MEDYARADAR'A KONUŞAN ŞAMİL TAYYAR'DAN BOMBA İDDİA: ''BENİ MİLLİYET'TEN MESUT YILMAZ ATTIRDI!''
AK Parti'nin gazeteci kökenli milletvekili Şamil Tayyar, gündemi sarsacak açıklamalarını Medyaradar'dan Alev Gürsoy Cimin'e yaptı.
Her sözü bir olay, sadece sözü olsa neyse attığı her adım. Nasıl
hitap edilir bilemedim, hem meslektaşım hem de artık Meclis’te bir
vekil. Buluşmaya gittiğimizde aklımda bir ton soru vardı. Bunu da
sormalıyım onu da… Şunu da... Sorunun dibine vurdum.
Oldukça samimi karşılandım. Hem manzara Boğaz, hem yemekler güzel
olunca bir de “İstediğiniz şekilde hitap edin, öyle takıntılarım
yok” deyince bazen “sayın vekilim” bazen “meslektaşım” derken
muhabbet uzadı gitti. Medyadan girdik, siyaset ve özel hayata kadar
birçok konuya değindik. Havayla, karayla arasını sormakla
kalmadım. Şam’a gittiğinde beni de yanına almasını rica ettim
:)
Çarpıcı açıklamaları vardı Şamil Tayyar’ın… Hele de medyaya yönelik
olanlar… Bazı isimleri bombaladı. Bir de ilk kez yaptığı bir
açıklama vardı: “Beni Milliyet’ten Mesut Yılmaz Attırdı!”
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY
CİMİN
twitter adresi: @gazetecialev
Karşımda hem meslektaşım hem de bir milletvekili
bulunuyor. Nasıl Şamil Bey, bir fikir işçisiyken milletvekili
olmak… Alışabildiniz mi?
“HALK İŞÇİSİ
OLDUM”
- Aslında çok fazla değişen bir şey yok. Fikir işçisiydim,
şimdi “halk işçisi” oldum. Çok fark da yok, gazetecilikten siyasete
geçiş uyum açısından çok kolay. Gazeteci olarak da halk adına iş
yapıyorsunuz, siyasette de. Sadece yöntem farklı… Gazeteciyken
“hesap soran” siyasetçiyken “hesap sorulan” bir konuma
geliyorsunuz.
“SİYASETE GİRDİM
FAKİRLEŞTİM”
Peki, neler
değişti hayatınızda milletvekili olduktan sonra?
- Çok şey değişmedi (gülüyor) ama fakirleştim biraz.
Gazeteciyken daha çok kazanıyordum. Televizyon programlarım,
kitaplarım, köşe yazılarım; şu an ise sadece milletvekili maaşı
alıyorum. Bunu sitem olarak algılamayın; bilerek girdim kendi
tercihim, kimi siyasete girince “daha çok kazanırım” zanneder ama
durum böyle değil, şikâyetçi değilim. Mutlu muyum, elbette.
Gazetecilikteki popülariteniz vekillikte daha da mı arttı
sizce?
- Gazeteciyken zaten çok göz önündeyim,
dolayısıyla milletvekilliğiyle popülarite de artan bir şey var mı
bilmiyorum ama çok özel bir değişim olduğunu düşünmüyorum.
Yorulmuyor musunuz bu koşuşturmaca içinde? Hem Meclis, hem
TV programları?
- Eskiden de çok yoğun bir tempoda
çalışıyordum, siyaset bana ilave bir yük getirmedi, gazetecilikteki
bazı işlerimi bir miktar azalttım. Önemli olan zaten zoru başarmak;
kolayı herkes yapar.
Aileye bu dilimde fırsat ayırabiliyor musunuz, onlar ne
diyor?
- Çok sitem ediyorlar. Eşim siyasette
olmamdan hiç hoşnut değil. Çocuklarım da öyle… Bazen öğretmenleri
sizinle ilgileniyor mu diye sorduklarında “göremiyoruz ki” diye
sitem ediyorlarmış. Evde olunca onlarla Muhteşem Yüzyıl dizisini
izlemeyi seviyorum (gülüyor).
Gazeteci meslektaşlarınız şimdilerde sizi nasıl karşılıyor.
“Sayın vekilim” mi diyorlar, daha mı mesafelisiniz, ilişkilerde
değişim oldu mu hiç?
