MEDYARADAR YAZARI BARBAROS ALTUĞ AGOS'A KONUŞTU!
Medyaradar yazarı Barbaros Altuğ Türkiye'deki kültür endüstrisinden gelecek vaat eden yazarlara ve birçok konu hakkında konuştu.
· Taraf’taki köşe yazılarınızdan önce, sizi “edebiyat
ajanı” olarak tanımıştık. Edebiyat ajanı kimdir, ne yapar tam
olarak?
Edebiyat ajanı benim aslında ironik olarak kullandığım bir şeydi.
Ama ironideki topraklarımızı Musul’da bırakmışız zamanında. O
nedenle meslek hanesine yazıldı bu tuhaf tanım. Şimdi bir de benden
sonra gelenler de ciddi ciddi kullanıyor. Ajanı mı olur edebiyatın
diyen de olmadı ha! ‘Literary agent’lık yapıyorum; Batı
medeniyetlerinde yüzyıllık mazisi olan bir iş. Yazar ve yayıncı,
gerekirse yazar ve diğer kuruluşlar, yani televizyon, radyo, sinema
vs. arasında bir arabulucu diyebiliriz. Yazarların tarafında duran
ve sanırım yayınevlerine göre de bir nevi varyemez amca.
Memnunum.
· Amacınızın Türkiye’deki yazarları, yurtdışına
“pazarlamak” olduğunu söylüyorsunuz. Yurtdışındaki yayınevlerini
hangi kıstaslara göre seçiyorsunuz?
Sadece yurtdışında çalıştığım yayınevlerini değil, burada
çalıştığım yazarları da seçiyorum. Çok satan, çok kazanan yazarları
geri çevirdiğim de oldu. Lale Belkıs’ın eski filmlerindeki enfes
repliğini alarak, uzun “İsterseniz bunu size ispatlarım!” Şuna göre
seçiyorum: benim çalıştığım yazarlar, bu ülkede kendime öyle ya da
böyle yakın hissetiğim, dünyalarını yakın bulduğum, şahsen
tanıdığım ve konuşmaktan, yazdıklarını okumaktan zevk aldığım,
beraber çay da, şarap da içsek, birbirimize dayanabileceğimizi
bildiğimiz dostlarım. Yurtdışında yayınlanacakları zaman da
kıymetlerini düşürecek bir şeye asla imza atmam; illa da
yayınlansın diye kıytırık, sadece bizim çeviri fonumuz olan
TEDA’dan para almak için senede 15 Türk yazarı yayınladığını iddia
eden, sonra da yayınladığı kitaplar hiçbir kitabevinde bulunmayan
yayınevlerine tek bir yazar vermedim, vermem. Onlara Türkiye’den
diğer ajansları öneriyorum; bu konularda uzman olanlar var,
beraberce bizim fonlarımızdan para kazanmaya devam edebilirler.
Benim çalıştığım yayınevleri Penguin, Hachette, Rizzoli ve o
ülkedeki en prestijli listelerde olan diğer yayınevleridir. Böyle
de olmaya devam edecek. Temsil ettiğim yazarlarla da,
yayınlandıkları yayınevleriyle de gurur duymaya kararlıyım.
· Türkiye’de demokrasi mücadelesinin kültürel bir boyutu
olduğuna inanıyor musunuz ve bu bağlamda seküler bir kültür
endüstrisinin (edebiyat, sinema, müzik, magazin) duvarlarını
zorlama imkanı var mı? Bunun için neler yapılabilir?
Belki de en önemli boyutlarından biri demokrasi mücadelesinin
kültür alanı. Sadace seksist değil, kendisinden olmayanı yok etmeye
çalışan faşizanlıkta, dediğim dedik otoriterlikte bir kültür
dünyasını gördük senelerce bu ülkede. Ne gay sanatı, ne Ermeni
edebiyatı, ne Rum köşe yazarları varlık gösterebildi ana akım
medyamızda. Bu önemliydi, çünkü gösterileni almak üzerine ezberci
ve “babanın dediği olur” topraklarda yaşıyoruz. Görünmeyen yok
sayılıyor, yok edildiğinde de kimsenin sesi çıkmıyor.
Ama işte son yılda değişen iklim, internetle beraber çeşitlenme
olanağı bulan bir ifade ortamı, gençlerin belki kendi kimliklerine
daha fazla sahip çıkabilmesi ve daha bir sürü sebepten bu duvarlar
zorlanıyor. Tam anlamıyla yıkıldı mı? Hayır elbette. Hâlâ “Türkiye
Türklerindir” diye yazan bir gazete, ana akımın tepesindeki yerinde
ve onların egemen olmaya çalıştıkları tek alan politika değil,
tahmin edersiniz. Kitaplardan filmlere kendilerinden olanı öne
çıkarmak, diğerlerini görmezden gelip gerekirse yok etmek için
ellerinden geleni yapmaktalar. Ama artık bu o kadar değil;
duvarları su almaya başladı ve tamir edemiyorlar. Hayırlı bir haber
bu bizim için.
