22 Mayıs 2011 13:33 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:22

"MEDYANIN GENLERİNDE OLAN STATÜKOCULUK"

Bianet, Birand'ın itiraflarını iki gazeteciyle konuştu; yorumlar ise bir noktada birleşti: Genlerde olan şey statükoculuk ve bu düne özgü bir durum değil.

Mehmet Ali Birand'ın "Darbecilik, medyanın genlerinde var" saptaması Zaman'a manşet oldu. Bianet, Birand'ın itiraflarını iki gazeteciyle konuştu; yorumlar ise bir noktada birleşti: Genlerde olan şey statükoculuk ve bu düne özgü bir durum değil.

Mehmet Ali Birand 19 Mayıs 2011 günü köşesinde "Evet, genlerimizde darbecilik vardı..." başlıklı bir yazı kaleme aldı. Ertesi gün Zaman gazetesi "Darbecilik, medyanın genlerinde var" manşetiyle çıktı ve yazının tamamına yer verdi..

Birand'ı bu yazıyı yazmaya iten, gazeteci Alper Görmüş'ün kaleme aldığı "Ergenekon Gazeteciliği" adlı kitabı. Birand, Görmüş'ün özetle "Merkez medya darbeleri hep destekledi ve 28 Şubat'ın gerçekleşmesinde de anahtar rol oynadı... Adeta genlerindeki darbecilikle hareket ettiler..." dediğine değiniyor ve ekliyor: "Görmüş'ün, benim de aralarında bulunduğum merkez medyanın büyük bir kesimi hakkında yaptığı bu saptama son derece doğru."

Zaman gazetesi Birand'ın yazısındaki çarpıcı noktaları manşetinde alt alta dizdi:

* Laik Merkez medya mensuplarının büyük bölümü için öncelik demokrasi veya Parlamento değildi. Genelkurmay daha önemliydi.

* Bizler böyle yetiştirildik. Genlerimize, belki de farkına varmadan darbecilik işlendi.

* Bu gerçeği, 1990'larda "Emret Komutanım" adlı kitabımı hazırlarken gördüm.

* Asker'in siyaset dışına çıkması gerektiğini söylediğim yazılara o zaman başladım ve başıma gelmeyen kalmadı...

* Darbe Günlükleri'ni küçümsemek çoğumuzun işine geldi. Oysa Ergenekon sürecini başlatan asıl gelişme bu günlüklerin yayınlanmasıydı.

Medyanın önemli bir temsilcisinden gelen bu itirafları, yeni haber kanalı IMC TV'den Ertuğrul Mavioğlu ve NTV Haber Müdürü Mete Çubukçu'yla konuştuk.

Ertuğrul Mavioğlu

* Nokta basıldığında Türkiye Gazeteciler Sendikası, Çağdaş Gazeteciler Derneği ve çok sayıda gazeteci, içeride arama yapılırken binanın önündeydi, protesto ediyordu. Ben de oradaydım, birçok arkadaşımız oradaydı.

* Medyanın genlerinde olan devletçiliktir, statükoculuktur. Şu anda birileri tarihin bir yerlerinde gerçekleşmemiş darbelerle hesaplaşarak, darbeciliğe ya da statükoculuğa karşı çıktığını söylüyorsa, boşuna konuşuyordur. Çünkü bu mücadele biten bir şey değildir. Statükoculuk devam ettikçe, resmi ideoloji, tüm geniş yığınlar ve basın üzerinde baskı oluşturmaya devam ettiği sürece bu mücadele bitmez. Bu sadece geçmişe ait bir hikâye değil, aynı zamanda bugüne ait de bir hikâyedir. Şimdi de bir tarih yazılıyor. Yazılan bu tarih muhtemelen bir on sene sonra başkaları tarafından itiraf edilecek.

* Esas olan, belki aydın olmak, gazeteci olmak da budur; yaşarken ne olduğunu görüp tavır almaktır.

* Gazetecilik, habercilik güç odakları tarafından üzeri örtülmüş gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırma işidir. "Geçmişte güç odağı Genel Kurmay'dı" demek, ama Genel Kurmay'ın geçmişteki kadar güçlü bir rolünün olmadığı bugün "güç odağı yoktur" demek gerçeğin üstünün örtülmesi demektir.

* Bugün de gerçeğin üzerine örmeye çalışanlar var. Bu kimi zaman baskı yoluyla, kimi zaman da medya içindeki destekçileri aracılığıyla yapılıyor.

* 28 Şubat'ın karşısında duran birçok sosyalist medya mensubu vardı, gazetelerde çalışanlar vardı. Biz de vardık. Genel Kurmay'ın bildirileri gazetelerde emir olarak telakki edildiyse, bu asıl o gazetelerin sorumluluğu altında olan bir şeydir. Herkes eteğindeki taşları döksün. O günlerde yazı işleri odalarında neler tartışıldı, bari bunların hepsi ortaya çıkartılsın. Gerçek ne? Medya bir bütün mü? Yoksa arada bir çizgi mi var, anlaşılsın.

* Ben bir dönem şuna karşıydım diyerek kimse kendini öyle kolay sıyıramaz. Peki bu dönemdeki baskılar karşısında ne yapıyorsun?

* Bugün aynı şekilde gazetecilere açılan davaların karşında yine biz varız. Doğrudan doğruya merkezî hükümetten, AKP'den gelen baskılar karşısında da varız. Bu baskılar karşısında duruşa başka anlamlar yüklenmeye çalışanlar, daha önce okumuş oldukları kitapları bir kez daha okusunlar.

Mete Çubukçu

* Darbecilik üzerinden konuşmak soruyu ve sorunu daraltmış oluruz aslında. Şöyle demek lazım belki: Medya, otoriteye ya da statükoya yakındır.

* Ana akıma kimi koyuyoruz, onun dışında kim var, bunları nasıl tanımlıyoruz bu da önemli. Daha az satan, daha az izleneni mi dışında sayıyoruz? Çok net çizgi çekmek kolay değil. Mesela 28 Şubat'ta ana akım kimdi? 10 yıl öncesinin ana akımı ile şimdinin ana akımı hem aynı hem farklı. Sadece sermaye yapısıyla, otoriteye yakınlıkla değerlendirecek olursak, ana akım medya dediğimiz zaman zaman yer değiştiriyor. 28 Şubat'ta ana akım belliydi! Peki, şimdi ana akım kim? Bu bir soru işareti.

* Mehmet Ali Bey 28 Şubat sürecinde ciddi haksızlığa uğradı. Bu zaten biliniyor, zaten söyleniyor, kendisi de söyledi. Hatta kendisinin yalnız bırakıldığını söyledi, haklıydı da...

* Bir takım ipe sapa gelmez belgelerle değerlendirilmeye çalışıldı. Ama medyada bazı kişilerin kişisel husumetlerinden dolayı Birand'a ve Cengiz Çandar'a destek vermediklerini biliyorum. Onları savunmadılar. Belki medya orada kendisinden beklenilen refleksi, savunmayı göstermediği için, sorgulamadığı için bugünlere böyle gelindi. Şimdi başka bir baskı yaşıyoruz. O gün kendini savunmayan medya bedelini bugün ödüyor.

* Otorite otiretedir. Askerdir, polistir, sivildir, X'tir, Y'dir, hiç fark etmez. Dünyanın her yerinde böyle. Medyanın başka bir yerde duruşu olmalıdır. Bu duruşu medya özgürlüğü, ifade özgürlüğü açısından savunmadığınız zaman farklı otoritelerin baskısı altında kalırsınız.