- Biliyor musunuz çok da
büyük değişiklik olmadı. Ankara gazeteciliği ağırlıklı olarak
siyaset zemininde yapılıyor, haberlerin önemli bir kısmı
siyasilerden çıkıyor. Ben siyasete girmeden de siyasilerle
birlikteydim, uzun dönem parlamento, Başbakanlık ve
Cumhurbaşkanlığı muhabirliği yaptım. Muhabirken Meclis’te girmedik
delik, çalmadık kapı bırakmadım. Şimdi tek fark genel kurula
girebilmem. Önceden bir tek oraya giremezdim. İlişkilerim hiç
değişmedi. Mesafe koymadım kimseye, muhabbetimiz, hukukumuz devam
ediyor.
“BENİ HÂLÂ GAZETECİ SANAN VEKİLLER
VAR”
Sorunun şeklini değiştirelim, peki ya milletvekillileri.
Onlar nasıl karşılıyor sizi, alışabildiler mi
size?
- Çok ilginç bir şey söyleyeyim mi, beni
hâlâ gazeteci sanabiliyorlar zaman zaman... Ve “yanımızda bir
gazeteci var” deyip çok önemli konularda bazen susabiliyorlar. Yani
konuşma kesiliyor o an. Böyle bir refleks var diyeyim.
Zor mu milletin vekili
olmak?
-Zor değil, bir gazetecinin
yapabileceği en uygun ve en kolay kamu hizmetlerinden biri;
milletvekilliği. Ama çok çalışacaksın. Halktan kopmayacaksın,
hakkını vereceksin.
“YEREL MEDYA İŞGAL ALTINDA, MAFYACILIK
VAR”
Bir gazeteci Meclis’e girerse meslektaşlarını düşünür değil
mi?
- Elbette.
Sevindim bu cevaba. Medya sektöründe birçok sıkıntı var.
Siz haber müdürlüğünden tutun da Ankara temsilciliği ve hatta köşe
yazarlığına kadar birçok aktif görevde bulundunuz. Gazetecilere
yönelik herhangi bir çalışmanız var mı?
- Şimdi
bir ulusal bir de yerel medya açısından konuyu değerlendirmek
gerekiyor. Maalesef yerel medya kötürüm durumda ve çıkarcılar
tarafından işgal altında. Ve bu tehlikeli yapılanma siyaset
üzerinde bir vesayet oluşturuyor. Şu anda siyasetçilerin en büyük
korkusu nedir diye sorulsa ilk 3’e eminim yerel medya girer.
“SİYASİLERİN EN BÜYÜK KORKUSU YEREL
MEDYA”
Nasıl yani bu kadar kolay mı bu
ya?
- Kolay bir iş haline getirilmiş. Eğitimi yok,
sıradan iş bulamayan herhangi biri; şantaj ve tehdit yolu ile
siyasilerden ya da o bölgenin nüfuzlu kişilerinden para toplayarak
haftalık, aylık, günlük sınırlı sayıda gazete çıkarıyor. Yerel
medya siyasileri tehdit eden bir yapıya dönüşmüş, zehirli bu kirli
yapının mutlaka düzeltilmesi gerekiyor. Bu konuda girişimlerimiz
oldu. Gerçek gazeteciler ve gazetecilik yapmayan mafya usulü
çalışanlar birbirinden ayırt edilmeli, bunun için bir yasal
düzenlemeye ihtiyaç var ve bunun üzerinde çalışıyoruz
“YIPRANMA PAYI YENİDEN
GETİRİLMELİ”
Ya ulusal medya?
- Özellikle fikir işçisi, emekçi kardeşlerimizin yıpranma ile
ilgili talepleri var. Çalışma Bakanlığı üzerinde çalışıyor. Bu
mutlaka düzeltilmeli. Çünkü gazetecilik faaliyeti çok yıpratıcı iş,
onun için yıpranma payı geçmişte olduğu gibi yeniden
getirilmeli.
Getirilir mi peki, ne zaman bir önerge
verirsiniz?
- Bu bizim önergemizle olacak iş değil, kanun teklifi kolay
verirsiniz ama sonuçlanması önemli, Çalışma Bakanlığı üzerinde
çalışıyor ben de sonuna kadar destekliyorum. En kısa zaman gündeme
getirileceğini düşünüyorum.
“GAZETECİ İKTİDAR DÜŞMANI OLMAK ZORUNDA
DEĞİL”
Siyasete de elbette gireceğiz ama biraz medya konuşalım
sizinle. Türkiye’de medya deyince şöyle bir durup düşünmek
gerekiyor galiba. İktidar yanlısı ve karşıtı gazeteciler ne anlama
geliyor? Gazetecinin yandaşı candaşı olur
mu?
