücretsiz mi
yapalım? Yoksa bir miktar bedel mi alalım? Öncelikle bunun
netleşmesi gerekiyor. Bu karardan sonra ister istemez hakların
korunmasına doğru yol alınacak. Çünkü içerik üretmek pahalı bir iş.
Masa başında yarattığın içerikle diğeri aynı şey değil. Eğer etkili
bir koruma sistemi geliştirilebilirse anlamlı, inanılır, güvenilir
içerik bilgi ve yorum gazeteler tarafından yapılabilir. Çünkü
gazetecilik toplumda geleneği oturmuş bir sektör. Buradaki tercih
ya dijital ya da basılı mecra şeklinde değil tabii ki her ikisi
şeklinde olacak. Dolayısıyla burada ’entegre gazetecilik’ devreye
giriyor.
İrfan Şahin: Bugün herkes bir medva. Yani
medyanın, Gutenberg matbaayı kurduktan sonraki haliyle geldiğimiz
nokta çok farklı. Kanal D Haber Bülteni’nde her akşam 45 dakika
haber dinliyoruz. Saat 19.da başlıyor, 19.45’ta bitiyor. 19.45’e
kadar haberlerin tamamını ben zaten görmüş oluvorum. Bana göre
anlamlı olan o 45 dakikada haberden çok, haberin ne anlama
geldiğini, yorumunu verebilmek. Yani, Kanal D’nin haber bülteni
gazetelerin köşe yazarları gibi olabilmeli.
Kenan Tekdağ: Televizyon çıktığı zaman sinema
bitti tartışması 5 vıl 10 yıl sürmüş. İnsanlar evinde bedava izleme
seçeneği varken, neden başka bir yerde üstelik para ödeverek sinema
izlesin tartışması sürerken sinema endüstrisi kendisini gelişirdi.
Sinemanın aynı zamanda bir sosval olay olduğunu anladık. Gerek
içerik, gerek teknoloji, gerekse sinemaların fiziksel koşullarının
gelişmesiyle televizyona rağmen sinema varlığım sürdürdü. Yani,
sinema televizyona uyum sağladı, ikisi birbirini destekledi.
Türkiye’de önümüzdeki 10 yıl içinde gazetelerin ayakta kalacağını
düşünüyorum, sonrasını bilemem. Ama 10 yılda kendi açımızdan
baktığımız zaman gazetenin mali yapısını doğru kurduğumuz için
gazeteler faaliyetlerine devam ediyor.
Enformasyona, eğlenccve ulaşmanın sınırsız mekanizması var. Akış
online oldu, gazeteler dünün haberlerini veriyor, ama yine de
gazeteler satıyor. Örneğin Japonya’da yanılmıyorsam 50 milyon
civarında gazete satıyor. Evlere dağıtım yüzde 93, bayii satışı
yüzde 7. Yine, Kore’de vüzde 87, Almanya’da yüzde 70. Türkiye’de
henüz daha dağıtımla ilgili mekanizmalar tüketilmiş değil.Ayrıca
yeni prodüksiyonlar da henüz tüketilmiş değil. O kadar çok seçenek
var ki. Mesela hafta somı gazeteleri çıkabilir.
Gazeteler, televizyon karşısında değer kaybediyor olabilir.
Ancak gazetelerin henüz alması gereken yol olduğunu düşünüyorum.
Örneğin dağıtım sistemi ’Kent Devrimi’ne hala daha ayak uyduramyor.
Hala 50 yıl önceki kent modeline göre dağıtım yapıyoruz.
En önemlisi, meydana gelen olayların ne anlama geldiğine
ilişkin güvenilir insanların kolektif- kimlik oluşturan bir mecrada
birlikle yazmaları, buna dahil olarak okuyucunun da bu kimliğe
kendisini ait hissetmesi duygusu Türkiye’de hala yaşanıyor. Mesela
Sözcü gazetesinin bu ihtiyacı iyi karşıladığını düşünüyorum.
Sözcü’den insanlar bilmediği bir şey mi öğreniyor? Hayır. Onu
alarak Türkiye’de salt muhalefet yapılmasını İsteyen yüzde 30
civarı bir kitle var. Bu kitlenin ihtiyacına yanıt veriyor.
