MEDYADAKİ ''ASABİ TANSİYON''A MÜSEKKİN ÖNERİLER!
Medyaradar Medya Analisti Atilla Akar medyada trend haline gelmeye başlayan “Agresifizm”e karşı bu kez “Müsekkin Öneriler Paketi” hazırladı&...
Son zamanlarda gerek toplumdan gerekse de meslekten kimle konuşsam medyanın yükselen trendi olan “Agresifizm”e karşı bir tepki ve rahatsızlık görüyorum. Daha çok kendisini “dünyanın merkezi”ne koyan kimi isimlerden kaynaklanan bu tutum sanki “medyanın geneli”ne hakim bir durummuş gibi algılanmaya başlandı. Belki “Fıtratı” gereği belki de kendisine çizdiği “strateji”den dolayı “Negatifizm”e saran kimi kalemler yüzünden bu imaj oluşmuş vaziyette. Ne diyelim, vebali onların boyunlarına!..
Ancak bu durumun “Etki-tepki” yasası gereği yayılma hızı yüksek “bulaşıcı” bir hastalık gibi seyrettiği de doğru. Bu konudaki düşüncelerimi daha önceki yazılarımı okuyan okurlar bilirler. O yüzden tekrar etmeyeceğim. İsteyen site arşivinde bulabilir. Öte yandan hep birilerine “çakma” dürtüsü içinde olup (Yahut bunun “prim yaptığı” zannına kapılıp!), işi iyice “ümitsiz” ya da “klinik” vaka düzeyine vardıranlar hariç aslında herkesin kendisine çekidüzen verebileceğine inanırım. Yeter ki bu noktada biraz istek ve irade göstersinler, kendilerine ve diğerlerine bir miktar ( İllâki “Sevecen” ya da “hoşgörülü” olmak zorunda değiller) daha “anlayışlı” davranabilsinler. Bu gibilerden “ermiş” gibi davranmalarını beklemiyorum. Ancak böylesi “parçalayıcı” olmak zorunda da değiller. Eğer bir saldırı varsa kimse kendisini savunmasında demiyorum. Ancak durup dururken saldırmak, hele de çirkefleşmek bir “meziyet” olmasa gerek…
Bunun için belki de önce kendi tutumumuza sonra da birbirimize karşı “bakış açımız”ı değiştirmemiz gerekiyor. Sırf bu nedenle, sorunu aşmak için, kendimce bir “Müsekkin Reçete” hazırladım.
1) Size veya sizin kendinizi ait hissettiğiniz kesimin tersine bir yazı, bakış gördüğünüzde hemen “düşman” tanımlaması yapmayın. Sadece sizden “farklı” bir yaklaşımla karşı karşıya olduğunuzu hatırlayın. Onunda sizin gibi bir “yazar” olduğunu ve fikrini belirttiğini unutmayın. Sadece sizin gibi düşünmüyor o kadar. Hem sizde zaten onun gibi düşünmüyorsunuz değil mi?
2) Siz “doğru bildiğinizi” yazıyorsanız bilin ki o da kendi “doğru bildiği”ni yazmaktadır. Eğer kalıplaşmış bir “doğru” olsaydı zaten size de ona da gerek olmayacaktı. Ayrıca kendinizi “en haklı”, “en doğru”, “en bilgili” sanmayın. Karşınızdakilerde kendilerini öyle sanıyor olabilirler. Söz konusu yazının veya kişinin önce ne dediğine, ne demek istediğine, haklı yanları olup olamayacağına bakın. Total ve reddiyeci bir refleks içine girmeyin. Haklıysa hakkını teslim edin değilse edebince eleştirin.
3) Kendi bakışınızın aksine bir yazı gördüğünüzde, görüş bildirildiğinde hemen gard almayın hele de pençelerinizi hiç bilemeyin. Her yazının arkasında “kötü niyet” aramayın. “Ben zaten o herifi/kadını bilirim” duygunuzu frenleyin. Birileri de sizi “biliyor”lardır o zaman!
4) İnsanlara olduğu gibi yazılara karşı da “yargısız infaz” uygulamayın. Sonuçta o yazıyı sizin yazmadığınızı unutmayın. Siz yazsaydınız öyle yazmayacaktınız. Ama o “siz” değil, bunu hatırlayın. Herkesin sizinle aynı fikirde olmadığını ve olamayacağını peşinen kabul edin. Bunu bir anlayış olarak sindirin!
5) Belki farkında olmayabilirsiniz ama “Soğuk Savaş”ın çoktan bittiğini unutmayın. Bir “Soğuk savaş yazarı” gibi davranmayın!
6) Karşınızdaki kişiyi bir “fesat örgütünün üyesi”, “onların talimatıyla yazan” biri olarak görmeyin. Unutmayın eğer o öyleyse sizde başkalarına göre başka bir “fesat örgütü”nün “etki ajanı” veya “propagandist”i olabilirsiniz. Bunun sonu yoktur! Üstelik bir yazarı böyle tanımlamak ona karşı yapılabilecek en büyük hakarettir. Ona “Senin kendi beynin, vicdanın, doğruların, düşüncelerin yok.” demekle eş anlamlıdır. Biri sizi böyle tanımlasa hoşunuza gider mi?
7) Herkesi kolaylıkla “satılık” olmakla suçlamayın. İma bile etmeyin. Sizden başka herkes “satılık” ise böylesi bir ortamda sizin olmadığınız ne malum?