- Yandaşlık kavramı Genelkurmay’ın
andıçlarından sonra ortaya çıktı. TSK ‘ya yakın olanlar olmayanlar
diye geçti o zamanlar. Bugün iktidara yakın gösterilerek
yandaşlık yaftası atılan şahıslar var ama onlara bu yaftayı atanlar
aslında bu yandaşlık duygusunu ilk tatmış olanlar. Çünkü onlar uzun
zaman askerin Türk siyaseti üzerinde oluşturmaya çalıştığı vesayet
sisteminin birer payandasıydı. Zaman içerisinde bu güçlerini
kaybetmeye başladılar. Kaybettikçe de kendileri gibi düşünmeyenler
yandaşlıkla yıpratma, itibarsızlaştırma çabası içerisine girdiler.
Burada esas olan iktidara yakın olan uzak olan değil, özgürlükten
yana olan ve olmayan diye bakmak lazım. Bugün iktidara yakın
olanlara yandaş diyeceksiniz ama siz her türlü darbeci faaliyet
içinde olacaksınız ve kendinize gazeteci diyeceksiniz. Yok böyle
bir şey!
Gelin orta yolu bulalım. Gazeteci nasıl
olmalı?
- Gazeteci iktidar düşmanı olmak zorunda değil. Bu hastalıklı
bir düşünce... Gazeteci doğrudan taraf olmak zorunda... Haberini
yapmalı. Her ne pahasına olursa olsun iktidara vurmak gazetecilik
değil bağnazlık. İktidar iyi bir şey yaptığında yeri gelir
alkışlarsınız, körü körüne vurmaya çalışmak da gazetecilik değil
işgüzarlık, kendini bilmezlik. Mesleği bilinçsiz icra etmek…
“TÜRKİYE’DE MEDYA ÖZGÜRLÜĞÜ AÇISINDAN
BİR PROBLEM VAR”
Siz iktidar partisinin bir vekilisiniz; bahsettiğim bu
iktidarın medyaya oldukça yoğun baskılar uyguladığı
dillendiriliyor. Hatta birçok köşe yazarı bu dönemde işinden oldu.
Başbakan’ın medyaya yönelik ağır eleştiriler var. Siz ne diyorsunuz
buna?
- Baskı olduğunu düşünmüyorum ancak
Türkiye’de medya özgürlüğü açısından bir problem var bu doğru.
Geçmişten bu yana süren problem; AK Parti iktidarı ile başlamadı
ama devam ediyor. Bugün de varlığı fazlasıyla hissediliyor. Ama bu
medyanın yapılanmasından kaynaklanıyor. Eğer medya patronları,
devlet faaliyetleri üzerinden zenginleşmeye ve varlıklarını
sürdürmeye devam ederse devlet erkini kullanan siyasal yapıda
zamanla medyayı etkilemek ister. Bu yüzden siyaset ve medya
kurumları arasındaki göbek bağı mümkün mertebe yok edilmeli, bu
başarılamıyorsa en asgari düzeye indirilmeli. Şimdi bir medya
kuruluşu ve yahut patronu hala devletin açtığı ihalelere girmeye
devam ederse, vergi kaçırmaya devam ederse, ipi de devletin elinde
olursa bu özgürlüğü hayatı boyunca elde edemez.
“MESUT YILMAZ BENİ İŞTEN
ATTIRDI”
Siz hiç yaşadınız mı peki bir baskı?
- Ben
26 yıl boyunca gazetecilik yaptım ve çok ciddi baskılara maruz
kaldım. Hatta benim işten atılma sebebim Mesut Yılmaz’dır. Mesut
Yılmaz, Milliyet yöneticileriyle görüştü, “ya Şamil Tayyar’ı
atarsınız ya da sizinle ilişkilerimi keserim” dedi.
Ne yaptınız Mesut Yılmaz’a ki ta gazete yöneticilerini
aradı ve işinizden etti sizi?
- Hiçbir şey
yapmadım. Haber yaptım. Gazetecilik faaliyetinde bulundum. Anavatan
Partisi içerisinde olan kulis haberleri, bakanların karıştığı
yolsuzluk iddialarını belgeleriyle haber yapıyorduk. Yani tamamen
gazetecilik faaliyeti...
Gazeteciler demek ki hep bu baskıyı yaşamış?
