"MEDYA PAVYONUNDAKİ SON BAKİRE BABASI MİT'TE ÇALIŞAN BİR GAZETECİ!..." ORAY EĞİN BABASI MİT'TE ÇALIŞAN GAZETECİLERİ YAZDI!... KİM BU GAZETECİLER?...
İşte bu içgüdüleri acaba aile terbiyesinin devamı, gazetecilik evlerinde öğrendikleri bir meslek mi diye düşünüyorum. Soru sormayı, kuşku duymayı onlara babaları mı aşıladı acaba?
Babaları MİT'te çalışan gazeteciler
Gazetecilik bir soru sorma mesleği. Bugünkü medya tartışmalarında gençlere yönelik en sık yöneltilen eleştirilerden biri yeni kuşak gazetecilerin meraksız oluşu ve soru sormaktan çekinmeleri. Gazetecilik hakkında yaygın bir kanı da gazeteci olunmayacağı, gazeteci doğulacağı. Sahiden acaba hayatımızı yönlendiren birçok şey gibi gazeteci olmak da genetik işi mi? Soru sormak, merak etmek, didiklemek, peşinden gitmek, takip etmek içimizde yoksa sonradan kazanılmayacak özellikler mi?
Soru sormak aynı zamanda da kuşku duymaktır. İnsan kuşkulandığı zaman soru sorar. Haber de böyle ortaya çıkmaz mı? Bazen küçücük bir ipucundan koskoca skandalların çıkması kuşkunun eseri değil midir?
Çok iyi biliyorum, bir gazete Susurluk kazasını sıradan bir trafik kazası olarak görmeyi tercih edecektir. Gecenin bir saatinde, orada iyi bir gazeteci içinde bir milletvekili, eski emniyet müdürü ve ajanın olduğu kazanın sıradan olduğunu görüp manşete çekmeye büyük bir mesleki zaaf yaşanacaktı o kurum adına... Bir trafik kazası Türkiye´nin çetelerini ortaya döküverdi. Kuşku duyulmasa soru sorulmayacak ve basit bir trafik haberi olarak anılacaktı.
İşte gazeteciye doğru soruyu sorduran içgüdü nedir, gerçekten merak ediyorum.
Acaba aileden alınan eğitim, "gazeteci doğulur" denen çocukları yönlendiriyor, onlara doğru soru sormasını öğretiyor mudur?
Bunu düşünmemin sebebi Soner Yalçın´ın yeni kitabı "Siz Kimi Kandırıyorsunuz"da denk geldiğim satırlar. Kitapta, babaları MİT´te çalışmış üç gazeteciden bahsediliyor. Yazar gazetecilerin adlarını vermemiş, sadece baş harflerini yazmış: CD, TB, AA.
Tahmin yapmam güç olmadı, ama Soner Yalçın isimlerini vermemiş, ben neden vereyim?
Yine de meraklılar için biraz ipucu vereyim, o kadarı da benden olsun.
Babası MİT´te çalışan gazetecilerden biri romantik ve isyankâr duruşuyla tanınıyor ve Ankara´da yaşıyor. Kemik çerçeveli gözlüklerinin ardından baktığı dünyaya bazen köşe yazıları, bazen belgeseller, şu son günlerde de şarkı sözleriyle katkıda bulunuyor.
Bir diğer MİT mensubunun oğlu da daha çok akademi çevrelerinde takılıyor, o da Ankara´da yaşıyor ve Gençlerbirliği taraftarı. Hem milliyetçilik hem futbol üzerine yazıyor, çalışıyor.
Sonuncu gazeteci ise İstanbul´da ve yıllardır önemli yerlerde ikinci adam pozisyonunda. Kendisini `medya pavyonundaki son bakire´ diye tanımlıyor.
Üçü de yaptıkları işler zaman zaman eleştirilere baki olsa da değerli isimler, çalışkan gazeteciler.
İşte bu içgüdüleri acaba aile terbiyesinin devamı, gazetecilik evlerinde öğrendikleri bir meslek mi diye düşünüyorum. Soru sormayı, kuşku duymayı onlara babaları mı aşıladı acaba?
Türkiye´de pek bilinmez ama istihbaratçılık aslında entelektüel bir faaliyettir. Çok çalışmayı gerektirir. Disiplini şart koşar ve çok okumayı, analitik düşünmeyi, küçücük izleri takip etmeyi ve buradan sonuçlara varmayı sağlar.
Belli ki bu gazetecilerin evleri de sorunun sıkça sorulduğu, kitapların bolca okunduğu, satır aralarının takip edildiği ortamlardı. Belki de bugünkü konumlarında en çok teşekkür etmeleri gereken kişi babaları. Onları yetiştirdiği için.
ORAY EĞİN /AKŞAM
>