Serdar Çaloğlu: Ben ’entegre gazetecilik’ sürecinin
reklamcılar tarafından da iyi anlaşılması gerektiğini düşünüyorum.
Örneğin, nasıl Hürriyet ve hürriyet.com.tr artık aynı çatı altında
olacaksa, reklamcının da planlamasını bu bütünlük içerisinde
yapması gerekiyor.
Kenan Tekdağ: Pek çok grup genel yayın ilkelerini
açıklamaya başladı. Habertürk televizyonu olarak biz ilkelerimizi
çalışana va da yayına çıkanlara açıklıyoruz. İlkeler kişilere
uyuyorsa girecek, uymuvorsa girmeyecek. Herkes her istediğini
söyleyemez ya da uzman olmayan kişiler çıkamaz.
Siyaset medya ilişkisi
Pelin Özkan: Biraz da siyaset-medya ya da
medya-siyaset ilişkisini konuşalım istiyorum...
Kenan Tekdağ: Siyaset-medya ilişkisinin tarihine
baktığınızda dünyanın her verinde bunun sorunlu bir alan olduğunu
görürsünüz. Dünyanın hiçbir yerinde siyaset-medya ilişkisi öyle
teorik olarak yazıldığı gibi değildir. Türkive’de de medya-siyaset
ilişkisinin dünyadaki örneklerden farklı bir karakter taşımadığını
düşünüyorum.
Bugünkü medya jenerasyonu, patronlar, genel yönetimler,
yazarlar, 12 Eylül’den sonra nasıl iktidarlarla yaşadılar?
Özal’ın ilk dönemlerinde Mİlli Güvenlik Konseyi ve sivil iktidardan
oluşan ikili bir iktidar yapısı vardı. Kenan Evren
Cumhurbaşkanıydı, Özal İse henüz kurumsallaşamamış bir partinin
başkanıydı ve başbakandı. Ardından gelen koalisyon iktidarlarında
ise İkili, üçlü, dörtlü iktidarlar vardı. Dolayısıyla tam anlamıyla
güçlü, ülkenin bütün kurumlarına hakim başbakan ya da iktidar
partileri yerine, iktidar olmanın gereklerini verine getiremeyen
başbakanlarla çalıştı medya.
2002’DE YENİ BİR SİYASET-MEDYA İLİŞKİ MODELİ ŞEKİLLENMEYE
BAŞLADI
2002’de başka bir model ortaya Çıktı. Çok kuvvetli bir parti, tek
başına iktidara geldi. Seçmen desteği büyük. Önce medya bu
başbakana meşruiyet addetmek istemedi, en azından bir kısmı. Bu
ilişki devam ederken, İktidar partisi hem etkisini arttırdı, hem
otoritesini arttırdı hem de kendisine karşı olan kesimlerin bir
kısmını dönüştürdü. Sadece medya da değil, iş dünyası, yargı,
güvenlik bürokrasisi, akademi, kanaat önderleri ve medya...
2002-2007 arasında iktidarın, iktidar olmaktan kaynaklanan bütün
yetkilerini sınırsız kullandığı, bürokrasiye tümüyle hakim olduğu,
bağımsız yönetim kurullarının da tümüne hakim olduğu bir iktidar
modeli ortaya çıktı ve medyanın ezberi bozuldu. Beklentiler de buna
göre şekillendi. Eskiden yazar köşesinde başbakana olmadık hakareti
yapıyor, alkış da alıyordu. Üstelik yargı o küfürden daha ağır
şekilde beraat kararı verİyor ve destek oluyordu. Şimdi dünya
değişti.
KÖŞE YAZAR! KİMDİR?
Pelin Özkan: Peki şimdi tam tersi bir durum yok
mu?
Kenan Tekdağ: ifrat ve tefrit denilebilir. Ancak biz.
zaten sorunlu iktidar ve medya ilişkisinden geliyoruz.. Yani medya
da sorunlu, sivaset de sorunlu. Herkesin özeleştiri yapması
gerekiyor. Bizim fonksiyonumuz nedir? Demokratik bîr toplumdaki
görevimiz nedir? Tüm bunları tanımlayıp, evrensel ölçeklerde
sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz.