- Kamuoyunda siyasi iktidarın gazeteler ve TV’ler üzerinde çok
baskı uyguladığı söylenir ama reklâm veren kuruluşların daha büyük
etkisi var. Mesela Vatan Gazetesi sürekli Başbakan Erdoğan’a çakan
haberler yapar, bakanlar aleyhine haberler yapar ama TOKİ
Başkanı’na dokunmazdı. Çünkü TOKİ gazetelere en fazla reklâm veren
kamu kuruluşlarından biridir. Düşünün ki Başbakan’a dokunma
cesareti gösteren Vatan, TOKİ Başkanı’na dokunamıyor.
Mesut Yılmaz gerçekten kötü bir şey yapmış, peki aynı şeyi
şu an Başbakan Erdoğan da yapmıyor mu, gazetecilere ağır
eleştiriler, medya patronlarına sürekli meydanlarda çağrı
yapması... Aynı şey mi ikisi?
- Tayyip Bey’e
medyada inanılmaz hakaretler ediliyor, hatta küfre varıyor bazen. O
da bir insan. O da doluyor doğal olarak; tepki gösteriyor. Keşke
olmasa ama size küfredene gül mü vereceksiniz? Şartlar
zorluyor.
Ya işinden olan yazarlar?
- Şimdi medya
kuruluşları yeniden yapılanırken zaman zaman hükümeti bahane olarak
kullanıyor. Akşam Gazetesi birkaç yazarını çıkarıyor bu hükümete
mal ediliyor. Mesela hükümete muhalif yazar Serdar Akinan işinden
çıkarıldı; hükümet dediler ama aynı zamanda Nagehan Alçı da
çıkarıldı. Ee Nagehan “hükümete yakın” deniyor peki onu da
Kılıçdaroğlu mu çıkardı? Mesela Emin Çölaşan hükümete çok ağır
eleştirel yazılar yazan bir isimdi ama hükümet gidip Aydın Doğan’a
onu çıkar mı dedi? Hiç de değil. Sürekli patronundan paralar alan,
küfürvari yazan ve gazeteyi milyonluk tazminatlara mahkûm eden ismi
patronu artık bıkıyor, yollarını ayırıyor. Başbakan ile ne alaka?
Ben Başbakan’ın doğrudan bir medya patronunu arayıp da şunu “işten
atın” dediğini asla düşünmüyorum.
Başbakan’ın medya patronlarına çağrısı oluyor zaman zaman
köşe yazarları ile ilgili… Buna ne
demeli?
- Sonuçta siz de bir insansınız size
kalkacaklar köşelerinde iftira atacaklar, hakaret edecekler, siz de
medya patronu olarak bu konuda sessiz kalacaksınız; o da ne yapıyor
tepkisini meydanlar da gösteriyor. Eğer Recep Tayip Erdoğan, Mesut
Yılmaz gibi olsaydı, hiç meydanlarda tepkisini göstermez herkese
sevimli mesajlar verir, gülücükler dağıtır. Gider o medyanın
patronu ile konuyu görüşür, “şunu atın” der hallederdi. Burada bir
samimiyet var.
Doğan Grubuna yönelik o ağır vergi cezası neydi peki, bir
hesaplaşma bir gözdağı mıydı, bu hep
dillendirilir?
- Vergi cezası vergi cezasıydı. Bu
ticari bir müessese… Türkiye’de bütün kurumlar kuruluşlar
denetlenecek, Doğan Grubu denetlenmeyecek mi? Bu doğal değil mi? En
fazla verginin kaçırıldığı, en fazla işçi istismarının yapıldığı
kuruluşlar medya kuruluşları. Araştırılsın medya çalışanlarının
birçoğu SSK’sız çalıştırılıyor. Hadi bakalım yürekleri yiyorsa bir
tane Çalışma Bakanlığı müfettişini bir medya kuruluşuna gönderin
bakın neyle karşılaşacaksınız. Doğan grubu yayınları eskiden
nasılsa yine öyle devam ediyor.
“YILMAZ ÖZDİL BASKI OLSAYDI
KOVULURDU”
Medyada bitaraf
olan bertaraf mı oluyor diye sorsam?
- Yooo...
Yılmaz Özdil en muhalif isim. Çalışıyor. Çok da iyi para
kazanıyor. Kimse kendisini ne Ergenekon’dan ne de Balyoz’dan içeri
aldı, ne de işten attı. En iyi parayı kazanan yazarlardan… Kimse de
ona baskı, sansür uygulamıyor.
“GÜNERİ CİVAOĞLU VE HASAN PULUR
OKUNMUYOR”
Eee birkaç isim de kalmamalı mı özgürlük görüntüsü vermek
için?