· Türkiye’de ulusalcı dalga, kahramanlık miti olarak “Şu
Çılgın Türkler”i, daha sonra bir adım daha geri çekilerek bir
distopya olarak “Selanik’te Sonbahar”ı ve son olarak da yenilgiyi
kabullenerek bir “muhalefet” durulu olarak “İsim, Şehir, Hayvan”
isimli tiyatro oyunu üreten kültürel dünyada da kuvvetli bir damar.
Buna karşı eleştirmenlerin neden pek sesi çıkmıyor? Gerçekten
ciddiye mi almıyorlar?
Eleştirmen dedikleriniz zaten az önce bahsettiğim ana akım medyanın
erleri. Kimin itiraz etmesini bekliyorsunuz? Ben isim vereyim siz
verdiniz madem; Yılmaz Özdil’e mesele aynı gazetede yüzyıldır
kültür sanatın başında olan Doğan Hızlan ses çıkarır mı?
Çıkarabilir mi? Bir başkaldırısını gördük mü, ana akım medyada
yazan kültür sanat insanlarının dişe dokunan herhangi bir
meselede?
Tatlı ulusalcılık sularından mesut mesut yaşamak varken hele; çünkü
kirlibeyaz Türkler esas ulusalcılar bu ülkede ve elbette kastın en
tepesinde senelerce yeterince semirdikleri için harcayacak çok
paraları var şimdi. Kirlibeyaz ulusalcı Türklere mal satmak ve bu
sistemi sürdürmek işlerine geliyor.
Ama bence en güzeli şimdi zenginleşen muhafazakâr-liberal kanada da
aynı insanların göz dikmesi. Selanik’te Sonbahar’ı yazan zat-ı
muhterem şimdi kalkıp hidayete eriyor ve başı örtülü bir kızı
kahraman yapıyor kendine. Bence 1970’lerde hidayete eren ve
sarakaya alınan eski dansçı Kudret Şandıra falan şimdilerde melek
sayılır bunların arasında.
· Sizce Türkiye’de iyi kitap eki yapılıyor mu?
Daha önce de söyledim ve yazdım; kitap ekleri “al gülüm ver gülüm”
ilişkisi içinde hazırlanıyor. “Ne kadar reklam, o kadar tatlı
eleştiri” sistemi de çöktü. Okuru ikna edemiyorlar. Bunu doğrulamak
için testler de yaptım; bazı kitaplar için tek bir kitap ekine ilan
girmedik ve normalin de üstünde sattılar bu kitaplar. Çünkü kitap
okuru dahi kitap ekleri yerine kadın dergilerine, güvendiği
arkadaşlarının önerilerine göre seçiyor alacağı kitabı.
· Peki edebiyat dergiciliği?
Edebiyat dergiciliği ise daha da acıklı. Semih Gümüş mesela diyelim
o sene 5-6 tane jüride 300-400 kitap okuyarak (öyle olması lazım
zira sonunda ödül veriyorlar o kitaplardan birine) bir de dergi
hazırlıyor. E “bu kadar yoğun” bir insanın kısıtlı zamanda
hazırladığı dergiler de elbette hep aynı isimlerle dolup taşıyor.
Ben çok sıkıldım aynı hikâyecileri okuyup aynı yazarların aynı
dertlerini dinlemekten son yirmi senedir bu dergilerde ve
Türkiye’de yayınlanan dergileri almıyorum. Oh rahatım valla. Siz de
öyle yapın; cebinize kalan parayla da iyi bir kitap alırsınız.
· Sema Kaygusuz’un İşveç’ten ödül alması üzerine, o ödülün
çevirmene ait olması gerektiğini söylemiştiniz. Sizce çevirmenin
rolü bu kadar büyük mü gerçekten?
Sema Kaygusuz İsveç’te ödül falan almadı; sadece 1.000 adet olmak
üzere çok küçük bir yayınevinden kitabı çıktı. Ödül aldığını iddia
ettiği yer Fransa; orada da ödülün adı Çeviri Ödülü ve doğrudan
çevirmene “şimdiye kadar yaptığı çeviriler” zikredilerek verildi.
Aralarında Hasan Ali Toptaş ve Tahsin Yücel de olan çeşitli
yazarlar yani. Sema Kaygusuz o yazarlardan biri! Ödül aldıysa
göstersin ödül şiltini ben de özür dileyeyim. İyi çevirmen
neredeyse kitabı yeniden yazan kişidir bana göre; başka
memleketlerdeki insanların bir başka memleketin yazarını
anlayabilmesi için bütün kültürü çevirir kafasında ve metni öyle
oluşturur. O nedenle yurtdışında başarılı olan yazarların
kitaplarında çevirmenlerinin payı da büyüktür.