Örneğin, köşe yazarının kendi adına değil kamu adına yorum
yaparak, toplumun kanaat sahibi olmasina katkı yapan bir unsur
olması gerekir. Köşe yazılarının kendisi gerçek anlamda etik
ilkeler açısından editoryal özgürlüğü hak ediyor. Ancak, köşe
yazarının kendisi buna ne kadar saygı duyuyor? Kendi kişisel
hedeflerini hiçbir etik ilkeye sahip olmadan sınırsızca ve
sorumsuzca kullanıyor. Ama kendisine yönelik bir şey olduğu zaman
editoryal bağımsızlık bayrağını çekiyor.
BAZI KÖŞE YAZARLARI NEDEN YAZAMIYOR?
Kenan Tekdağ: Bazı köşe yazarları neden yazamıyor?
Medyayı iki gruba ayırmak mümkün. Bazı gruplar kendilerini merkez
medya, kitle medyası olarak tanımlıyor. Misyon medyası değilim
diyor. Tabii ki kategori karşıtlık ya da kategori yandaşlık yapan
medyalar da olacak. Bunlardan kitle medyası da bir şeyler
öğrenecek, biz de bir şeyler öğreneceğiz. Başka yerlerden
öğrenemediğimiz şeyleri oradan öğreneceğiz. Ama siz kendinizi hem
kitle medyası olarak tanımlayıp hem okuyucunuzu, dinleyicinizi
kandıracak şekilde misyon medyacılığı rolünü hiçbir ilke taşımadan
oynamaya çalışırsanız olmaz. Yazarlar bu ilkeye aykırı
davrandığında yönetimde endüstriyel bir işletme olarak ’bu benim
işletme çıkarlarıma uygun değildir’ kararını verebilir. Bu durumda
da acayip bir şey yok.
Pelin Özkan: Peki yöneticiler bu yazarlar hakkında
niye önceden karar vermiyor da, Başbakan söyleyince karar
veriyor?
Kenan Tekdağ: Ben Başbakanın isim olarak söyledikten sonra
olduğunu sanmıyorum.
Pelin Özkan: En son Radikal ve Akşam’dan
gazeteciler gitti...
Serdar Çaloğlu: Yok onunla alakası yok. Örneğin
Cüneyt Özdemir olayı bence birçok meseleyi içinde barındırıyor.
Başbakan bir kitleye açıklama yapıyor, 70 milyon kişi izliyor.
Gündemde çok sıcak maddeler var. Suriye sorunu, İran’la
gerginliğimiz. Başbakan bunu hani delegasyon denir ya, özellikle
yapıyor. Başbakan böyle bir politika oluşturmuş durumda. Neticede
bir siyasetçi olduğunu unutmayalım. Örneğin ben Cüneyt’i
okumamıştım mesela. Başbakan söyleyince okudum. Başbakan çok iyi
bir iletişimci. Normal şartlarda bunu yapmaması gerekiyor.
’BASBAKAN’IN REYTİNGİ CÜNEYT’İN REYTİNGİNİN 50
KATI’
Pelin Özkan: Biz yıllardır köşe yazarları
araştırması yapıyoruz. Ülkede gazete okurlarının sadece yüzde 24’ü
köşe yazarı okuyor...
Serdar Çaloglu: İşte bakın onu demek istiyorum, Başbakanın
reytingi Cüneyt’in reytinginin elli katı daha tazladır. Normal
şartlarda böyle bir şeyi yapmaması gerekir.
Hakkında kötü yazılmış kişiler bana danıştığında "Hiç
uğraşma, bırak. Nasılsa, Hürriyet’in ilk sayfasında çıkmamışsın.
Eğer sen gazeteciye tükürdüğünü yalatmaya çalışırsan, pekiştirmiş
olursun, duymayana da duyurmuş olursun, akıllı ol" diyorum.
Şunu belirtmekte de fayda görüyorum. Medva-siyaset
ilişkisinde; o kadar da dışardan göründüğü gibi ’diktatör’,
’asarım’, ’keserim’ tarzında bir yaklaşım yok.