- Görüntü değil, gerçek ne ise o olmalı.
Bakın ben 9 yıl Milliyet’te çalıştım, ben bugün oranın patronu
olsam bu yazarların yüzde 80’i ile çalışmam. Okunmuyorlar. Yahu
Güneri Civaoğlu’nu kim okuyor, kaç kişi okuyor, Milliyet’e ne
katıyor? Onu yarın gazeteden attığınızda iktidar istediği için mi
atmış oluyorsunuz? Yine Hasan Pulur… kim okuyor? Medya da artık
dinozorlardan kurtulmalı değil mi? Sözcü gazetesi bakın nasıl
muhalif bir gazete, sürekli Tayip diyor, hakaretler saçıyor; sansür
mü uygulanıyor, çıkmıyor mu o gazete?
“BEKİR COŞKUN CEBİNİ KAŞIYAN
ADAM”
Dinozorlar derken?
- Evet dinozor. Düşünün Bekir Coşkun, “Cebini kaşıyan adam” diyorum
ben ona. Bu yoğun baskıların olduğunun söylendiği dönemde
Habertürk’e milyonlarca lira ile transfer oldu. Çok ciddi paralar
aldı. Ondan sonra gayriahlâkî bir şekilde ayrıldı ve bunu da
hükümete mal etti. Milyon doları cebe attıktan sonra yaptı. Toplumu
ve halkı kandırdı. Kendi ikbalini düşünüp de zehir saçan birçok
yazar var bu ülkede.
“KÜFREDENİN DİLİNİ
KESECEKSİN”
Eee hükümet de biraz eleştiriye açık olsa, sonuçta her bir
kabine üyesi topluma mal olmuş?
- Kimsenin kimseye
hakaret etmeye, iftira atmaya hakkı yok. Tabiî ki eleştirir ama
düzeyli. Küfredemez gazetesinden, köşesinden. Hatta Meclis’te de
büyük hakaretler ediliyor bize muhalefet tarafından. Küfreden
adamın dilini keseceksin. Başka yolu da yok bunun. Şimdi siz
o hakaretleri sokakta rasgele birine söyleyin sizi alnınızın
ortasından vururlar. Çıkıp “sen şerefsizsin” deyin
“haysiyetsizsin “ deyin bakalım sokaktaki birine, ne yapıyor.
Yürekliyse çıkıp sokakta etsinler o hakaretleri. AK Partili
vekillerin tüm bunlara rağmen gösterdiği tepkinin çok masum
olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de özgür gazetecilik yapılıyor mu, buna yürekten
inanıyor musunuz?
- Ben inanıyorum, eleştirel
düzeyde özgür gazetecilik yapılıyor. Eksiklerimiz var doğru ama bu
medyanın kendi içyapısal problemleri ve devlet ile kurulan
ilişkilerin çarpıklığından.
“Tasmalı gazeteci” ifadesi bir gazeteci olarak sizi incitti
mi? Gazetecinin tasmalısı nasıl olur? Önce gazeteci, ardından da
siyasi kimliğinizle yanıtını istiyorum
bunun!..
- Gerçek gazeteci için rahatsız edici ama
gazeteci kılığındaki kişiler için değil. Tasma burada kinaye...
Sahibine hizmet ediyorsa biri, tasmalıdır. Haa çok rahatsız
oluyorsanız ismini değiştirelim “ip“ diyelim (gülüyor).
- “Bahtsız bedevi”yi çok konuştuk; bahtsız gazeteciler
var mı peki?:) Hem bahtsız hem de tasmalı
konumunda?
- (Kahkaha atıyor). Valla bunu Mustafa
Mutlu’ya sormak lazım. Bu konularda çok birikimli bir
arkadaş...
- “MUSTAFA MUTLU TUNCAY ÖZKAN’I
AKLAMAYA ÇALIŞTI"
Ama bir hatırlatma yapayım; Mustafa Mutlu “Bana tasma
vuracak adam anasının karnından doğmadı” diyor.
-
Ahlak, fazilet dersleri vermeye çalışıyor ama kendi köşesinde
Ergenekon’dan yargılanan Tuncay Özkan’ı aklamaya çalıştı. Tuncay
Özkan kendine verdiği röportajda Çukurova grubuna transfer olurken
3 milyon dolar transfer parası aldığını söyledi, aylık maaşının da
64 bin dolar olduğunu anlattı. Mutlu da köşesinden Özkan’ın 64 bin
dolar aldığını büyük keyifle ve heyecanla yazdı; bu mu gazetecilik?