8) Kendinizi adeta iddianame hazırlayan savcı yerine koymayın. Geçmişte o meslektaşlarınızla aranızda ne geçerse geçsin, onların hakkında dosyalar tutmayın. Hele de onları “ihbar” etmeye, “hedef göstermeye” hiç kalkmayın. Bunu yaptığınızda değil “gazeteci/yazar” olmayı “insan” bile olamayacağınızı hatırlayın. Hangi nedenle olursa olsun hapse düşmüş meslektaşlarınıza karşı histerik çığlıklar atmayın. Kimin “gazetecilik faaliyetleri”nden dolayı kimin “başka nedenler”den dolayı “içeride” olduğunun kararını siz verecek değilsiniz. Unutmayın onun size cevap verme imkânı ya yoktur ya da sınırlıdır. Bunu bir “edep” olarak benimseyin. Bir hesabınız varsa çıkışına erteleyin!
9) Herkes geçmişte yanlış düşünmüş, yanlış yazmış hatta pişman olduğu cümleler kurmuş olabilir. İkide bir temcit pilavı gibi bunları karşınızdakinin üzerine sürmeyin. Sizinde bir 10-15 yıl sonra bugün yazdıklarınızdan yahut söylediklerinizden dolayı pişman olabileceğinizi, zamanla farklı düşünebileceğinizi, “yanlış düşünmüşüm” diyebileceğinizi unutmayın!..
10) Hele de “iktidarın gücü benim arkamda onların değil” duygusuyla hiç hareket etmeyin. Buna güvenmeyin. İktidar dediğiniz bugün vardır yarın yoktur unutmayın. Bugün sizi el üstünde tutanların, pohpohlayanların yarın arkanızda olmayabileceğini hesaba katın!
11) Kalıcı olmak istiyorsanız dönem veya konjonktür yazarı olmayın. Unutmayın o diş bilediğiniz insanlar (Bunu “yeniyetmeler” için söylüyorum!) sizden çok daha önceden oradaydılar. Sizin daha esameniz bile okunmuyordu. Hiç değilse buna saygı gösterin!
12) Size cevap vermeyenlere hemen “nasıl korkuttum”, “tırstı galiba”, “bakın tek kelime bile edemedi”, “karşımda kimse duramıyor” demeyin. Belki etmek istememiştir. Daha da kötüsü belki de sizi “laf edilmeye değer” biri olarak görmemiştir!
13) Kimse size “tepkisiz kalın” ya da zoraki “iyi geçinin”, ona buna “mavi boncuk” atın demiyor. Ancak hemen küfür ve hakaret edeceğinize “kalem kıvraklığı”nızı geliştirin. Yapabiliyorsanız akıllıca espriler, dokundurmalar yapın. Herkes size “kaleminden kan damlıyor” değil, “kaleminden zekâ fışkırıyor” desin!
14) Unutmayın; aklınıza gelenler, yazdıklarınız “ilahi vahiyler” neticesi değil sadece birer beşeri “fikir”dir. Doğru da olabilir yanlış da. Kendinize ve fikirlerinize sanki “ilahi” karşınızdakine de “şeytani” varlıklar gibi muamele edilmesini istemeyin, beklemeyin. Bir tür “Yazar megalomanisi”ne, kibrine kapılmayın!
15) Sizin gibi düşünmeyenlere saygı gösterin ki onlarda size göstersin. Unutmayın ne ekerseniz onu biçerseniz. Nefret ekerseniz nefret, seviye ekerseniz seviye biçersiniz. Etiketlemeyin ki etiketlenmeyesiniz. Damgalamayın ki damgalanmayasınız! Yargılamayın ki yargılanmayasınız…
Kemaliyet denen nimetin herkese eşit dağıtılmadığının farkındayım. Hepimizin bu noktada zaman zaman önemli eksikleri hatta “defo”ları olabiliyor. Dahası hepimiz zaman zaman kızabilir, karşımızdakilerine öfkelenebiliriz. Bu da normal. Kimse her daim “sakin” davranacağını garanti edemez. Hiçbirimiz bundan “muaf” değiliz. Ancak fark şu noktada ortaya çıkıyor sanırım; bunu ayıp örter gibi değil, içten bir şekilde düzeltmeye, aşmaya çabalayıp çabalamıyor muyuz? Yoksa inadım inat bir şekilde daha da vahim bir hale getirip bunu bir “çizgi” haline mi getiriyoruz? Yahut “Benim tarzım bu, yerse…” lakaytlığı içinde olup, kimseyi “takmaz”, “burnu büyük” havalarda ve “küstah” bir şekilde irinlerinizi üzerimize sıçratmaya devam mı ediyorsunuz?
Unutmayın size o köşeler, konuşma fırsatları siz marazi egolarınızı tatmin edin diye verilmedi. Varsa bir fikriniz onu toplumla paylaşın diye verildi. “Uyarıcı” olun, “ikaz edici”, “yol gösterici”, “açıklayıcı” olun. Velveleci olmayın. Herkes sizi “bugün kime çakmış” diye değil, “bugün hangi analizi yapmış”, “hangi olayı aydınlatmış”, “zihnimde neleri açmış”, “ufkuma ne katkılar yapmış” diye okusun veya dinlesin.
Yok bunu yapamayacaksanız o sütunları da, ekranları da, vaktimizi de, sinir hücrelerimizi de boş yere işgal etmeyin. Düşün yakamızdan o zaman!..
Atilla AKAR
[email protected]