Kenan Tekdağ: Geçmişte medya siyaset ilişkisinde dünyada
ve Türkiye’de her iki taraf açısından da sorunlu uygulamalar
olduğuna birçok kez tanık olduk. Bir Başbakan bir köşe yazarını
eleştirebilir, ya da köşe yazarı da başbakanı eleştirebilir. Ama
Başbakanın medya patronuna ’bu kişilere nasıl iş veriyorsun’
ifadesi sorunlu bir ifadedir. Bu işi eleştiri noktasından
çıkartıyor. Çünkü Başbakanın gücü var.
İrfan Şahin: Medya ve siyaset ilişkisini şöyle
özetlemek lazım: Medya için siyaset amaç ve araçtır. Hem araçtır,
hem amaçtır. Geçmişte araç yönü çok daha fazlaydı. Siyasetin de
medya üzerinde her zaman bir amacı vardı. Çünkü medya üzerinden
seçmenine gidecektir. Dolayısıyla bu etle tırnak gibi bir şey. Bu
ilişkinin dünyanın her yerinde olduğu gibi grift bir yapısı
var. Önemli olan medyanın mümkün olduğu kadar tarafsız
ve objektif kalmayı başarabilmesidir. Bunun İçin de şeffaflık
gerekir.
Örneğin, Amerika’da seçimler sırasında bir gazete diyor ki
biz X adayı destekliyoruz. Kimse ’Niye destekliyorsun?’ demiyor.
Destekliyorum diyor, seçiliyor ya da seçilmiyor. Ama şu var,
seçimden sonra her şey bambaşka bir yere gidiyor. Dolayısıyla ben
çok normal karşılıyorum.
Serdar Çaloğlu: Ama deklare ediyor.
İrfan Şahin: Örneğin bir haber yapılıyor, bazen
bir bürokrat, bazen bir siyasetçi arıyor, bunun yanlış bir haber
olduğunu sövlüvor. Siyaset olarak bahsetmiyorum, haber olarak
söylüyorum. Bakıyorsunuz, o haberi yanlış yapmışsanız düzeltmeye
çalışıyorsunuz. Burada önemli olan konu şu. Eğer siz o haberi doğru
yapmışsanız, anlatmışsanız, çalışmışsanız, bunu yayınlamakta bir
sakınca yok. Bu birinci konu. İkinci konu; siyasetçileri ve
siyaseti medva ilişkileri konusunda eleştirirken medyanın da dönüp
kendini eleştirmesi gerekiyor. Biraz önce bahsettiğimiz üzere her
şeyin kuralları vardır ve her şeyin serbest olduğu ortamlar ve
gelenekler vardır. Biz geleneksel olarak baktığımız zaman medyada
altyapımızı, kurallarımızı ne kadar doğru oluşturduk?
En başta yaptığımız haberleri doğrulatma olayımız yok. Kabul
edelim.
Medva ve siyaset ilişkisi her zaman olacak. Etle tırnak gibi.
Amaç ve araç her iki taraf için geçerlidir. Dolayısıyla bunu
yönetmeye çalışacağız. Kuralları zaman içerisinde oturacaktır.
Serdar Çaloglu: Bunlara ilave olarak iç dinamikler
ve rekabet baskısı da var tabii. Gazeteler öyle televizyonlar kadar
kolay işletilen müesseseler değil. Bunu teknik anlamda
konuşuyorum.
Gazetelerin 20 bin noktaya ulaşması ile ilgili strateji üretmemiz
gerekiyor. Baskısı ile ilgili operasyonel olarak inanılmaz şeyler
yapıyorsunuz. Sabahleyin okuduğunuz gazetenin kağıdı, Sibirya’daki
ormandan geliyor. Yolda gelirken Don’dan, Volga’dan geçiyor.
Basarken işçi hakları, çevre hakları gibi şeylerle uğraşıyorsun.
Gazeteyi lojistik olarak sabahın köründe ulaştırmaya
çalışıyorsunuz. Fiziksel olarak inanılmaz bir uğraş var.
Bir endüstri var ortada yani bir imalat sözkonusu. Bir taraftan da
editoryal bir süreç var. Mürekkebin, çevre sorunlarının, işçinin
herşeyin sürecin içinde olduğu bir işlem. Televizyonlar bu konuda
çok şanslı. Şimdi bu ikisi birlikte, bu ekonomiden yani medya
ekonomisinden çok daha fazla pay almaları lazım ki, tonlarca gazete
ayakta kalabilsin. Şu anda durum ne?