Ben şimdi buradan şunu söylüyorum: Türkiye’de ayda 64 bin dolar
eden tek bir gazeteci yoktur. Hiçbir gazeteci bu ülkede bu parayı
hak etmez. Ve hiçbir medya patronu da bir gazeteciye bu büyük
paraları sadece gazetecilik faaliyeti için vermez. Mutlu bunu
sorgulamak yerine aklamaya çalıştı. Bu yandaşlık değil de nedir?
Sadece iktidara hakaret etmek gazetecilik değildir. Mustafa Mutlu
Başbakan’a laf ediyor ama aynı zamanda bunu kendi sahiplerine de
ederse o zaman ona gazeteci derim.
Düzenli olarak Meclis’e gidiyorsunuz değil
mi?
-En düzenli gidenlerden biriyim.
Şimdiye kadar kaç önerge verdiniz ve hangi konularda? Şöyle
diyeyim nasıl performansınız, hem size hem parti yöneticilerinize
göre?
- Soru önergesi performans belirlemez. 2
kanun teklifi verdim. Bana göre performansım iyi ama parti
yöneticilerine göre bilmiyorum. Onlara sormak lazım… İşimi iyi
yaptığımı düşünüyorum.
Yazmak gazetecinin içine ilmek ilmek işler, duramaz
gazeteci yazmadan… Mesleğin içinde aktif yer almayı özlüyor
musunuz?
- Tabii ki yazmak önemli... Bir sürede
vekilken Star’da yazdım ama vekilken yazmak çok da etik değil.
Meclis mi medya mı desem?
-Siyaset de ayrı bir tecrübe… Yüzde 50 – 50 diyeyim…
Meclis’te sizin gibi gazeteci kökenli meslektaşlarınız var.
Bir Oktay Ekşi, Mehmet Metiner gibi nasıl onlarla
aranız?
- Metiner ile görüşüyorum, Ekşi ile
muhabbetimiz yok. Eskiden bu yana çok hoşlanmayız birbirimizden; o
hoşnutsuzluk devam ediyor.
Hükümete yönelik sert yazılar yazan kalemlerden hiç
beğendiğiniz isimler var mı, ilgiyle ve keyifle takip
ettiğiniz?
- Hepsini takip ederim. Eskiden Ahmet
Hakan’ı çok beğenirdim. Şimdi benim için bir anlam ifade etmiyor.
Yazılarını okumuyorum, değerini kaybetti. Magazine döktü işi.
Nişantaşı ahalisine hitap eden bir yazar haline geldi.
Bir de “köşesini kız tavlamak için kullanan yazarlar”
ifadeniz var? Nasıl etkili oluyor mu yahu köşeler böyle konularda?
Bir de kimler var öyle, isim istesem?
-Tabii etkili olur. Bu işi Ahmet Hakan’ın iyi
yaptığını düşünüyorum.
Gelelim siyasete… Sizin hakkınızda açılan bir takım
soruşturmalardan dolayı vekil yapıldığınız söylenir, neden var mı
bunun aslı astarı?
- Demirden korksak trene
binmezdik. Yargılandığım 4 davada toplam 65 ay hapis cezası aldım.
Devam eden davalarım vardı. Milletvekili dokunulmazlığımın olması
devam eden davaları sadece vekillik boyunca sadece donduruyor.
Hiçbir zırhın altına sığınmadım. Vekillik bu davalardan kurtarmaz
ki beni; ömür boyu vekil olacak halim yok. Sayın Başbakan bana bir
teklifte bulundu ben de kabul ettim.
“Operasyon Ergenekon” adlı kitap epey başınızı ağrıttı. O
konuyu anlatır mısınız, süreçte neler yaşadınız? Bir de nasıl
kaleme aldınız, hangi bilgilerle?
- 20 ay hapis
cezası aldığım bir kitap. Daha ortada dava bile yokken kaleme
alınmış bir kitaptı, bu o nedenle çok tartışıldı. Gazeteciyim
sonuçta, bana da ulaşan bilgiler vardı. İşin derinliği konusunda
bilgim vardı ama yargı ayağının bu kadar derinleşeceğine çok
ihtimal vermiyordum. Şükürler olsun ciddi mesafe kaydedildi.
“GAZETECİLİKTEN
YARGILANMIYORLAR”
Peki, içerideki meslektaşlarınızın “Ergenekoncu” olduğuna
yürekten inanıyor musunuz?
