"MEDYANIN TARAFGİRLİĞİNDEN BAHSEDENLER GÜNEYDOĞU'DA GAZETECİ OLMAYI DA GÖRMELİ"
Milliyet yazarı Mehveş Evin, bugün köşesinde gazeteci Sabri Acar'ın mektubunu okurları ile paylaştı.
Milliyet yazarı Mehveş Evin, bugün köşesinde "medyanın tarafgirliğinden, korkaklığından şikayet edenler, Güneydoğu’da gazetecilik yapanların da ne yaşadığını duymalı" dedi ve 12.5 yıl hapse mahkum olan gazeteci Sabri Acar’ın mektubunu okurları ile paylaştı.
İşte o mektuptan çarpıcı bölümler:
Gezi gösterilerinde medya, çok eleştiri aldı, almaya da devam ediyor. Bir yandan mesleğini hakkıyla sürdürmek için ter döken çok meslektaşımız var. Dayağa, hakarete, tehdide, hatta bir gün gelip ‘terörist’ damgasıyla hapse tıkılma ihtimaline karşın çaba gösteren herkese teşekkür ederim.
Türkiye’deki medya sorununu, tutuklu gazetecilerin durumunu bilmeden anlamak, yorumlamak mümkün değil. 29 Haziran itibarıyla hapiste 68 gazeteci var, çoğu Kürt. Neden gazeteciler susuyor, neden hapse atılıyor, neden medya bu kadar yanlı, anlamak için Kastamonu E-Tipi cezaevinde tutuklu olan gazeteci Sabri Acar’ın “Türkiye’nin adalet gerçekliği” başlıklı mektubunu yayınlıyorum:
“Ben 2002 yılından beri Azadiya Welat gazetesi dağıtımcısı ve çalışanıyım. 2011 yılına kadar en az 10 kez yaptığım işten dolayı soruşturma ve tehditlere maruz kaldım. Her türlü zorluğa rağmen mesleğimi bir görev bilip en iyi şekilde yapmaya çalıştım. En son 26 Haziran 2011’de gözaltına alınıp tutuklandım. 25 Nisan 2012’de Malatya 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından toplamda 12.5 yıl cezaya çarptırıldım.
8 Mayıs 2013’teyse Yargıtay 9’uncu Dairesi tarafından görülen duruşmamda cezam onandı. Yani şu an resmen hükümlüyüm...
Olmadığım yerin görüntüsü
İddianamedeki suçlamaların birkaçına değinelim. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; iddianame ve dosyamda bana yöneltilen hiçbir suçlamada, ne eylem olarak ne de sözlü olarak tek bir şiddet unsuru bulunuyor. Tamamı telefon görüşmelerine dayandırılan ve niyet okumaktan başka bir şey değil. Yani düzmecelerden yola çıkarak bir dosya hazırlamışlar.
Deniliyor ki; Azadiya Welat ve Özgür Gündem gazetesi dağıtarak KCK örgütüne ekonomik destek sağlamışım... Yine deniliyor ki; yaşadığım bölgedeki birkaç haberi Dicle Haber Ajansı’na (DİHA) yolladığım için KCK örgütünün basın yayın sorumlusu olduğum tespit edilmiş. Yine deniliyor ki; Diyarbakır’da bir mitingden sonra taşkınlık görüntüleri ROJ TV’de yayınlattırmışım.
Yani olmadığım bir yerde görüntü çekip, ROJ TV’ye yollamışım. Yaşadığım ilçe yani Elazığ’ın Karakoçan ilçesi Dersim’e sınırdır. Dersim’de yapılan Her Türlü Doğa ve İnanç Soykırımına Hayır mitingine bir gazeteci ve doğaya karşı duyarlı bir yurttaş olarak katılmam, KCK örgütünün talimatıylaymış.
Şanslı mı görelim kendimizi?
Sevgili Mehveş Evin; 90’larda Özgür Ülke ve Özgür Gündem gazetesinin binaları bombalanıyor, onlarca çalışanı, muhabiri ve dağıtımcısı öldürülüyordu. Şimdiyse bizler sırf bu gazetede çalıştığımızdan dolayı ya da etnik kimliğimizden kaynaklı cezaevlerine atılıp, susturulmaya çalışıyoruz. Faili meçhule (ki failler belli) kurban gitmediğimiz, yani öldürülmediğimiz için şanslı mı görmeliyiz kendimizi?
12 Eylül 2012’de Adıyaman Cezaevi’nde üç arkadaşımla girmiş olduğumuz süresiz açlık grevinden hemen sonra apar topar Kastamonu Cezaevi’ne sürgün edildik. Bizleri ailelerimizden uzaklaştırıp, coğrafyamızdan kopartıp, yalnızlaştırmaya çalışan zihniyet bugün Barış görüşmeleri adı altında acaba ne yapmaya çalışıyor?
Bu sadece benim durumum değil, binlerce KCK’li tutuklu ve hükümlünün durumu. Bu ülkeye adalet lazım değil mi? Başbakan ve Adalet Bakanı’na göre içerideki gazeteciler, mesleklerinden dolayı bulunmuyorlar!
Ama Türkiye’nin günlük tek Kürtçe gazetesi Azadiya Welat çalışanı olduğumdan ve Kürt kimliğimden dolayı bu cezaya çarptırıldığımı biliyor/düşünüyorum. Ha bir de, biz dağıtıcılara gazeteci gözüyle bakmayan Türkiye basınına sesleniyorum; bir ülkenin özgürlüğü ve demokrasisi, basın özgürlüğünden geçer! Unutmayalım ki; adalet bir gün herkese lazım olacak.”