Zaten birçok gazete var, herkes reklam pastasından pay almaya
çalışıyor. Bence ekonomisi olmayan bir yerde özgürlüklerden
bahsedilemediği gibi köşe yazarlarının, çalışanların kalitesinden
de bahsedemeyiz ne yazık ki. Bu sektörde eğitim programlarını ilk
başlatan benim. Eğitim programını 2000 yılında başlattım çünkü ben
medya sektörüne dışarıdan gelen bir adamım, daha kalifiye insan
kaynaklarının bulunduğu bir sektörden geldiğim için burada bu tip
bir çalışmaya ihtiyaç vardı. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek
yok, gidelim üniversitelerden çiçeği burnunda insanları alalım. 6
ay biz eğitelim, ona göre bir kültür oluşturalım ve eğitimli
insanlar olsun dedim. Usta-çırak hikayesi olsun tabii ki,
konvansiyonel bir şekilde ama. Ben önce altyapıda bir eğitim
vereyim. Bizim 2000’li yıllarda yapmaya çalıştığımız yatırımların
oluşabilmesi için maalesef ekonomik altyapının olması lazım.
Kenan Tekdağ: Gazetenin yönetim kadrosunu kendimiz
kurduk. Dolayısıyla gazetenin dizaynını gazetenin genel yayın
yönetmeni başta olmak üzere diğer arkadaşlarla birlikte hazırladık.
Bu kültür geçen süre içerisinde içselleşiyor.
Habertürk Gazetesi ve Habertürk Televizyonu şu anda, demokratik bir
toplumda örnek olabilecek, kriter oiuşturabilcek bir yapıva sahip.
Batı demokrasilerini, siyaset ve medyanın içinde olması gereken
seviyede Özümseriz. Yani editoryal düzeyde, habercilik düzeyinde,
bu kimliğimiz oturmuş olduğu için ne içeride böyle bir baskıya yol
açacak bir ortamımız var, ne de dışarıdan bir baskıya teşebbüs eden
ve böyle bir teşebbüs olduğunda sonuç alınacağına inanan bir
beklentimiz sözkonusu. Daha önce iki tane tasarrufumuz olmuştu. O
tasarrufları zamanında konuştuk, tartıştık, gerekçelerini de izah
ettik, o gerekçeler gerçekten, izah ettiğimiz gerekçelerdir ve onun
ötesinde hiçbir şeyimiz voktur.
Diğer medyalardan farklı olarak dördüncü yılına girmek üzere
olan bir gazeteyiz ve bunun avantajını yaşıyoruz. Yani kurucu kadro
olmanın avantajını yaşıyoruz. Oluşturduğumuz kültürü
içselleştirme noktasındayız. Hem reklamverenlerle, hem
siyasetle hem de okuyucularımızla ve izleyicilerimizle olan
ilişkilerimizde. Her şeyi doğru yaptığımız iddiasında elbette
değilim. Hatalarıyla, sevaplarıyla, doğrularıyla bir rotada
gidiyoruz. O rota kesinlikle ve kesinlikle, gönül rahatlığı
içerisinde söylüyorum ki çizdiğimiz rota bizim kendi
tercihlerimizin yarattığı, ürettiği bir rota. Yayına yansıyan ve
yansımayan bütün tercihler, kendi iç aklımızın, ortak kültürümüzün
ürünüdür. İyi yapıyorsak karşılığı öyle değerlendirilmeli, kötü
yapıyorsak yine karşılığı böyle değerlendirmeli.
MEDYA SİYASET İLİŞKİSİ NASIL OLMALI
Kenan Tekdağ: Medva-siyaset ilişkisinde olması
gereken nedir? Bence olması gereken şudur: Medya, meşru yoldan
seçilmiş hükümetin ülkeyi yönetme hakkına saygı duymalıdır.