- Bu konuda bir
kanaatim var ama devam eden bir yargı süreci de. Bunu anlatmam
doğru olmaz. Ne savcı ne yargıcım. Sadece şunu söyleyebilirim;
gazetecilik faaliyetinden dolayı değil, Anayasal rejimi, hükümeti
değiştirmeye yönelik darbe girişiminden yargılanıyorlar. Bu ikisi
birbirine karıştırılmamalı. Gazetecilikten yargılansalar tepkim
farklı olurdu.
Meclis’in en renkli ve sivri vekillerinden biri sizsiniz
dersem yanlış bir cümle kurmuş olmam sanırım…
- Çok da renkli sayılmam genelde sürekli koyu takımlar giyerim
(kahkahayı patlatıyor).
Sosyal paylaşım sitelerinde de oldukça etkinsiniz. Bazen
çok büyük tepkilerle karşılaşıyoruz,
neden?
- Köşeli bir adamım bu sıkıntılı
bir durum. Başınızı ağrıtırsınız. Ağrıyor da (gülüyor).
Twitter’ı çok seviyorsunuz galiba, epey de etkinsiniz. Her
sözünüz bir olay!
- Twitter’ı çok önemsiyorum.
Başta çeşitli kaygılarla girmedim, 9 aydır bu platformdayım, keşke
daha erken girseydim diyorum. Bu alan bazen art niyetli kişiler
tarafından da kullanılabiliyor.
Peki, hiç uyarı aldınız mı parti yönetiminden twitter
yazılarınız sebebiyle,”Şamil Bey çok abartmayın” denildi
mi?
- Ya daha bir gün olsun Başbakan, yaptığım
herhangi bir konuşmadan, twitter yazılarımdan dolayı uyarmış değil,
bunlar şehir efsanesi. Bakanlardan bile gelmedi böyle tepki. Zaman
zaman vekil arkadaşlarım çok fazla konuşmamın sıkıntı vereceğini
söyler ama dostane bir uyarı o da.
Bir twitiniz vardı olay yaratan. CHP Tunceli Milletvekili
Hüseyin Aygün ile ilgili... “PKK CHP’li Aygün’ü misafir etmiş.
Muhabbetiniz bol olsun, olsun da millet bu numarayı yemez"
şeklinde… Açıklamalarınız epeyce bir yankılandı, peki fikirleriniz
hâlâ sabit mi?
- Benim
fikrimin sabitliğini geçtim. Halk bile ona inanmıyor, benim gibi
düşünüyor. Kimse kaçırıldığına inanmıyor.
Bu görüşlerinizin ardından “Ulu Divan’a havale” etmişti
Hüseyin Aygün sizi. Siz bunu bir tehdit olarak görmüş, savcıları
göreve çağırmıştınız? Ne yaptınız? Hakikaten bir tehdit var mıydı
orada size?
- Yok, dava açmadım. Prensip olarak
dava çok açmam. Öyle olsa günde 20 kişiye dava açardım. Kötü söz
sahibinindir. Tehditti tabiî ki sözleri.
Aygün ile Meclis’te karşılaşınca konuşuyor
musunuz?
- Yok, sevmediğim adamlarla muhatap
olmam.
Havayla karayla aranız nasıl peki. Şamil “Tayyare” diyorlar
size, kızıyor musunuz tabire?
- Çapsızların
yaptığı bir espri kızmıyorum. Bana kızanlar akıllarınca soyadım
üzerinden beni tiye alıyorlar ama içerisinde zerre kadar zekâ
pırıltısı yok. Zekice bir şeyler bulurlarsa memnun olurum. İlkokul
4. sınıf düzeyinde olmasın. Daha yaratıcı olsun. Tıpkı benim 4+4+4
twitim gibi. Demiştim ya 4+4+4 okulları değil meyhaneleri vurdu,
tüm CHP’liler Meclis’te. Feci kızmışlardı. Zekice espri de bulup,
karşılık verseler daha iyiydi (gülüyor).
Şam’a hiç gittiniz mi?
- Gittim.
Hava yolu mu kara yolu mu?
- (Kahkaha
atarak başladı) Uçak ile gittim.
Madem gittiniz; tekrar Şam’a ne zaman gidiyorsunuz?
“3 saatte varırız” demiştiniz en son? Oldukça da tartışıldı bu
söyleminiz hem medya hem de sosyal
ağlarda…
- Orada Türkiye’nin kararlılığını
vurgulamak için “3 saat” ifadesini kullandım. Bir kinaye vardı.