· Türkiye’de gelecek vaat eden yazarlar kimler
sizce?
Ben bundan 7 sene önce Boğaziçi Üniversitesi’nde bir konuşma yapmış
ve mesela Hakan Günday’ın, Murat Menteş’in falan adını
zikretmiştim. Artık onlar gelecek vaat etmiyor, yazar oldular;
herkes benim hayal ettiğim yazar olmuyor ama olsun, başkalarının
hayallerine uydular ve yazarlıkları yadsınamaz. Gelecek vaat etmek
işi biraz da yaşla ilgili elbette; 40’larını geçmiş bir yazarı
mesela zikretmemek lazım böyle durumlarda. Ben bir adım daha ileri
gideceğim; kitabı yayınlanmamış ve bilhassa internetteki veya
gazetelerdeki günlük üretimlerinden okuduğum isimlerin kitaplarını
merak ediyorum diyeceğim. Yiğit Karaahmet, Yıldıray Oğur ve Yelda
Eroğlu. Eğer bir gün roman yazarlarsa, sanıyorum ki, 2010’ların, şu
yaşadığımız ve belki çok sonra anlayacağımız büyük dönüşümün
damarını yakalayacak bir şey çıkar ortaya.
· Son dönem Türkiye dizilerinde edebiyat uyarlamaları
dikkat çekmekte, sizin de kurucusu olduğunuz Fikirbaz’ın da
edebiyat uyarlamaları girişimi olmuştu. Genel olarak edebiyat
uyarlaması yapılan diziler için neler demek istersiniz? Fikirbaz’ın
yakın zamanda uyarlama aşamasında olduğu kitaplar var
mı?
Edebiyatın en önemli damarlarından biri sinema ve bilhassa
televizyon; uyarlamalar kitapların fark edilmesini ve yazarın
keşfini de sağlıyor satışın yanı sıra. Mesela bu sene yapılan Nahit
Sırrı Örik uyarlaması Eve Düşen Yıldırım ile milyonlar Örik’in
adını ilk kez duydu; kitapları yeni baskılar yaptı. Çok mühim
buluyorum kültürel miras açısından da. Yeni sezona birkaç çağdaş
roman uyarlaması daha çalışıyoruz. Sadece televizyon dizisi değil,
sinema filmi de var aralarında.
· Ayşe Kulin, Türkiye’de hep çok satanlar listesinde oldu.
Her kitabının bu kadar çok satabilmesinin nedenleri
nedir?
Aslında hep öyle değildi; Ayşe Kulin’in Aylin’den önce yayınlanmış
kitapları var ama satmadılar; üstelik büyük edebiyat ödüllerini de
almalarına rağmen. Aylin’in hikâyesi insanları yakaladı; yoksa ne
özel bir satış yöntemi, ne de reklam yapılmadı. Hatta ilk baskısı
2.000 adet yapılan bir kitap Adı: Aylin. Ancak o kadar satar
diye... Bu örnek bile okurun tercihinin eleştirmen veya kendini üst
düzey kültür figürü olarak görenlerden ne kadar ayrı olduğunu
gösterir, çünkü eleştirmenler küçümsediler ve asla anlamaya
çalışmadılar bu dinamiğin nedenini.
Oysa nasıl ki oy alan siyasetçiye saygı duyuyorsak, kitapları çok
okunan yazarlar da, en azından aynı saygıyı ve anlamaya çalışılmayı
hak eder; aslında çok daha fazlasını. Hem “demokrasi, demokrasi”
diye çırpınacaksınız, hem de halk beğendiği yazarı baş tacı edince
“tu kaka” edeceksiniz. Bu, mesela çok yerleşik bir demokrasi ve
kültür politikası olan İngiltere’de bir yazarın başına gelmez.
Ayşe Kulin’i okurlar seviyor; nedeni tam da bu kadar basit. Onların
hayatına girmeyi başarıyor her hikâyesi ile; ister tarih yazsın,
ister gay hikayesi, Türkiyeli okuru Kulin’in hepsini okudu,
tartıştı ve kabul edip bağrına bastı. Bu başka bir güçle elde
edilemeyecek ve alt edilemeyecek büyük bir güçtür.
· Google’da adınız az çıkıyor diye üzülüyor
musunuz?
Kaderimde bu varmış, boyun eğdim! Banu Alkan’ın adı mesela hâlâ
benden çok çıkıyor; diğer adı çok çıkanlar da, eminim Banu Hanım
kadar kültür sanata ya da bu ülkeye katkıda bulunmuştur, ne
diyeyim. Ama benim inancım “size does not matter” (boyut önemli
değildir); elbette bazı konularda J
Agos/Emre Can Dağlıoğlu