Seçimden kuşkusu yoksa meşruiyetine saygı göstermelidir. Ülkeyi
yönetme hakkına saygı duyması, hükümeti alkışlaması anlamında
değil, hükümetin değişme mekanizması yine demokratik meşruiyet
içerisindedir. Meşru siyaset, meşru sivil toplum hareketleriyle
oluşacak muhalefetlerden oluşabileceğini kabul etmeli. Bu açıdan
Türk medyası seçilmiş hükümete karşı, demokrasi dışı yol ve
yöntemlerle hükümeti hizaya çekmek, tehdit ermek, demokrasi dışı
yöntemlerle gözdağı vermek, kulağını çekmek, ülkeyi yönetemez hale
getirmek konusunda ne yazık ki geçmişte parlak bir gazetecilik
siciline sahip değildir.
Serdar Çaloğlu: Üstad 10 yıl oldu.
Kenan Tekdağ: Hükümetin 2002’den 2007’ye kadar
yaşadığı süreç, her türlü şeyden aşın kuşkuya kapılmasına,
demokratik eleştiriyi düşmanlık olarak algılamasına, kişiyi
eleştiri yapan bir gazeteci olarak değil manipülasyon yapan bir
düşman olarak görmesine vol açıyor.
Birinci sapma medyanın sapmasıdır, İkinci sapma da şimdi kamu
otoritesinin hükümetin, iktidar çevresinden gelen bu tür
yaklaşımlarıdır. Olması gereken nedir? Medya kendisini siyasetin
uygulayacısı; hükümet gibi görmemeli. Kamu yönetiminin halk adına
eleştirisini yapan, denetlemesini yapan fonksiyonla temsilini
sınırlamalı. Politika uygulayıcısı formuna geçip, icracısı konumuna
geçtiği zaman medva olmaktan çıkıyor. Bülten haline geliyor. Ya
iktidar bülteni, ya da iktidara karşı olanların bülteni. Medya
demokratik Türk toplumunda denetleme makamında olmalı.
Dijitale ayak uyduran kârlı çıkacak
Doğuş Yayın Grubu Genel Müdürü Cem
Aydın
Şu anda sektörün içinde bulunduğu en acil sorun ölçümleme.
Bu genel olarak sektörü ve sizin grubunuzu nasıl etkiledi. Bu
konudaki beklentileriniz neler?
Eylül ayında TNS’nin ölçüme başlamasını bekliyoruz. Belirsizlik
sektörü olumsuz etkiledi. 2010’dan itibaren büyüme trendinde olan
reklam sektörü ölçümsüz dönemde yavaşladı, küçüldü. Yeni yatırımlar
ertelendi, devam etmek zorunda olan markalar yatırımlarını kıstı.
Kısaca sektörde ciddi bir boşluk oluştu. Star’ın, yeni yüzü ve yeni
yatırımları tam da bu boşluğa denk geldi. Bu dönemde
kendimiz, bizdeki değişimi sektöre anlattık, iyi bir algı yönetimi
ile reklamverenler ve medya ajanslarıyla ortak mutabakat zeminleri
oluşturduk. Tümn bu sürecin sonunda ilk almtı aylık dönemde yüzde
50’ye yakın bir büyüme sağladık.
Önümüzdreki dönemde umarız sağlıklı bir ölçüm sistemi ile yolumuza
devam edeceğiz.
Reyting datası yeniden açıklanmaya başladığında
fiyatlandırma stratejinizde bir değişiklik olacak mı? GRP/sn satışı
mı yapacaksınız?
Sektör gerçeklerine göre hareket edeceğiz. Star’da bugüne kadar
yaptığımız gibi GRP ile satış yapmaya devam edeceğiz.
Star TV için yaptığınız yeni yatırımlar (Acun Ilıcalı’nın
transferi vb.) ile yeni sezonda nasıl bir sıra
hedefliyorsunuz?
Birinciliğe oynayan ikinci oluruz. PT kuşağımızda haftanın en az
beş günü önemli bir GRP üreteceğimizi düşünüyoruz. Birincinin hemen
arkasından, çok az bir farkla, en çok GRP/saniye üreten kanal
olacağız. Satış stratejimizi de bu doğrultuda yenileyeceğiz.
Reklamveren medya ilişkisinde sorunlu gördüğünüz alanlar
var mı?
Gerek reklamverenlerin gerekse medya ajanslarının bu d önemde
oldukça yapıcı olduğunu düşünüyoruz. Ölçümsüz dönemde birçok farklı
kaynaktan yararlanarak bir mutabakat zemini oluşturuldu. Bunu
oldukça olumlu buluyoruz.