Dedim ki Türkiye’nin reflekslerini, gücünü, sınırlarını, test
etmeye kalkarsanız Türkiye bunun cevabını verir. 3 saatte gideriz
Şam’a. Hemen gideriz de “haydi savaşa” anlamında kurmadım ki; bunu
aleyhime kullandılar çok da dert değil.
“DEVLET BAHÇELİ 3 SAATE KIZDI, 1 SAATTE
BAYRAK DİKTİ”
Kandil’e kaç saatte gidersiniz peki, böyle talep de
var? :)
- (Gülüyor) İşin ilginç yanı Devlet Bahçeli de beni sert sözlerle
eleştirdi. Şam’a 3 saatte varmaya kızan Bahçeli, Kandil’e 1 saatte
bayrak dikti. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu…
Saat alayım Kandil için?
(kahkaha atıyor) 4 bin
kilometre karelik bir alan; en az 150 bin askerle orada bir
operasyon yapmanız lazım. Sıkıntılı bir coğrafya… Sıkıntılı bir
soru. Sıkıntılı bir süreçtir o…
Hakan Şükür’ün Meclis’teki durumu epeyce sorgulanıyor. Hem
TV programı hem Meclis’e sık gidememesi… Size de sormak istiyorum
bu konuyu?
- Çok zarif ve kibar bir arkadaşımız.
Meclis’e de sık geliyor. Tartışmalar bence isminin büyüklüğünden
kaynaklanıyor.
Ergenekon davasında geçtiğimiz günlerde yaşanan bir flaş
gelişme, gizli tanığın Şemdin Sakık olduğu ortaya çıktı. Bu ismi
size söylersem, onun yaptığı tanıklık ne kadar
inandırıcı?
- Bir kirli yapı yargılanıyor.
Ergenekon ile PKK arasında güçlü bir bağ olduğuna dair de çok ciddi
bir kanaat var. Peki, size bu bilgiyi içerden biri verecekse hangi
temiz insandan almayı düşünüyorsunuz? PKK içinde olanları bir
PKK’lı anlatmayacak da kim anlatacak? Bir genelevde olanları hayat
kadını anlatır, ev hanımı değil!
Ama sanıklar ile arasında açıkça husumet bulunan bir
kişinin objektif tanık olarak dinlenilmesi hukuken mümkün
mü?
- Husumet mi var kardeşlik mi var? Bence
Sakık kimliğini açıklayarak çok doğru bir iş yaptı. Davaya da çok
katkı vereceğini düşünüyorum.
Şike davasında epey konuştunuz, konuşuldunuz. İstifa bile
ederim dediniz, Şimdi yeni bir iddianız var Aziz Yıldırım ile
ilgili. Nedir bu çürük rapor, fotokopi
hikâyesi?
- Aziz Yıldırım 83 yılında bir çürük
raporu almış İzmir’den, bir bacağı diğer bacağına göre 7 cm daha
kısa imiş. Ama Yıldırım’a baktığınızda aksamadığını zaten
görüyorsunuz. Bu raporunda sahte olduğu düşünülüyor. Bu raporun
aslı ne Savunma Bakanlığında var ne Genelkurmay da. Nerede bu
rapor? Milli Savunma Bakanlığı, savcılığa bu raporun fotokopisini
gönderdi. Mahkeme bir karar verecek bu fotokopi ile nasıl
değerlendirme yapacak. Bu nedenle Aziz Yıldırım yeniden muayeneye
tabi tutulmalı. Bence Aziz Yıldırım böyle bir davadan suçlu
bulunabileceğini öngörerek bedelliden yararlandı. Eğer çürük
rapordan yargılanırsa ceza alır diye düşünüyorum
“AZİZ YILDIRIM İSTİFA
ETMELİ”
Aziz Yıldırım’ı sevmiyor
musunuz?
- Fenerbahçe’yi seviyorum ama Aziz
Yıldırım’ı sevmiyorum. O koltuğu derhal bırakmalı. İstifa edip
Fenerbahçe’yi gerçek Fenerbahçelilere bırakmalı.
İki lafın belini kırdık. Medyaradar’ı da soralım artık
değil mi?
- İlgiyle takip ediyorum ve çok iyi
gazetecilik yaptığını düşünüyorum. Sizleri kutluyorum. Yarın öbür
gün orada aleyhimde haber çıkarsa ben size sorarım :) Şaka bir
yana, iftira, küfür olmadığı sürece yerden yere vurun, eleştirin,
eleştiriyi seviyorum.