Bunun dışında reklam piyasasanın hepimize yansıyan olumsuz yönleri
var tabii. Günü kurtarma telaşıyla rekabette olmayacak tavizler
verilmesi ve t avizlerin kısa sürede alışkanlık halini alması zaten
bozuk olan zemini bazen yürünemez hale getiriyor.
Dijital medyanın yükselişi karşısında geleneksel medya
olarak ne tür önlemler alıyorsunuz? Entegre gazetecilik konusunda
grup olarak patırımlarınız var mı?
Dijital medya inanılmaz bir şekilde yükseliyor ve bu değişimi
anlayan, buna ayak uyduranlar süreçten kârlı çıkacak. Bizim de bu
anlamda yeni yatırımlarımız var: Bir VoD platformu ve bir sosyal TV
projesini yakın zamanda tüketici ile buluşturmayı hedefliyoruz.
Tüketicinin içerikle buluşma yolları ve alışkanlıkları değiştikçe,
bizlerin buna uygun yeni yöntemler üzerinde çılaşması kaçınılmaz.
Tabii buna paralel reklamverenler de pazarlama stratejilerini
gözden geçiriyorlar.
VoD; tüketicinin istediği içreği istediği zaman tüketmesini
sağlarken, sosyal TV ise izlediği dizi/film hakkında sosyal medyada
etkileşim halinde olmasını sağlıyor, bir nevi beraber izleme
deneyimi yaşatıyor.
Habercilik cephesinde ise; ntvmsnbc.com’da haber tüketicisinin
deneyimini arttıracak, etkileşimi güçlendirecek formüller üzerinde
çalışıyoruz.
Data açıklanmaya başladığında NTV olarak ölçüm sistemine
girecek misiniz?
Tematik kanalların ayrı bir sistemle ölçülmesi gerekiyor. Yoksa
hayatta kalamazlar. 15 dakikalık ölçümlerde bunun sonucunu gördük,
daha çok izlenme kaygısı tematik kanalların yapısını bozar, bozdu
da. Tematik kanalları ne kadar çok kişinin izlediği değil,
izleyenin kim olduğu, harcama gücü ve tüketim alışkanlıkları
önemlidir. Eğer bu gözetilmeden eğlence kanalları ile aynı potada d
eğerlendirilirse bu adil olmaz. Yanlış anlaşılmasın biz ölçüme
karşı değiliz, tam tersi doğru ölçümden yanayız.
Hürriyet dijitale entegre oluyor
Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan
Sabancı
Dijital mecraya entegre olmak için nasıl adımlar
atıyorsunuz?
On beş yıl evvel ilk web sitemizi kurduk, tamamen bağımsız, farklı
bir ekiple oluşturduk. Ardından dikey içerikli başka web siteleri
geldi; Hürriyet Aile, piyasa.net, Çocuk Kulübü gibi... Aynı zamanda
Hürriyet Emlak, yenibiriş gibi ilan siteleri, Yeni Çarşım gibi
elektronik ticaret ve yakala.com gibi fırsat sitelerini kurduk.
Bunların hepsi bağımsız ve kendi başlarına büyüyen sitelerdi.
Bir gün toplantıda arkadaşlarımızdan biri önümüze bir rapor koydu
ve şunu gördük; Hürriyet gazetesi günde ortalama iki milyon okura
ulaşıyor, hürriyet.com.tr’de iki milyon civarı... Yeni Çarşım, Yeni
Bir İş, Emlak. Hürriyet, her gün içerik arayan, merak eden,
ev-araba almak satmak isteyen vs. beş milyonun üzerinde farklı
kişiye ulaşıyor. Bu bir büyüme projesidir. Belli bir seviyeye
gelmiş büyüklüğü hep beraber bir değere çevirme projesidir.
Hürriyet Dünyası içinde olursa bunun faydasını ne kadar göreceğiz,
bunu sorgulamaya başladığımız bir dönem ve faydayı görüyoruz.
’Hürriyet Dünyası’ kapsamında web’in de basılı gazetenin de
ekibi bir olacak. İki farklı ekip kurulmayacak. Kadroda küçülmeye
gitmeniz söz konusu mu?
Bir haberi takip ediyoruz, o haber yazılıp geldiğinde hangi
kanaldan ne şekilde vermeliyiz ve haberler birbirini nasıl takip
etmeli? Web’de ne kadar vereceğiz? Muhabir olay yerine aslında
gazete için gidiyor, saat yedi baskısına yetiştirmek için saat
altıya kadar araştırıyor, yazıyor, düzeltiyor... Haber ne şekilde,
ne büyüklükte girecek, onu bilmiyor. O esnada yazı işlerinden geri
bildirim geliyor, bazen çalışma durdurulabiliyor. Muhabir haber
ilerledikçe önce web’de bir kısmını girecek, onunla ilgili belki
tartışma forumları açılacak, belki önce sosyal medyada
paylaşılacak, daha sonra mobilde servis edilecek. Tabletin son
baskısına girecek. Örneğin tablet kullanımları gece arttığından Son
Baskı adlı bir çalışma yaptık, akşam sekizde tablette bir gazete
yayınlıyoruz. En sonunda da haberin en iyi işlenmiş, geliştirilmiş
hali ertesi günün gazetesine giriyor. Yani ’convegence’ bütün bu
gazeteye giriyor. Dolayısıyla 360 derece 7/24 haberin yaşaması,
yaşatılması ve ulaştırılması. Herkese istediği mecrada ve her
dakikada haber...
Dijitalin bu kadar yaygınlaştığı bir dönemde gazeteler
kendini nasıl farklılaştıracak?
Gazetede mutlaka ve mutalaka seni durdurup okutturan haber lazım.
İyi analiz edilmiş, incelenmiş başka görsel öğelerle
desteklenmiş, web’de aldığın ya da mobilde eriştiğin, son dakika
haberin daha fazla ayrıntısına girilmiş. Orada gazetecilik farkını
yaratacak. Onun için bence gazeteler her geçen gün daha fazla
değerlenecek. Çünkü fark yaratan bir mecra haline geliyor
gazeteler.
İşin içine internet ya da sosyal medya girince dilin kemiği
bazen kalmıyor. Yayın ilkelerini gözden geçiriyor musunuz bu
anlamda?
Yıllar önce oluşturulan yayın ilkelerimizi gözden geçirerek buna
başladık. Bir grup kurup ciddi detayları tekrar çalıştık. Sosyal
medya da insanlara serbesti veren bir alan ve gazetecinin durumu
burada da çok önemli. Benim kişisel olarak söylediğim bir şey
ileride yönetim kurulu başkanı olarak karşıma çıkabilir. Her zaman
o kimliği üzerimize giymek zorunda tabii ki değiliz, bunları
çıkardığımız alanlar olacak ama eğer mesleğimizle ilgili
konuşuyorsak, bu kimliği zaten otomatik olarak giyiyoruz.
Medyanın görevi sadece haber vermek mi, yoksa toplumu
dönüştürmek gibi bir gücü var mı?
Ne böyle bir gücü var, ne de böyle bir sorumluluğu. Medyanın tek
görevi haber vermektir. Toplumsal sorumluluk önemli, toplumu
galeyana getirici değil, yapıcı olması benim yayıncılık anlayışımın
içindeki bir ilkedir.
Hep merak etmişimdir, neden logonuzun üzerinde ’Türkiye
Türklerindir’ yazıyor?
1948 yılında kurulmuş. O günkü Türkiye’ye göre geçerli bir şekilde
konulmuş belki. Ama bu bizim logomuzda taşıdığımız, sonuçta
hepimizin aldığı ve taşıdığı birtakım şeyler var.
Değiştirmeyi düşünmüyor musunuz?
Doğru zaman gelirse belki değişir ama bilemiyorum.
Ariana Huffington ile görüşmüştünüz geçen yıl. Nedir son
durum?
Hala ara ara görüşüyorum, iyi de dost olduk. Türkiye pazarının hala
internet konusunda çok gelişmeye ihtiyacı var. Huffington’ın
düşüncesi de bu. Birlikte bir şeyler yapabilir miyiz diye
konuşmuştuk. Ama konuşuyoruz hala. Net bir şey yok, takip
ediyoruz.
Mediacat